Sömürgesizleştime Mimarlığı ve Yeryüzünün Tüm Lanetli Mimarlıkları

Pelin Tan, Prof. Dr. , Sosyolog/Sanat Tarihçi
Batman Üniversitesi, Batman, Kıdemli Araştırmacı CAD+SR, Boston

“Böylesine açık bir kavram olan Sömürgesizleştirme gerçekten bir anlam ifade ediyorsa- özü olmayan bir fanteziden başka bir şey değil miydi? Sonuçta sadece gürültülü bir kaza mıydı, yüzeyde bir çatlak, dışarıda küçük bir çatlak, yoldan çıkmaya mahkum bir geleceğin işareti miydi?”(1).

Venedik Mimarlık Bienali sergisini gezmeye başladığımızda: “Black Lives Matter” (Siyahların Yaşamları Değerlidir) (2) toplumsal hareketi olmasaydı biz bu tür sergiler yapamazdık” diye kulağıma eğilen Brüksel Mimarlık, Peyzaj ve Kent Planlama Müzesi CIVA’nın direktörü Nikolaus Hirsh; kendi kurumunda yeni açtığı sergide, Belçika’nın sömürge tarihinde önemli bir yeri olan Kongo’nun 1885 ile 1958 yılları arasında özellikle Art Nouveau stilinin araçsallaştırılması ile uyguladığı baskı ve şiddet arşivi ve de karşı güncel sömürgesizleştirme pratiğine odaklanıyor (3). Mekansal üretim ve mimarlığın temsiliyet gücü, her zaman sömürge tarihinde önemli bir araçsallaştırma ve normalizasyon nesnesi olmuştur. Sömürgecinin şiddeti mekansal belleği ve kültürel mirasını her zaman lehine dönüştürmüştür. Bu seneki Venedik Mimarlık Bienali; söylem, temsiliyet, malzeme, mimari aktörlere kadar yoğunluklu bir şekilde “sömürgesizleştirme” tartışması çabası içinde. Afrika sömürge tarihini merkeze alarak yeryüzünün göreceli ölçeklerindeki hem sömürge tarihine, hem güncel kapitalist ve azınlık toplulukları üzerindeki ırkçı sömürge pratiklerine karşı, farklı sömürgesizleştirme pratikleri ve tarihlerini mimarlık üretimi üzerinden sunuyor. Pedagoji, ofis mimari pratiği, kuram, kolektif gelecek tahayyüller, spekülatif gerçeklikleri, saha araştırmaları ve eleştirel temsiliyetler ile bezenmiş bienal; ana sergisiyle güçlü bir pedagojik dizge ile çerçeveleniyor. İngiliz Pavyonundan İsveç pavyonuna kadar hem Giardini hem de Arsenal’de birçok ulusal sergi ve katılımcı, Lesley Lokko’nun sömürgesizleştirme söylemi ile baskılanmış farklı kimlik ve azınlıkların mimari ve tasarım pratiklerine  odaklanıyorlar.

Sömürgesizleştirme (decolonialism) söylemi, mimari pratik ve pedagojisinde son 10 senedir yoğunluklu olarak uluslararası mimarlık ortamında hem mimarlık fakültelerindeki tasarım stüdyolarında hem de sergilerde ele alınıyor ve metodolojisi tartışılıyor. Bu söylem içinde; baskılanan azınlıklar, göçmen ve mülteci hakları, halk sağlığından küresel veri haklarına kadar her türlü hak arayışını; tasarımın her ölçeğinde hem temsiliyet hem malzeme bağlamında mimarlığın kamusal kolektif bir hakikat oluşturması çabasını görüyoruz. Afrikalı yazar F. Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri”(4) kitabının tekrar güncel yorumlar ile sömürgeci-sömürülen arasındaki egemenlik, bioiktidar ilişkisi ve öznenin kültürel bağlamda özgürleşmesini ele alması kültür üretimi alanında günümüzde eleştirel karşılığını bulmaktadır. Baskılanan, ezilen yeryüzünün her yerindeki insan ve insan olmayan varlıkların egemen tarafından lanetli tanımlanarak görsel temsil, dil ve söyleminin baskılanması ve sessizleştirilmesine karşı dayanışma ve yeni bilgi üretimi mimarlık ve mekan çalışmalarındaki aciliyeti öne çıkmaktadır.

Filistin’de ve başka coğrafyalarda mimarlıkta eğitim, emek, sömürgesizleştirme yöntemleri üzerine birçok projede birlikte çalıştığım; çağdaş mimarlıkta sömürgesizleştirme söylemini ilk olarak, bu seneki Altın Aslan ile pratikleri ödüllendirilen mimarlar Alessandro Petti ve Sandi Hilal’ın Filistin’de kurdukları “Sömürgesizleştime Mimarlığı” (DAAR – Decolonizing Architecture and Art Residecny) (5) pratikleri ile birlikte tartışmaya başlandı. Mimarinin fonksiyonunu, malzemesini değiştirme/dönüştürme ile sömürgesizleştirmeyi kolektif tahayyül ve müşterekleşme ile açmaya çalışan Alessandro Petti; hem Batı Şeria’da hem de profesör olduğu Stockholm’deki Kraliyet Sanat Enstitüsü’ndeki “Sömürgecilikten Kurtulma Mimarisi” yüksek lisans programı ile bu çabayı yıllardır eşi mimar Sandi Hilal ile sürdürüyor. DAAR’a göre sömürgesizleştirme süreci asla durağan değildir ve sürece dayalı pedagojik, farklı disiplinlerle ve yerel bilgiye göre bağlamsaldır. Petti şöyle belirtiyor: “Sömürgeden kurtulmak ne anlama geliyor diye sorduğumuzda, bu soru birçok soruyu içinde barındırır: kurumlarımızın, epistemolojilerimizin, disiplinlerimizin, uygulamalarımızın yalnızca sorgulanmasının değil, aynı zamanda yeniden çerçevelendirilmesinin veya tamamen terk edilmesinin de bir kabulünü içeriyor.  Sömürge yapılarının bedenleri, mekanları, binaları ve manzaraları şekillendirdiği bir dünyada düşünme, konuşma ve yapma biçimlerini yeniden hayal etmemiz gerekiyor.” (6) Petti’nin bu tanımlama çabasına  belki de günümüz Türkiye’sindeki en iyi örnek Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’ndaki direngen hak arayışlarının yıllardır bu mekanın belleği ile iç içe geçmiş hali ve eylemleri ile mekanı sömürgesizleştirme çabalarıdır. DAAR’ın bienaldeki projesine geri dönersek; hem yıllardır Filistin’deki mimari pratikleri hem de bu pratiğin söylemsel çerçevesini farklı sömürgeci bina ve kentlerde uygulamaları; mimarlık alanında pedagojik platformda açmaya çalışmaları bu seneki altın aslan ödülünü kendilerine getirdi. DAAR, 2020’de Sicilya’da, İtalyan faşist bir mimari kimlikli binalar içeren Borgo Rizza köyündeki mimari kültürel miras üzerine; yerel halk, Carlentini belediye başkanı ve Basel Üniversitesi Eleştirel Şehircilik Yüksek Lisans programı ile işbirliği içinde bir dizi etkinlik içeren sömürgesizleştirme projesi sürecini başlattı. Bir yaz okulu kuran Petti ve Hilal, faşist mimari yapılar üzerine saha araştırmalarını etkinleştirdi, halka açık etkinlikler düzenledi, ve restorasyon üzerine grup tartışmaları yaptı. Böylece, bu süreç ile mekanların kullanımını kolektif olarak yeniden tasarladılar ve iyileştirdiler.

Hem kavramsal hem kuratöryel yerleştirme bağlamında en başarılı pavyon olarak bulduğum sergileme Brezilya Pavyonu En İyi Ulusal Pavyon Ödülünü aldı. “Terra” (yeryüzü) başlığındaki bu serginin kuratörlüğünü; uzun zamandır, araştırma pratiği Amazon ormanları üzerine saha çalışmaları ve eko-kırım şiddeti analizi üzerinde yoğunlaşmış, Forensic Architecture’daki projelerde yer almış mimar/aktivist Paulo Tavares ve Gabriela De Matos yapmış. Yeryüzünü/peyzajı Brezilya’da baskılanan ve sömürülen azınlık yerel halkları (yani yeryüzünün lanetlileri için) yeryüzünü birçok felsefi anlam, kozmolojiler ve anlatıları içerir. Yerel anlatılar, Brezilya’nın sömürge tarihi ve ilişkili mekansal üretimi, ve buna karşı iyileştirme pratikleri, hikayeleri, veri tabanları, videolar, enstalasyonlar gibi bir çok farklı mecra tutarlı bir isyankarlık içinde sunulmuş. Anlatılan hikaye dünyanın bambaşka bilmediğimiz bir ucu olsa da, hikaye bizim hikayemiz. Brezilya’daki yerel halkın ekolojik birliktelik ile iyileştirme ritüelleri, yerel bilgi, ve kapitalist ekstraktivizme karşı verdikleri mücadele neredeyse Hasankeyf, Dicle Nehri havzalarında ve Raman Dağı bölgesinde Ezidi, Süryani ve Kürt halklarının verdikleri mücadele anlatısı ile benzer. Bienal katılımcılarından biri olan ve 17. İstanbul Bienali’nde de sergilenen, uzun yıllardır extraktivist tabiat peyzajında saha çalışmaları yaparak araştırma ve hak arayışı/temsiliyeti bazlı video-anlatılar (video-essay) üreten sanatçı Ursula Biemann’ın amazon ormanları üzerine videosu da sergide ilişkilendirerek izlenebilir. Belki Brezilya Pavyonu, Nordic (Kuzey Ülkeleri) Pavyonu ile ilişki kurulabilir; Stokholm’da yer alan mimarlık müzesi ArkDes’in direktörleri Carlos Mínguez Carrasco and James Taylor-Foster kuratörlüğündeki sergi ilk defa İsveç’te demokratik olarak yıllardır baskılanan bir azınlık olan Sámi Mimarlığı’nı sergiliyor. Sámi azınlık halkından mimarların sergilendiği mekan, Sámi mimar Joar Nango liderliğinde göçebe mimarlık konsepti izleyicnin istediği gibi zaman geçirebileceği göçebe kütüphanesinin farklı yerleştirmeleri ile oluşturulmuş bir sergi. Ana akım mimarlık pratiğinin tam karşısı olarak Sámi Mimarlığı’nı sergileyen küratörler hem kişisel hem de kurum olarak cesaretli bir adım atmışlar.

Hem kapitalist hem ırksal sömürü ve tüketim ile yoğunlaşan antroposen dönemi etkileri altındaki doğal kaynakların dönüşümüne, yiyecek ve farklı ekolojik ağların parçalanmasına karşı bir çok proje bu bienalde yer almakta. Coğrafyacı Kathryn Yousef’ın argümanlarında öne çıkan sömürge tarihi ile ekolojik-kırım ilişkisi, antroposen dönemini özellikle Avrupa sömürge şiddet ve emek tarihini birlikte okumamızı öneriyor. The Funambulist (7), genç Fransız mimar/aktivist/yazar Léopold Lambert’in yıllardır kendi inisiyatifi ile başlattığı bir araştırma dergisi/yayını. Yayın farklı coğrafyalarda birçok genç mimar ve şehirci araştırmacısının mimarlık, kent ve sömürge ilişkisi üzerine farklı vaka ve saha çalışmalarını yayınladıkları eleştirel düşünme gramerini içeriyor. Marjinal ve ana akım mimarlık dergileri dışında en kaliteli politik mimarlık yayını diyebiliriz. Arsenal sergi mekanında, kaliteli bir grafik tasarıma sahip olan derginin birçok sayısı sergilenmekte.

Kapitalist tüketim ile biçimlenen yiyecek üretim altyapıları ve lojistik ağlarının peyzajı nasıl dönüştürdüğünü, insan ve insan olmayan tüm canlı ekosistemi nasıl sömürdüğüne odaklanan İspanyol Pavyonu’nun Foodscapes sunumu hem grafik, hem saha çalışmaları, hem de veri bazından çok zengin bir sergi sunuyor. Her Venedik Bienali’nde kaliteli araştırma ve sergi senografisi sunan Bahreyn Pavyonu, “Sweeting Assets” sergi ve kitapçığı ile iklimin dönüşümüyle ısı ve su ihtiyacı ile baş etmenin altyapı arayışını antroposen eleştirisi içinden oluşturarak doyurucu bir perspektif sunuyor. Sergi, kuratörlerin deyişiyle, “Bahreyn’in yoğun yüksek ısı ve nem koşullarında, klima orantılı olarak yüksek kondens ürüyor. Bu antropojenik aktivitenin bu kasıtsız yan ürünü kullanılarak, başka altyapılar ile bağlanıp, suyu daha geniş ekolojilere bağlıyor.

Gando İlkokul projesi ile Aga Khan 2004 Mimarlık Ödülü’nü aldığından beri takip ettiğim Burkino Faso’lu, 2022 Pritzker ödüllü Mimar Diébédo Francis Kéré (8)’nin bienal katılımı Batı Afrika’nın yerel malzeme, form ve geleneksel mimarlığını kendi tasarım anlayışı ile sunarak; mimarlık tarihinde tanımlayageldiğimiz kolonyal bir kavram olan vernaküler mimarlık üzerinden yeniden düşünmemizi sağlıyor.

Genelde mimarlık ve kent sergilerinde, çocuklara sadece oyun parkı veya kamusal alanda çocuk mekanların tasarımı üzerine projeler yer alır. İlk defa Litvanya Pavyonu, Çocukların Ormanı Pavyonu (Children Pavillion) olarak adlandırılan sergisiyle bienaldeki en ilginç çocuk ve tabiat bilgisi ile donanmış interaktif iyi bir mecra. Çocukları, ekologları, sanatçıları, mimarları, aktivistleri ve orman bilimcileri ile müşterek oluşturulan, hem malzeme, hem oyun alanı, ses platformu ve hem de dijital ortamda farklı mecraları birleştiren bu bienal her yaştan insanın sergi ile katılımını sağlıyor (9). Özellikle katılımcılarından Nomeda & Gediminas Urbons’un son iki senedir uzun soluklu biçimde çocuklarla ile birlikte sürdürdükleri atölyeler sonunda, kavramsal bir oyun alanı ve yeni iklim müşterekleri için hayal gücüyle gerçekliği artırmak için dijital bir araç olarak geliştirilen bir uygulama, sürdürülebilir şehirde planlanan yağmur suyu havuzları için acil ekoloji olarak eko-canavarları öneren planlama sürecine yeni bakış açıları sunuyor.

Bienal açılış haftasında, Acil Pedagojiler (Urgent Pedagogies, IASPIS, İsveç) inisiyatifi olarak; felaket sonrası acil durumlar bağlamında “Umursamak” (Care), sömürgesizleştirme ve bellek bağlamında “Miras”, ekstraktivist ve iklim adaleti bağlamında “Çevre” başlıklarında mimarlık eğitini tartışan atölyeler gerçekleştirildi. Paulo Moreira, Sandi Hilal, Paolo Taveres, Alessandro Petti, Gabu Heindl, Marina Otero, Yelta Köm, Francisco Diaz ve Laura Kurgan gibi farklı coğrafyalarda mimarlık eğitimi ve sömürgesizleştirme yöntemleri üzerine kafan yoran mimarların davet edildiği sunum ve tartışmalarda aslında sömürgesizleştirme pratiği ve yönteminin mimarlık mesleği icrasından önce eğitim ve tasarım stüdyolarında dönüşümler ihtiyacında olduğu tespit edildi (10).

Sonuç: Benim de Rus Pavyonu ve ana sergide Mülteci Mirası (Refugee Heritage, DAAR) projesinde katılımım olduğu Hashim Sarkis kuratörlüğündeki bir önceki mimarlık bienaline (2021) göre; Lesley Lokko’nun bienalinde yer alan yerleştirmeler, sergi sinografisi ve editöryeli daha özenli. Sergi, karmaşık ama takip edilebilir ve tümel olarak karşı-mimarlık veya sömürgesizleştirme mimarlık pratiğini yine bir mimarlık dili üzerinden tutarlı bir şekilde sunmaktadır. Mimarlıkta hem ana akım modernist söylemlerin, hem de sömürge tarihinin didiklenmesi ile temsiliyetinin parçalanması; altyapısı iyi olan bir araştırma metodolojisi ve eleştirel düşünmeyi tetikleyen bir spekülatif tasarım yaklaşımı ile olabiliyor. Tuck ve Yang’ın “sömürgesizleştirme bir metafor” argümanını kısmen desteklediğim bir yazımda sömürgesizleştirme pratiği veya pedogojilerinin çok kolay olmadığı bazen “boş bir gösterene” işaret ettiğine katılıyorum (11). Fakat sömürge ve sömürülen arasındaki ikili (dualist) yapının karmaşık bir hal aldığı bazı mekanlarda hala özgürleştirici pratiklerin aciliyeti her disiplindeki metodolojilerin ve dilin değiştirilmesi ile birlikte çok önemli. Son senelerde şiddetlenen ırkçı baskılar, kimliksel ayrımlar, ekstraktivist eko-kırımlar, kapitalist sömürü ve şiddet, bitmek bilmeyen ve sürekli hortlayan savaşlar mimarlık alanında sömürgesizleştirme pratiğini uygulamak bağlamında bu pratiğe ve mesleğe hak arayışı çerçevesinde hem pedagojik/eğitim hem de temsiliyet politikalarına dair yeni roller yüklemektedir. 18. Venedik Mimarlık Bienali’nde bunun aciliyetini görmekteyiz. Yeryüzünün tüm lanetli mimarlıklarını öğrenmek isterseniz bu bienalde görebilirsiniz.

Kaynaklar

  •  S.12, Out of the Dark Night, Achille Mbembe, Columbia University Press, 2022, New York.
  • ABD’de yaşayan Afro Amerikan kökenli halka karşı özellikle polis tarafından uygulanan şiddete ve ırkçılığa karşı kurulmuş sivil toplum hareketidir. BLM, Birleşik Devletler genelinde öldürülen siyahlar ve ABD yasalarındaki ırk ayrımı yapan ceza hukukuna karşı düzenleme talep ederek gösteriler düzenler. https://tr.wikipedia.org/wiki/Black_Lives_Matter
  • Style Kongo: Heritage & Heresy”,Serginin kuraötür:  Sammy Baloji, Silvia Franceschini, Nikolaus Hirsch, Estelle Lecaille. https://civa.brussels/en/exhibitions-events/style-congo
  • Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, İletişim Yayınevi, 2022
  • https://www.decolonizing.ps/site/
  •  https://urgentpedagogies.iaspis.se/what-does-it-mean-to-decolonize/
  • Türkçe için ek okuma: “Sürgün Mimarlığı”, Alessandro Petti, Kamp/Mülteci: Çatışma Mekanlarında Sömürgesizleştirme Mimarlığı Dosya, Edt.Pelin Tan, Arredamento, Mart 2015, Istanbul
  • https://thefunambulist.net/
  • https://www.kerearchitecture.com/
  • https://neringaforestarchitecture.lt/childrens-forest-pavilion/
  • https://urgentpedagogies.iaspis.se/urgent-pedagogies-methodologies/
  • Pelin Tan, s.99-114, “Decolonizing architectural education: towards an affective pedagogy”, The Social (Re)Production of Architecture,  Editörler: Doina Petrescu&Kim Trogal, Routledge, 2016