Kriz Yönetimi ve Mimarlık

Yasemin Şener, Mimar


Dolar ve Euro’nun Türk lirası karşısındaki önlenemez yükselişi bir yana, geçen yıla kadar büyüme kaydeden inşaat sektörü 2018’de ekonomik krizin etkilerini oldukça ağır şekilde hissetmeye başladı. Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği’nin raporuna göre bu yıl konut satışları ve yeni inşaat başlangıçları yavaşladı, müteahhitler nakit krizine girdi. Sektörün önemli aktörlerinden olan mimarlık ofisleri de nakit akış probleminden fazlasıyla nasibini alıyor ve yeni iş potansiyellerindeki daralmayı kuvvetli şekilde hissediyor. Mevcut konjonktürde ayakta kalabilmenin yöntemlerini, mimarların işletme sahibi olarak özellikle bu tip kriz yönetimi gerektiren durumlarda takınmaları gereken tutum ile tasarımcı kimliği arasındaki dilemmayı ve nasıl çözülebileceğine ilişkin düşüncelerini sizler için derledik.

ALİ OSMAN ÖZTÜRK
Kurucu, Mimar
A Tasarım Mimarlık

Yapı sektörü ekonomiden en çok etkilenen grupların başında geliyor. Kriz dönemlerindeki belirsizliklerin uzun sürmemesini umut ederek çalışmaya devam ediyoruz. Dayanmak kolay değil… Bu dönemde takip ettiğimiz projelerin çoğu aslında daha önceden aldığımız işler. Belirli bir büyüklüğe erişmiş ofislerde genel giderleri durdurabilmek, kontrol altına alabilmek kolay değil. A Tasarım’da proje gruplarının bir düzeni var. Çalışma ortamının sürekliliğini sağlamak her iş yerinin ana konusu. Fakat geçiş dönemleri bize daha sıkı çalışmamız gerektiğini anımsatır. Bu dönemlerde sistem altyapımızı gözden geçirmeye çalışıyoruz. Maliyetleri azaltma ve zaman yönetimi konusunda daha bilinçli ortamlar oluşturmaya çalışıyoruz. Ekonomik kriz olsun ya da olmasın yeni iş almak her dönemin zorlu yanı… Tasarım ofislerinin belirli döngüleri var. Proje sözleşmesini başlatabilmek, tasarımı onaylatmak, uygulamasını takip edebilmek gibi birbirini izleyen aşamalar söz konusu… Bu dinamik bir yaşamdır. İşini severek yapma tutkusu bizi ayakta tutuyor.

————————-

AYDAN VOLKAN
Kurucu Ortak, Mimar
Kreatif Mimarlık

Ulusal ekonominin en büyük parçası olan inşaat sektörünün aktörleri olarak elbette mimarlık ofisleri de sarsıntılardan ciddi şekilde etkileniyor. Mimarlık ofislerinin sermayeleri ve mal varlıkları bu sektördeki diğer oyunculara göre umursanmayacak derecede düşük. Tek sermayesi nitelikli iş insanları ve bilgi birikiminden oluşan mimarlık ofislerinin bu sektöre kattığı değer ise bu sermaye ile ters orantılı. İyi tasarlanmamış yapılar, kötü yönetilmiş projeler, doğru planlanmamış kentlerle yalnızca sektör değil ülke de kaybediyor. Sonuçları ise tekrar bu sektördeki aktörleri olumsuz olarak etkiliyor. Kreatif Mimarlık 23 yıldır irili 45 ufaklı, ulusal ya da global ekonomik krizlerden dolaylı olarak etkilendi ama işverenlerimizle kurduğumuz uzun süreli iyi iletişimler ile aynı işverenin hem yurt içi hem de yurt dışı projelerinde yer alma şansını yakaladık.
Uluslararası projelerde yer alarak Türkiye dışındaki yatırımcılar ile tanışma ve onların coğrafyalarında var olabilme olanağı kazandık. Bunların yanında kurumsal işverenlerle çalışmamız, proje öncesi anlaşmalarımıza önem vermemiz, işimizi zamanında ve nitelikli bir şekilde teslim etmek ile ilgili proje hizmeti bedellerindeki tavizsiz duruşumuz ile bugüne kadarki krizler bizi ölümcül derecede sarsmadı. Çekirdek ekibimiz uzun yıllardır bizimle çalışmakta ve işverenlerimiz ile ilişkilerimiz hep iyi ve uzun soluklu oldu. Ekonomik krizler belirtileri ile birlikte geliyorlar. Hiçbir zaman aniden ortaya çıkmıyor. Mimarlık ofisi yöneticileri olarak da bu belirtileri iyi takip ettiğimizi düşünüyoruz. Çok cazip ancak ekonomik olarak riskli projelere tasarımcı olarak dahil olmamaya çalışıyoruz. Kısa vadede zenginleşme yerine uzun vadeli, sakin ama sürdürülebilir bir işletme olmayı hedeflediğimiz için temkinli davranıyoruz.

————————-

CEM SORGUÇ
Kurucu, Mimar
CM Mimarlık

İnşaat sektörünün konut merkezli ve buna ilişkin ekonomiyle hareket etmesi ve ülke ekonomisinin de inşaat sektörü ile tanımlanagelmesiyle oluşan kısır döngünün herhangi bir aksaklıkta kırılması kaçınılmaz. Bunlara bir de üretime dönük muhtelif sektörlerin -tekstil, gıda, perakende, turizm vb.- bunları terk edip ya da askıya alıp kısa vadede cazip görünen inşaat sektörüne kaymasının uzun vadedeki olumsuzlukları da ilave edilebilir.
Konut sektörü, bankalar sistemi ile bütünleşik. Gerek müteahhitleri, gerekse de alıcıları… Talep ve arz fazlası arasındaki denklem ise kolaylıkla ve sürdürülebilir biçimde çözülebilen bir denklem değil. İstihdamı, üretimi ve besleyen yan sektörleri belirli bir endüstri teşkil ederken proje bazında hareket etmesi nedeniyle sermaye devamlılığı da yok. Bir son ürün endüstrisi. Mimari açıdan da çoğunlukla nesnel olmayan ve popüler yönelimlere bağlı bir ilerleme gösteriyor. Mimarlık ofislerinin bu büyük paket içerisinde potansiyel oluşturması ve yoğunlaşması kaçınılmaz. Konunun işverenleri de işin ticaret yapısı gereği yatırım-yapım-kazanım sac ayağında konumlanıyor ve menkulün likiditeye çevrilmesi ile benzer alan içerisinde başka bir menkule çevirilerek fasit bir dairede vücut buluyor. Arsa spekülasyonları ve arsa sahipliği ile ortaklık da başka bir dinamik. Oluşturulan marjlar yapısal kalite ve mimari üzerinde zaten olumsuz bir etkiye sahip. Ekonomik daralma neticesi ile daha da dramatik hale gelen marjlar mimariyi de ikinci plana itekliyor. Dolayısıyla mimarlık ofislerinin iş potansiyellerinin daralması yanı sıra var olanlar için de günü kurtaran, proje ile satılabilir kabiliyeti kollanan mimarlıklar yapmak kalıyor.
Alan, gerek iş hacmi gerekse de ekonomik olarak daralınca bundan sebeplenen işveren olur. Mağduru da mimar, mühendis, danışman gibi hizmet sektörleri… Çünkü yaratıcı sektörlerin maddi ve somuta dair mukayesesinin formülü yoktur. Kriz ekonomisi rasyonel olmayan bir düzlemde değer kırımları, irrasyonel rekabet, etik aşmalarla meslek içi çatışmalara zemin teşkil eder.
Bu koşullar içinde mimarlık ofislerinin ayakta kalabilmesinin yöntemi, takındığı tutuma bağlı. Ama belki de bu koşulların asıl açmazı ayakta kalabilmek kadar tek ayağınızın mı, yoksa çift ayağınızın mı üstüne dikildiğiniz… Konu tasarım ve bunun kimliğinden öte bir yerde konumlanmalı.

————————-

ENİS ÖNCÜOĞLU
Yönetim Kurulu Başkanı, Mimar
Öncüoğlu Mimarlık

Bildiğiniz gibi faizlerin düşmesi ile tüm dünyanın yeni hızlı para kazanma yöntemi arazi spekülasyonu ve dönüşümü ile elde edilen para ve güç üzerine yoğunlaştı. Türkiye de deprem riski ve eskimiş altyapısı ile bu tür kazanımlar için senelerce iyi bir pazar olarak öne çıktı. Biz mimarlar da bu süreç içinde hiç deneyimlemediğimiz hız ve ölçekte projeler ürettik. Hız ve ölçeğe uygun planlama yapılmayan ortamda en önemli hasarı da, mahalleleri gettolara ve kapalı sitelere çevirerek verdik. Bugün yan yana olup birbiriyle hiçbir etkileşimi olmayan yapılardan oluşan bir stoğumuz oldu. Yapılar da insanlar gibi bireyselleşti, yapılar arası kentsel açık alanlar satılamadığı için sahiplenilmedi. Şehirler de aynı insanlar gibi kalabalığın arasında yalnızlaştı. Şimdi de bu yalnızlık, boş, yarım kalmış ya da satılamayan yatırımlarla, tüm katmanları ile depresyon safhasına ulaştı. Ciddi anlamda zamanımızın büyük bir oranını iş geliştirme ve hak ediş tahsilatı alıyor. Tasarımdan çok temel içgüdüler ile hareket ediyoruz. Kontrol edebileceğimiz stabil bir ekonomik ortam olmadığı için ancak ay sonu bütçelerini denkleştirebilecek bir stratejiyle çalışıyoruz.
Ayakta kalabilmenin bizim açımızdan en sağlam yolunu, yurtdışı projelere ağırlık vermek ve Türkiye üzerinde esen fırtına dinene kadar diğer sakin limanlara sığınmak olarak görüyoruz. Fakat Türkiye’nin yurtdışı politikaları uzun süredir hizmet verdiğimiz pazarlarda bile bunu zorlaştırır durumda. Yapı sektörü olarak, müteahhiti, tasarımcısı, üreticisi ile ülkemizin dışında da ciddi sınavlar verdiğimiz bir dönemde yeni iş geliştirmek eskisinden 100 kat daha zor hale geldi. Daha önce yurtdışı deneyimi bulunmayan küçük ölçekli firmaların ise bunu hayal etmeleri bile zorlaştı. Gelecekte kamu yatırımları ve global ulaşım hatlarının yenilenmesinin bizim için en önemli pazarı oluşturacağı aşikar. Umarım bunu hakkıyla yapacak bütçelerle çalışabiliriz. Çünkü son bir kaç ihalede İngiliz ve İtalyan tasarım firmalarının bizim yarı fiyatımızı teklif etmeleri, son dönem yaşanan sıkıntıların yanısıra uluslararası rekabette fiyat avantajımızı da yitirmek üzere olduğumuz uyarısını bize yapmaktadır.

GENCER YALÇIN
Kurucu Ortak, Baş Mimar
Studio Vertebra

Türkiye genç ve potansiyeli yüksek bir ülke, ancak küresel gelişmeler ve komşu ülkelerde yaşanan vahim olaylardan ötürü ekonomik olarak meşakkatli günlerden geçiyoruz. Bu sürecin atlatılacağı kanaatindeyim ama ekonomi lokomotifinin inşaat sektörü oluşu bahsini açtığım konular çerçevesinde doğal olarak satış ve kiralamada enflasyona neden olmakta. Ülkemizin farklı sektörlerdeki ilerleme potansiyelini doğru organize edebilirsek bu resesyondan daha güçlü olarak çıkacağımızı düşünüyorum. Bunun için de ilk atılması gereken adım sürdürülebilir ve geliştirilebilir üretim ekonomisine geçmek olacaktır. Ekonominin bu seyri müşterilerimizi ve iş ortaklarımızı darboğaza sürüklediğinden işletme yönetiminde dalgalanmalar söz konusu. Buna örnek olması açısından müşteriden alınacak ödemelerin geç gelmesine, kimi zaman da nakit girdi ve çıktı dengesi yatırımların durdurulmasına sebebiyet veriyor. Bizim işimiz sürekli gidere dayalı olduğu için süreç, bu durumlara karşı hazırlıksız olan ofisleri küçülmeye hatta kapanmaya zorluyor.
Biz Studio Vertebra olarak çok disiplinli bir ofis oluşumuzla geniş bir yelpazede tasarım hizmeti veriyoruz. Yalnızca yurt içi değil yurt dışında da iş yaptığımız için hamlelerimizde daha dikkatli olup önlemlerimizi alarak ilerliyoruz.
Bu dönemde mimarlık ofisleri masrafları minimumda tutmalı ve yurt dışında da çalışma alanları oluşturmalılar. Ekip verimliliğinin maksimum düzeye çıkarılması geminizin rotasını akıntılara karşı koruyacaktır. Mimari kuruluşların ekonomik zorluklarda gerek tasarımcı kimliğinden gerekse mesleki ilkelerden uzaklaşarak ayakta kalmaya çalışması ise kabul görür bir çözüm değildir. Ofislerin sürate dayalı bir sistem üzerinde derinlikli düşünülmemiş, özensiz işlerle ekonomik girdi sağlamaya çalışması meslek kalitesiyle bağdaşmayan unsurlardır. Bu yaklaşım taşıma suyuyla değirmen döndürmek gibi sürdürülebilirliği olmayan bir durumdan öteye gitmez. Bence böylesi bir durağanlığa hazırlıksız olanlar bu tip palyatif bir fedakârlık yerine küçülüp daha az giderle ve daha efektif ekip ve çalışma sistemiyle hareket etmelidir.
Sonuç olarak Türkiye, amaçları olan ve gürbüzleştiği gibi bir yandan jeografik konum olarak sıcak bir bölgede yer alıyor. Kırılımlar karşısında kalıcı bir yöntemi olmayan ofislerin varlıklarını sürdürmesi çok zor.

————————-

GÖKHAN AKTAN ALTUĞ
Kurucu, Mimar
TAGO Architects

Şu an içinde bulunduğumuz dönemi “nakit krizi” gibi değerlendirmekten öte müteahhitlerin ya da yatırımcıların kolay harcama yapma eğilimlerini kaybetmeleri olarak tanımlayabiliriz. Asıl işi müteahhitlik olmayan pek çok girişimcinin, sektörden pay almak adına bu sektöre girdiği bir dönem yaşadık, yaşıyoruz. Bu süre mimarlık ofislerinin inşai faaliyetler ile ilgili “know-how”ı bulunmayan firmalarla iş yapmaya adapte olmaya çalıştıkları, mesleki anlamda da yaratıcılık ve yeni işler üretmekten ziyade metrekare hesapları ve imar yönetmelikleri ile mücadele ettikleri bir dönem oldu. İşi inşaat üretmek olan firmalar süregelen bir bina yapım işi içinde bulundukları için projeleri arasında iş gücü ve malzeme akışı gibi temel organizasyonları daha kolay kurabilmekteler. Bu da maddi anlamda daha gerçekçi planlamalar yapmalarını sağlamakta. Farklı uzmanlıklardan gelen yapım firmalarının bu nedenle kriz dönemini daha zor yönettiğine de tanık olmaktayız.
Konut satışlarının yavaşladığından bahsediyoruz ancak bu yavaşlama öncesi hızın gerçekçiliği ile bu kıyaslamayı yapmak gerekiyor öncelikle. Konut satışı arz-talep dengesinin bozulması, ürünlerin gerçek sahiplerinden ziyade yatırımcıların portföyünü zenginleştirdiği bir piyasa düzeni oluşmuştu. Artık doyma noktasına gelen konut piyasası da aslında 10 yıl önceki koşulları hatırlatırcasına daha reel bir çizgiye oturmaya başladı. Bu kez gerçek sahiplerini bekleyen konutlar, harcamasını bir kereye mahsus ve çok dikkatli yapmak isteyen, artık son derece seçici olan alıcı kitlesi ile karşı karşıyalar. Rekabet en üst düzeye ulaştı. Mevcut konut satışları yavaşlasa da, barınma ve yenileme gereksinimi hep devam edeceğinden, doğru analizlerle oluşturulmuş bir piyasa her zaman mimariyi de ayakta tutacaktır.
Türkiye olarak yıllardır yurt dışına, tüm sınır komşularına da inşaat faaliyetlerini pazarlayabilen bir ülkeyiz. Sınır komşularımızın çoğu projesinde yapım kalitemiz ve hızlı organizasyon konusundaki başarılarımızla tercih edildik. Bu referanslar inşaat sektöründe imalat ve proje kalitesinin artması ile oluştu. Bunu kimse yadsımamalı. Ancak yurtdışındaki faaliyetlerimiz içinde bulunduğumuz coğrafyanın savaş, göç ve siyasi krizleri sebebiyle sınırlanmak zorunda kaldı. Yıllardır biriktirdiğimiz sektörel deneyimleri değişen dünya koşullarına adapte etmeyi araştırmalıyız. Bu sektörün konuttan ibaret olmadığını anımsayıp farklı alanlardaki deneyimlerimizi pazarlamalıyız. Eğitim, sağlık ve kültür yapılarında da yatırımlar sürecektir. Bu yatırımların, yeterli olmasa da mimarlığı canlı tutmasını ümit ediyoruz. Elbette global ölçekte yaşanan ekonomik krizle başetmenin çözüm yolunu tek bir sektörü masaya yatırarak arayamayız. Mimarlık mesleği de inşaat sektöründe tek aktör değil.
Bir mimarlık ofisinin organizasyonunda tanımsız, beklenmedik giderler yok denecek kadar azdır aslında. Ofisler, yapılanmalarını maksimumda koruyacak çalışmalara öncelik vererek bu süreci yönetebileceklerdir.

————————-

KEREM ERGİNOĞLU
Kurucu Ortak, Mimar
Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık

Son dönemde Türkiye ekonomisi ağırlıklı olarak inşaata endeksli olduğu için ciddi bir darboğazdan geçiyor. Bu olumsuz durum yalnızca müteahhitleri değil, bütün inşaat sektörünü etkiliyor. Malzemeciler, servis sağlayıcılar, yapı sektörü ile ilgili bütün gruplar bu durumdan etkilendi. İMSAD verilerinden bildiğim kadarıyla Türkiye’nin en büyük üretimi inşaat sektöründe. Sanıldığının aksine otomotiv, tekstil ve diğer sektörlerden çok daha fazla. Şu anda içine girdiğimiz krizin tamamen plansızlıktan kaynaklandığını düşünüyorum. Neyi ne kadar yaptığımızı, niçin yaptığımızı bilmeden yalnızca metrekare üzerinden yapılmış şuursuz yatırımlar yavaş yavaş satılamaz hale geliyor. Halbuki bunun çok daha bilinçli bir şekilde yapılması lazımdı. Kentsel dönüşüm konusunu düşünelim mesela. Kentsel dönüşüm deniyor ama yapılan aslında tam anlamıyla bir dönüşüm değil. Tekil bazda yapılanlarda çoğunlukla yalnızca bir taşıyıcı sistem ya da cephe değiştiriliyor ve biraz güncelleniyor. Bir araya geldiklerinde de niteliği olmayan, gelecekteki kullanımları hesaplanmayan yapı stokları olarak ortaya çıkıyorlar. Yine çok planlı olduğunu düşündüğümüz Batı Ataşehir, Fikirtepe, Beylikdüzü ya da Bahçeşehir tarafında yapılan bütün yatırımlar da bence kent ölçeğinde tamamıyla birbirinden bağımsız, “getto”lar yaratan bir takım yatırımlar halinde yapıldı. Buralarda kim oturur, kim alır, kimler yaşar diye planlanmadı. Bir de ülkemizde şöyle bir gerçek var: İnsanlar evleri kullanmak için değil, yatırım için alıyorlar. Yaşamalık değil, yatırımlık diye neredeyse karikatürize bir kavram var. Bazı varlıklı insanlar bankaya para yatırır gibi 20-30 tane daire alıyor. Sonra onlar değerleniyor, birilerine satıyor, kiraya veriyorlar ya da sanal bir değer artışıyla mutlu oluyorlar. Bu maalesef olması gereken sosyal devlet gerçeğine uymuyor. Konut bir barınma gereksinimidir. Bu barınma gereksinimini bir yatırım aracına dönüştüren zihniyetin ve bunun yarattığı ortamın sancılarını çekiyoruz.
Yine gözlemlediğim önemli konulardan birisi bankaların kredi koşullarındaki hızlı değişim. Bankalar kredi veremez hale geldi. Çünkü kredi verdikleri konutların geri dönüşlerinden emin değiller. 3 milyon liraya ev satın alan biri bankadan 1 milyon lira kredi alabiliyor. Halbuki normalde yüzde 25’ini kendisi verip yüzde 75’ini bankanın kredilendirmesi lazım. Ama maalesef bankalar artık buna yanaşmıyor. Çünkü ellerindeki risk oranı çok fazla artmış durumda. Bir de ülkenin genel dünya konjonktüründeki durumu, komşulardaki tatsız gelişmeler ya da Türkiye’deki 15 Temmuz gibi olumsuz olaylar da sektörü ciddi anlamda negatif etkiledi. Döviz artışına paralel olarak inşaat maliyetlerinin çok yukarılara fırlaması da olumsuz gidişatın en önemli sebeplerinden biri oldu.
Bu durum bütün sektörü olduğu gibi mimarlık proje hizmeti veren bizim gibi bir firmayı da etkiliyor elbette. Bu tür darboğazlarda sağlam bir ekonomik yapıya sahip olmak gerekir. Ayakta kalabilmek için planlı, öngörülü ve tedbirli olmak gerekiyor. Örneğin biz inşaat sektöründeki daralmayı bir süre önce öngörerek yurt dışındaki projelerimizi artırdık. Yurt dışında çizdiğimiz projeler sayesinde buradaki yapımızı destekleyebiliyoruz. Bir de bu tür krizleri daha evvel çok yaşadığımız için mali yapımızı buna göre sağlam tutuyoruz. Kısa ve uzun vadede öngörülerimiz var ve o çerçevede çalışanlarımızı hiçbir şekilde mağdur etmeden çalışmaya devam ediyoruz. Bu yıl 25’inci yılımız ve hiçbir zaman işsiz kalmadık. Kriz dönemi olmasına karşın hâlâ birçok projeye teklif vermeye ve bunların çoğunu almaya devam ediyoruz. Şu anda da ofis olarak tam kapasite çalıştığımızı söyleyebilirim.
Biz jenerasyon olarak krizlere alışığız. Şirketi kurduğumuz yıldan bu yana, Türkiye sürekli krizlerle uğraştı. Tabii dolayısıyla bizler de… Bu nedenle de artık krizi önceden hissetme, müreffeh dönemlerde de yapıyı sağlam tutma ve fazla açılmama, doğru işverenle çalışma, krizi aşmamızı sağlayacak alt yapıyı hazırlama konularında ciddi bir pratik kazandık.
Krizin etkilerini az hissetmemizi sağlayan bir başka konu da bizim konut sektöründe çalışan az sayıda müteahhite hizmet vermemiz oldu. Sağlam yapıya sahip gayrimenkul şirketleri ve kurumsal şirketlerle çalışmayı seçtik. Bu da bizim için bir avantaj oldu. Şu anki kriz biraz daha “yap-sat”çı firmaları etkiliyor. Bana sorarsanız köklü firmalar bu dar boğazı daha az hasarla aşabiliyorlar.
Bence mimarın işletme sahibi olarak, tasarımcı kimliği ile arasında her zaman bir zıtlık var. Bazen tasarımcı kimliğimiz, bazen de karşıdan gelen talepler, farklı bir takım pozisyonlar almayı gerektirebiliyor. Biz bir mimarlık firmasıyız ve hizmet üretiyoruz. Fakat bir yandan da burası ciddi anlamda istihdam sağlayan, genç insanlar yetiştiren ve nitelikli yapılar üreten, araştırma ve geliştirme yapan bir şirket. Dolayısı ile bu şirketin önceliklerinden bir tanesi de buradaki ticari faaliyetin devam etmesini sağlamak. Yaptığımız her iş dergilere kapak olmak ya da uluslararası ödüller almak durumunda değil. Hizmeti verirken mesleğimizi doğru bir şekilde icra etmek gibi bir olmazsa olmazımız var. Bu sayede şirketimize sürekli kaynaklar getirebiliyoruz. Bu tür darboğaz durumlarında daha farklı proje dallarına da giderek kendi mali yapımızı sürekli ayakta tutabiliyoruz.

MEHMET EMİN ÇAKIRKAYA
Ortak, Mimar
Tekeli Sisa Mimarlık

Türkiye’de son 30 yılda büyük sosyal değişiklikler oldu. Kırsal nüfusun büyük kısmı İstanbul başta olmak üzere büyük kentlere göç etti. Kentler nüfus baskısı altında doğru ve planlı gelişemedi. Bu hareket sayıca yoğun bir inşaat faaliyeti yaratmakla birlikte üretebildiğimiz nitelikli yapıların adedi ve bu tür yapılara olan talep azaldı. Kent yaşamı ile beraber, kaynaklarının ötesinde tüketim alışkanlıkları olan bir ülke haline geldik. Ekonomik koşullar da bu ortam içinde kırılgan ve belli dönemlerde kriz yaratan bir hale geldi.
Mimarlık ofislerinin uğraşı alanının özelliğinden dolayı diğer iş kollarına göre farklı işletmesel zorlukları var. Projeler dönemsel olduğundan mimarlık ofislerinin iş yükünde süreklilik olmuyor. Her projenin ardından ofisin aynı boyutlarda ve getiride bir iş daha yerine koyması gerekiyor. Buna karşılık mimarlık hizmeti talebin az olduğu dönemlerde depolanamıyor. Üstelik, ofislerde düşünsel ve teknik çalışmayı mimari ürüne çeviren çalışanlar diğer iş kollarına göre yüksek nitelikli olmak zorunda. Bu da personel ve genel giderlerin yüksek olmasına neden oluyor. Bu nedenlerle, değişken ekonomik koşullarda mimari ofis işletmek hep zor olmuştur. Türkiye’de belki de bu nedenle, uzun soluklu ve sürekli büyüklüğünü koruyan ofisler pek az görülüyor.
Son yıllarda bu çabaları daha da artıran başka gelişmeler ortaya çıktı. Sermayenin büyük yatırımcı ve yüklenicilere geçmesi ile mimarın işvereni değişti. Yeni işverenlerimiz nitelikli proje yerine hızlı, ucuz, imar koşullarını zorlayabilen projeler talep etmeye başladı. Yoğun rekabet ortamında proje bedelleri azaldı. İşverenler, mimari ofis seçiminde kriter olarak “işi iyi ve doğru yapabilme” yerine “işi hızlı ve ucuz yapabilme” ya da “kolay ruhsat alabilme” gibi farklı kriterleri benimseye başladı. Bu tavır, bizim gibi yoğun mimari etüt yaparak çalışan, özgün ve nitelikli mimari ürün hedefleyen ofisleri olumsuz etkiledi. Yoğunluğumuz devam ederken kârlılığımız azaldı. Son dönemdeki işlerin azalması ve piyasadaki nakit darlığı da olumsuzluklara katkıda bulundu.
Artık bu dönemin birincil önceliği ayakta kalmak. Bu da ancak maliyet azaltmak ve küçülmek ile mümkün. Daha az eleman ile daha verimli çalışmak zorundasınız. Bu ortam nitelikli ofisler için mesleki bir dilemma oluşturuyor. Biz, koşullar ne olursa olsun mimari ürünün kalitesini öncelikli değerlendiriyor ve etüt, araştırma maliyetlerimizi azaltamıyoruz, ama daha verimli çalışma adına önlemler alıyoruz. Daha az elemanla çalışırken yoğun dönemlerde iş kalitesini bildiğimiz daha evvel çalıştığımız çözüm ortakları ile iş paylaşımı yapıyoruz. Nitelikli ve özel kamu projelerinde yer alarak iş çeşitliliğimizi artırıyoruz. Yurt dışı projeleri takip ediyoruz. Kısacası bir yandan mimarlık bir yandan da niteliklerimizden ödün vermeden var olabilmek adına ip cambazlığı yapıyoruz.

————————-

MEHPARE EVRENOL
Kurucu Ortak, Mimar
Evrenol Architects

Türkiye ekonomisinin son 15 yılda lokomotifi haline gelen inşaat sektörü ekonomik krizden nasibini en çok alan sektörlerden, ki bu 200 kadar yan sektörü de doğrudan etkilemekte. Yeni inşaat başlangıçlarının yavaşladığı 2018’in ilk çeyreğinde, döviz kurlarındaki artış ve kredi alım faizlerinin artmasının ardından konut satışları da gerilemeye başladı. Bugün, yatırımlar durma noktasına geldi ve dolayısıyla mimari proje üreten ofisler krizden ilk etkilenen alanlardan oldu. Belli büyüklüğe ulaşmış, mimari üretimini evrensel standartlarda yapabilen ve yurtdışında işler üretebilen ofisler şimdilik bu krizden daha az etkileniyorlar. Yine de yakın dönemde krizin daha da derinleşmesi ihtimali var. Mimarlık mesleği sıkıntıda ve meslek odasının çözüm ve tartışma ortamları yaratması gerekiyor. Özel sektörle birlikte kamunun bu krizi yönetmek adına acil aksiyon alması gerektiğini düşünüyorum.
Bizler elimizdeki projelere devam ediyoruz ve yatırımcılardan gelen talepler doğrultusunda ön konsept projeleri geliştiriyoruz. Yaz aylarında küçülmeye gittik ve ekibimizle birlikte eksiklerimizi gözden geçirerek kendimizi geliştirebileceğimiz bir süreç olarak zamanı değerlendirmeye çalışıyoruz. Mimari tasarımın ve proje üretiminin temel felsefesi mevcut ekonomik ve sosyolojik yapılara yanıtlar aramaktır. Gerek kamu gerek özel sektör olarak yatırımcının taleplerini doğru ve efektif bir şekilde karşılamak, tasarımcı kimliğimizle bu krizi yönetmeye çalışmak en büyük arzumuz ve planlamamızı bu doğrultuda yapmaya çalışıyoruz.
Son yıllarda kentsel dönüşüm rüzgârıyla değişen bir yatırımcı profili var. Bu değişime mimarlar olarak uyum sağlamak gibi bir misyonumuz olduğunu belirtmek isterim meslektaşlarım adına. Nitelikli projeler üretmek, kentlerin kimliklerine artı değerler kazandırmak için önemli çabalar sarf ediyoruz. Sektörün zaten devam eden sorunlarına eklenen ekonomik kriz, belki de zamana bırakılan kimi aksiyonların hızlıca alınmasına yarayacaktır, diye olumlu düşünmeye çalışıyorum. Biliyor ve inanıyorum ki mimarlık mesleğini icra eden tüm meslektaşlarım tasarımsal ve teknik anlamda dünya çapında hizmetler verebilecek donanımlara ve tecrübeye sahipler. Yakın ve uzak dönem hedeflerimiz doğrultusunda şirketimizin marka bilinirliğini uluslararası arenada artırmak için gayret göstermekteyiz. Bu konuda ve mevcut krizi aşmak adına kamunun mimarlık mesleğini yüzde yüz desteklemesi gerekiyor.

————————-

ZAFER KAROĞLU
Kurucu Ortak, Mimar
Iglo Architects

Türkiye ekonomisi, çeşitli dönemlerde ve sık aralıklarla ekonomik krizlere girmeye meyilli bir ekonomi. Global ya da yerel gelişmelerle oluşan bu krizler pek çok sektörü etkiliyor. Bu tür ekonomilerde firmalar çeşitli formüllerle varlığını sürdürme çareleri üretiyor. Böyle dönemlerde küçülmeler, daralmalar, tasarruf politikaları, yeni pazar arayışları, yurt dışı iş olanakları, satma, satın alma, ortak arama, borçlanma, kredi destekleri gibi çabalar firmaların ayakta kalma ve çıkış fırsatları yakalama sürelerini uzatmaya yönelik başvurulan seçenekler olabiliyor.
Şu an yaşanılan kriz ortamını değerlendirecek olursak önceki krizlerden çok daha farklı parametrelerden bahsetmek gerekiyor. Bu sefer ekonomik sebepler yanında politik, jeopolitik, global, hattâ tasarlanmış bir kriz ortamı içerisindeyiz. Ne kadar süreceği ve etkilerini ölçmek pek mümkün de görünmüyor.
Böyle ortamlarda özellikle dövize bağlı sektörler ve yatırımlar hemen etkileniyor. Yatırımcılar önünü göremediği böylesi sisli ortamlarda emniyetli tarafta olmaya çalışıyor. Yeni yatırım fırsatlarını değerlendirmek bir yana yalnızca pozisyon koruma derdine düşülüyor. Ancak başlanılmış ve yol alınmış işler devam ettirilebiliyor. Kriz oluştuğunda elbetteki ekonomide dönen para buharlaşıp gitmiyor. Etkin olan sektörlerin ve sermayenin yeri değişiyor. Özellikle ihracat yapan, yerli işçilik ve malzeme kullanan sektörler daha da güçleniyor. Dolayısıyla doğru sektörlere yakın olmak ve ilişkide olmak önem kazanıyor.
İnşaat sektörünün bugününe baktığımızda sıkıntılar gözardı edilebilecek düzeyde değil. Nakit sıkıntısı ve ödeme zorluklarından nasibini almamış meslektaşlarımız neredeyse yok gibi. Pek çok yatırımcı ve geliştirici bekliyor, vazgeçiyor ya da çok temkinli adımlar atıyor. Daralan piyasa acımasız bir rekabet ortamına sebep oluyor. Yeni iş oluşturmak zor, rekabetten dolayı kazançsız ve ödeme sıkışıklıklarıyla riskli hale geliyor. Sömürüye de açık olan bu durum ofislerin geleceği için de endişe verici süreci işaret ediyor.
Olan imkânları koruma altına almak için işleyişte tasarruflar yapmak ve daha verimli çalışmak önemli. BİM destekli programlara yönelmek daha az personel ve mesai saatiyle birlikte daha kontrol edilebilir, verimli çalışma ortamları sağlayabiliyor. Kısa sürede, hatasız ve kaliteli bir süreç yönetilebiliyor. İş kalitesi yükseldiği halde daha ucuz teklif vermek de böylelikle mümkün olabiliyor. Bu programları kullanmak için gereken yapı bilgisi ancak tecrübeli mimarlara iş olanakları sağlıyor. Yeni mezun, henüz tecrübe edinmemiş mimarlar için bu dönem çok kolay olmayacak maalesef. Eskiden olduğu gibi krizde ucuz iş gücü gözüyle bakılan ve gençlere fırsat yaratan bu tür menfaat ilişkileri sanırım biçim değiştirmeye başlıyor. Ofis birleştirmeler, mimarlar arası işgücü paylaşımları, ortak ofis sistemlerini kullanmak da zaman kazandırıcı formüller olabilir. Döviz dalgalanmalarından ve kazançların değerinin hızlı kaybından korunabilmek için farklı ülkelerde iş yapma fırsatı bu dönemde daha da önem kazandı. Fakat özellikle Avrupa merkezli projelerde ülkemize karşı gelişen önyargılar Türk mimarların önünde aşılması zor bir engel olarak duruyor. İmza safhasına kadar ilerlemiş işlerimiz, yatırımcıların risk alıyor endişeleri ve ön yargılarıyla iptal olabiliyor. Kısa süre önce üç farklı ülkede oluşturduğumuz yeni iş fırsatlarında, ülkemizdeki gelişmelerden endişe duyan işverenler, işimizi kontrolümüz dışındaki faktörlerle de olsa aksatabileceğimiz endişesine kapılarak başka ülkelerden mimarlar tercih ettiler.
Önceki krizlerde, ülkemize girmek isteyen ve döviz dalgalanmalarını yatırım fırsatı olarak görüp iştahlanan yabancı yatırımcılar bu sefer politik yaklaşımlar ve hukuka güvensizlik sebepleriyle yatırımdan uzak duruyorlar. Bu avantajdan yalnızca yabancı turistler, dolayısıyla turizm sektörü biraz yararlanmış gibi görünüyor.
Koşullar olumsuzluklarla dolu olsa da işini iyi yapanlar ve işverenine avantajlar yaratabilenler yine de fırsatlar yakalayacak ve en az hasarı alacaklar inancındayım. Teknoloji geliştirmek, katma değer üreten sektörlerin önünü açmak, sanayiyi güçlendirmek gerekliliklerinin beraberinde, hâlâ çeşitli avantajlara sahip olduğumuz tarım ve hayvancılığın da geliştirilmesinin hayati önem taşıdığını düşünüyorum. Elimizdeki olanakların iyi kullanılıp geliştirilmesi, hepimize değerli fırsatlar ve çıkış yollarını da beraberinde getirecektir.