Selçuk Avcı: The Circle, ortak çalışan kişilere kendilerini bireysel olarak daha iyi ifade edebilecekleri bir platform sunuyor.

“Düşüncenin ve etkileşimin tüm şartlarına ve etki alanlarına uyum sağlayabilen mekânsal aktörleriz…”

Avcı Architects ve iş birlikçilerinin öncülüğünde mimarlık, tasarım ve sanat odaklı bir platform olarak disiplinlerarası kapsayıcılık felsefesiyle hizmet vermek üzere kurulan The Circle’ı, Y.Mimar Selçuk Avcı ile konuştuk.

The Circle fikri nasıl ortaya çıktı? Bu fikri hangi motivasyonlarla hayata geçirdiniz?

SELÇUK AVCI: Mimarlık ve tasarım odaklı bir ortak çalışma alanı (co-working), iş birliği, öğrenme ve öğretme topluluğu olarak 2018’in Haziran ayında kurduğumuz “The Circle” fikri bir süredir aklımızdaydı. Özellikle de Sanja Jurca Avcı ve ben, 1990’lı yıllarda Londra’da sanatçı ve mimar arkadaşlarımız tarafından kurulan “Salon d’Art”ın (Sanat Mekânı) oluşumunda yer aldıktan sonra, birçok açıdan The Circle’ın temelleri atılmış oldu. 2012-2016 yılları arasında İstiklal Caddesi’ndeki eski ofisimizde yer verdiğimiz, sergilerden ve etkinliklerden oluşan “Dialogue” (Diyalog) serisiyle birlikte stüdyolarımızı, yaratıcı süreçlerini ortaya çıkarmak ve tartışmaya açmak isteyen sanatçılara açtık. Fakat stüdyonun işleyen bir ofis mekânında görülebilecek tipik kısıtlamalara sahip olması sebebiyle kolay bir şekilde sergi formatına geçme konusunda hep zorluk yaşadık.

Zamanla daha çok bu yönde çaba göstermemiz gerektiğini hissetmeye başladık. Ancak bununla birlikte daha esnek ve ilham verici bir ortamda bağımsız tasarımcılar, mühendisler, grafik tasarımcılar ve sanatçılar gibi disiplinlerarası branşlarla işbirliği yapmanın her zaman gerekli olduğunu hissettik. Bu bağlamda mimari yaratıcılık ve üretim süreciyle olan ilişkimizi çeşitlendirme ihtiyacı duyduk. Bu iş birliklerinin kendi stüdyomuza yakın mesafelerde devam edebileceği, kendi projelerimizi daha etkili bir şekilde gerçekleştirebilmemize yardımcı olacak bir mekân yaratmak istedik. Aynı dönem zarfında Urbanista’da uzun zamandır ortağım olan yakın arkadaşım Markus Lehto, iş birlikçi topluluk (co-working) oluşturma alanında yeni bir düşünce biçimi başlattı ve Arnavutköy’de Joint Idea (Ortak Fikir) isimli bir ortak çalışma alanı oluşturdu. Kendisine daha sonra Eda Çarmıklı da ortak olarak katıldı ve onun da destekleriyle bütüncül çalışma ve yaşamaya dayalı özgün bir düşünsel sistem kurulmuş oldu. İçerik üreticisi olarak Life Works Labs’i kuran Joint Idea, sanat ve müziği barındırarak çok disiplinli bir yaklaşım üzerinden zenginleştirilen kişisel ve profesyonel gelişime yöneldi. Üçüncü senesini kutlayan Joint Idea, bizim için inkâr edemeyeceğimiz bir ilham kaynağı oldu ve biz de güçlü yönlerimizi bir araya getirerek daha çok mimariye ve tasarıma odaklanan bir oluşuma karar verdik.

The Circle’ın arkasındaki yaratıcılardan ve uygulamaya çalıştıkları felsefeden söz eder misiniz?

SA: Yeni atölyemizi keşfettikten ve 2018 yılının başı itibarıyla burada çalışmaya başladıktan sonra Markus bizi, atölyemizi ziyarete gelen Mimar Nurgül Türker ile tanıştırdı. Nurgül yakın bir zaman önce kurduğu “Tasarazzi” isimli platformla tasarımı, tasarım odaklı olmayan mecralara tanıtmayı amaçlıyordu. Buna ek olarak, zaten uzun zamandır akademik alanda çalıştığım ve daha önce İTÜ’de beraber stüdyo yürüttüğüm Yüksel Demir de bu projeye dahil oldu. Ayrıca Ressam Kemal Seyhan ve Heykeltıraş Yunus Tonkuş da kurucularımız arasında. Son olarak Sanja bu oluşuma Atölye Mil kurucusu Dilara Tekin Gezginti’yi dahil etti. Sergi tasarımı ve etkinlik planlama alanında faaliyet gösteren Dilara ile ilk sergimiz için ortak çalışmalar yaptık. The Circle oluşumu, benzersiz yeteneklere sahip tüm bu isimler sayesinde büyük bir destek görüyor ve çemberimiz genişlemeye devam ediyor. The Circle, ortak çalışan kişilere kendilerini bireysel olarak daha iyi ifade edebilecekleri bir platform sunarken; aynı zamanda bu topluluk üzerinden profesyonel ve özel çalışma alanlarının, potansiyellerini geliştirmelerine önayak olması yönüyle disiplinlerarası kapsayıcılık felsefesini temeline koyuyor. The Circle aynı zamanda samimiyet ve açıklık duygularından besleniyor. The Circle ismi de ortak ilgi alanlarımıza duyduğumuz samimiyet, adanmışlık ve açıklık ilkelerinden geliyor. The Circle, tüm üyeleri tarafından ortaklaşa bir şekilde yönetiliyor ve yakın “çemberimiz” de gündemin oluşturulmasında eşit söz hakkına sahip sekiz üyeden oluşuyor.

Disiplinlerarası branşlarla iş birliği yapmak Avcı Architects çatısı altında hep yakın durduğunuz bir çalışma tarzıydı. Bu yaklaşımınız The Circle’da nasıl biçim buldu?

SA: Esnek bir yapımız olduğundan farklı görüşlere açığız. Bu da yalnızca mimar olmanın ötesine geçerek kimliğimizi esnetmeyi mümkün kılıyor; çünkü, biz sadece mimar değiliz. Biz kendimizi düşüncenin ve etkileşimin tüm şartlarına ve etki alanlarına uyum sağlayabilen “Mekânsal Aktörler” olarak tanımlıyoruz. Ancak şunu da belirtmeliyim ki, profesyonel girdilerin çok disiplinli yapısı ve geri kalan yaşam, büyüme ve zihin-sağlık gibi girdiler farklı konular. Bu mekân, hafta içi bir ortak çalışma alanı olarak faaliyet gösterirken hafta sonları da çeşitli etkinlikler için daha esnek bir mekâna dönüşecek. Burada aynı zamanda yoga, meditasyon, bilinçli farkındalık, tiyatro, fotoğraf, dans, felsefe, yazarlık, aşçılık ve film atölyelerine ev sahipliği yapacağız. Mekânın en güzel yönlerinden biri de, buranın şehrin koşuşturmasından kaçabileceğimiz bir sığınak olması. Adeta farklı bir dünyaya giriş yapmış hissi veren avlusuyla dünya içinde dünya yaratan bu mekân, burada neler yapılabileceğini daha kapsamlı bir şekilde düşünmenize imkân sağlıyor.

Türkiye’nin bir yandan kültürel erozyon yaşadığı, bir yandan da ekonomik krizle boğuştuğu böylesi bir dönemde The Circle bir umut olma misyonu taşıyor mu?

SA Böyle bir bağlantı kurmanın kolay olduğunu biliyorum. Aslında pek çok arkadaşım bana, ülkemizin içinde bulunduğu bu öngörülemeyen ve görünüşte istikrarsız dönemde böyle bir girişimde bulunmanın çok cesurca olduğunu söyledi. Ancak The Circle ile ilgili vizyonumun uzunca bir zaman içinde biçimlendiğini ve bunun başlangıcının böylesi bir döneme denk gelmesinin tesadüf olduğunu söyleyebilirim. Etrafımızdaki pek çok kişinin içinde bulunduğumuz dönemin gerçeklerinden kaçmak için ülkeyi terk ettiği böylesi koşullarda bu girişimin cesurca olduğunu kabul ediyorum. Fakat, hayatını dünyanın farklı ülkelerinde yaşayarak geçirmiş biri olarak şunu söyleyebilirim ki; Türkiye, özellikle de İstanbul, yeryüzünün en dinamik ve enerjik yerlerinden biri. Şu anda olmak istediğim başka hiçbir yer yok ve bu vesileyle arkadaşlarıma ve meslektaşlarıma umut verebilirsem ne mutlu bana!

Elbette ki The Circle ile çevremize umut, enerji  ve iyimserlik aşılayacağımızı, burada insanları üretime teşvik ederek yaşamlarındaki misyonları ilerletmeye yardımcı olacak bir yaratıcılık diyaloğu geliştireceğimizi düşünmek beni mutlu ediyor. Bu krizin baskısını hissedenlere, pozitif kalmaya çalışmalarını ve enerjilerini, buradan nasıl kaçabileceklerini düşünmekten ziyade yapabileceklerine odaklanmak için kullanmalarını söyleyebilirim. Yapılabilecek en iyi şey, ne yapmak istemediğimize değil, gerçekleştirmek istediklerimize odaklanmaktır. Hayat, zamanımızı negatifler üzerinde harcamak için oldukça kısa.

The Circle’ın resmi açılışı Sanja Jurca Avcı’nın küratörlüğünde, Slovenyalı sanatçı Joni Zakonjšek’in İstanbul’daki ilk solo sergisi “Kalp Olmak Ne Ola?” ile yapıldı. Sergideki eserlerden söz eder misiniz?

SA: The Circle’ın resmi açılışını 14 Eylül’de, Ljublana’dan Joni Zakonjšek’in “Kalp Olmak Ne Ola?” isimli sergisiyle gerçekleştirdik. Sergi, Zen Budizmi’nden etkilenen sanatçının zihin, doğa ve kozmos arasında şiirsel bir ahenk bulma ihtimallerine odaklanan eserlerine yer veriyor. Sergideki çalışmalar “Dervişler”, “Döngüsel Şiirler”, “Tassajara Manzaraları” ve “Ağaçlar” isimli dört ana başlıktan oluşuyor. 14 Ekim’e kadar The Circle’da ziyarete açık olacak sergide sanatçının sulu boya ve çayla boyama tekniğiyle pelur kâğıda yapılmış işleri bulunuyor. Aynı zamanda sanatçının İstanbul’da bir Sufi komünüyle geçirdiği süre zarfında yaptığı sulu boya işler de yer alıyor.

Zakonjšek’in Derviş resimlerinde, dervişin hareketinin hafifliği, tesadüfi bir sıvı olarak çayın pelur kâğıdın en hafifine dökülmesiyle daha da güçleniyor ve yüzeyine resmedilen Sufi’yi birdenbire ağırlıksız kılıyor. Bu hareketin ağırlıksızlıklığı ve yarattığı meditasyon çoğumuz için ilgi çekicidir; nasıl hissettiklerini merak eder, Joni Zakonjšek’in neredeyse onlarla birlikte erişebildiği o yerlere biz de ulaşmaya gıpta ederiz. Beni Joni’nin çalışmalarına çeken en önemli şey işlerinin bu meditatif kalitesi…

The Circle bundan sonra ne tip etkinliklere sahne olacak? Planlanmış etkinliklerden örnekler verir misiniz?

SA: The Circle şu ana kadar TOÇEV’in masal okuma etkinliği, Akın Tek ile yazar atölyesi, Tact Agora’nın ortak öğrenme gezileri üzerine odaklanan atölye etkinliği, Urbanista’nın Urban Mind Trust atölyeleri gibi birçok farklı alanda etkinliğe platform oldu ve bunun gibi etkinliklere ev sahipliği yapmaya da devam edecek. Joni Zakonjšek’in “Kalp Olmak Ne Ola?” sergisi de 14 Ekim’e kadar devam edecek. Bunun dışında David Turnbull ve Jane Harrison’un gerçekleştirdiği Pitch Africa projesinin hikâyesini anlatan sergi, “Watershed / Havza” sempozyumu ile 31 Ekim’de The Circle’da açılacak. Bu sergi ve sempozyum, The Circle’da gerçekleştirmeyi çok önemsediğimiz çalışmaların iyi bir örneği. Pitch Africa, temiz suya ulaşamayan 400 milyon insana yönelik bir sosyal sorumluluk projesi. Bu projeyi hem sürdürülebilirliğin prensiplerini en iyi temsil eden projelerden biri olarak, hem de Türkiye’de de buna benzer projelerin üretilmesi için iyi bir örnek olarak görüyor ve çok önemsiyoruz.

Mimarlık, The Circle’daki faaliyetler içerisinde nasıl bir ağırlığa sahip olacak?

SA: Uzun zamandır mimarlık mesleğini tanımlayan, ‘bina yapan mimar’ terimini son yıllarda giderek daha da az önemsemeye başladım. Bu sebeple on yıl önce Markus Lehto ile beraber kurduğumuz Urbanista ile sadece mimarın gözünden değil, aynı zamanda kullanıcılar, işletmeciler, yatırımcılar, sanatçılar, tarihçiler ve filozoflar; bir başka deyişle mimarlığı hayata geçiren bir dizi katılımcı aktörden gelen bakış açılarıyla birlikte bir mekânı “zihinde canlandırma” kavramını geliştirdik. Bu bağlamda son zamanlarda Nishat Awan, Tatjana Schneider ve Jeremy Till tarafından kaleme alınan ve aynı zamanda düşünce biçimime büyük etkisi olan “Spatial Agency: Other Ways of Doing Architecture” ismini taşıyan bir kitapla karşılaştım. Kitapta “mimarlığın bireysel bir kahraman olarak mimar figüründen uzaklaştığı ve bunu aktörlerin başkalarıyla ve başkaları adına eyleme geçtiği daha iş birlikçi bir yaklaşım ile değiştirdiği” anlatılıyor. Bu sebeple profesyonel mesleğimin başlangıcı olarak mimarlığın etkisinin The Circle’ın belirgin özelliklerinden birisi olmasını istemekle beraber, mimarlık kelimesinin kendi başına yetersiz olduğunu hatırlatmak istiyorum. Bunu yalnızca The Circle’ın bizim “doğal” topluluğumuz olmasından öte, aynı zamanda mimarlığın sadece binalarla ilgili olmadığı, bir bütün olarak yaşamı ele aldığı ve her şeyi kapsadığı gerçeğini göz ardı edemeyeceğimiz için söylüyorum.

Avcı Architects, The Circle’ın neresinde duruyor ve ondan nasıl beslenecek?

SA: The Circle biz mimarlara, Avcı Architects olarak yürüttüğümüz projelerde bağımsız ortaklarla birlikte çalışabileceğimiz bir platform sağlıyor. Aynı zamanda bağımsız olarak çalışmaya başlamak isteyen genç mimarlar için bir girişim topluluğu görevi görüyor. Böylece bağımsızlıklarından ödün vermeden kendi mesleki uygulamalarını sürdürürken, bizlerle nispeten büyük ölçekli projelerde çalışma fırsatı elde ediyorlar. Ortak ‘co-working’ çalışma alanımızda şu an 10 kişi çalışmalarını gerçekleştiriyor ve 15 masa halen sahibini bekliyor.

Co-working alanımızın ilk masa sahiplerinden bağımsız ortağımız Kayabay Architects’ın kurucusu Özgür Kayabay, Afrika’daki projelerimizde ekibiyle bizimle çalışmaya başladı ve bize göre bu ilişki zamanla birlikte gelişerek büyümeye devam edecek. Avcı Architects olarak burada kendi işini yapmak isteyen, iş birlikçi ortak çalışma arkadaşları arıyoruz. Farklı önerilere açık olmakla beraber örneğin, iç tasarım odaklı girişimler, 3D grafikerler veya Revit yazılımında uzman kişileri ağırlamaktan memnuniyet duyarız.

Bu diğer ortak çalışma alanlarından farklı bir yöntem başlattık. Bizimle çalışmak isteyen bağımsız tasarımcılardan kira almıyoruz. İşimiz o değil. Bizi ilgilendiren şey, bizimle çalışmak isteyen, yaratıcı ve benzer idealleri paylaşan kişileri yanımıza çekerek, geniş kapsamlı ve yetenekli bir ekip oluşturmak. Bu tasarımcılara biz bir kuluçka merkezi gibi bakıyoruz, yani onların kendi işlerini kurmalarında destek vererek iş hayatına korunaklı bir alanda başlamalarını sağlamak istiyoruz.

The Circle’da yakın zamanda hayata geçirebileceğiniz başka hayalleriniz var mı?

SA: Burada kuruluş amaçlarımızın akademik yönünü biraz daha vurgulamak yerinde olur sanıyorum. Mesleğe çok çeşitli açılardan bakılmasına imkân tanıyan akademik kurumların Türkiye’de eksik olduğu fikrindeyim. Bu bağlamda alınan eğitimin, genel itibarıyla yetkin düşünürler yerine, çoğunlukla mimari bina teknisyenleri yetiştirdiğini düşünüyorum. 3-4 senelik kısa bir teknik eğitimin ardından mimarlık pratiğine başlamanın yanlış bir yaklaşım olduğuna inanıyorum; çünkü mimarlık, insanlara nasıl bina yapılacağını öğreten basit, teknik bir uğraş olarak görülmemeli ve daha çok Vitruvius’un Da Vinci modeline uygun “Evrensel Adam” ilkesine yakınlaşmalıdır. Bu insan, bir mimar olmakla beraber, daha önce sanatçı, daha sonra ise filozof, düşünür, matematikçi, sosyolog, çevrebilimci, tarihçi, fizikçi, mühendis, bilim insanı, işletme sahibi, yönetici, teknolojist ve hepsinden önemlisi, bir kâşiftir. Bu sebeple eğitimi, düşünme ve uygulama boyutunda yaşam boyu süren bir gelişim süreci olarak görüyoruz, 3-4 yıllık kısa bir eğitim olarak değil.

Şu an Bilgi Üniversitesi’nde akademik program yürüten, Avcı Architects’in yöneticilerinden Ece Çakır; Nilufer Kozikoğlu ve Yüksel Demir’in yönlendirici ve katılımcı katkılarıyla yakın tarihte duyurulacak olan akademik bir program üzerinde çalışıyor. Türkiye’den ve dünyadan ünlü mimarlar ile, yukarıda belirttiğim tüm konulara değinen, öğretme birimleriyle desteklenen uygulayıcılar tarafından verilecek “Ustalık Dersleri”nden oluşan akademik bir program yaratıyoruz. Program dahilinde, tasarımda sanatın rolü, tasarımda teknoloji, sürdürülebilirlik, tasarım tarihi ve teorisi, toplum için mimarlık, mimarlık sektörü ve ayrıca iş kurma ve yönetme konularında özel dersler yer alması planlanıyor. Bu programı geliştirerek ilerleyen zamanlarda tanıtacağız. Yaşamları boyunca profesyonel gelişimlerini sürdürmek isteyen mezunlar ve hâlihazırda ofislerde çalışan uygulayıcılar için yararlı olacağını düşündüğüm bu adımın, mimarın salt teknisyen olduğu düşüncesini kırarak yeni bir “profesyonellik” yaklaşımı oluşturacağını umuyorum.