Walden (Ormanda Yaşam) Romanındaki İnsan-Mekan İlişkilerinin Deneyim Kavramıyla İrdelenmesi
Berna Güç, Dr. Öğr. Üyesi
Betül Halime Uzunay, Öğr. Gör.
Mimarlığın diğer disiplinlerle kurmuş olduğu ilişkisel ağda edebiyat her zaman en zengin içeriğe sahip olanlardan biri olarak görülmüştür. Pallaasma’ya (2014) göre mimarlığın görevi Merleau Ponty’nin Cezanne’nin resimleri hakkında bahsettiği üzere “dünyanın bize nasıl dokunduğunu görünür kılmak”sa, edebiyat da bu anlamda yazın dilinde dünyanın bize nasıl dokunduğunu zihinlerde canlandırmaktır. Spurr’a (2012) göre mimarlık ve edebiyat ilişkisi yaşadığımız dünyayı tanımlaması açısından önemlidir, mimarlık dış dünyaya somut bir biçim verirken, edebiyat sembolik bir biçim vermektedir.
Hayal gücünün kavradığı mekan, algılarımıza dokunmuş yaşanmış mekandır, anıları biriktirir, deneyim sunar. Ev ise bu çerçevede unutulmayan bir geçmişin anılarıyla dolu bir barınaktır (Bachelard, 2013). İnsanın deneyim üretmek üzere algıladığı çevreyle etkileşimi zaman ve mekan düzleminde gerçekleşir, aidiyet bulur, anlamlandırılır, tariflenir, hatırlanır, değiştirilir (Yağçı, 2013). İnsanlar mekanın anlamını bilişsel ve hermenotik süreçlerle inşa ederler (Pløger, 2001). Edebi yapıtlar ise her yeni okumada, mekan kavramını algısal boyutlarıyla literal ya da metaforik anlamda yeniden öğreterek, algısal mekanı yeniden imgeler (Köseoğlu ve Botan, 2019). Dolayısıyla mimarlık ve edebiyat alanında mekan; algılarımıza hükmeden, bazen sınırlandırıp kapsayan, bazen tariflenemeyecek kadar geniş, anılarımızı biriktirdiğimiz, deneyimlerimizi çeşitlendirdiğimiz, bazen gerçek, bazen hayal gücümüzle kavrayarak belleğimizde yaşattığımız anların yolculuğudur.
Her okuma, yeniden imgelemeyse, her okuma farklı tasarımcılar için yeni bir anlam ve temsildir (Köseoğlu ve Botan 2019). Seamon’a (2003) göre edebi metinler mekansal anlatımlarda fenomenolojik içerik barındırırlar ve fenomenolojik deneyim öznenin dolaysız bir şekilde görerek, koklayarak, duyarak, dokunarak, tadarak anlayabileceği her türlü olay ve durumu ifade eder (Köseoğlu ve Botan, 2019). Gibson algı düzeyini literal ve şematik olarak ikiye ayırmaktadır. Literal algı düzeyi çevrenin fiziksel özelliklerine ve doğrudan deneyimine dayanır. Şematik algı düzeyi ise, kişinin duygusal değerlendirmelerinden, deneyimlerinden, kişiliğinden, bulunduğu toplumdaki sosyal statüsünden ve kültüründen kaynaklı olarak yaptığı anlamsal çağrışımlarla ilgilidir (Şenyapılı, 1999).
Bu bağlamda mimarlık ve edebiyat ara kesitindeki çalışmalarda, mekanın fiziksel olarak incelenişi değişime uğramış, birey ve mekan arasındaki etkileşimi ön plana çıkarmıştır (Bayrak, 2013). Henry David Thoreau’nun Walden (Ormanda Yaşam) romanı da bu arakesite örnek bir eserdir. Çünkü yazar birinci şahıs olarak “ben”i kullanmış, tüm roman boyunca kendi kişisel deneyim dünyasına hapsolarak hayatını fenomenolojik bir yaklaşımla anlatmış, her yazarın kariyerinin herhangi bir döneminde hayatını sade ve samimi bir dille anlatması gerektiğini belirtmiştir. Bu çalışmada da mimarlıkla edebiyat ilişkisinden esinlenilerek romandaki algısal olan ve deneyime dönüşen mekan üzerinden bir okuma yapılmıştır.
Algısal Olan ve Deneyime Dönüşen Mekan
1854 tarihinde yayımlanan Walden (Ormanda Yaşam) romanında Henry David Thoreau kendi hayatından bir kesiti anlatmaktadır. Yazar, ekolojik bir anlayışla yaptığı, iki yıl iki ay boyunca yaşadığı kulübesini ve çevresini, deneyimlerini, algılarını, zamanın bedenindeki ve ruhundaki izlerini işleyerek, natüralist yaklaşımını basit yaşam ve kendine yeterlik konularıyla ele alırken, bedenini ve çevresini duyularıyla eşleyerek romanın odağı haline getirmektedir. Romanda geçen Concord kasabasının birçok yerini gezmekte ve burada yaşayan insanları, yaptıkları işleri ve ilişkilerini gözlemekte, bunu yaparken de daha çok sosyal ilişkiler, deneyim, insanın temel gereksinimleri, beklentileri ve ev kavramlarının kendisi için ne anlama geldiğine değinmektedir.
Dönemin sosyal ilişkilerini, ekonomik durumunu, yaşantısını kendi algısıyla anlatan yazar, kırsalı ve kasabayı geleneksel ve modern bağlamında ele almaktadır. Bu noktadan hareketle, romandaki mekanların temsil ettikleri ve yazar için anlamları açısından kasabadaki modern ve kırsaldaki geleneksel yaşam kulübe/ev, ev ve eşya, göl ve çevresi başlıkları altında incelenmiştir.
Kasaba/Modern Yaşam: Kırsalda yaşanacak deneyimin modern dünyada dahi olsa insan için gerekli ve önemli olduğunu düşünen yazar, zamanın ne geçmiş ne gelecek şimdiyi yaşamaktan ibaret olduğunu düşünmektedir (Thoreau, 2019 s. 77). Modern yaşamın temsili olan kasaba onun için bir haber merkezidir, sıklıkla uğrar, insanları gözlemler.
Kasabanın sakinlerini barınağının önünde dedikodu yaparken, halka açık meydanlarda otururken, merdivene oturmuş veya bir ahır duvarına yaslanmış halde etrafı izlerken gözlemlemektedir. Bu dedikodu mekanizmasını değirmene benzeten yazar, gözlemleri sonucunda bakkal, taverna, postane ve banka gibi mekanların hayati önem taşıdığı sonucuna varmıştır (Thoreau, 2019 s. 184-185). İşlev ve mekan ilişkisini kuran yazar, kasabadaki dedikodu mekanizmasını var eden ve destekleyen bir mekansal düzene değinir, dolayısıyla bir mekanı tanımlı kılan onun düzeni ve yüklenmiş işlevi ise, mekanı anlamlı kılan o mekanların kullanış biçimi ve kişiler için ne olduğudur. Thoreau (2019 s. 184-185) aynı zamanda kasabayı mekansal olarak merkezinde evlerin yan yana, birbirine bakacak şekilde karşılıklı ve sık dizildiği evleri arasındaki boşlukların görülmeye başladığı yerleri ise ücra, sakinlerinin de diğerlerinden farklılaştığı bir yer olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla kasabada mekanlar ve kişilerin sahip oldukları statüler arasındaki ilişkiyi vurgulamaktadır.
Thoreau’nun değindiği üzere (2019 s. 185); kasabadaki taverna, yemek evi, giysi dükkanı, kuyumcu, berber, kunduracı ve terzi gibi mekanlar, kişilerin aşırı arzu ve isteklerini karşılayan, tekrar kullanılmaya zorlanması nedeniyle de korkutucu ve tehlikeli mekanlar olarak görülmektedir. Dolayısıyla sadeleşmiş yaşamını mekan deneyimine de taşıyan yazar, kişileri aşırılaştırmayan mekanları daha anlamlı bulmakta, kasaba ziyaretlerini de bu duyguyla sınırlandırmaktadır.
Kasabadan eve dönüş sürecindeki deneyimini; kendi hayal gücünün sınırları içerisinde “…kendimi gemimin ambarına kapatır ve ormanın içindeki kuytu limanıma doğru ilerlemeye başlardım.” (Thoreau, 2019 s. 186) sözcükleriyle anlatmaktadır. Buradan yola çıkarak deneyimlerimiz mekanı tanımlama sürecinde sonsuz hayal gücümüz ve algılarımızın bize hissettirdikleriyle yaşadıklarımızdır, kendimizi güvenli bir ortamda sınırladığımız şey aslında her zaman somut bir öğe değil, hayal gücümüzle var ettiğimizdir denilebilir.
Romandaki kasaba algısı; sıradanlaşmış hayatlarına karşı, tüm aydınlanma, duygusal netlik ve bireysel varoluş anlarını benimseyemeyen (Shields, 2018) insanları sahip olduklarıyla (mekanları, eşyaları, tarlaları, işleri…) hayata mahkum eden yerdir. Antonsich (2010) aidiyet kavramını sosyal ve mekansal olarak açıklar, bir yere ait olma duyguları ve kendini oluşturma süreçleri arasında karşılıklı ilişki olduğunu söyler. Ona göre mekansal aidiyet insanın kendisini evindeymiş gibi hissettiği yer ile ilişkilidir. Buna istinaden romanda da yazar kasabaya döndüğü dönemki süreci “… uygar hayata geri döndüm ve onun misafiri olarak yaşamımı sürdürmeye devam ediyorum.” (Thoreau, 2019 s. 7) şeklinde ifade etmektedir. Uygar hayat olarak nitelendirdiği kasabadaki hayatı misafirlik olarak görmekte, kırsaldaki hayatını ise kendi kimliğini var eden aidiyeti (Manzo, 2003 s. 51-53) hissettirerek anlatmaktadır.
Kulübe/Ev: Ormandaki kulübesi yazarın yaşam felsefesinin sembolüdür. İnsanın temel gereksinimlerini giyecek, yiyecek, sığınak ve yakacak olarak sınırlayan yazar; bunlar olmadan insanın sorunlarını başarılı bir şekilde çözemeyeceğini, bedenin ana gereksiniminin sıcak kalarak yaşamsal ısıyı korumak olduğu ve bunun içinde yiyecek, giyecek ve bir barınağa, yani eve ihtiyacı olduğundan bahseder (Thoreau, 2019 s. 19). Onun için sahip olunan ev yaşamdaki özgürlük, kiralık ev ise hayattaki mahkumiyettir. İnsanoğlunun çevresindekilerine özentisi, evin gerçek anlamının düşünülmeden yitirilmesinin, komşununkine benzeyen bir eve sahip olma çabası da kişinin fakirleşmesinin nedenidir (Thoreau, 2019 s. 43). Kişinin gereksinimlerine ve kişiliğine uygun biçimde içten dışa doğru kendiliğinden gelişen bir mimarinin güzelliğine değinerek mimari süslemelerin birçoğunu işlevi olmayan boş öğeler olarak görmektedir (Thoreau, 2019 s. 55-56). İçinde yaşadığı kulübeyi doğa kadar basit, saf ve masum yaşamaya fırsat sunan kendisini neşeli bir davetle karşılayan bir mekan olarak niteler (Thoreau, 2019 s. 99).
Bu düşünceler ışığında Henry David Thoreau evini şu şekilde inşa etmiştir; “…üç metreye dört buçuk metre genişliğinde iki buçuk metre yüksekliğinde, tavan arası ve dolabı, her iki tarafında birer penceresi, tavana açılan iki küçük kapısı, bir köşesinde normal ebatlarda bir kapısı ve bu kapının tam karşısında tuğladan yapılmış bir şöminesi olan, çatısı su sızdırmayacak şekilde sıkıca kaplanmış ve duvarları sıvanmış bir eve sahip olmuştum” (Thoreau, 2019 s. 57).
Ev hem beden hem de ruhtur (Bachelard , 2013 s. 37). Bu bağlamda Thoreau (2019 s. 55) de evin mimarisinin evin sahibiyle yakından ilişkili olduğunu, mekanın ve mekandaki her şeyin kullanıcısından izler taşıması gerektiğini savunur.
Doğanın tüm güzelliklerini evin içine taşıyan bir mekan deneyimi sunan romanda (Thoreau, 2019 s. 95-96) yapı; iskeletini kristalleşerek oluşmuş gibi hissettiren yalın görünümüyle, sahibinin kafa yapısıyla eşleşen, bütünleşen bir mekan olarak verilmektedir. Bireyin ve yaşadığı ruhsal durumun aktarıcısı olan algısal mekan (Uysal, 2016) yazar tarafından yaşamdaki bazı tatların verdiği hazlarla, doğayı duyarak, hissederek yaşayacağı mekan deneyimindeki hazların eşleştirilmesi şeklinde işlenmektedir (Thoreau, 2019 s. 96).
Ev düşlemeyi barındıran, düşleyeni koruyan, huzur için düş kurduran en kapsamlı, en bütünleştirici mekandır (Bachelard, 2013). Thoreau’ye (2019 s. 98-150-151-262-263) göre de kulübesi tüm farklı işlevleri gerçekleştirebildiği kapsamlı, koruyan, yaşatan bir mekandır. Kulübesinden doğayla hayal gücü aracılığıyla kurduğu ilişki, mekan ve çevre algısını şekillendiren önemli bir unsurdur. Her ne kadar dar olsa da, komşularından uzak olması ve ona yalnız kalmayı sağlaması sebebiyle çok geniş ve ferah olarak algılamaktadır. Dolayısıyla yazar için evi basit, saf, masum, davetkar, algılatan, hissettiren, hayal kurduran, koruyan, yaşatan ferah, dar gibi kavramlarla aktarılan, hem şekillenen hem de şekillendiren bir mekandır.
Ev ve Eşya: Eşya insanlar arası etkileşimin ve iletişimin aracı, kültürel değerlerin ve yaşam tarzlarının taşıyıcısı, sosyal bir mesajdır (Bilgin, 2011). Yazar için hayalinde büyük ve kalabalık bir evin imgesi, evin içinin bir kuşun yuvası kadar açık ve aşikar olduğu bir mekandır (Thoreau, 2019 s. 263-264). Bu açıklık gerek mekansal gerekse de evde yaşayanların ilişkilerine yansıyan bir ifadedir. Evindeki insan ilişkilerini sandalyeleri ile de ilişkilendiren yazar, sandalyenin birini yalnızlık, ikincisini arkadaşlık, üçüncüsünü ise toplum için ayırmıştır. (Thoreau, 2019 s. 154). Eşya ile ilgili düşüncesine “…evlerimizin türlü türlü eşyalarla ağzına kadar dolu olduğunu ve bunların yaşam alanımızı açıkça kirlettiğini görürüz.”, “Evimi böyle eşyalarla dolduracağıma açık havada oturmayı yeğlerdim.” cümleleriyle de yer vermektedir (Thoreau, 2019 s. 43-44).
Eşyanın doğayla arasına sınır koymayan, gereksinimlerini karşılayacak kadarına yer veren yazar; insanın eşyalarının insana fukaralık-çaresizlik, esneklik-özgürlük kattığını ifade eder (Thoreau, 2019 s. 75-76). Perde almamasının gerekçesini “…evime güneş ile ayın dışında bakan birinin olmaması ve onların içeri bakmasının işime gelmesiydi.” diyerek ifade eder (Thoreau, 2019 s. 77).
Modern hayatta misafirperverlik kavramının değiştiğini misafiri kendinden uzak tutma sanatı olduğunu ifade eden yazar, evin içindeki mekanların misafirin görmesine ve kullanmasına izin verilmediğine değinir. Böyle büyük evlerde mekanlar arası ilişkilerin kurulamayacak kadar birbirinden uzak ve ücra olduğunu, bunun insanlar arası ilişkilere kadar yansıyabildiğinden bahseder (Thoreau, 2019 s. 258-265).
Yazara göre mekanı anlamlı kılan onun büyüklüğü, içindeki insanların kim olduğu ya da zenginliği, dekorasyonu değil, onu anlamlı kılan sevgi, para, şan, şöhret değil hakikattir. Ev sahibinin misafirperverliği, evin gelen kişi için açık ve görülebilir, yaşanabilir olması ile eş değerdir. Evin dekorasyonu, bahçesi, evde sunulan yemeklerin kalitesi ve eğlencesi o evde sunulacak samimi bir misafirperverlikten daha iyi olamaz. İnsanların sahip olduğu her şeyin kıymetini bilmesi gerektiğini düşünen yazar, sahip olduğumuz zamanın sandığımızdan daha uzun olduğunu, kendimizi büyük evlerimize, eşyalarımıza ve hırslarımıza tutsak etmektense, modern dünyanın dışında doğanın içerisinde günün her saatini yaşayarak daha iyi bir hayat sürebileceğimizin izini sürer (Thoreau, 2019).
Ev ve eşya arasındaki ilişkiyi yeterlilik ve sadelik kavramlarıyla kuran yazar, eşyanın bir sınır ve sınırlama oluşturmaması gerektiğine vurgu yapar. Evin kendisi için anlamını hem kendi kullanma biçimi, hem de diğer insanlarla ilişki kurma biçimi açısından anlatan yazar; açık, aşikâr, özgürlük, esneklik, tutsaklık, çaresizlik, hakikat kavramlarıyla şekillendirmektedir. Evin içinin ve yapısal bileşenlerinin hayal gücünde ve ruhunda yarattığı izleri güzellik algısını biçimlendiren ögeler olarak vermektedir.
Göl ve Çevresi: Romanda yazarın göl ve çevresindeki mekan deneyimi çevre algısına dair ipuçları vermektedir. Göl; güzellikleri ve karakterleriyle insanı gölgede bırakacak kadar insanüstü özellikte, değişmezlik, ölümsüzlük, saflık kavramlarıyla nitelenmekte ve bu özellikleriyle insana huzur veren ve zihnindeki tüm kötülükleri ve yorgunlukları yok eden bir oluşum olarak tariflenmektedir (Thoreau, 2019 s. 210-217). Mekan deneyimini aktarırken doğadaki deneyimini mimari deneyimiyle eşleştiren yazar, doğanın kusursuzluğunu ve ağaçları kendisine bir tapınak olarak görür ve yaz kış ziyaret eder (Thoreau, 2019 s. 219). Doğa aslında yazar için güzelliğiyle estetik haz duyulan bir sığınak (Erten, 2009), yaşamak için evrenin en uygun köşesidir. İnsanların her gün aynı mekan ve yerlerde aynı deneyimleri yaşamasının onları zayıf kıldığını, yeni keşifler ve yeni deneyimlerle karakterlerini güçlendirmeleri gerektiğine değinir (Thoreau, 2019 s. 226). Doğayı tapınılacak kadar kutsallaştıran yazar Walden Gölü ve çevresini her deneyimlemede cezbediciliği ile insanüstü özellikte saf, ölümsüz, değişmez, huzur verici, temiz kavramlarıyla işlemiştir.
Bu bağlamda gölün çevresiyle ilişkili olarak, kulübede kaldığı sürece zaman ve mekan algısının değiştiğine değinen yazar, kendisini evrenin cezbediciliğine ve tarihin ilgi çekici devirlerine daha yakın yaşamış hissetmektedir. Yaşadığı yeri “Yaşadığım yer, astronomların geceleri gözlemlediği yerler kadar ücraydı” (Thoreau, 2019 s. 98), “Ben de benzer şekilde evrenin son derece ücra olduğu için yeniliği hiç bozulmamış, ayrıca el değmediği için saflığını ve temizliğini korumuş bir köşesine kurduğumu fark etmiştim.” (Thoreau, 2019 s. 98), “…en yakın komşum tarafından yalnızca aysız gecelerde görülebilecek bir yıldız gibi titreyip parıldıyordum. Kurulduğum yer evrenin işte böyle bir köşesiydi.” (Thoreau, 2019 s. 99) cümleleriyle anlatırken kendisini saf, temiz, ücra, yeni, el değmemiş bir yerde bir yıldız gibi parlak olarak tariflemektedir.
Sonuç Yerine
Henry David Thoreau’nin Walden (Ormanda Yaşam) romanını inceleyen bu çalışmada mimarlıkla edebiyat arasındaki ilişki algısal olan ve deneyime dönüşen mekan bağlamında incelenmiştir. Yazar mekanları, kendi kişisel deneyim dünyası, geçmiş dönem toplumlarındaki mekan oluşturma çabaları ve insan-mekan ilişkileri ile karşılaştırmalı olarak anlatmıştır. Mekansal olarak ev, Walden Gölü ve çevresi, kasaba arasında geçen deneyimler, yazarın kendi algısını ve anlamsal çıkarımlarını yansıtmaktadır. Ev; mekansal olarak bireysel yaşamın sürekliliğini, kasaba; mekansal olarak dönemdeki toplumsal yaşamın sürekliliğini, Walden Gölü ve çevresi; modern yaşamın dışındaki daha iyi bir yaşamın varlığını anlatmaktadır. Bu bağlamda deneyimlerine ve algısına dayanarak anlamsal çıkarımları farklı kavramlarla işlemiştir. Romanda yazarın mekan deneyimi, hem yapılı çevrede hem de doğada hayal gücünün sınırlarını zorlayan bir yaklaşımla verilmiştir. Gerçek deneyimlerin farklı mekan ve yerlerde gerçekleşmesi gerektiğine değinilmekte, insanın algılarını şekillendirenin ve mekana anlam kazandıranın bu olduğu vurgulanmaktadır.
Bu çalışma gerek dönemin insan-mekân ilişkilerini, gerekse de yazarın yaşam felsefesine uygun mekan oluşturma çabalarına karşılık algıladığı ve deneyimlediği mekana ve çevresine yüklediği anlamsal çıkarımları görmek açısından önemlidir. İnsan-insan ve insan-mekan ilişkilerinde mekan-yer ilişkisinin önemine kasaba, doğal yaşam ve ev üzerinden değinmektedir. Mekanların sahip olması gereken özellikleri kullanıcısının kişilik özellikleri ile bütünleştirerek vermekte, sahip olunan mekanın kullanıcısının kimliğine aynı zamanda kullanıcısının kimliğinin de seçtiği mekâna ve yere yansıdığını vurgulamaktadır. Kişinin kendisini yansıttığı mekanın, seçtiği yerin; toplumsal ilişkilerin ve bireyin kendi gelişimini tamamlamasında önemli olduğuna değinen roman, bir yere ait olma ve geçici olma kavramlarıyla verilmektedir. Thoreau’nun benimsediği ve kitabında aktardığı yaşam tarzı ve farkındalıkları o günden bugüne yazarlara, yaşamlara, tasarımcılara ilham olmaya devam etmektedir.
Kaynaklar
- Antonsich, M. (2010). Searching for Belonging – An Analytical Framework, Geography Compass, 4(6), 644-659.
- Bachelard, G. (2013). Mekanın Poetikası, Alp Tümertekin (çev.), 3. Baskı, İstanbul: İthaki Yayınları.
- Bayrak, Ö. (2013). Tevfik Fikret Şiirlerinde Mekân ve Algı, Birinci Baskı, İstanbul: Kesit Yayınları.
- Bilgin, N. (2011). Eşya ve İnsan, İkinci Basım, Ankara: Gündoğan Yayınları.
- Erten, E. (2009). Algıdan Hayalgücüne: ‘Resimsi’ İngiliz Bahçesinde Doğa Algısı ve Kurgusu, Mimarlık ve Mekan Algısı içinde, Dosya 17, Ankara: TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, 37-46.
- Köseoğlu, E. ve Botan, M. (2019). Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Romanında Algısal Mekan ve Yeniden İmgeleme, Mimarist, 64, 81-86.
- Manzo, L. C. (2003). Beyondhouse and Haven: Toward are Visioning of Emotional Relationships with Places, Journal of Environmental Psychology, 23(1), 47-61.
- Pallaasma, J. (2014). Tenin Gözleri, Aziz Ufuk Kılıç (çev.), 2. Baskı, İstanbul: YEM Yayın.
- Pløger, J. (2001). “Millennium Urbanism – Discursive Planning”, European Urban and Regional Studies, 8, 63-72.
- Shields, R. (2018). Henry Lefebvre, Ataman Emek Şevket (çev.), Philip Hubbard ve Rob Kitchin (der.), Mekan ve Yer Üzerine Büyük Düşünürler içinde, İstanbul: Litera Yayıncılık, 477-488.
- Spurr, D. (2012). Architecture and Modern Literature, The University of Michigan Press. 15 Ekim 2020 tarihinde https://www.jstor.org/stable/j.ctt1qv5nb5 adresinden erişildi.
- Şenyapılı, Ö. (1999). Mimarlık (Yapılarının) Anlam(sızlığını) Beğeniyor(muyuz?)”, Mimar- Anlam- Beğeni içinde, İstanbul: YEM Yayın, 212-257.
- Thoreau, H. D. (2019). Walden: Ormanda Yaşam, Ercan Emre Can (çev.), 8. Basım, İstanbul: Zeplin Kitap.
- Uysal, A. (2016). Yaşar Kemal’in “İnce Memed-1” Romanının Mekan-İnsan İlişkisi Bağlamında Değerlendirilmesi, Mecmua Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 2, 36-48.
- Yağçı, E. (2013). İnsan – Çevre – Mekan İlişkilerinin İfade ve Etkileşim Aracı Olarak Kullanımları: Özgürlüğün Mekansal Temsilleri, İstanbul: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Doktora Tezi.