“Ulusal pavyonların birçoğu profesyonel mimarlıktan biraz uzak. Bienaller mimarlığın yalnızca sosyal yaklaşımlarının konu edildiği yerler olmaktan çok döneminin yaratıcı ve teknolojik tüm girdilerini de temsil eden yerler olmalı.”

Gökhan Avcıoğlu, Mimar
GAD Architecture

Lesley Lokko’nun “Geleceğin Laboratuvarı” (The Laboratory of the Future) temalı ana sergisini görmek önemli çünkü mimarlık alanındaki küresel meselelere her zaman ilgi duyarım. Venedik Mimarlık Bienali bu anlamda mimarlık fikirlerinin açığa çıktığı küresel platformdur. Geleceğin Laboratuvarı teması, mimarlık ve tasarımın geleceğiyle ilgili konularını keşfetmeyi amaçlayan bir çağrı. Bu tema altında, katılımcılardan gelecekteki mimari eğilimler, sürdürülebilirlik, dijital teknolojilerin kullanımı, kentsel dönüşüm, iklim değişikliği gibi konuları ele alması beklendi. Gelecek Laboratuvarı’nın “Dangerous Liaisons” bölümünde sergilenen Barselona’dan Flores & Prats’ın modelleri ve tamamlanmamış çizimleri ile Çinli firma ZAO / STANDARDARCHITECTURE tarafından oluşturulan modeller başarılıydı.
Mimarlıkta çeşitliliği görmek elbette önemli. Bu yüzden Venedik’e ve bienale küresel mimarlığı anlamak ve tartışmak için gidiyoruz. Hepimizin 20. yy’ın oluşturduğu yapılı çevre konusunda endişesi var ve Lesley Lokko’nun dekolonizasyona ve dekarbonizasyona odaklanması bugünün sosyal ve ekolojik sorunlarını mimarlık ile bir şekilde bağdaştırıyor. Özellikle dekolonizasyon, modern mimarinin kavramsallaştırmasında geleneksel olarak merkezi kabul edilen disiplinlerle mimarlığı teşvik etmek için yapılan çabalara ilişkin sorular ortaya koyar. Örneğin biz GAD Vakfı’nda arkeoloji ve mimarlık ara yüzünde yaptığımız çalışmalarda dekolonizasyon kavramını iyi bir şekilde irdeliyoruz. Arkeolojik metodolojinin tarihsel, holistik ve performatif temelli bir analizi yoluyla, temelinde kurumsal bir zeminde de temsili olan mimarlık eğitimini yeniden değerlendiriyoruz. Amaç, dekolonize olması gereken arkeolojik çalışmaların mimarlık eğitiminde nasıl bir çerçeve sunacağına dair bir öneri sunmak.
Ulusal pavyonların birçoğu profesyonel mimarlıktan biraz uzak. Bienaller mimarlığın yalnızca sosyal yaklaşımlarının konu edildiği yerler olmaktan çok döneminin yaratıcı ve teknolojik tüm girdilerini de temsil eden yerler olmalı. Bunu da yaşam alanlarımızın boğucu, uyuşturucu ve hatta suç üretici terkedilmiş kurgusunun bertaraf edilmesinde mimarlığın gücünü göstererek yapmalı. Mimarlık barındırdığı sosyo-kültürel niteliklerin yanında mekanda sunduğu esneklik, yapıda önerdiği rezistans, kurguda sağladığı işlevsellik, malzemede sahip olduğu sürdürülebilirlik ve tüm bunlarla birlikte oluşturduğu sanatsal temsil ile ön plana çıkmalı. Venedik Mimarlık Bienali bünyesinde Ganalı-İngiliz mimar (Sir)? David Adjaye (kendisi Birleşik Krallık tarafından 2007 yılında OBE ve 2017 yılında da Sir unvanlarına layık görüldü) tarafından koyu renkte ahşaptan yapılmış piramit neredeyse sosyal yaklaşımların dışında mimarlıkla bağ kuran tek enstelasyon…

Türkiye Pavyonu’nda Sevince Bayrak ve Oral Göktaş’ın küratörlüğünü üstlendiği “Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi sergisini eksik buldum. Türkiye’de sürekli “inşa et, inşa et, inşa et ve daha fazlasını inşa et” talebi ile karşı karşıyayız. Her zaman müşterilerimizin inşa etme isteği ile uzun vadeli ihtiyaçlara uygun inşa etme önerilerini dengelemeye çalışıyoruz. Örneğin, neredeyse 15 yıl süren Divan Kuruçeşme projemiz, insanların beğeneceği ve kullanacakları mekanlar yaratmak için sabırla ve uygun bir şekilde inşa etme ilgimi yansıtıyor ve böylece Hayalet Binalarla dolu olmamızı engellemek istiyoruz.
33 bin yıl önce mağaralarda, ağaç kavuklarında, basit sazlıklarda ve hatta hayvan derilerinden yapılmış barınaklarda başlayan yaşam, 12 bin yıl önce Göbeklitepe ve çevresindeki megalitler, büyük taş yapılar veya tapınaklar ile şekillenip, Çatalhöyük’te görüldüğü üzere yerel malzemelerin kullanıldığı yerleşme kültürü ile gelişip, daha sonra da piramitler ve kaleler gibi yapılar ile devam etmiştir. Yerleşme kültürünün bu tarihine baktığımızda, binaların ya doğa olayları sebebiyle ya da insanlar, topluluklar tarafından yakılıp yıkıldığını görürüz.
Doğanın deprem, sel, hava değişimleri, toprak kaymaları gibi yıkıcı etkilerini ve insanların yıkmaya eğilimlerini modayla değişen fikirler takip eder. Hayatta kalan yapılar ve yerleşimler, önce doğanın hareketlerine, sonra da insanların değişen ihtiyaçlarına karşı direnç oluşturur. Bir anlamda yapıya olan esas ihtiyaç azaldıkça, insanların anılarını, anlamlarını, değerlerini taşıma ve yeni işlevlere fiziksel olarak uyum sağlama yeteneği o yapının direncini oluşturur. Peki ne yapabiliriz?… Fazla üretmenin ötesinde sağlam üretmek ve gelişen teknoloji ile birlikte üretmek…
Arkeolojiye baktığımız zaman, 12000 yıllık Anadolu coğrafyası nitelikli mimarlık ve yerleşim örnekleri ile dolu. Ama bir bakıyoruz binlerce bina yıkılıyor depremlerde. Özellikle son deprem bunun kötü bir örneği. Dolayısıyla Venedik Bienali’nde, Anadolu’daki ve Dünya’daki çeşitliliğin mekansal boyutunu irdeleyerek, tarihsel gelişim süreci içinde doğal afetlere karşı ayakta kalan yerleşimlerdeki ve tipolojilerindeki gelişim, değişim ve farklılıkları, etkileşim halinde olunan medeniyetlerle birlikte değerlendirilmesi ve irdelenmesi gerekirdi. Bienaller potansiyeli olan ve üretken yerler. Üç konu seçilmeli ve konuyu ele alış şekline göre küratör seçilmeli. Sadece genç akademisyenlerden oluşan ya da mimarlardan oluşan ekipler kendi dünyalarında tutsak kalıyor. 7’den 70’e bütün ülkelerden gelen izleyicileri tatmin etmeli küratörler. Genel kültürü olan, teknik bilgi becerisi olan yetilere sahip olmalı. Görülüyor ki mimarlar mimarlığın kendi dünyası dışında başka konularla da ilgileniyor. Lesley Lokko’nun mesajı sosyal merkezli olabilir, mimarlar o sorunlara mimarlık ve inşa yaparak nasıl cevap vermeli… İnşaatın inşası, tasarımın tasarımı, yeni algılar, yeni metodolojiler…
Mimarlık; program, amaç, zaman, ülke, yatırımcı, müşteri, doğa, arkeoloji, sanat, mühendislik, politika, teknoloji, bilim, sosyo-kültürel nitelikler ve etkinlik gibi çok katmanlı girdileri olan bir disiplin. Venedik Bienali’nde sadece program ve içerik odaklı bir kürasyon ve tasarım yapılmasından ziyade mimarlığın tüm girdileri değerlendirilmeli. Afrika yaş ortalaması ile Avrupa ve Amerika’nın yarısı, Asya’dan da on yıl daha genç. Dünyanın en genç, en hızlı kentleşen kıtası. Kıta mimarlığın sosyal ve kültürel yanı ile birlikte birçok girdinin var olduğu zengin bir bağlam… Her yıl bir kıta ve onun temsil ettiği konu ve temalar üzerinden de yeni bienal içerikleri ve temaları oluşturabilir. Afrika, Asya, Avrupa… Bununla birlikte sorunlara cevap üreten arayışlar…olasılıklar…