Sosyalist Belediyecilik
Prof. Dr. İhsan Bilgin
“Filozoflar hep dünyayı yorumlamakla yetindiler, Oysa önemli olan değiştirmektir.”
-Marx & Engels, Komünist Manifesto
Muhtemelen devlet yönetimini de sarsacak İstanbul seçimi geride kaldı. Herkesin üzerinde anlaştığı konu, İmamoğlu’nun kendine seçimi kazandırıp, Türkiye’ye tarihi virajını aldırtacak siyasi performansını, alternatif yerel yönetim vaatleri konusunda gösteremeyip, iyi niyetli insani mesajlarla sınırlı kaldığı.
Ben de bu gündem zeminini ve Viyana’da açılmış bir komünist belediye yönetim dönemi sergisini vesile bilip 1920’lerde Avrupa’da esen dayanışmacılık (sosyalizm) temelli bir kent yönetimi dalgasını karşılaştırmalı olarak gündeme getireceğim.
Viyana’da güçlü tiran Franz Josef’e rağmen komünistleri seçimle iktidara getiren, Paris’teki gibi 1789 Devrimi’nin yarım kalmasından dolayı hayal kırıklığına uğramış, yüz yıldır yatışmamış enternasyonel destekli emekçi sınıfların mücadele geleneği değildi.
Kızıl Viyana
Malum, ilk komünist devrim, Sovyetler’den de önce 1871 Paris Komünü’ydü (1). Sovyet Devrimi gibi devleti ele geçirip yapılandıramaması bir yana Paris’in tamamına da değil, barikatlarla kontrol edebildikleri yaklaşık üçte birinde egemen olabilmişlerdi.
Zaten o kapitalizmin başkentindeki kısmi egemenlik de 1871’in birkaç ayı sürmüştü. Komünistlerin Avrupalı bir metropolün siyasi iktidarının tamamını hem de 1919-34 yılları arasındaki 15 yıl boyunca ellerinde tuttukları yer Viyana’dır.
İşte Kızıl Viyana diye anılan bu aralıkta yapılanlar, yüzüncü yılı vesilesiyle sergileniyor.
Aslında belki, turistik enformasyon ve orijinal belge teşhiri dışında sergiye de gerek yoktu. Çünkü kalıcı veya geçici, Viyana’daki yaşam deneyimini Ringstrasse ve içindeki Orta Çağ kentiyle ve Maria Hilfer ve Wienzeile eksenleri gibi merkezi bölgeleriyle sınırlamayıp, dışına taşıran dikkatli gözlerden kaçamayacak ısrarla tekrarlanan bir kentsel fragman vardır. Onlarca çeşitlemesiyle köşe başlarından çıkıveren Roma ve Bologna karakteri olmuş, İtalyan usulü stucco çağrışımlı kızıl-kahve toprak renkli sıvası rengiyle kendi başına bir stil oluşturan anıtsal konut blokları. Daha irileri, daha sonra Amerika’yla aşık atan dünya gücü Sovyet devletleri şemsiyesi kentlerde de yapıldı ama onların kapitalist metropollerde yapılanlardan farklı olma iddiası da yoktu zaten. Bu kızıl-kahve sıvalı üzerlerinde hep aynı karakterle “erbaut/errichtet von Gemeinde Wien” (2) yazılı usta ve kişilikli mimarileriyle dikkati çeken o bloklar, seçimle o aralıkta iktidar olup, despot tiran Franz Josef’e rağmen kenti yönetmiş komünist belediyenin ürünüydü. Kızıl adını da zaten o iktidarın siyasi sembol rengi kadar o blokların da renginden alıyordu. Komünist belediye, sabit gelirli emekçi sınıflar için o ekonomik kriz zamanlarında kendi belediye gelirleriyle elli bin civarında sosyal konut yaparken onların bireysel ve kolektif maddi yaşam standartlarını da nesnel ölçütlerle yükselten reformlara aracılık etmişti. Sırf maddi konfor eşikleri de değildi bunlar.
18 -19. yüzyıl aralığında kentlerin davetine uyup tarımdan kopup antikiteden beri Sanayi Devrimi ertesinde kentlerde ilk kez kalıcı yer edinebilmiş emekçi kitleler, metropolün burjuvadan arda kalmış marjinal eşiklerinde yaşamaya alışmışlardı. Kızıl Viyana’nın aralara sıkışmış bu görkemli blokları, sağladıkları maddi refahın ötesinde kırdan kopup gelmiş emekçilere sunulan metropollerin ilk kimlik vaatli adresleriydi.
Proletarya Bulvarı ve Sarayı
Kent dokusuna sızmış bu bloklar, öte yandan da iki bölgede yoğunlaşmıştı. İlki ütopik sosyalist Fourier’in hayali olan emekçi sınıf sarayı (Veirsailles) ölçüleriyle Schönbrunn’a nazire yapan iki avlusu ve bir meydanıyla 1 km boyundaki Karl Marx-Hof, anti-faşist direnişin de son sığınağı olmuş militan bir odaktı. Maddi konfor konut birimleriyle sınırlı değildi, beyaz eşyanın bireyselleşip ortalama ev donatısına dönüşmediği koşulların ortak çamaşırhanesi ev-emeği konforuna ciddi katkıydı. Çocukların güvenle emanet edildiği yuva da… Viyana çevre yolu kuşağının Margaretengürtel dilimi ise bulvarla ona paralel avlular arasındaki sosyal konut bloklarından meydana geliyordu ki, işçi sınıfının başlıca aidiyet ortamı haline gelmişti. Bu dev bloğu zarif bir kent bileşenine dönüştüren çeşitlemeye açık istikrarlı mimari eklemlenme kurgusu bloğun kente bakan dış cephesini zemin-figür tekniğiyle ifadelendiren paralel duvar sisteminden oluşuyordu. İçeriye yaslanan sarı duvar süregiden zemin işlevi görürken önünde balkonları da gizleyen kırmızı duvarın konturları, mimari ifade hatlarını oluşturuyordu.
Amsterdam ve Hamburg’da Liman Kentleri Sosyalizmi
Denizden toprak devşirerek kurulup, o toprakların kamusal yönetiminden müzakereci bir demokrasi modeli türetmiş alçak ülke Hollanda’nın başlıca merkezi olarak Amsterdam zaten Orta Çağ’dan beri Akdeniz’in plan cennetiydi de 1920’lere kadarki planlar kentin kolektif yaşamına odaklansalar da hep spekülatif amaçlı olmuşlardı. 1910’larda Amsterdam’ın tarım için kullanılmış güney bandını tarla deseniyle uyumlu bir kentleşme planına dönüştüren sosyalist plancı mimar Berlage’nin planı lades kemiği “Y” formlu bir bulvar zinciri omurgasına tutunmuş, ada ölçekli avlulu sosyal konut bloklarından oluşan sendikal örgütlü bir emekçi sınıfın kent parçasıydı. De Klerk, Kramer gibi dışavurumcu kıvrak mimarların çizgileriyle buluşmuş Klinker tuğlası işçilik geleneği emekçi sınıflara bir daha nasip olmayacak üç boyutlu tezyinilik motifleriyle bezeli bir kültürel aidiyetle bütünleşmiş bulacaktı kendini. Dayanışmayı o çeşitlenerek tekrarlanan avlulu blokların istikrarlı mimarisi kadar tuğla işçilikle bezeli o anıtsal duvarların fenomenal çağrısı da temsil ediyordu. Batının eğitimli gözlerine hep aristokrasinin baroğunu hatırlatmış üç boyutlu kıvrımların günün birinde onları üreten nasırlı ellerin tüketim aracı olabilmesi, çizgilerin telif sahipleri Klerk ve Kramer’i bile şaşırtmış olmalı..
Orta Çağ boyunca Alman merkezi devletleşme hamlelerini ustalıkla geçiştirmiş hala serbest eyalet kenti Hamburg’un 19. yüzyılın toplam elli yılına sığmış kapitalist modernleşme hikâyesi, kent sosyolojisi dersi kestirmeden anlatılabilsin diye yaşanmışçasına şematikleşmeye yatkındır.
Şehirler, ülkeler-arası mal trafiği düğümü liman bölgesini su ve karayolu ağıyla kuşatmış tüccar haneleri tipik olduğu üzere işlevsel bölünmeye uğramamış Orta Çağ kenti sivil işlevlerinin tamamını barındırıyordu. 19. yüzyılın üçüncü çeyreği içindeki birkaç on yıl içinde bu ahşap hanelerin tamamı yıkıldı. Hamburg Ticaret Odası, hanelerin en büyük bölümünü kaplayan depoları ikame edecek limanın en görünür binalar dizisi olarak kuzey malzemesi klinker tuğlasıyla ve Neo-Gotik stilde anıtsal Speicherstadt’ı (depo şehri) inşa etti. Böylece mallarından ayrılan burjuva tüccar aileleri de genişleyecek metropolün gözdesi Alster Gölü çevresindeki yeni imar alanlarındaki apartman ve bahçeli ev parsellerine taşınarak kendi sınıfsal yaşam çevrelerini oluştururken, çatı arasında barınan kır kökenli emekçiler de bu bölgenin çeperleriyle sıkışık aralıklarında yer buldular kendilerine. Eski hanenin sokak cephesinde kayıt arşiviyle birlikte iki göz odaya sıkışmış ofisi ise yıkılan Orta Çağ deseni yerinde depoların sırt bölgesindeki modern ofis binalarında yer edinecekti. Tabii artık tüccarla birkaç yardımcısı değil, deniz aşırı ticareti örgütleyen kalabalık beyaz yakalı personeliyle şirketleşmiş modern iş örgütlerini barındıran modern ofis binaları söz konusuydu. Aynı çatı altındaki işlevler yepyeni bina tipoloji ve morfolojileriyle şehri şişirerek yaymışlar ticaret kentinden modern metropole dönüştürmüşlerdi. Kuzeyin liman şehirlerini sergilenen Viyana’yla kıyaslayınca hatırlatılması gereken bir husus da, İtalya’ya da komşu bir coğrafyanın sıva inşaat geleneği yerine yüksek derecede pişerek taşlaşmış tuğla geleneğinin vurduğu damgadır.
Gecikmiş Mazbatayla Kentsel Politika Olur Mu?
Malum, bu işi planlayıp uygulayanlar da dahil, kimseye inandırıcı gözükmemiş gerekçelerle tekrarlanmış seçim süreçlerinde yeni başkan İmamoğlu’nun hümanist niyeti apaçık sosyal vaatler dışında tatminkâr kent politikası vaatleri olmadı. Zaten iktidar, şimdiden can havliyle belediye şirketlerine müdür atama yetkisine dahi el koydu. Ondan emekçi eksenli sosyalist politika ummanın tarihsel ve mantıksal anlamı da olmaz…
Yine de değindiğim örneklerin şunu hatırlatmasına engel olmaz: Belediye gelirleri önceki başkanlar zincirinin bir Başakşehir yaratıp, beslemelerine yetecek düzeydedir ve Güney Amsterdam dahil, o projeden büyük girişimler değildir. Bırakalım sabit gelirli emekçi sınıfları, İstanbul metropolü kent yoksulları bile zamanın Viyana, Amsterdam ve Hamburg’undan nicel olarak fazla, etnik köken olarak da daha çeşitlidir. Yeni başkan, Hamidizm icadına varacak denli köhne ideolojik angajmanlara bağımlı bir siyasi geleneğe bağlı olmayıp Doğan Hasol’un taze kitabının da (3) yeniden kanıtladığı gibi Türkiye’de modern bir mimarlık geleneği vardır ve yeni kuşak mimarlar sadece artan sayılarıyla değil, formasyonlarıyla da o geleneğin eşiklerine dereceler atlatmıştır. Dolayısıyla muhtemel yeni yerleşmelere tıpkı Viyana, Amsterdam ve Hamburg gibi kayda değer mimarilerinin damga vurmasının önünde devlet ve sivil toplumun köhne konformizmleri haricinde bir engel de yoktur.
Bitirmeden Kızıl Viyana sergisi üzerine bir not: Mimarileri ve cüsseleriyle emekçilerin yeni adresi bu bina grupları malumumuzdu da Kızıl Viyana sergisinin hatırlattığı asıl özelliği, bu 15 yıllık zaman diliminin çocuktan yetişkin eğitimine, spordan sanata özelden kamusala topyekün bir yeniden inşa programı olduğu ve dünyanın önemli bir metropolünde yepyeni bir komünist toplum ütopyasının hayata geçmiş olduğunu enine boyuna düşünüp tartışarak hatırlatması.
Notlar
- Paris Komünü’nün fikriyatına odaklanmış bir kaynak için bkz. Ross, Kristin, Ortak Lüks./Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi, 2016, Metis Yayınları.
- “ Viyana Belediyesi tarafından yapılmıştır.”
- Hasol, D, 20. Yüzyıl Türkiye Mimarlığı, İstanbul, 2017, YEM Yayın.
Proletaryanın Bulvarı: Margaretengürtel
Viyana’nın Orta Çağ çekirdeğini kuşatan sur, 19. yüzyılın ikinci yarısında yıkılıp, yerine halka anlamındaki Ringstrasse Bulvarı yapılmıştı. Balkan kralı Franz Josef’in Paris kompleksi tatmini için inşa edilmiş bu Haussmann Paris’i taklidi fragman metropol makroformunun, Orta Çağ-19. yy dilimleri arası konumu ve iki yanındaki, opera,tiyatro, belediye, parlamento, üniversite gibi modern kamusal işlevleriyle aristokrasi karşısında kendini kanıtlayacak hamleleri yapamamış yeni burjuva sınıfının yaşam dünyası (Lebenswelt) merkezi ve piyasa yeri haline gelmişti.
Orta Çağ Viyanası’nı dışarıdan kuşatan ikinci surun izine de Gürtel (kuşak) namıyla bir çevre yolu yapılmıştı. O çevre yolunun Margaretengürtel dilimi anıtsal cepheler ve yeşil avlular zinciriyle Kızıl Viyana siyasetinin odağı olmuştu. O kadar ki bulvarın o bloklar zincirine teğet dilimi Margaretengürtel işçi sınıfı tarafından “Proletaryanın Ringstrasse’si” diye anılır olmuştu.
Proletaryanın Dayanışma Sarayı Karl Marx-Hof
Demiryolu hattına paralel 1 km uzunluğundaki zincir blok Karl Marx-Hof, içi sosyal donatılarla dolu iki yeşil avluyla bir kent meydanını sararak konumlanıyor, anıtsal merkeziyle de demiryolu istasyonuna yaslanıyordu. Dayanışma kadar anti-faşist direnişin de sembolü olmuş bu adres sadece Viyana’nın değil, enternasyonalizmin de öz güven kaynağı olurken Karl Marx’a atfedilmiş nice anıtın da adına en yaraşanı olmuştu.
Emekçi Kenti: Güney Amsterdam
Liman Kentleri Sosyalizmi: Amsterdam ve Hamburg
Kızıl Viyana hareketi, savaş karşıtı Alman sosyalist hareketinden ve anti-faşist direncinden beslenirken Atlantik’in Avrupa yakasındaki iki gözde liman kenti Amsterdam ve Hamburg’da da, sendikal örgütlenmeden güç alan sosyalist mimar ve plancı inisiyatifiyle refah ve moral aşısı dayanışmacı yerleşme ve sosyal konut bloklarıyla onları birleştiren devletin otorite ve kontrolüne değil, emekçi sınıfların yeşil rekreasyon ihtiyacına yönelik bulvarlar yapılıyordu.
Hamburg’da Schumacher Kuşağı: Gecikmiş Sınıfın Modern Yerleşmeleri