Mimar Sinan Camilerindeki Strüktürel ve Mekânsal Yorumların Mimarlık Tarihindeki Yeri
Doç. Dr. Didem Erten Bilgiç
Dünyanın her yerinde yaşamayı başarabilen insan, yaşamını sürdürebilmek için öteki canlılar gibi evrimleşerek savunma uzuvlarına sahip olmamıştır. Ancak sahip olduğu akıl, bedensel zaafını bertaraf ederek yeni teknolojiler icat etmesini sağlamış ve kendine ait medeniyet yaratmıştır. Medeniyetin en temel göstergelerinden biri mimarlıktır. İlkel insanın barındığı mağaralardan ve tarımsal düzene geçtiğinde oluşturduğu ahşap ya da taş kulübelerden günümüzün çelik ya da betonarme konstrüksiyon çok katlı yapılarına değin uzanan mimarlık serüveni geniş ve devamlılığı olan gelişim sürecini kapsamaktadır. Her seferinde bir önceki örneğinden daha geniş, daha yüksek ve mekân kalitesi açısından daha iyi yapı yapma hedefi, mimarları daha yetkin bir strüktür bilgisine sahip olmaya zorlamıştır.
Mimar Sinan (1489-1588), 16. yy’ın mimarlık ortamına egemen olmuş ve Hassa Mimarlar Ocağı’nı uzun yıllar yönetmiştir. Geniş coğrafyaya yayılmış imparatorluğun ve barındırdığı çok sayıdaki kültürün önemini bilerek analizlerini mimarlık kültürüne yansıtan Mimar Sinan, çağdaşları Andrea Palladio (1508-1580), Donato Bramente (1444-1514), Leonardo da Vinci (1452-1519) ve Michalengelo’dan (1475-1564) daha fazla eserini hayata geçirmiştir. Mimar başı olduğunda elli yaşında olan Mimar Sinan vefat ettiği 99 yaşına kadar 92 cami, 52 mescit, 55 medrese, 7 darül-kurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 6 su yolu, 10 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 hamam olmak üzere 374 eser vermiştir (1). Mimar Sinan’ın, eserlerini yaparken her defasında kendini sınayarak ve yenileyerek yapı yapma tekniğinde kat ettiği aşamaları anlatmak, O’nun yapı yapmadaki dehasını ortaya koymak, mimarlık disiplinine getirdiği yeni yük aktarım ilkelerini, mekânı algılatma hünerlerini irdelemek için strüktür kavramı ile bu kavramın tarih sürecindeki gelişimini anlatmakla başlanmalıdır.
Mimarlıkta Strüktür Kavramı ve Gelişimi
Latince “structura-scructus-sturuere” kökünden gelen “strüktür” kavramı, “üst üste yığmak, inşa etmek”, “bir bütünün genel niteliğini belirleyen parçaların birbirleriyle olan ilişkileri” olarak açıklanmaktadır (2). İlk yapı yapma eyleminin karşılığı olarak kabul edilen menhir ve dolmenler zamanının ileri teknolojisini temsil ederken artan sosyal ilişkiler ağı kapalı alan gereksinimini ortaya çıkarmış ve doğadan en kolay elde edilen malzeme olan taş, strüktür kurgusuyla kullanılmaya başlanmıştır.
Taşı üstüste yığma eylemiyle gerçekleştirilen yapılarla başlayan yığma yapı serüveninde doğadan tek parça olarak çıkarılan büyük boyutlardaki taşların kapı-pencere gibi açıklıkları geçilebilmesi için mümkün olabilecek en büyük ve eşit boyutlarda işlenmesi gerekmekteydi. Mimari estetik kaygılarıyla biçimlendirilen cephe görünüşlerinde bu tutum önemliydi. Doğadan elde edilen malzemenin boyutlarının yapıdaki kapı ve pencere açıklıklarının boyutlarına getirdiği sınırlamalar “lentolu sistemler” olarak adlandırılırken bu sistemlerin bir süre sonra yerini kemer, tonoz ve kubbeye bıraktığı izlenmektedir.
Kullanılan lento parçalarının bir eğri biçim çevresinde şekillendirilerek dizilmesiyle yapılan kemerler, geçilebilen kapı ve pencere mesafelerini artırılabilmiştir. Kemer yapımında kullanılan eğri biçimlerin çeşitlendirilmesiyle kemer çeşitleri türemiş ve mimari tasarıma yeni soluk gelmiş, mimari kimlikler kendini göstermeye başlamıştır. Kemerin içinde bulunduğu düzleme dik bir doğru boyunca ötelenmesiyle oluşturulan tonoz ve daha sonraları bu tonozların farklı konumlarda kesiştirilmeleriyle elde edilen haçvari, manastır, aynalı, tekne, yıldızvari gibi çeşitlemeler bulunmuştur.
İlk dönem yapılan tonozlar, strüktür açısından dolu yapılabildiğinden bunları taşıyacak duvarların kalın olması gerektirmekteydi. Ancak taşıyıcı duvarların kalın yapılması zorunluluğu cepheden alınacak doğal ışık oranlarında sorun çıkardığı gibi yapının hantal görünmesine ve iç mekân kullanımında sınırlı alanlardan dolayı kullanım olumsuzluklarına neden olmaktaydı.
Kemerin kendi ekseni çevresinde döndürülmesiyle elde edilen biçim olan kubbe ise insanoğlunun yapı yapma serüveninde üstünlüğünü ispat etmede tarihler boyu kullandığı yapı elemanı olmuştur. Dünya mimarlık tarihinin vazgeçilmez simgesel-işlevsel biçim düzenlerinden birisi olan kubbe ve kubbeli strüktür, Ortaçağ ile çağdaş strüktür sistemlerinin ortaya çıkışı arasındaki yüzyıllar içinde büyük mekânlı yapıların örtü sistemlerini oluşturmuştur. Akdeniz çevresinde doğan bu strüktür, İslam’dan daha önce ilk Hıristiyan yapıları ile Sasani, Ermeni, Bizans ve Roma mimarilerinde kullanılmıştır.
Mimarlık tarihinde form ve yapı malzemesi açısından farklılıkları olması ile birlikte kubbelerinin açıklık ve yükseklikleri açısından en bilinen üç yapısı olan Pantheon (118-128), Ayasofya (532-537) ve Floransa Katedrali (1296-1436) tarih boyunca tasarımcıların zihinlerini meşgul etmiştir. Kubbe aracılığıyla yükseklik ve açıklık geçme arzusu, yapının ayakta durabilmesi sıkıntısının yanında iç mekânın aydınlık düzeyi, mekân kullanım ölçütleri, mekân büyüklükleri, algısı ve kullanıcı ile mekânsal iletişim gibi sorunları beraberinde getirmiştir.
Plan izi daire olan formun Floransa Katedrali gibi çokgen ya da Pantheon gibi silindir bir tabana oturtularak yapının oluşturulması dönem içinde ayrı bir sorun olarak çözümlenmeye çalışılmıştır. Silindir bir formun üzerine yarım küre ya da dilimlenmiş küre formunun yerleştirilmesinde şüphesiz dönemin inşaat yeterliliklerine göre sıkıntılar yaşansa da plan izleri açısından birbirini karşılayan iki formun bir araya getirilmesinde geometrik açıdan sıkıntı yaşanmamaktaydı.
Kübik bir formun üzerine yarım küre formunu üst örtü olarak kullanmaksa pandantif, tromp, Türk üçgeni gibi ana mekândan üst örtüye geçiş elemanlarının varlığını zorunlu kılmıştır. Sasaniler (224 – 651) ile birlikte kullanımı başlayan bu geçiş elemanlarının yarattığı strüktürel zenginlik, mekân konforu ve kalitesi bakımından vardığı son nokta olarak Osmanlı Klasik Dönem mimarisi gösterilmelidir.
Strüktür ve Mekân Kurgusu Kavramına Yeni Bakış Açıları ile Mimar Sinan
Osmanlı İmparatorluğu Klasik Dönemi’nin baş mimarı Mimar Sinan, 1538’de Kara Buğdan seferinde Prut nehri üzerine 13 günde kurduğu köprüyle Kanunî Sultan Süleyman’ın takdirini kazanarak aynı yıl başmimarlığa yükselmiştir. Kendinden önceki İslam, Selçuklu, Beylikler ve Erken Osmanlı dönemi mimarlık anlayışını ve farklı kültürlere ait yapıları inceleyip analiz eden Mimar Sinan; Kanunî Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde mimari eserler vermiştir.
Mimar Sinan’ın eserlerini tasarlarken kullandığı biçimler ve hacimler belli bir dengede buluşup aynı zamanda yapısal kurguyu oluştururken mekânsal konforun elde edilmesini sağlayan özelliklere sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu’nda fiziki bakımdan kent dokusunun manevi açıdan da toplumsal dokunun odak noktası olan camiler, Mimar Sinan’ın mesleğinde kendini aşmaya çalıştığı ve bir eserinin başka bir eserini yapabilmek için altlık oluşturduğunu izleyebildiğimiz çalışmalar olarak öteki çalışmalarına oranla ön plana çıkmaktadırlar. Cami mekânsal kurgusunu oluştururken geniş bir kitleye tek hacimde hizmet verebilen ve kullanıcının bütün iç mekânı tek bir hacimmiş gibi algılayabileceği mekân tasarımına ulaşmayı hedeflemiştir. Bu hedefi sağlamada kullanılan ana form olan kubbe yapımı sırasında aşılması gereken bazı yapısal sorunlara ek olarak aydınlık bir mekân elde etme çabası da yapı yapma tekniklerini zorlamış, yapıdaki yük aktarım ilkelerinin yüzyıllardır süregelen kurgusundan çıkarak başka yol izlemeyi zorunlu kılmıştır. Ayrıca, Hıristiyan mimarlığının boyuna mekânı tercih etmesine karşılık Osmanlı camilerinin mekân gelişimlerinde merkezi planlı tercih edilmesi de tasarlanacak yeni kurguya destek veren sosyal unsurlardan olmuştur. Merkezi planlı bu tür yapılara Osmanlılardan çok önce Roma, Bizans, Anadolu ve Suriye’deki Hıristiyan mimarlığında rastlanmasına karşın merkezi planlı mekân tipinin Osmanlı camilerinde ulaştığı gelişkin düzeye başka hiçbir yerde rastlanmamaktadır (8).
Geniş ve tek hacim olarak algılanabilen mekânlara duyulan gereksinim, kubbe yükünün üzerine oturduğu düşey yapı elemanları kullanımına yönlendirme yapmıştır. Bu düşey yapı elemanları kemerler ile birbirlerine bağlanmış, kemerleri bir arada tutmak ve kubbenin açılmasını engellemek için kasnaklar ile ağırlık kuleleri devreye girmiştir. Bu aşamada, kare ya da çokgen form üzerine daire plan izi olan kubbeyi yerleştirebilmek, yapının siluetine ve yapı statiğine etki edecek yeni yapı elemanlarına gereksinim doğurmuştur (9). Strüktür tarihi boyunca pandantif, tromp ve Türk üçgeni çeşitlemeleriyle üretilen bu çözümler, mekânı çevreleyen ve hemen her zaman bir dikdörtgen hacim belirleyen beden duvarlarından kurtulup dört, altı ya da sekiz ayaklı kurguya oturtularak merkezi mekânı oluşturmasına olanak vermiştir. Kubbenin yükünü zemine aktarırken yapıda oluşabilecek hasarlara meydan vermemek için örneğin Kılıç Ali Paşa Camisi’nde izlenebildiği üzere yapıya eklenen payandalar, Mimar Sinan’ın çoğu son dönem yapısında görüldüğü üzere kubbe yanında konumlandırılan ağırlık kuleleri ve kubbe kasnağı yapı yükünün zemine aktarılmasında Mimar Sinan’ın yeniden yorumlayıp geliştirerek çağının strüktür sistemlerine sunduğu armağanlardır. Hattâ bilindik işlevinin yanısıra minareleri, yapıyı ayakta tutan, destek olan strüktür elemanı olarak kullanmıştır (10).
Kubbe, Mimar Sinan’ın mimarlığında yapının tasarımı açısından ağırlık merkezini oluştururken yapı strüktürü ve mekân tasarımı da kubbenin tasarım aracı olarak desteklenmesi doğrultusunda biçimlenmiştir. Yaklaşık bir asırlık ömrünün yarısını gözlem, araştırma ve deneyime adayan Sinan’ın, analizci döneminde kubbeyi iyi inceledikten sonra üretim dönemine geçtiği söylenebilir. Nitekim üretim sürecindeki ilk büyük kubbesini Şehzade Camisi’nde (1548) (19 metre çapında), ikinci büyük kubbesini Süleymaniye Camisi’nde (26,5 metre çapında), üçüncü ve en büyük kubbesini de Selimiye Camisi’nde (31,5 metre çapında) gerçekleştirmiştir (11).
Mimarbaşı olduktan sonra 1539’da yaptığı ilk cami olan Haseki Camisi’nde tek kubbe ile mekân kurgusunu tasarlamışsa da dönem çizgilerini taşıyan bu eseri henüz strüktürel ve mekânsal olarak bir yenilik ortaya koymamaktaydı. Hemen sonrasında yapımına başladığı Üsküdar Mihrimah Sultan Camisi ise (1540-1548) bir tam kubbeye yaslanan üç yarım kubbe ile bulunduğu dönem için alışılmışın dışındaki ilk tasarımıdır. Bu yapının inşası sürerken 1543-1548 yılları arasında yaptığı Şehzade Camisi, dört taşıyıcı ayak üzerine oturan büyük kubbe ve bu kubbeyi dört yönde çeviren yarım kubbelerle köşelerde yer alan küçük kubbelerden oluşmaktadır. Sinan’ın bu camideki yeniliği, bilinen bir plan şemasını farklı bir şekilde yorumlayarak anıtsal boyutlarda kullanmış olması ve ideal merkezî plan oluşturmasıdır (12). O zamana kadar yapılan camilerde yapıyla görsel ve strüktürel açıdan tam bütünleşmeyen minareler, Şehzade Camisi’nde ilk kez kullanılan yan galeriler sayesinde tasarımda mimari bütünlüğün sağlandığının göstergesidirler.
Mimar Sinan’ın tasarım anlayışında uygulamalarından edindiği deneyimle özgün plan ve strüktür denemelerine girdiği ve bunu gerçekleştirirken döneminin var olan strüktür sistemlerini kullanmasının yanında, oluşturduğu kubbeli strüktürün güvenle taşınması için o zamana değin kullanılagelmiş bazı strüktür elemanlarını yeniden yorumlayarak kullandığı izlenmektedir. Şehzade Camisi plan şemasında, ortada çekirdek yapının ilk halkası ve onu çevreleyen ikincil öğeler olan payanda ve kemerler aracılığıyla birbirleriyle kenetlenmiştir. İç içe geçmiş iki taşıyıcı kurgu olarak tanımlayabileceğimiz bu kurguda, birbirine kenetlenen yapı elemanları sayesinde duvarlardan taşıyıcılık yükü alınmıştır. “Baldaken” olarak adlandırılan kurgunun Mimar Sinan’ın yapı eyleminde önemli bir yeri vardır. Baldaken (çift çeper), özellikle Klasik Osmanlı camilerinin merkezini oluşturan çekirdek olarak tanımlanmaktadır. En yaygın uygulamasını dört ayaklı sistemde bulan bu strüktürün altı ve sekiz ayaklı tipleri Mimar Sinan’la birlikte gelişmiştir. Baldaken kurgusunun çevresinde ikinci bir halka olarak sisteme dâhil olan payanda, ağırlık kuleleri ve kemerler bulunmakta, yük paylaşımı bu ikili sistemin elemanları arasında parçalanarak zemine aktarımı sağlanmaktadır.
Mimar Sinan’ın 1556-1558 yılları arasında hemen yanında Haseki Hürrem Sultan Hamamı’nı inşa ettiği Ayasofya, her dönem için oluşturduğu gerek iç mekân boşluğu ve etkisi, gerekse de strüktürel biçimlenmesi nedeniyle mimarlar tarafından örnek alınan tuğla örgü kubbesiyle bir mimarlık başyapıtıdır. 1506 yılında yapılan ve Ayasofya’nın plan şemasıyla benzerlik gösteren Beyazıt Camisi aslında Ayasofya’ya duyulan hayranlığın yansımasıdır. Ancak, bu yapıda ortadaki tam kubbeyi taşıyan askı kemerlerinin yarım kubbelerin altında kalması nedeniyle mekânsal bütünlüğün sağlanamaması temel sorundu. Mimar Sinan, benzer plan şemasıyla ilk denemesini Süleymaniye Camisi’nde (1550-1557) yapmıştır. Aynı plan şemasından hareket edip farklı mimari anlayışla farklı sonuca nasıl varılabileceğinin göstergesi olan Süleymaniye Camisi, yapısal bakımdan bin yıl kadar önce yapılmış olan Ayasofya’dan sonra mimarlık tarihinde yeni bir kilometre taşıdır. Süleymaniye Camisi’nde Ayasofya’nın ana üst örtü biçimi olan bir tam –iki yarım kubbelik kurguyu tekrarlayan Mimar Sinan, Ayasofya’da sık sütun dizileriyle sağlanan kurguyu Süleymaniye Camisi’nde yan mekânların orta mekâna katılmasıyla sağlamıştır. Baldaken plan kurgusunun öteki denemesi olan bu örnekte, birbirini destekleyen ve iç içe geçmiş iki halka gibi taşıyıcı kurgu tasarlanmıştır. Bu sayede duvar etkisi yapan ve iki mekânı birbirinden ayıran sütun dizisini ortadan kaldırarak mekânda bütünlük ve aydınlık yakalamayı başarmıştır. Ayrıca, iki yapının kubbe formları birbirlerinden farklı düşünülmüştür. Ayasofya’nın açılma kuvvetlerine müsait olması nedeni ile zaman içinde eklenen uçan payandalarla desteklenen kubbesi, Süleymaniye Camisi’nde mimari açıdan daha kararlı ve durağan bir form olan yarım küre olarak inşa edilmiştir. Kubbenin açılma kuvvetlerine karşı önlem olarak yapılan kubbe kasnağı ve payandalar yapı cephesinde bir bütünlük arz edecek şekilde yapının inşası sırasında konumlandırılmışlardır. Minarelerin avlu çevresinde konumlandırılışı ve ana kütleyle ilişkisi tasarımda mimari bütünlüğün sağlandığını anlatmaktadır (14).
Mimar Sinan’ın Ayasofya örneği üzerinden devam ederek Ayasofya ile neredeyse aynı plan şemasına sahip ikinci denemesi olan Tophane Kılıç Ali Paşa Camisi’nde (1580) Ayasofya, hem üst örtüsü ve iç mekân algısı bakımından ve hem de genelde Osmanlı camilerinde bulunmayan bazı mekânların eklenmesiyle ve yapısal sorunların giderilmesiyle yeniden yorumlanmıştır (17).
Merkezi mekân yaratma arayışını 1443-1447 yılları arasında inşa ettiği Edirne Üç Şerefeli Cami ile sürdüren Mimar Sinan, altıgen plan şemasına kubbeyi yerleştirmiştir. Beşiktaş Sinan Paşa Camisi (1550-1555) ve Topkapı Kara Ahmet Paşa Camisi’nde (1558) de uyguladığı altıgen tabana oturtulmuş kubbe kurgusu tromplarla desteklenmekteydi. 1562’de yaptığı Rüstem Paşa Camisi’nde uyguladığı sekizgen plan şeması, çokgen plan şemalarına ilişkin çalışmalarını devam ettirdiğini ispatlamaktadır. Aynı yıl Edirnekapı Mihrimah Sultan Camisi’nde başladığı plan şeması aslında Mimar Sinan’ın yaptığı mimari atılımlarda özel bir denemedir. Kare tabana oturan, tek kubbeli, dört köşesinden pandantiflerle desteklenen yapıda, duvarların taşıyıcılık görevi kubbe altındaki kemerler ve bu kemerleri taşıyan ayaklara verilmiştir. Böylece duvarlar çok sayıda pencere ile donatılabilmiştir. 1560’da Babaeski Semiz Paşa Camisi’nde ve 1565’de Fındıklı Molla Çelebi Camisi’nde altıgen plan şeması denemelerine devam etmiş, çokgen plan şemalarında altıgenden çok sekizgen plan şemasının mekânsal bütünlük sağlama, strüktürel dayanım, mekân konforu gibi konularda daha başarılı sonuçlar elde ettiği sonucuyla Edirne Selimiye Camisi’ni (1568-1575) sekizgen plan şeması üzerinden tasarlamıştır.
31,5 metrelik kubbe açıklığı olan Selimiye Camisi’nde kubbenin yükünü alacak kemer sayısını artırmanın daha doğru olacağı düşüncesiyle sekizgen plan şeması uygulamış, yapının yükünü karşılayacak olan iç içe geçmiş halka düzenini daha önceki eserleri olan Şehzade Camisi ve Süleymaniye Camisi’nden farklı olarak en başta saydam bir çardak ve sonra onu sarmalayan destek elemanları şeklinde yorumlamıştır.
Mekân tasarımının bu şekilde yorumlanmasının sonucunda, iç mekândaki görüş açıları önceki eserleri olan Şehzade ve Süleymaniye Camilerine oranla daha genişlemiş, mekânın tümünün tek hacim olarak algılanması ve mekândaki aydınlık düzeyinin üst noktalara taşınması sağlanmıştır. Bu geniş açıklığın tek kubbeyle geçilmesinde, minareler ağırlıklarıyla yapısal rol oynamaktadırlar. Ayrıca konumlandırılışlarıyla kubbenin dört taraftan algısını güçlendirmektedirler.
Çıraklık, kalfalık ve ustalık eserleri olarak tanımlanan Şehzade Camisi, Süleymaniye Camisi ve Selimiye Camisi plan şemaları üzerinden mekânda elde edilen görüş açılarının ve sağlanan mekân algısının giriş kapılarına göre analizi yapıldığında, Şehzade ve Süleymaniye camilerinde benzer dar açılar yakalanırken Selimiye Camisi’nde bu açı, 90 dereceye kadar genişlemiştir.
Sonuç
Yarım asrı bulan meslek yaşamı boyunca içinde bulunduğu kültür mozaiğinin farkına vararak, geçmiş dönem yapılarını gözlemleyerek, sürekli kendini yenilemeye çalışan Mimar Sinan, yapılarının yüklerini zemine aktarmada geliştirdiği çift çeper (baldaken) sistemiyle mimarlık tarihinde yığma strüktür sistemlerden iskelet strüktür sistemlere geçiş aşamasında kendinden sonra gelen mimarlara öncülük etmiştir.
Binyıllardır kullanılagelen aynı malzeme ve yapısal biçimlerle yük aktarım ilkelerinde kullandığı farklı yorum onu mimarlık tarihinde yeri doldurulamayacak yere oturtmuştur. Tasarladığı yapılardaki mekânsal konfor, algısal hâkimiyet, aydınlık düzeyinin artması gibi durumlar onun yapı yapmada strüktürel maharetinin kadar kullanıcı-mekân ilişkisini ne kadar önemsediğinin ve tasarımda mimari bütünlüğü nasıl sağladığının göstergesidir. Bıraktığı eserler mimarlık tarihindeki pek çok konu hakkında önemli olmakla birlikte strüktür – mekân – kullanıcı ilişkisinin kurulması aşamasında günümüzde dahi örnek alınması gereken yapılardır.
Kaynaklar
Benian, E., “Mimar Sinan ve Cami Mimarisi Gelişimindeki Rolü”, Bilim Teknik Dergisi, Ocak 2011.
Vatcher, G.; F de M Vatcher, “Excavation of three post-holes in Stonehenge car park”, Wiltshire Archaeological and History Magazine, 68 (1973), 57-63.
Gartner, P. J.; “Bruneeleschi, Master of Italian Art”, ISBN 978-3-8290-0241-7.
Gürel, S.; “Strüktür”, Mimarlık Dergisi, S.51, s.18, Mimarlar Odası yayın organı, ISSN 1300-4212, 1968.
Hasol, D.; “Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü”, YEM Yayın, 5. Baskı.
Karaesmen, E.; “Sinan Teması Üzerine Çeşitlemeler”, TMMOB İnşaat Mühendisliği Odası Yayını, Mattek Matbaacılık, ISBN 978-9944-89-549-1, İstanbul.
Kuban, D.; “Osmanlı Dini Mimarisinde İç Mekan Teşekkülü – Rönesansla Bir Mukayese”, Güven Basım ve Yayınevi, İTÜ Mimarlık Fakültesi, s.15-16, İstanbul, 1958.
Kuban, D.; “Osmanlı Mimarisi”, YEM Yayın, ISBN 978-975-8599-89-9.
Necipoğlu, K. G.; “The Emulation of the Past in Sinan’s Imperial Mosques”, Uluslararası Mimar Sinan Sempozyumu Bildirileri Ankara, Türk Tarih Kurumu, Ankara.
Toman, R.; “The Art Of Gothic, Architecture, Sculpture and Painting”, ISBN 3-8290-1741-3.
Tuluk, İ. Ö.; “Çağdaş Cami Tasarım Anlayışı İçin Bir Model Olarak “Mimar Sinan”, YAPI Dergisi, 5.1.2007.
Tuluk, Ö. İ.; “Mekâna Bağlı Strüktür Analizi: Osmanlı Dini Mimarisinde Örnekleme (15-17.yy)”, KTÜ Fen Bilimleri Ens., Basılmamış Doktora Tezi, Trabzon, 1999.
İnternet Kaynakları
http://www.mimarsinaneserleri.com/eserler.html İzlenme tarihi: 06 03 2016
https://classconnection.s3.amazonaws.com/698/flashcards/3810698/jpg/pantheon_blueprint-141d2cde14a76dada06-1426983DA5857402CD0.jpg
http://www.mimarsinaneserleri.com/fotograf_albumu/Istanbul_Sehzade_Camii/slides/Istanbul_Sehzade_Camii_9.jpg İzlenme tarihi: 06 03 2016
http://www.suleymaniyecamii.org/images/gallery/6898_l.jpg İzlenme tarihi 06 03 2016
http://www.istanbulmiraskomitesi.org/images/filler/suleymaniye_b_1.jpg İzlenme tarihi 06 03 2016
https://samedoztaylan.files.wordpress.com/2015/04/selimiye-camii.jpg İzlenme tarihi: 06 03 2016
https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%B6beklitepe İzlenme tarihi: 03 05 2016
Kroki çizimler: Doç. Dr. Didem Erten Bilgiç, Arş. Gör. Eda Ölçer, Y. Mimar, Tevfik İlter, Mimar Pınar Acar tarafından hazırlanmıştır.
Notlar
1. http://www.mimarsinaneserleri.com/eserler.html İzlenme tarihi: 06 03 2016.
2. Gürel, S., Strüktür”, Mimarlık dergisi, Mimarlar Odası yayın organı, ISSN 1300-4212, S.51, s.18, 1968.
3. https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%B6beklitepe
4. Hasol, D.; “Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü”, YEM Yayın, 5. Baskı, s.256 ve s.422.
5. Toman, R.; “The Art Of Gothic, Architecture, Sculpture and Painting”, ISBN 3-8290-1741-3 s.19.
6. https://classconnection.s3.amazonaws.com/698/flashcards/3810698/jpg/pantheon_blueprint-141d2cde14a76dada06-1426983DA5857402CD0.jpg İzlenme tarihi 06 03 2016
7. Gartner, P. J.; “Bruneeleschi, Master of Italian Art”, ISBN 978-3-8290-0241-7.
8. Kuban, D.; “Osmanlı Dini Mimarisinde İç Mekân Teşekkülü – Rönesansla Bir Mukayese”, Güven Basım ve Yayınevi, İ.T.Ü. Mimarlık Fakültesi, İstanbul, s.15-16, 1958.
9. Karaesmen, E.; “Sinan Teması Üzerine Çeşitlemeler”, TMMOB İnşaat Mühendisliği Odası Yayını, Mattek Matbaacılık, ISBN 978-9944-89-549-1, İstanbul, s. 166-167.
10. Tuluk, Ö. İ.; “Mekâna Bağlı Strüktür Analizi: Osmanlı Dini Mimarisinde Örnekleme (15-17.yy)”, KTÜ Fen Bilimleri Ens., Basılmamış Doktora Tezi, Trabzon, s.354, 1999.
11. Benian, E.; “Mimar Sinan ve Cami Mimarisi Gelişimindeki Rolü”, Bilim Teknik dergisi, s.43, Ocak 2011.
12. Benian, E.; age, s.44.
13. http://www.mimarsinaneserleri.com/fotograf_albumu/Istanbul_Sehzade_Camii/slides/Istanbul_Sehzade_Camii_9.jpg İzlenme tarihi: 06 03 2016
14. Kafadar, G. N.; “The Emulation of the Past in Sinan’s Imperial Mosques”, Uluslararası Mimar Sinan Sempozyumu Bildirileri Ankara, Türk Tarih Kurumu, Ankara.
15. http://www.suleymaniyecamii.org/images/gallery/6898_l.jpg İzlenme tarihi 06 03 2016
16. http://www.istanbulmiraskomitesi.org/images/filler/suleymaniye_b_1.jpg İzlenme tarihi 06 03 2016
17. Tuluk, Ö. İ.; “Çağdaş Cami Tasarım Anlayışı İçin Bir Model Olarak Mimar Sinan”, YAPI Dergisi, 5.1.2007.
18. https://samedoztaylan.files.wordpress.com/2015/04/selimiye-camii.jpg İzlenme tarihi: 06 03 2016
19. Kuban, D.; “Osmanlı Mimarisi”, YEM Yayın, ISBN 978-975-8599-89-9.