Kamusal Eleştiri Bağlamında Estetik Beğeni

Prof. Dr. Şengül Öymen Gür

Mimari eleştiriyi tamamen mimarlık mesleği uygulamaları kapsamında, akademik bağlamda, kökünü mimarlık tarihi ve kuramından alan bir etkinlik gibi görmek eski bir alışkanlıktır.  Buna bir tür bir başkaldırı olarak ele alınan bu yazı eleştiriyi birçok perspektiften bakarak farklı boyutlarıyla ele almakta ve kamusal münazara ortamına yerleştirmektedir. Kamusal münazara bağlamında ele alınan mimari eleştiri mesleki ve özelleşmiş ilgileri aşarak farklı menfaat grupları arasında bir arayüz olma, bir medyatör olma şansına sahip olur. Bu kısa yazıda “kamusal nedir, mimari eleştiriyi kamusal olana yönlendirmek nasıl ve ne gibi yollarla becerilebilir?” konusunun bütünü üzerinde durmak olanaklı değil. Bu konuya ilgi duyanlara, “Dossier Critique architecturale et débat public, (2020) Éditions de la Faculté d’Architecture La Cambre Horta de l’Université libre de Bruxelles, No. 7”nin tüm yazılarını önerebilirim, o kadar.

19. yüzyılın sonundan itibaren mimari eleştiri “eleştirinin fakir kuzeni” gibi görülür. Sinema, müzik, tiyatro eleştirilerinin yanında mimari kamusal ilginin en az olduğu bir uzmanlıktır. Çok az okunur; mimarın, akademiklerin bile pek az ilgisini çeker. Tasarımın gerçeklerinden, bina endüstrisinden uzak, kendinden menkul bir ilgi alanı olarak görülür.

Çok yaşamsal bir devrim geçiren medya ortamlarında mimari eleştirinin yeniden toplumsal ve siyasal düzlemlerde, kültürel ve sanatsal katkısı açısından sorgulanması ve kullanılması gerekir. Elektronik medyanın ve sosyal ağların sonsuz üremesi siyasal ve kültürel basın üzerinde çok etkili oldu. Bu mutasyonların eleştiri ve kamu arasındaki rollerin yer değiştirmesi üzerinde çok büyük etkisi var; yeni medyanın kamusalın eleştiri ortamı olarak kullanılma olasılığı ve kamusal görüş oluşturma potansiyeli var. “Aman canım, herkes her şeyi duyuyor öğreniyor” gibi geçiştirmelerle çağdaş teknolojiyi başıboş bırakmak yerine yeni medya, kamusal görüşlerin oluşturulmasında etkili bir ortam olarak kullanılabilir. Geleneksel medyanın bir parçası olan gazeteler, dergiler ve televizyon bütçelerinin daraltılmasının halk aydınlanmasında olumsuz rol oynadığı bir dönemde aydınlanmanın ileri teknolojik araçlar üzerinden sağlanması, aydınlanma öncüleri açısından mutlaka değerlendirilmesi gereken ve asla başıboş bırakılmaması gereken bir alan, bir tarihi durumdur. 

Gücün gölgesinde kamusal eleştiri nasıl olur, onu da bilmiyorum ama burada deneyeceğim. Amacım, eleştirinin kamusal kılınmasının gerekliliğine sığınarak bir konuda kamu görüşü oluşturmanın yollarını aramak. Bu konu bu yazıda en zor olanı, “zevk” konusu olacak.

Burada Gadamer’in (1960) 594 sayfalık kitabını aktaramam. Ancak diyebilirim ki, Gadamer sanat deneyimi kapsamında gerçeklik bağlamında ortaya çıkan estetik boyutu tarihte derinlemesine ileri-geri sürer. Yöntem üzerine açıklamalarını yaptıktan sonra insan bilimlerinde hümanist geleneğin önemini hümanizmanın öne çıkan kavramları olan tarih ve kültürü her aşamada ön plana taşır. Edmund Husserl’in olası etkisiyle tarih ve geleneklerin alt yapısının (Erfahrung) hazırlandığı birikimlerin etkisi altında kazandığımız deneyim ve yaşanmışlıklardan dünyayı anlayıp ve anlamlandırdığımızı (Erlebnis) belirtir. Bunlar izole edilmiş anlar değil, yere ve evrensel kültürle entegre olmamızı sağlayan, ufkumuzu genişleten ve geliştiren süreçlerdir. Bu nedenle diğerleri gibi estetik deneyim de anlık bir deneyim değil, süreçlendirilmiş bir deneyimdir. Halk dilinde “Zevkler ve renkler tartışılamaz” şeklinde özetlediğimiz estetiğin Kantvari sübjektifikasyonu hatalıdır. Kant’ın Yargının Eleştirisi konulu kitabından bellidir ki estetik kavramı ahlak kavramından türemiştir. Bunu Perez-Gomez de teyit eder. Dolayısıyla, ahlakın öznelleştirilmesi nasıl mümkün değilse estetiğin de öznelleştirilmesi mümkün değildir. Deneyim, bilgi, karşılaştırma deneyimini kazanmış insanlardan “gusto” olur, herkesten olmaz. Şarabın iyisi/kötüsü nasıl oluyorsa sanatın da, mimarinin de iyisi/kötüsü vardır. 

Resim 1a. Çeşitli kentsel simgeler (URL 1).

Resim 1b. Çeşitli kentsel simgeler (URL 1).

Zevk en üst dereceden bir sosyal olgudur. Bireysel, yerel ve evrensel yargıların çatışması ve çözümlenmesidir. Herkesin anında kabul edebileceği evrensel, kavramsal bir ölçütü yoktur. Ama üstün bir beğeni derhal ve anında karar verir, tereddütsüzdür; diğerlerinin tepkisini bile ölçmez. Zevkten emin olmak, zevksizliğe karşı bir tür güvencedir. Dolayısıyla beğeni bir duyuma benzer. “Zevk olgusu ayrımsamayla ilgili zihinsel bir melekedir” der, Gadamer (1960, s. 37). Sanırım tam da bu nedenle 50 yıllık stüdyo hocalığımda öğretmekte en zorlandığım konudur. Geçmişin ve güncelin derin estetik kaygılarını bilmeyi, her şeyden önce güzeli görmüş olmayı gerektirir. Benim Teb (şimdiki Luxor) dahil tüm kıtalarda Hangzhou’dan Coronado Adası’na kadar yaklaşık 250 civarında kentte ve Nubya köyünden Çamlıhemşin köylerine kadar yayılan kırsalda yaşanmışlıklarım var. Göbeklitepe’den günümüze kadar olan tarihi tam kırk yıl anlattım. Ama son yıllarda ülkemizde deneyimlediğimiz görsel sanatlar ve mimari alanındaki olağanüstü zevksizliği açıklamaya yine de gücüm yetmiyor. 

Resim 2. Köylü güzeli heykeli, Mut, Mersin (URL 2).

Topraklarımızda derin bir Osmanlı saray estetiği ve çok özgün Anadolu estetiği vardı. Bunu reddetmek saçma ve yanlış olur. Kütahya çinilerini ben mi bezedim, yörük halılarını ben mi dokudum, yaşmak oyalarını ben mi yaptım? 

Modernleşmenin şok etkisi kabul edilmelidir. İskandinavya çoraplarını yerel halk orlondan dokumaya başlayınca ne kadar çirkin ürünlerin ortaya çıktığı bilinir. Ama biz sanat eğitiminde Gestalt tedrisatından geçtik; soyut sanatı, Süprematistleri ve daha neler neler öğrendik, gördük, yaşadık. Evet, ülkemizin geniş kütleleri, geceleri turistlerin attığı paraları toplamak için Roma’da Nicola Salvi ve Gianlorenzo Bernini okulu tarafından tasarlanan Fontana di Trevi’ye dalış yapan fakir çocuklar kadar sanatla haşır neşir olamadı. Ama Mehmet Aksoy’un son derece etkili “kadın ve erkek” heykelinden, Batum’daki Tamara Kvesitadze tarafından yapılmış olağan dışı güzellikteki heykelden “ucube” diye söz eden bir medyamız var. Bu toplum nereden çıktı?

Resim 3. Ali ve Nino Heykeli, Tamara Kvesitadze, Batum (URL 3).

Azeri yazar Kurban Said’in 1937’de kaleme aldığı ünlü romanının başkarakterleri Azeri Ali ve Gürcü Prenses Nino’nun trajik aşk öyküsünden esinlenen Batum’daki 8 metrelik çelik heykeller her gün, akşam saat 19:00’da hareket etmeye başlıyor, iki figür tekrar ayrılmadan önce birbirlerini bir an için kucaklıyor ve ters yönde uzaklaşıyorlar. 10 dakika sonra ise bütün hareket son buluyor. Modern Sanat’ın mekanik masaüstü heykellerini gördüğümde çok gençtim. Çok ilgimi çekmişti ama bu sanat eseri kadar güzel düşünülmüş ve hesaplanmış olanını daha önce hiç görmemiştim. Ucubeymiş! Hangi “gusto” söylüyor?

Resim 4. Kadın ve Erkek, Mehmet Aksoy, Kars (URL 4).

Buna karşın kentlerin metonimik temsilini gülünç heykellerle temin eden ve bunları ortaya koyan sanatçıları alkışlayan/alkışlamayan bir medyamız var. Modernleşmesini türlü engellerle tamamlayamamış toplumumuzdan üstün bir zevk beklentimiz olmayabilir ama bu sanat eseri adına ortaya konmuş çalışmaları beğenmemiz de olanaklı değil doğrusu… Çıkarsanan anlam da hoş değil. “Biz karpuzuz” diyen bir kent olmamalı. Biliyorum; çok seçkin öğrencilerime zorluk çekerek anlatmaya çalıştığım bir konuyu halka anlatmaya kalkmam tuhaf! Ama şu kadarını söylemeye kendimi yetkili görüyorum: “Yapmayınız efendim. Çok çirkinler”.

Yaratıcı görünmek adına anlamsız formları bir araya getirmek çok naif, çocuksu bir estetik arayıştır. Başı sıkışınca tarihe sığınmak mütereddit ve korkak bir estetik arayıştır. Robert Venturi’nin Londra Ulusal Müzesi Sainsbury kanadı ek binasında ortaya koyduğu damıtılmış “postmodern”i çok takdir ederim. Oradaki tarz bir ihtiyaçtır. Klassis Otel öyküsünde şaşırtıcı ama keyifli olan, Ahmet Şefik Birkiye ve Selim Dalaman’ın Taksim Camii ve Saray-Kütüphane Külliyesi aşırı tekrarlardan oluşmuş sıkıcı formlardır. Tarih profesörü Reed şöyle demişti: “Nerede yıkılmakta olan bir uygarlık varsa bir yerinden bir kolon fışkırır.” Bilindik elemanların aşırı tekrarı mimari ürünü estetikten uzaklaştırır. Mario Botta kolonlarına bakmak lazım.

Kaynaklar

• Gadamer, Hans-Georg (1994) (1960) Truth and Method, elden geçirilmiş 2. baskı, New York, Continuum.
• Jannière, Hélène ve Paolo Scrivano (2020) ‘Public Debate and Public Opinion: Notes for a Research on Architectural Criticism’, Dossier Critique Architecturale et Débat Public,
Éditions de la Faculté d’Architecture La Cambre Horta de l’Université libre de Bruxelles, No.7, ss.18-29.
• URL 1. https://www.haberturk.com/yazarlar/sevilayyilman- 2383/3073316-o-ucube-heykeller-sadecediyarbakirda-mi-saniyorsunuz
• URL 2. https://www.omurokur.com/wp-content/gallery/ucube-heykeller/Mersin-Mut-Koylu-Guzeli-Heykeli.jpg
• URL 3. https://commons.wikimedia.org/wiki/File:%D0%91%D0%B0%D1%82%D1%83%D0%BC%D0%B8,_%D0%90%D0%B4%D0%B6%D0%B0%D1%80%D0%B8%D1%8F_-_panoramio_(30).jpg
• URL 4. https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/1/15/Monument_to_Humanity_by_Mehmet_Aksoy_in_Kars%2C_Turkey_%28cropped%29.jpg