“İstila” ve “Sessiz Döngü”
Erdem Barışık kağıt ve seramik üzerine yaptığı “İstila” başlıklı çalışmalarıyla, Selin Özer ise “Sessiz Döngü” isimli, her bir cam için farklı diyagramlar oluşturulmuş on parçalı yerleştirmesiyle Mamut’ta yer alıyor. Erdem Barışık ve Selin Özer ile eserleri, sanat pratikleri ve pandeminin sanat pratikleri üzerine etkisi hakkında konuştuk.
Eserleriniz, insanların inşa ettiği çarpık kentleşme silüetlerine benziyor. Tam olarak yansıtmak istediğiniz düşünce bu muydu?
Erdem Barışık: Bir bakıma evet. İnsanların doğaya saygı duymaksızın her yerine yapılar oluşturup mükemmelmiş gibi göstermesi ve doğanın sadece ona ait gibi davranması beni etkiledi. Bu etkiyle ilk başlarda küçük eskiz kağıtlarına karalamalar olarak yaptığım işler daha sonrasında daha fazla alana sahip olma isteğini uyandırdı. Bu istekler ilk başlarda akıcı ya da bir bütün halinde olmadı. Bu alana yoğunlaşıp bir bütün oluşturmaya ve mükemmelmiş gibi sunmaya çalıştım.
Çizimlerinizdeki binalar hayal ürünü mü yoksa var olan binaları mı yorumluyorsunuz?
Erdem Barışık: Tamamen duygusal ve gözlem gücüme dayanan kompozisyonlar aslında. O anki düşünce ve kafa yapımın bana sunduğu ve sadece yaparken kendimi böyle bir alanda nasıl hissederdim diye düşündüğüm ve o boğuculuk hissini aktarma çabamla oluşan yapılar. Bir değerleri olmayan yıkık, yığılmış ve oluşmuş hissini aktarmaya çalışarak yapıyorum. Bu hislerim tamamen karamsarmışım gibi gözükmesini istemediğim için de masif ahşap dokusu hissi verip nefes alacak yer yaratma çabası içinde oluşturuyorum. Şehirleşmenin büyük olduğu metropollerde en çok gördüğümüz şeyler binalar olduğu için yaptığım işler genelde binalar gibi oluşuyor.
“İstila” ismiyle birçok şey açıklıyorsunuz aslında ama biraz daha detaylı bahsedebilir misiniz? Neden bu ismi seçtiniz eserinize?
Erdem Barışık: Aslında İstila ismi farkında olmadan çıktı. Kâğıtlara eskizler alırken büyük gibi gelen kağıt daha sonraları daha küçük ve boş gibi gelmeye başladı. Benim boş gibi gelen kağıdın üzerinde onu tamamen doldurma isteğimin artması ve kağıda hakim olmam bende bu ismi verme isteğini uyandırdı.
Sanat pratiğiniz hep bu yönde miydi? Yıllar içindeki pratiğinizi nasıl tanımlarsınız?
Erdem Barışık: İlk başlarda sadece çizim yapmayı seven biri olarak ilerlerken sonraları kağıdı doldurup bir bütünlük yaratmayı sevmeye başladım. Üniversitede okuduğum bölümün de etkisiyle küçük ama kağıt üzerinde etkisinin büyük olduğunu düşündüğüm kompozisyonlar oluşturdum ve bu alanda ilerledim. Şimdiyse kağıdı olduğundan fazla doldurmaya ve bir bütünlük oluşturmaya, bu bütünlüğün içinde etkileyici ama bir o kadar da yorucu hissettirecek kompozisyonlar oluşturmaya çalışıyorum.
Pandemi koşulları günlük yaşantımızı etkilediği gibi aynı zamanda profesyonel hayatlarımızı, çalışma koşullarımızı da değiştirmeye zorladı. Bütün bu değişimlerin sanat pratiğinizi ve bu alandaki kariyerinizi nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Erdem Barışık: Herkesin aksine beni heyecanlandıran bir dönem. Yaşam şartlarını zorlaştırıyor ve nasıl bir önlem alınması gerektiğini bilmediğimizi gösteriyor. Ama az ve hızlı olan insan yaşamında bu dönemi yaşadım diyebileceğimiz bir dönem. Şu anda gözlem yapıp hayatımıza nasıl etkilerinin olacağını görmek beni heyecanlandıran kısmı. Geçmiş dönemlerde de hastalıklar vardı ve o dönemlerde şimdiki olduğu gibi insanlar yaşamaya ve hastalığı atlatmaya çalıştı, boş durmadılar. Bilim insanları araştırmalarını yapıp ilaçlar ürettiler. Tarihçiler o dönemi yazılarla tarihe döktüler. Biz resim yapmayı seven ve anlatmayı seven insanlarda o dönemi ve insan psikolojilerini anlatmak için boyalarını tuvale yansıttılar. Biz de şu anda boş durmadan yaşadığımız ve yaşayacağımız şeyleri anlatmak zorundayız. İnsanlar anlatmak durumunda, en iyi yaptığımız şeyin bu olduğu düşüncesi içindeyim. Benim kariyerimi olumlu yönde etkileyeceğini düşünüyorum. Çünkü kısıtlamalardan yararlanarak eve kapandığımız dönemde kitap okuyorum, müzik dinliyorum ve çizim yapmaya devam ediyorum. Bunun benim hayatımda olumlu etkisi olacağını umut ediyorum ve olduğunu da görüyorum.
Biraz sanat pratiğinizden bahseder misiniz? Tekstil ve moda üzerine eğitim aldınız ancak sanat üretiminizde çok daha farklı malzemelerle çalışıyorsunuz. Cam ve kum gibi malzemelerle çalışma yolculuğunuz nasıl başladı?
Selin Özer: Belirli bir akım veya malzeme üzerinden ilerlemek yerine farklı malzemeler ve sanat anlayışlarına ilişkin denemeler yapmayı tercih ediyorum. Heykelin veya yerleştirmenin içeriği ile ilgili fikirleri düşünürken malzemenin özelliklerinden ve biçim dilinden faydalanıyorum. O dönem içerisinde merak ettiğim, ilgilendiğim meselelere ilişkin yaptığım okumalar ve araştırmalar kurguyu belirlememi sağlıyor. Tekstil ve moda tasarımı bölümünde eğitim aldığım süre içerisinde, iç içe olmasına rağmen sanat ve tasarım kavramlarının üretim sürecini biçimlendiren etkenlerin benim pratiğim açısından sınırlayıcı olduğunu düşünerek heykel bölümünde eğitim almaya karar verdim. Plastik sanatlar yorum, yöntem ve malzeme anlamında, özellikle içinde bulunduğumuz çağda sanatçıya daha özgür bir alan sağlıyor. Cama yaklaşımım sanırım bu doğrultuda şekillendi. Aslında zihnimde beliren – akış halindeki- bir sarkıt formu bu süreci başlattı. Camın katı – akışkan yapısından yararlanarak deneysel bir yöntem izledim. İlk kez deneyimlediğim bir malzeme ve teknik olduğu için epey heyecanlı ve dinamik bir süreçti.
Cam, kırılgan ve sert; kum, yumuşak ve dağınık… Eserinizde kullandığınız bu malzemeler birbirini nasıl tamamlıyor sizce?
Selin Özer: Aslında iki malzemenin de fiziksel yapısı ve hissiyatı birbirinin zıttı olmasına rağmen kum camın maddesi; cam da kumun formunu oluşturuyor . Bu ikilik durumu (dualite) tek bir alana yada konuya ilişkin değil, yaşamın bütününü kapsıyor. Bu bağlamda cam ve kumun, uzay – zamansal devamlılıkta, görünüş (deneyim) ve gerçeklik (öz) arasındaki farkı, ilişkiyi yansıttığını düşünüyorum.
Sergilenecek eserinizin ismi “Sessiz Döngü”, ne anlatmak istediniz bu isimle?
Selin Özer: Zaman kavramı, düşüncesi üzerinden bu isme karar verdim. Zaman gördüğümüz, dokunduğumuz ya da tattığımız, hissedilebilir bir şey değil. Üretim sürecimi ve enstalasyonun kurgusunu belirleyen ‘’oluş’’, ‘’akış’’ , ‘’değişim’’ gibi kavramları yansıttığını düşünüyorum.
Pandemi koşulları günlük yaşantımızı etkilediği gibi aynı zamanda profesyonel hayatlarımızı, çalışma koşullarımızı da değiştirmeye zorladı. Bütün bu değişimlerin sanat pratiğinizi ve bu alandaki kariyerinizi nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Selin Özer: Hala belirsizliklerle dolu bir sürecin içindeyiz. Herkes gibi benim de hareket alanım ve seçeneklerim sınırlandı. Her durumda olduğu gibi bu durumunda benim için eksileri ve artıları oldu. Planladığım projeleri teknik yetersizliklerden dolayı erteledim. Bu, aslında negatif bir durum gibi gözükse de bana farklı imkanlar sundu. Malzeme seçimim ve yaklaşımım bu sınırlar doğrultusunda farklı bir noktaya ilerledi. Üretim halini sürdürebiliyor olmam bu süreçteki en önemli motivasyon kaynağımdı.
Sanat tarihine baktığımızda, savaşların, salgınların ve devrimlerin üretimi nasıl çeşitlendirdiğini ve zenginleştirdiğini görüyoruz. Bu doğrultuda benim pratiğimin de kendi doğasında şekilleneceğini düşünüyorum.