Çağdaş İnsan Varlığı ve Yaratma Edimi
Nafi Çil*
İnsan niçin sanatın, felsefenin varlık alanında bilgili ve birikimli insan olmakla yetinmez; yaratma edimi içinde eserler vermek ister?
İnsanın temel isteği yaşamını sürdürmek olmasına karşın, insan reel alanda, yaşamın eş anlamı olan bütünselliğini ve birliğini gerçekleştiremez. Bu onun dramı, ikilemi ve de kurtuluş yoludur. Birçok olumsuzluk etmeni bütünselleşmeyi engeller, yaşamın biyolojik saatle sınırlı olması olgusu insanı “ölüme” ve “yokluğa” yenik düşürür. Ama, canlı varlıklar içinde yalnızca insan varlığıdır ki bu yazgıya direnir; reel alandaki yenilgiye teslim olmaz. Yaratma edimi yoluyla karşı durur. Hocam Süleyman Velioğlu’nun dolayısıyla bizim Akatünvel sanat topluluğunun benimsediği, sahiplendiği “çağdaş insan varlığı kuramına” göre çağdaş insan, bütünselleşme olanağını, irreel-ideal alanda yaratma edimiyle gerçekleştirendir ve çağdaşlık “şimdi ve buradaki” evrensel “oluşa” bütünlüğünü kurmak ereğiyle katılmak bilincidir.
Yaşam, varlığın ölüme, yokluğa karşı direnişlerinin tümüdür. Bu açıdan bakıldığında birlik ve bütünlük ile ölüm ve yokluk karşı karşıya gelir. Burada bir kesit noktasında “varoluşçu” düşüncelerle karşılaşıyoruz.
S. Kierkegaard, M. Heidegger ve K. Jaspers insanın ancak ölümle karşı karşıya geldiği vakit kendisine döndüğünü, kendi bireysel varoluşuna döndüğünü ileri sürerler. “Momento Mori” (Dikkat ölüm!) M. Heidegger’de var oluşu hatırlatır. Ölüm düşüncesi insanı “hakiki varoluşa”, bireyselliğe ve özgürlüğe götürür. “Existentializim” felsefesindeki bireysellik içinde varoluş anlayışı, hakiki varoluş kavramı ile ontolojideki birlik bütünlük kavramı, ölüm kavramı karşısında yan yanadır. İnsanda bireysellik, ölüm karşısında varoluş ve bütünlük kavramlarına bağlı bir anlam olarak insanın “hakiki varoluşunu” gerçekleştirmesi, yaratma edimi ile olasıdır.
Yaratma Edimi
Yaratma edimi irreal-ideal alanda biçim kazanmış bir uyumlu bireşim meydana getirme, bir bireşim kurma etkinliğidir.
İnsan, “meydana getirme”, “kurma” etkinliği yoluyladır ki hem kendi sınırlarını ve hem de evrenin boyutlarını aşar; böylece doğasal zorunluluklar karşısında bir “özgürlük” ve biyolojik kapalılık karşısında bir “açılış” olarak tanımlanma olanağını kazanır; evrenin değerlerini çoğaltır ve büyütür.
Bir defaya özgü ve yinelenemez olan her yaratma ediminde, birey olarak insan evrendeki konumunun biricikliğini ve “burada ve şimdi”nin koşulları bağlamında “hakiki varoluşunu” ele geçirir.
“Estetik” kuramına göre, insan duygu ve izlenimlerini dışlaştırma ve biçimlendirme etkinliği en yetkin haline sanat yapıtlarında kavuşur. B. Croce, ifade etme ile sanat olgusunu aynılaştırır.
Sanat, insana canlı biçimlerin dünyasını açar; bunu “estetik dünya” kurarak başarır, dünyayı güzelleştirir. Güzellik tek bir değer değildir, bir değerler örgüsüdür ve uyumdur. Uyum matematiksel bir şeydir. Uyum yalnızca düşünceye özgü bir şey değil aynı zamanda duyguya yönelen haz veren güzellikle bir arada olan bir duygu kaynağıdır.
Yaratma Süreci
Yaratma edimi bir değil birçok süreci içerir. Yaratma ediminin bilinç dışındaki ilk etkisi şiddetli bir duygulanımla, bir aşkla yaşanır. Yaratılan yapıt homeostatik değişimlere koşut olarak, her an değişen süreçlerden geçer; “burada ve şimdi”nin koşullarında yıkılan ve yapılan.
Yaratma etkinliğinin habercisi esindir. Esin, yaratma ediminin ne başı, ne sonudur. Esinin nedeni “kendiliğindenliktir”. Kimi yaratıcılarda kendiliğindenlik kolay, kimilerinde zor oluşur.
Duygu, düşünce ve tasarımların birbirlerine bağlanması, bütünleşmesi “çağrışımlarla” sağlanır. Bu aşamada zengin bir kişilik yapısına, hayal gücüne, yoğun bir iç yaşantıya, her türlü duyarlılığa, düşünceye ve güçlü bir istence gereksinim vardır.
Evrensel değerlere ilişkin özgün yaratma gereçleri yapı taşlarıdır. Bir ana coşkunun çevresinde toplanan düşünceler disiplin içinde belli bir yönelim kazanırlar. Bu aşamada “yargılama” yetisinin denetimi altında, sürekli bir dikkat ve sağlam bir istençle “arıtma” ve “yoğunlaştırma” işlemleri başlar. En azla, en büyük sonucu ve en çok varlığı ele geçirme kaygısıyla, taslağın oluştuğu bu süreçte “bilinçli” bir çalışma gereklidir. Düşler ve rastlantılar bile bilinçli olarak değerlendirilir.
Yaratma ediminde, inorganik olanla tinsel olan, reel olanla irreel olan, akılsal olanla duygusal olan, bilinçli olanla bilinç dışı olan, arkaik ve geleneksel olanla çağdaş olan, evrensel olanla bireysel olan uyumlu birliğe ve bütünlüğe ulaşır.
Estetik Değer
Estetiğin bağımsız bir araştırma alanı olması Husserel’in “fenomenoloji”siyle başlar; böylece felsefe, ideolojik, metafizik felsefelerden kurtularak “görüngünün” (fenomenin) doğrudan doğruya kendini gösterenin, verilmiş olanın, betimlenmesinde var olur. Başka bir deyimle felsefe, “şeylere”, var olana dönmeli düşüncesi ile Nicolai Hartmann’ın “yeni ontolojisi” felsefeyi metafizik saplantılardan kurtarır.
Sanat Ontolojisi
İnsan bilgisi daima gelişmekte ve ilerlemekte. Sanat ontolojisine göre sanat ise bunu, yeni biçimler, yeni estetik dünya yaratarak oluşturmakta. Bir sanat yapıtının anlaşılması, onun hoşa gitmesi mi demektir? Kuşkusuz hayır. Bir sanat yapıtını anlamada bu bir ölçü değildir. Çünkü hoşa gitme, alt basamak üzerinde bulunan bir değer duygusudur. Bu basamaktaki değer duygusu sanatı anlamak için yeterli değildir. Sanat ancak onda anlatılmak isteneni kavramakla anlaşılabilir; bu da yüksek bir basamak üzerinde bulunan bir değer duygusunu gerektirir. Sanatı anlamak için, bir dehaya (değerlendirme yeteneğine) sahip olmak gerekir. Ancak bu durumda insan “bireysel süje” ile ilgili “bilgi-sferi”nin dışına çıkarak sanatı anlayabilir.
Baştan beri yüksek değerlere kapalı olan ve her şeyi araç değerler bakımında anlamaya çalışan bir insan için sanatın ve yaşamın değerlerinin anlaşılması ve de keşfi ve bilinmesi olası değildir. Örneğin; çekici olan, hoş olan değerler araç değerlerdir. Asil olan, güzel olan; tek bir değer değil, bir değerler örgüsüdür; bu nedenle de yüksek değerlerdir.
Sanatta, sanatçı, süje ile obje arasında bağ kuran aktlarda, görme, özel bir seziş ve yaratma gibi aktlar ağırlık kazanırlar. Sanat alanında kavranılan somut olan bir bireyselliktir. Bilimin kavradığı ise, bireyselin karşıtı olan genel ve tipik olandır.
Sanat, tek olan, bir eşi olmayan bir şeyi, “individual” (bireysel) olan bir şeyi dile getirir; onu bütün tekliği ile kavramaya çalışır. Bu kavranılan şey, yanlışlık ve doğruluğa karşı kayıtsızdır. Ancak kendi objesinin derinliği ile varlık özünü kavrayan yapıt, sanat yapıtı olma değerini taşır. Her çağın kendisine özgü bir sanatı vardır.
Nietzsche’nin söylediği gibi, bilim bir şeyi bilgi haline getirdikten, bir problemi çözdükten sonra artık onun üzerinde durmaz; o, herkes için aynı olan bir bilgi niteliği kazanmıştır. Oysa sanatçı ve nesnesi arasındaki bağ kişiden kişiye değişiklik gösterir. Sanat eseri burada herkes tarafından, her çağda yeni baştan ele alınır. Bu her çağda yeni bir ilişkinin temeli ve eserin ölümsüzlüğünün göstergesidir.
Felsefe ile gerçekleşen düşünce, bilinçlenmenin tarihidir. Yaratma edimi içinde felsefe ve sanat kişiseldir. Sanatçı kendini ifade etme ile duyguları, düşünceleri ve izlenimlerini estetik bir dünya içinde nesnelleştirir, onlara biçim verir biçim aracılığıyla kimliğin karanlık ülkesinden çıkarak “tin”in aydınlığına ulaşır.
Felsefenin Görevi
Varoluşçu Filozof K. Jaspers’e göre “İç özü en yüksek kişiliğe eriştirmek, felsefenin görevidir. Kaynaklardan gelip, boyuna yeni atılımlara giden felsefedir. İnsanın saygınlığı, değeri de ahlaklılıkta bulunur. Ancak ahlaksal eylemde bulunma olanağı, yüksek değerler ile insana, insan olabileceğini gösterir.
Felsefenin kültür alanlarıyla, bilimle, sanatla, dinle bağlantısı nedir?
İlkin felsefe tek tek bilimlerin bir toplamı değildir. Bilimler nesneldir. Felsefe kişiseldir. Bilim, bilgiyi erk olarak koyar; felsefe ise bilinebilir olanı aşar. Bilim temsil edilebilir olan genel akla yönelir; felsefe ise, temsil edilemez olan tek kişiye, yeni sonuçlara götürmek üzere her doğruluk koruncağını kırar. Felsefe kültürün öteki biçimleri olan sanat ve dinden de ayrılır; arasında uçurum vardır. Sanat, gerçi felsefenin yapamayacağı bir şeyi gerçekleştirir. Bunu bir ikinci dünya, yani estetik dünya kurarak başarır. Sanat, insanların katlanabilmeleri için nesnel dünyayı güzelleştirir; felsefe ise tam tersine, insanları nesnelerden ayırıp, kendi öz varoluşlarına götürür. Felsefe dinle de savaşıma girmek zorundadır. Din tarihsel bir açıklamaya (vahiy) dayanır. Felsefe ise üstün tutulan bir tarihsel olay tanımaz. Din, inanca bağlılığı gösterir; felsefe ise bağlayıcı bir düşünce tanımaz, bireyin koşulsuz özgürlüğünü ister. Din bu dünyayı horlar, felsefe ise bu dünya ile ilgili yaşam ve insan sevgisini ister.”
Sonuç – Yaratma Etkinliği
İnsan, bir yandan bireyselliğine özgü olanı nesnelleştirirken, öte yandan evrensel, insansal özü de nesnelleştiriyorsa ve bireyselliğinin dışavurumunu ortaya koyarken, aynı zamanda, tüm insansal yaşamın dışavurumunu da gerçekleştiriyorsa ancak o zaman bireysel ve birey üstü düzeyde, insan hakiki varoluşunu gerçekleştirme ve kendini kabul ettirme olanağını kazanmış olur.
Not: Nafi Çil’in sanat ontolojisi temelinde sanat felsefesi ve eserlerinin bulunduğu yeni kitabı: Mimarlık, Plastik Sanatlar, Yaratıcı Süreç, YEM Yayınevi, İstanbul 2019.
*Nafi Çil, Sanatçı, Mimar, Teorisyen, Yazar