Bir Sürdürülebilirlik Öyküsü

Şengül Öymen Gür, Prof. Dr

Kapitalizm kendi içinde ahlaksızdır ama belli kuralları vardır. 24 Ocak kararnamesi, 43. Türkiye Hükümeti (Özal Dönemi) tarafından 24 Ocak 1980 tarihinde ekonomik literatüre geçen ve çeşitli yapısal dönüşümleri içeren bir programdır. Bir gecede ithal ikame yasasının ortadan kalktığı ve ithalatın serbest bırakıldığı kara gündür. Bir gün önce bir üretim girişimciliğine imza bırakan kardeşimin ertesi gün battığı gündür. Ülkenin bu gününün temellerini araştıran kişilerin bir kısmı burada çok partili sisteme geçişi, köy okullarının kapatılmasını, “tekke ve zaviyelerin” yeniden açılmasını vb. sayabilirler ama kanımca kapitalizmin küreselleşme ile azdığı, dünyanın Neo Kapitalist döneme girdiği yıllarda gelişmekte olan bir ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük budur. Son 22 yıl bu durumun en kötü evresidir. Aslan Asker Şvayk’ın dediği gibi: “İnsan bir kez acıkmaya görsün değerlerini yer.” Ülkemizde de değerlerini yedi azgın kapitalistler. 

Bu değerlerden birisi ülkemizi ilgilendirmekten öte tüm planetimizi ilgilendiriyordu. Burada doğal güneş enerjisinden söz edeceğim. Olumlu girişimlerin nasıl da önünün kesildiğini üzülerek anlatacağım. Bunu yaparken eski ve çok değerli doktora öğrencim Dr. Fikret Okutucu’ya dayanacağım.

Fikret, Berlin Teknik üniversitesindeki ikinci mimarlık eğitimi sırasında ağırlıklı olarak iklim duyarlı ve enerji etkin mimarlık ile ilgili dersleri seçti, Berlin Teknik Üniversitesi Güneş Evi’nde 1983 Ocak ayı gece ölçümlerinin kayıtlarını yaptı, “İklim Duyarlı ve Enerji Etkin Çocuk Yuvası” adlı yüksek lisans tezini Prof. Dr. K. Weller yürütücülüğünde tamamladı. Montage Technik GmbH Mimarlık bürosunda dört yıl yarı zamanlı olarak çalıştı. 1985 Kasım’ında İzmir’e döndü. 1986 – 1989 yılları arasında serbest mimarlık yaptı. Pasif sistem ile ısıtılan Murat Reis Kültür Merkezini projelendirdi ve inşaatını denetledi. Bu arada  “Pasif Sistemle  Isıtılan Binalarda Boyutlar Maliyet ve Optimizasyon” başlıklı doktorasını Prof. Dr. Şengül Öymen Gür yürütücülüğünde tamamladı.

2004 – 2009 yılları arasında Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Enstitüsü’nde Dr. Öğretim üyesi olarak çalıştı. 2005 – 2010 yılları arasında İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde “Deprem Güvenli  Bina Tasarımı ve Enerji Etkin Bina Tasarımı” dersleri verdi. 2014  yılından beri Toros Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi’nde “Enerji Etkin Bina Tasarımı ve Deprem Güvenli Bina Tasarımı” dersleri vermektedir.

İzmir’de çalışmalarını sürdürürken Mimarlar Odası organizasyonu ile 26 şube ve temsilcilikte “Pasif Sistem ile Isıtılan Binalar ve Enerji Etkin Mimarlık” konulu eğitim seminerleri verdi. Türkiye’nin Pasif sistem ile ısıtılan ilk sivil konutu olan Güzelbahçe Güneş Evi’ni 1995 yılında projelendirdi ve inşa etti. Dönemin enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’na Güzelbahçe Güneş Evi’nin iki yıllık ölçüm sonuçlarını ve performansını iki saatlik bir sohbet ile anlattı. Üstün başarısına karşın bu ev ülkemiz mimarları arasında rağbet görmedi. Sanırım en önemli nedeni mimarların ‘bir şeyler daha öğrenmesini’ gerektiriyor olmasıydı. Bu fikir benimsenseydi bu gün doğalgaz fiyatlarından yakınıyor olmayacaktık.

Resim 1. Güzelbahçe Güneş Evi, 1995, Dr. Fikret Okutucu.

Resim 1. Güzelbahçe Güneş Evi, 1995, Dr. Fikret Okutucu.

Bu sağlam ve dayanıklı uygulamaların hükümetler düzeyinde benimsenmemesinde diğer bir etken Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Enstitüsü Binası olabilir. Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Enstitüsü Binası Prof. Dr. Gürbüz Atagündüz tarafından bir DPT projesi olarak 1985 yılında tamamlanmıştır. O yıllarda Kenan Evren Cumhurbaşkanı, İhsan Doğramacı YÖK Başkanı, Gürbüz Atagündüz’ün kardeşi yüksek askeri bir makamdadır. Atagündüz’ün, kardeşi ve Evren Paşa üzerinden bu binaya destek aldığı söylenir.

Binanın tam güneye bakan 60 metre uzunluğunda ve 12 metre yüksekliğinde cam bir cephesi vardır. Binada kış gecelerinde cam yüzeylerden içeriden dışarıya doğru olan ısı kayıplarını önleyecek yapısal önlem alınmamıştır. Oysa cam yüzeylerin iç mekan taraflarına hareketli, ısı yalıtımlı ray dolap kapağı gibi sürme kapaklar konulabilir, kış geceleri kapatılabilirdi. Devlet parası ile yapılmış bu binadan sonra güneş enerjisinden yararlanmayı amaçlayan resmi veya sivil tüm binalarda aynı vahim hata tekrarlanmıştır Büyük olasılıkla hoca akademik bilgisini çok güvenilir buluyordu. Akademik bilgi uygulamada sınanmadıkça uygulamalı bilimlerde bir anlam ifade etmez. Akademik bilgi ne yazık ki her an gerçek ortamda sınanması gereken, küçük ölçekte denenmesi gereken bir olgudur! Kendi evini kendi yapan kırsal kesimden birisi büyük olasılıkla böyle bir hata yapmazdı. Anılan bina doğal olarak bir faz farkı yaşadı: kışın soğudu, yazın yandı. 

Atagündüz raporunda da kitabında da tam tersini yazdı. 1987 yılı güneşli bir kış günü Evren ve Doğramacı Enstitüyü ziyarete geldiler. Atagündüz brifinginde binanın performansını gerçekleşmiş olanın tam tersi olarak anlattı. Ama olgu gözler önündeydi ve ortam cidden soğuktu! “Kaçın kurası” olan Evren’e uğurlama esnasında, tam makam arabasına binerken Atagündüz “Yardımlarınızı bekliyoruz Paşam” dedi, Evren de “Havanı alırsın,” dedi (Bkz. Sözlü tarih arşivim). Devlet böylece bir anlamda haklı olarak enerji etkin bina, pasif enerjili bina, güneş enerjisi ile ısıtılan bina kavramlarına desteğini kesti. Hala da ödenek ayırmıyor. 

Bunun çok önemli Post Kapitalist bir nedeni var. Onu da açıklamadan edemeyeceğim.

İşe bakın ki o tarihten bir süre sonra bir enerji anlaşması yapılıyordu. Bilal Çetin, Songül Selvi bildirmiştir ki: “Rusya’dan alınan doğalgazın fiyatının 3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde indirildiği ortaya çıktı. Bülent Ecevit’in başkanlığında kurulan DSP ANAP ve MHP’nin içinde yer aldığı ANASOL-Milli Koalisyon hükümeti döneminde ANAP lideri Mesut Yılmaz Başbakan Yardımcısı, Zeki Çakan ise Enerji Bakanı olarak görev almıştı. Enerjinin iç alımının koalisyonun ANAP kanadında kaldığı dönemde Rusya’dan alınan gazın fiyatının ve ‘al ya da öde’ yükümlülüğünün azaltıldığı, 2002 yılındaki seçimlerin hemen öncesinde yapılan bu anlaşmada 2005’te hem fiyatın yükseltileceği hem de “’al ya da öde” yükümlülüğünün artırılacağına dair anlaşma yapıldığı belirlendi.” 

…….

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Hilmi Güler (2002-2009) tarafından milletvekillerine gönderilen “’Mavi Akım” ile ilgili raporda bu anlaşma açıklandı. Güler raporda şunları söyledi: “3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde, 2005 yılında tekrar yükseltilerek uygulanmak üzere, hem fiyatlar hem de “al ya da öde”’ yükümlülükleri siyasi çıkar hesapları yüzünden geçici olarak düşürülmüştür. Hükümetimizin Kasım 2003’te yaptığı düzenlemelerle fiyatın hem yeniden yükselmesini önlenmiş, hem de daha aşağıya indirilmesi sağlanmıştır. Varılan mutabakatla, fiyat formülü, olması lazım gelen şekli almış, asgari alım taahhüdünde sağlanan indirimlerle de Hazine karı (!) oluşturulmuştur.”

……

Bu tuhaf durum sonradan Mesut Yılmaz aleyhine, “bir seçim propagandası” ya da kimi zaman “bir suistimal” olarak hep öne sürüldü. Güler’in raporunda abartılan küçük bir kazanımlar gazetelere manşet oldu! Enerjinin dışardan temini ise ne yazık ki, o gün bu gün ülkemizde hep karışık, çelişkili ve şimdilerde artık akıl almaz bir süreç oldu. Kullanıcıdan talep edilen %70 civarındaki vergi doğalgazı hükümetin bir tür ticari malı haline getirdi. Öyle olunca da siyasi kararlar doğal gazın ithalinden yana alınır oldu. Doğal gazın dışardan temininin yapay zorunluluğuna bir de ülkemizdeki bozulmuşluk, kokuşmuşluk eklenince enerji dar boğazına girildi.

Coğrafyamızın bize sunduğu kaynakları ulus sevgisi ile besleyip değerlendirmedikçe, öğrenip öğretmedikçe enerji ve akıl oyunlarının kurbanı olmamız kaçınılmazdır. Doğal enerji konusunda bilgilenmeli, bunları uygulamalı ve uygulamalardan öğrenmeliyiz. 

Tabii önce buna uygun bir ortam yaratmalıyız!