Arenalaşma
Prof. Dr. İhsan Bilgin
Futbol, 1960’larda, siyasi iktidar destekli bir proje olarak üç büyük kent, İstanbul, Ankara, İzmir’in, semt ve kurum takımları arası bir aktivite olmaktan çıkıp Anadolu’ya yayılmıştı. Anadolu kentlerinin mahalli liglerde oynayan takımları birleşerek bir kent takımı oluşturup sırayla milli lige katılmışlar, Cumhuriyet’in kuruluşundan elli yıl sonra ulusal birliği pekiştiren popüler bir ortak ilgiyi ayakta tutan odaklara dönüşmüşlerdi. Trabzon’un 1970’lerdeki şampiyonlukları, yeni takımlara öz güven aşısı olduğu kadar, projenin tuttuğunun da işaretiydi.
1980’lerin dijital donanımlı renkli tv atağı, çoğu alan gibi futbolda da bir sıçrama anlamına geldi. Maçlar artık radyodan dinlenmek yerine evden seyredilebiliyordu. 1990/2000 dönümünde GS ve milli takımın uluslararası başarıları, profesyonelleşmesini sektörleşerek pekiştirmiş futbolun yeni bir özgüven tazelemesiydi. Sadece kentler değil, artık Anadolu’nun ilçe ve kasabaları da bu yarışa en üst seviyeden katılabildi. O kadar ki Karabük 1970’lerde hala demir-çelik fabrikası çevresinde gelişmiş, içinden arabayla boydan boya 10-15 dakikada geçilebilen, neredeyse fabrika kampüsü bir yerleşmeyken on binlerle seyirci barındıran stadıyla süper ligde takımı olan bir kent haline geldi. Diğerlerinin de benzeri hikayeleri olsa gerek.
O rüzgârların da orta vadeli etkisiyle son dönemde uluslararası büyük turnuvaların ev sahipliğine aday olundu. O aralıkta dünyadaki futbol aktivitesinde de önemli değişiklikler olup stadyumların programlarıyla birlikte fiziki bünyeleri de yenilenmişti.
Kokoreçten Burgere
Yeni stadyumların önce programları: On binlerle ölçülen bir kitleyi bir araya getirmişken onlara maç seyrettirip dağıtmak yerine, stadyumu, başta tüketim, kamusal aktivitelerle bir arada tutacak işlevlerle donatarak kentin yeni bir kamusal merkezine dönüştürme projesi diye özetlenebilecek bu yenilenme “arena” adlı yeni statlarla kendini gösterdi. Arena’nın ardına eklenebilen “park” sözcüğü de stadyum bünyesine sıkışmayıp çevresinde saçaklanan yapılaşmanın adıydı. Böylelikle stadyumlar artık Ortaçağ külliyesi camileri ile Cumhuriyet’in hükümet konaklarından sonra kentlerin yeni anıtlarına dönüştüler.
Betondan Membrana
Statlara ve mimarilerine gelirsek; zemine oturan bölümleri ile bodrumları, çarşı, otopark vs. kentsel işlevlerle donanırken üstleri ile içe bakan yanları tribün olarak korunmalı kapalı alanlar haline geldi. Yanı sıra, çatıları beton ayaklar üzerindeki beton plaklar olmaktan çıkıp metal konstrüksiyona germe membran örtüler oldu. 1972’de Münih Olimpiyat ile en baştan, en yetkin örneğiyle başlayan bu eğilim, sonunda o konstrüksiyonun bütün kütleyi sarmalayıp paketleyerek yekpare bünyeye dönüştürmesine kadar evrildi.
Seyirciden Taraftara
Futboldaki gelişmelerin paralelinde arena tipi stadyumlar olarak kentlerimizin eski statlarının yerini alıp dijital aydınlatma ve görüntüleme imkânlarıyla da donanabilen bu yekpare, şişkin gövdelerin alternatifleri olarak neler denenmiştir? Hakimi olduğum konu değil, ama bizim master programı Murat Tabanlıoğlu atölyesinde GS Aslantepe programı çalışılırken atölyede GS formasıyla bulunan Mert Velipaşaoğlu, futbola sosyalleşme kapasitesiyle de yeni soluk getirecek bir mimari çözüm üretmişti. Kazılan derin bir çukurun dibindeki oyun alanı zemininin yamaçları tribün olurken çukuru saran yeryüzü kotundaki tribün sırtı alan, taraftarların maç sırasında birikip rekreatif etkinlik içindeyken aşağıdaki maça da eşlik edebilecekleri bir park alanı olarak biçimleniyordu. Böylece maç sonucunu evlerde tecrit halde bekleyip sokağa dökülmek yerine baştan olay mahallinde birikilerek beklemek mümkün kılınıyordu.
Bir Hatıra
Talihsiz bir rüzgâr hesabı hatasının atıl bıraktığı İstanbul Olimpiyat Stadı’nın da havalanmanın eşiğindeki uçan örtüleri ve çatıdan basamaklara katlanarak inen yekpare beton kademelerin şekillendirdiği sapasağlam mimarisiyle; sadece beton statların değil, icadından yüz küsur yıl sonra betonarmenin plastisite imkânlarının da görkemli hatırası olarak İstanbul çevresindeki yerini aldığını hatırlatarak bitireyim.