Alem-i Mülk
Anna Laudel, kullandığı farklı malzemeler ile geleneksel heykel sanatının sınırlarını zorlayan heykeltıraş Bilal Hakan Karakaya’nın “Alem-i Mülk” başlıklı kişisel sergisine, İstanbul’daki galerisinde ev sahipliği yapıyor.
Bilal Hakan Karakaya’nın yakın dönem ve yeni eserlerini içeren “Alem-i Mülk” başlıklı kişisel sergisi, 30 Ocak 2020 – 8 Mart 2020 tarihleri arasında Anna Laudel’de görülebilir.
Reçine, endüstriyel – doğal atık gibi farklı malzemelerden ve tekniklerden oluşan heykel ve kağıt çizimleri ile tanınan Karakaya, eserlerinde modern yaşamın kaosunda, kentin içerisinde sıkışmış bireylerin izlenimlerini yansıtıyor. Sanatçı, sembolik esasa dayanan bir yaklaşımla ürettiği eserlerinde, günlük yaşamın karmaşık yapısını ortadan kaldırarak, onu tekrardan
yorumluyor. Karakaya’nın figürleri, kapitalist dünyanın ağırlığıyla ezilen insanın “yabancılaşması”nı yansıtırken, heykellerinde yaşamın gerçekliğinden besleniyor ve geçmiş ve bugün ile ilişki kuruyor.
Eserlerinde, malzemenin kullanım şeklini değiştirerek yeniden üretim sürecine dahil eden Karakaya’nın malzemeyle kurduğu bu ilişki sanat pratiğini belirleyen temel özelliklerden birini oluşturuyor. Üretim sürecinde malzemeyle arasına mesafe koymamak adına eldiven gibi heykelin doğasına aykırı her türlü koruyucu malzemeyi kullanmayı reddeden sanatçı, heykelle doğrudan temas kurmayı tercih ediyor.
İşlerinde genel bir yükselme hali olan sanatçının daha önce sergilenmemiş yeni eserleri ve yakın dönem üretimleri, “Alem-i Mülk” sergisinde üç katlı galeri mekanın dikeyliği ile paralellik gösteriyor.
Her katta farklı bir hikayenin yer aldığı sergi, Dante’nin İlahi Komedya’sındaki gibi sırasıyla Cehennem, Araf ve Cennet ile izleyicinin deneyimine açılıyor. Sergide Karakaya, heykelin alışılagelmiş statik yapısını ters yüz ediyor ve yükselme eğilimini tersine uyguluyor; bu şekilde, yükseldikçe incelmesi gereken yapılar, giderek kalınlaşıp ve genişliyor.
Sanatçı, sergideki katlar arasında yarattığı ölüm-yaşam, mekan-zaman gibi karşıtlıklarla izleyiciye farklı bakış açıları ile yeni fikirler üretmelerini sağlıyor. Katlar arasındaki karşıtlıklar, aynı katta yer alan işler arasında da görülebiliyor. İlk katta ölümün korkulu yanını gösterirken, üçüncü katta yer alan Aşı serisi, hastalığa ve ölüme yaşam veriyor. Aşı serisinin yer aldığı katta çizim, rahle gibi işler de yer alıyor.
İkinci katın kurgulanışında, kadim metinlere ve mitolojiye referanslar içeren eserler karşımıza çıkıyor. Mısır Tanrısı Osiris heykeli, Adem ve Havva yerleştirmesi bunlardan bazılarıdır. Tarımın, verimliliğin ve ölümün de tanrısı olan Osiris eserinde Karakaya, kardeşi tarafından uğradığı ihanet sonucu öldürülmesinden sonra, tekrar canlanarak kendini Nil Nehri’nin ortasında bir tabut içerisinde bulmasını ve ağaç tarafından tabutun soğurma hikayesini, heykelin gövdesine yerleştirdiği çiçek motifleriyle canlandırıyor. Galeri mekanında karanlık bir odada sergilenen Adem ve Havva yerleştirmesi ise yaratılış hikayesine tanıklık sürecini temsil ediyor. Ancak, Adem ve Havva’nın bilinen hikayesinin aksine Karakaya, Adem ve Havva’yı bir tabut içerisinde çürümüş bedenler olarak sergiliyor.
Sanatçı, konumlandırdığı heykelleri ve diğer yerleştirmeleri ile birlikte galeri mekanını tam anlamıyla bir sahneye çeviriyor. Zaman, ölüm, sonsuzluk ve yaşam kavramlarıyla kurduğu bu kurgu sayesinde, sergiyi deneyimleyen izleyici de oyunun bir parçası haline geliyor.