Antakya Yeniden Doğarken
Şen Yüksel, Doç. Dr.
İstanbul Beykent Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi
Gözde Gali Taşçı, Dr. Öğretim Üyesi,
İstanbul Beykent Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi
Tarihsel süreçte toplumlar, yaşadıkları çevreyi bilgi ve deneyimleri doğrultusunda o bölgenin fiziksel çevre koşullarına uygun olarak biçimlendirmişlerdir. Bu nedenle farklı iklim bölgelerinde farklı kimlik ve kültüre sahip kentler oluşmuştur. Kültürel mirasın önemli bir parçası olan bu kentlerin, nesilden nesle gelenekler ve göreneklerle geçen ve oraya ait kültürleri vardır. Kültür, bir toplumu yansıtan sosyal ve fiziksel süreçlerin toplamıdır, geçmişinden gelen bir sürekliliği vardır. Kentlerin sosyal ve fiziksel çevre özelliklerinden oluşan kültürel üretimlerin tümü de bulundukları yere aittir, asla evrensel değildir.
Antakya kültürel sürekliliğini korumuş çok katmanlı kentlerden biridir. Kentsel bellek öylesine korunmuştur ki toprak altında kalan kent de toprak üstünde olan tarihi doku da karakteristik anlamda benzerlikler taşır. 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli deprem Antakya kentinde büyük bir yıkım meydana getirmiştir. Kentlilerdeki ve kent mekanlarındaki kayıpların çok olması, aidiyet duygusu yüksek olan kentliler tarafından büyük üzüntüyle karşılanmıştır. Kültürel mirasın korunarak, kentin yeniden canlandırılması kent ve kentliler için kaçınılmaz bir durumdur. Fiziksel çevre koşulları göz ardı edilmeden, geçmişten referanslar alarak, kentsel belleği silmeden, halkın katılımıyla kenti inşa etmek, kimlik ve kültürel sürekliliğin devamı için çok önemlidir.
Günümüzde iklim krizi çevre sorunlarını beraberinde getirmiştir. Çevre sorunlarının çözümünde mimarlık bilim alanı önemli bir yere sahiptir. Çevre koşullarına uygun yapılan tasarımlar daha az enerji tüketimi ve daha çok konfor sağlayacaktır. Tarihi kentler incelendiğinde yapıların çevreye duyarlı yapıldıkları görülmektedir.
Bu amaçlara yönelik olarak çalışmada; Antakya kenti fiziksel ve sosyal çevre koşulları bağlamında, kentsel ve tek yapı ölçeğinde incelenerek değerlendirilmiş, kentteki yeni tasarımlara veri oluşturmaya çalışılmıştır. Amaç eskisinin aynısını yapmak değil, tasarım ilke ve felsefesinden yararlanarak günümüz teknolojisiyle yeni yapılar inşa etmektir.
Yöntem
Bu makale, kentin kimliğini oluşturan fiziksel ve sosyal ögeleri, yerel yapıların yapım felsefesini ortaya çıkararak, kentin inşasında veri oluşturmaya yönelik bir çalışmadır. Araştırma sürecinde, canlı kaynak olarak kentli olmak ve kollektif belleğe sahip olmak avantaj olarak kullanılmıştır. Kentle ilgili daha önce yapılan çalışmalar, araştırmanın alt yapısını oluşturmuştur.
Çalışma, bellek taraması, kaynak araştırması ve çevre analizleri ile yürütülen, niçin ve nasıl sorularıyla veri toplamaya çalışan nitel bir araştırmadır. Farklı kaynaklardaki deprem bilgileri araştırılmış, karşılaştırılmış ve en çok hasar veren büyük depremlerin listesi oluşturulmaya çalışılmıştır. Kentin konumu ve yerel kent dokusu, deprem öncesi yerinde analizler, kaynaklar ve projeler üzerinden incelenmiştir. Yerel konutlar üzerinden kentin fiziksel ve sosyal çevre koşullarına göre biçimleniş kuralları okunmaya çalışılmıştır. İklimsel veriler, topoğrafya, kentin coğrafyası, kültürü yeniden araştırılmış ve bulgular elde edilmiştir. Depremden önceki son kent dokusu ile karşılaştırmalar yapılarak kentsel gelişim bazında sonuçlar elde edilmiştir. Bu sonuçlar, 6 Şubat 2023 depreminde tekrar yıkılan kentin yeniden yapımı için veri oluşturmuştur.
Antakya Kenti
Hatay, tarihi M.Ö. 40.000’lere dayanan eski bir yerleşimdir. Hatay ilinin ilçe merkezi olan Antakya, M.Ö. 300 yılında Selevkos I. Nikator tarafından Antioch adıyla kurulmuştur. Selevkos Krallığı’nın başkenti olan Antioch, tarihi boyunca her dönemde önemli bir kent olmuştur. Roma Dönemi’nin, Roma ve İskenderiye’den sonra 3. büyük kenti olmuştur. Kentte bu döneme ait çok sayıda konut ve cadde kalıntıları bulunmuş ve kalıntılara dayalı olarak geçmişe ait önemli bilgiler elde edilmiştir. Günümüzde bu dönemden kalma mozaikler, konut ve hamam kalıntıları gibi pek çok eser, Antakya Müzesi’nde koruma altındadır. Roma dönemine ait kazılar devam etmektedir. Tarihte önemli olimpiyatlara ev sahipliği yaptığı bilinen Antakya’da en eski hipodrom ve beraberinde tapınak kazıları (Pamir, H. 2014) devam eden kazılardandır. 1050 metrekarelik tek parça Roma mozaiği ve başka yüzyıllara ait alt katmanlar hassas kazı çalışmaları ile ortaya çıkarılmıştır ve bugün Müze Otel’in altında sergilenmektedir. Çeşitli uygarlıkların barınmış olduğu kent, bir dönem Haçlı Prensliği olarak da devamlılığını sürdürmüştür. 1516-1918 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kaldıktan sonra, 1918 yılından 1938 yılına kadar Fransız işgal ve mandası altında kalmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde halkın büyük çabası ile 1938 yılında bağımsız Hatay Devleti olmuş, 1939 yılında da Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmıştır. Tarihi boyunca farklı kültürlerin, farklı yönetimlerin etkisinde kalan kentte, Osmanlı ve Fransız etkileri sosyal çevre ve depreme kadar günümüzde ayakta kalmış olan yapılı çevre üzerinde etken olmuştur (Akı A., Yüksel Ş. 1996) (Resim 1).
Konumu itibarıyla da ipek ve baharat ticaret yollarının geçiş noktası olan Antakya, Habib-i Neccar Dağı eteklerine kurulmuş ve Asi Nehriyle ikiye bölünmüştür. Coğrafi konumu, ticari merkezlerin üzerinde oluşu, doğal ve iklimsel karakteristik özellikleri farklı medeniyetlerin Antakya’da yaşamayı seçmelerinde etken olmuştur. Bu değişimler, kültürel çeşitlilik ve beraberinde farklı dinlerin doğuşu ve yayılmasında Antakya’nın önemli bir yere sahip olmasını sağlamıştır. Günümüze kadar da yaşantı bu yelpazede devam etmiştir. İlk kilise olarak anılan St, Pierre Kilisesi Antakya’da yer almaktadır ve Hristiyan dininin haç yeri olarak kabul edilmektedir (Resim 2). İlk olarak bir Pagan tapınağı olarak inşa edilen Habib-i Neccar Camii, Anadolu’daki ilk camiidir (Resim 3).
Çok katmanlı olan kent, her dönemde güçlü kimlik ögelerine sahip olmuş ve katmanlar arasında ortaklık ve farklılıklarla kültürel sürekliliğini sağlamıştır. (Yüksel, Ş. 2021) Kentin bu devamlılığını sağlaması dünya tarihi ve insanlık için önemli olacaktır.
Tarihsel Süreçte Antakya Depremleri
Antakya jeolojik bakımdan Amanos Dağları’nın çevresinde konumlanmıştır. Kent Ölü Deniz, Doğu Anadolu ve Kıbrıs faylarının etkisindedir. Kentte diri faylar mevcuttur ve alüvyon zeminde kuruludur.
6 Şubat 2023 tarihindeki Kahramanmaraş Pazarcık merkezli depremden en çok etkilenen kent Antakya olmuş ve burada büyük bir yıkım yaşanmıştır. İnsan ve bina kayıpları büyük boyutlara ulaşmıştır. Kentte enkaz kaldırma çalışmaları devam etmektedir. Antakya tarihsel süreç içinde çok sayıda yıkıcı depremler yaşamış ve yeniden inşa edilmiştir. Günümüzde Antakya’nın yeniden inşasının son olması; geçmiş depremlerin incelenmesi, kentin deprem durumu ve zemin özelliklerinin bilinmesi ile gerçekleşecektir.
Kaynak taraması yapılarak geçmiş depremler incelendiğinde, kayıt tutulmuş çok sayıda yıkıcı depremler olduğu belirlenmektedir (Tablo 1). Depremlerin rastgele bir dağılım gösterdiği görülmektedir. Bilinen ilk yıkıcı deprem M.Ö. 148 yılında olmuştur. Daha sonra çok sayıda yıkıcı deprem gerçekleşmiş ve bu depremlere eşlik eden yangınlar ve talanlar kente büyük zarar vermiştir. Ancak tüm depremlerin arkasından Antakya kenti yeniden inşa edilmiştir. Daha sonra M.Ö. 130, M.S. 37, M.S. 115, 458 ve 525-526 depremleri kentte büyük hasara neden olmuştur. Özellikle 7,5 şiddetindeki 526 depremi, büyük yangınlara yol açmış, 250-300 bin can kaybına neden olmuş ve halk göç etmiştir (Kaya, S., Kıyılı, R. 2009). O dönemin önemli kentlerinden biri olan Antakya, tekrar yapı ve imar faaliyetleri olsa da dönemdeki eski sosyo-kültürel yapısını kaybetmiştir. Bugünkü Habib-i Neccar Camii’nin altında, Ankara Üniversitesi tarafından yapılan yeraltı görüntülemesine göre bu deprem enkazının olduğu söylenmekte ve enkaz kaldırılmadan üstüne kentin yeniden inşa edildiği düşünülmektedir. (AA – Kültür, 2023)
Daha sonraları, 528 yılında kentin nüfusu 15.000’e düşmüş ve bu yılda olan depremde 5.000 insan hayatını kaybetmiştir. 557 depremi özellikle Defne ilçesinde büyük yıkıma neden olmuştur. 588 yılındaki yıkıcı depremde 60.000 ve 848 yılındaki depremde de 20.000 insan enkaz altında kalmıştır.
Sonra olan yıkıcı depremler sırasıyla; 1053 yılı (10.000 ölü), 1114 yılı (40.000 ölü), 1170 yılı (80.000 ölü), 1407 yılı 7 şiddetinde, 1759 yılı (20.000 ölü), 1822 yılı 7 şiddetinde (30.000 ile 60.000 arası ölü), 1872 yılı 7,3 şiddetindeki (80.000 ölü) depremlerdir (Özşahin, E., 2010), (Başoğlu, T., H. 2023), (Korkmaz, H. 2006), (Jeoloji Mühendisleri Odası 2021).
1921 ve 1940 yılları arasında hafif 8 deprem, 1951 ve 1981 arasında da 7 hasarsız deprem olmuş, ancak 1997 yılındaki deprem binalarda çatlaklara yol açmıştır. Bu durum bir haraketliliğin işareti olabilir miydi? Kentin tarihindeki depremler, son yıllarda göz ardı edilmiş, yatayda ve düşeyde gelişen yapılaşmalar, kentsel dönüşümün de gelmesiyle birlikte hızla artmıştı. Antakya kültürüne ve fiziksel çevresine uyumsuz yapılar, nüfus artışıyla birlikte kentin çeperlerine doğru yayılmaya başlamıştı.
Antakya’nın yeniden inşa edilme sürecine, multidisipliner bir yaklaşımla başlamak önemlidir. Deprem için alınabilecek en temel tedbir diri fayların yerlerinin belirlenmesi, bu fay alanlar için yapı sınırlaması getirilmesi, zemin etütlerinin tüm yerleşim alanları için yapılması, imar planlarının zemin koşulları ve yüzey faylanması tehlikesine uygun olarak yapılmasıdır.
Tablo 1. Tarihsel süreçte Antakya’da yaşanmış önemli depremler.
Yıl | Dönem | Depremler |
M.Ö. 40000 – M.Ö.
333 |
Paleolitik Çağ
Epipaleolitik Çağ Neolitik Çağ Kalkolitik Çağ Erken Tunç Çağı Orta Tunç Çağı Geç Tunç Çağı Demir Çağı Arkaik Dönem Klasik Dönem |
M.Ö. 148
M.Ö. 130 M.Ö. 64 – 170.000 ölü 37 115 –260.000 ölü |
M.Ö. 333 – M.S. 1516 | Helenistik Dönem
Seleukos Krallığı Roma Cumhuriyeti Roma İmparatorluğu Doğu Roma İslami Dönem Doğu Roma Selçuklu Dönemi Antakya Haçlı Prensliği Memluklar Dönemi |
458 –- 80.000 ölü
525 526 – 7,5 şiddetinde 528 – 5.000 ölü 557 — Defne 588 — 60.000 ölü 848 – 20.000 ölü 1053 – 10.000 ölü 1114 — 40.000 ölü 1170 — 80.000 ölü 1407 – 7 şiddetli |
M.S. 1516 – 1918 –
1938 – 1939 |
Osmanlı Dönemi
1516 * 1918 Fransızlar Dönemi (İskenderun Sancağı) 1918 – 1938 Hatay Devleti 1938 – 1939 |
1759 – 20.000 ölü
1822 – 30.000-60.000 ölü 1872 — 80.000 ölü |
1939 – Bugün | Türkiye Cumhuriyeti | 06 Şubat 2023 |
İklimsel Açıdan Antakya ve Geleneksel Yapılaşma
Antakya, sıcak-nemli iklim karakteristiğine sahiptir. Yıllık ortalama sıcaklık 19 °C ve ortalama nemlilik %68’dir (Climate Data, 2021). Bu iklim özellikleri çerçevesinde yaz ayları sıcak ve nem oranı yüksek, kış ayları ılık ve bol yağışlıdır. Kent kurulurken, Asi Nehri ile Habib-i Neccar Dağı arasındaki düzlüğün seçilmesi tesadüfi değil, iklimsel özellikler ile paraleldir. İlk kurulduğu dönemden bugüne, sosyo-kültürel ve dönemsel karakteristik özelliklerin yanında, iklimsel özellikler mimari tasarımın belirleyicisi olmuştur. 20. ve 21. yüzyılda yapımı gerçekleşen yeni Antakya yapılarına kadar da mimari tipoloji bu çerçevede şekillenmiştir.
Sıcak-nemli iklim bölgesinde, yalnızca iklimi baz alarak yapılacak uygulamalarda temel hedef, nemin dağıtılmasıdır. Bu amaç, hakim rüzgar yönünden faydalanarak ve doğal havalandırma metotlarıyla sağlanmaktadır. Bunun sağlanabilmesi için binaların ana cepheleri rüzgar yönüne konumlandırılır. Ayrıca mahaller arası hava akımının sağlanması ve iç mekanda nemin bertaraf edilebilmesi için, pencere yerleşimleri çapraz havalandırma sağlanabilecek şekilde konumlandırılır. Şekil 1’de şematik çizimler üzerinde yapılabilecek çapraz havalandırma yöntemleri gösterilmiştir.
Sıcak iklim için bu duruma ek olarak, dışarıya ısı transferini arttırmaya yönelik düşük ısı tutma kapasiteli, hafif cephe sistemleri uygulanır (Manioğlu, G., Koçlar Oral, G., 2010). Tüm bu uygulamalara ek olarak, binaların zemin katlarını taşıyıcılar ile yükselterek binanın altından hava akımı ile ısı kaybının sağlanması da verimli bir soğutma yöntemidir (Şekil 1).
Yoğun yağış için ise, eğimli çatılar kullanılır. Çatı saçakları geniş tutularak aynı zamanda alt katlarda gölgeleme ve yağmura karşı koruma özelliğinden yararlanılır.
Sıcak-nemli iklim bölgesi referans kentlerinden Antakya’daki 19. yüzyıl geleneksel mimari uygulamalara bakıldığında, iklimsel karakteristik özelliklerin çoğunun dönemine uygun olarak uygulandığını görürüz. Bu çerçevede, Antakya geleneksel mimarisi dışarıya kapalı, iç avlulu, odaların avludan havalandırıldığı ve aydınlatıldığı bir yapıdadır. Bu içe dönüklük temel olarak mahremiyet amaçlıdır. Kullanıcılar için bir sofa özelliği taşıyan avlularda (hayat), iklimsel bağlamda serinliği sağlamak amaçlı pek çok uygulama yapıldığı görülür. Bununla birlikte tarihi kent, Güneybatı’dan Kuzeydoğu’ya esen hakim rüzgardan faydalanacak şekilde planlanmıştır. Yapılan uygulamalar bir geleneksel Antakya Evi örneği üzerinden de örneklenerek anlatılmıştır.
Bu uygulamalardan biri olarak, ev sakinlerinin yaşam alanı olan avlularda yöreye özgü ağaçlar, gölgelik ve dolayısıyla serinlik sağlamak amaçlı olarak bulunur. Bir başka uygulama ise, avlu zeminlerinde yerel taşların kullanılması ve yaz aylarında bu taşların yıkanarak serinlik sağlanmasıdır. Şekil 2’de yer alan bir geleneksel Antakya Evi’ne ait zemin Kat planında moloz taş duvarlar ile sokağa kapalı avlu ve avlu içerisinde de sözü edilen kesme taş döşemeler ve ağaçlar görülmektedir. Buna ek olarak, bazı konutlarda yine serinlik amaçlı olarak, avlularda fıskiyeli havuz bulunur. (Bozkurt, S., G., 2019)
Yapıların avluya bakan cephelerinde, kepenkler aracılığı ile doğal havalandırma sağlanır. Kepenkler aynı zamanda, dönemin önemli sosyal parametrelerinden olan mahremiyeti de sağlarlar. Ancak standart uygulamadan farklı olarak, yapılar caddeye sağır duvarlarla dışarıya kapalı oldukları için çapraz havalandırma yapılamaz. Bunun yerine, yapılar hakim rüzgar yönüne yerleştirildikleri için rüzgar avlu içlerinde dönerek, odalara yeterli havalandırma sağlar. (Şekil 5) Aynı zamanda kuş takası (kafa penceresi) (Resim 4) adı verilen, zeminden 3-4 metre yükseklikteki cephe açıklıkları, yaz aylarında serinlik sağlama amacıyla kullanılır. Bu uygulamada, ısınan havanın yükselmesi esasından faydalanılır ve avluya açılan pencerelerden içeriye alınıp ısınan hava, kuş takalarından dışarıya verilir.
Şekil 3’te yer alan birinci kat planında ise sokağa açılan pencereler de görülmektedir. Bu pencerelerde kepenkler kullanılarak mahremiyet sağlanırken, kepenk aralıklarından alınan hava ile, karşılarında yer alan ve avluya açılan pencerelerle standart çapraz havalandırma yönteminden faydalanılmaktadır.
Mahallerin avluya dönük olmaları sayesinde, her birinde ayrı ayrı doğal aydınlatmadan faydalanılabilmektedir. Bu bağlamda, avlu zemininde ve yapının avluya bakan duvarlarında açık renk taşların kullanılması sayesinde gün ışığının yansımasından da faydalanılmaktadır. Işığın yansıyarak iç mekana alınması sayesinde doğal yöntemlerle kamaşma kontrolü sağlanmaktadır.
Çatılarda ise yoğun yağışlara uyumlu biçimde kırma çatı uygulaması yapılmıştır. Çatı saçakları uzun tutulmuştur, bunun iki nedeni vardır. Birincisi, sokaklarda gölge alanlar oluşturmak ve yayaları aşırı sıcaklardan korumaktır; ikincisi, yağmur sularının sokakların ortasında yer alan ark adı verilen oluklara dökülmesini sağlamaktır. Bu oluklardan giden yağmur suları Asi Nehri’ne dökülür. Çatı ve sokaklar bir nevi drenaj görevini üstlenmişlerdir (Yüksel, Ş., 2021) . Yağmur sularının sokaklarda da birikmemesi için, sokaklar iki taraftan arklara doğru eğimlidir. Yapılar birimsel ölçekte iklime uyumlu olduğu gibi, kent bir bütün olarak da bir mekanik sistem gibi çalışıyordu. Kentsel ölçekte bir başka özellik de yapıların genel olarak birbirlerine yakın konumlanmış olmalarıdır. Bu sayede, hem rüzgar hızı artmaktadır hem de sokaklar gölge altında kalarak yayalara konforlu yürüme alanları sağlanmaktadır. Aynı zamanda, yapılar birbirleri üzerine gölge atarak aşırı ışımanın iç mekanlara girişine engel olmaktadır (Resim 5).
Geleneksel Antakya evleri için yerinde ve restorasyon projeleri üzerinden yapılan incelemelere göre, dış duvar kesitlerinde genellikle sokakla temas eden duvarlar moloz taş duvarlardır. Avluya dönük duvarlarda, özellikle odaların dış duvarlarında moloz taş duvarların önünde kesme taş duvar örülüdür. Üst kat odalarda, bölücü duvar olarak bağdadi duvar kullanımına da rastlanmaktadır. Şekil 4’de yer alan, giriş ve avludan geçen kesit görselinde de bu duvar tipleri ayırt edilebilecektir. Duvarların termo-fiziksel özellikleri de iklimsel gereksinimlerle uyumludur. Moloz taş duvarlar kullanılan kütleye göre değişkenlik göstermekle beraber, genel olarak ısıl iletkenlik açısından (İzoder TS 825 Hesap Programı, EK-E) kalınlıklarına rağmen nefes alan duvarlardır. Ancak, uygulanan kalınlıklarından kaynaklı olarak (70-80 cm) zaman gecikmesi faktörü göz önüne alınmalıdır. Dolayısıyla, iç mekanda avlu tarafından kazanılan/kaybedilen ısı ile oluşturulan iklimsel koşullar, moloz taş duvarların olduğu sokak tarafından kaybedilmez, aksine korunur. Çünkü ısının içeri ve dışarı arasındaki iletimi, duvar kalınlığından kaynaklı olarak oldukça yavaştır. Avlu tarafında ana cephelerin yer alması sebebiyle kullanılan, daha düzgün görünümlü bir taş duvar olan kesme taş duvarlar da tam olarak sıcak-nemli iklim bölgesine uygun, nefes alabilen yapıdaki duvarlardır. Birinci katta sokak tarafında da bu duvar malzemesinin kullanıldığını görürüz. Amaç çoğunlukla nem ve ısıyı bertaraf etmek olduğundan ve bu katta yoğun şekilde çapraz havalandırma uygulanabildiğinden, duvarların da benzer şekilde hafif geçirgen bir yapıda olması beklenen bir özelliktir.
Geleneksel yapılardaki önemli bir başka özellik ise yerel malzemelerin kullanılmış olmasıdır. Bugün, enerji verimli bina yapım teknikleri kapsamında oldukça önemli olan uygulamalardan biridir. Günümüzdeki malzeme ve firma çeşitliliğinden ötürü, bu uygulama çoğu projede öneri boyutunda kalmaktayken, geleneksel yapılara bakıldığında yerel malzeme kullanımının standart olduğunu görüyoruz. Duvar ve döşemelerde kullanılan taşlarda olduğu gibi; bağdadi duvarlar, tavanlar, döşemeler, merdiven korkulukları, niş ve yüklükler ile çatılarda kullanılan ahşap malzemelerin de yerel malzemelerden yapıldığını biliyoruz (Resim 6).
Resim 6. Geleneksel Antakya Evi malzeme kullanımı (Gözde Gali Taşçı Arşivi).
Kentsel ölçekte bakıldığında, şehir planının sokaklar kışın güneş ışınımından faydalanacak ve yazın da Asi Nehri’nden gelen rüzgarı alacak şekilde tasarlandığı bilinmektedir. Helenistik Çağ’da kurulan birçok kentte uygulandığı belirtilen bu düzen, belirli bir disiplin içinde birbirine dik ve paralel cadde ve sokakların meydana getirdiği yapı adalarından oluşan gridal bir plan sistemidir (Emir, C., 2006). Bu bağlamda, formsal olarak uzun bir eksenin iki yanında birbirini dik açılarla kesen yapı adalarından oluşan ızgara plan tipinde inşa edildiğini söyleyebiliriz. Bu planlamadaki en önemli parametre, nehir ve dağ arasındaki eski kentin sokaklarında, Asi Nehri’ne dik olarak yapılmış planlamayla nehirden gelen rüzgardan faydalanılarak nem yoğunluğunun azaltılabilmesidir. Gridal sistemin bir başka iklimsel katkısı ise bol miktarda yağış alan kentin sokaklarında dağdan nehre doğru, yukarıda anlatılan çatı ve arkların da yardımıyla suyun drene edilmesidir. Yağmur sularının bu sokaklardan nehre dökülmesi, kenti su baskınlarına karşı korumuştur (Yüksel, Ş., 2021) (Şekil 5).
- ve 21. Yüzyılda Oluşan Yeni Kente Dair Bulgular
Antakya, tarihinde depremlere ve işgallere bağlı olarak, bu yazıda da aktarıldığı gibi defalarca yıkılıp yeniden kurulmuştur. Çoğunlukla aynı sınırlarda kurulan Antakya, ilk olarak 1878 yılında Çerkez nüfusun Asi Nehri’nin batısına yerleştirilmesiyle genişlemeye başlamıştır. Ancak kentin yapısal farklarla kontrolsüz büyümesi, aldığı göçler ve yeni imar kanunuyla birlikte 1950’ler ve sonrasında gerçekleşmiştir (Dinç, Y., Üçeçam Karagel, D., 2017). Bu bağlamda, güncel yapılar hem kültürel hem de iklimsel bazda incelenebilir.
Eski Antakya’nın bitiminden Harbiye (Defne) bölgesine doğru olan kısımda ve Asi Nehri’nin karşı tarafında (Batı) kurulmuş ve depremden önce büyümeye ve kentsel dönüşüm ile yenilenmeye devam eden yeni kent yapısı (Resim 7) veriler çerçevesinde incelendiğinde, yapıların halkın sosyal yaşantısına uygun iç mekan plan düzeninde, ancak iklimsel verilerden uzaklaşmakta olduğunu görürüz. Kentsel ölçekte bakıldığında, gridal sistem tam olarak organik bir kent yapısına dönüşmemiş olsa da yapı sayılarının artmasıyla paralel sokaklar uzamış ve nehir ile dağ arasındaki rüzgar akımını kesintiye uğratmıştır. Bu paralel sokaklarda yapı katları yükselerek, rüzgara karşı bir duvar görevi görmüştür. Dolayısıyla, eski Antakya’da kolayca bertaraf edilebilen nemlilik, yeni kentte bir sorun haline gelmiştir. Benzer şekilde ızgara sistemin daha uzun sokaklarla bozulması sebebiyle bol yağmurlu iklimi olan Antakya’da, yeni kentte yağmur suları nehre dökülememiş ve su baskınları yaşanmıştır. Bu su baskınlarında, Asi Nehri’nin bakımsız kalmasının da etkisi görülmüştür. Yine aynı noktada, yapı kat yüksekliklerinin artması sebebiyle, her ne kadar çatılar kırma çatı olarak yapılsa da eski Antakya sokaklarındaki arklar ile çalışan kentsel drenaj sistemi, günümüze uyarlanacak bir sistem ile yeni Antakya’da uygulanamamıştır. Yağmur sularının drene edilememesinin ana sebeplerinden biri, yukarıda aktarıldığı gibi yapı yoğunluğunun da artmış olmasıdır. Ayrıca kat yüksekliklerinden kaynaklı olarak, çatı saçakları yeni konutlara uygun yapılmış ve hem güneş ışınımı hem de yağmurdan koruyucu işlevini yitirmiştir. Yeni kent tarafında olması beklenebilecek bu çatı kurgusunun yerine, sıcak-nemli iklime uygun olacak şekilde sokaklarda uygulanabilecek şehircilik örnekleri yeni kent dokusunda yer almamıştır.
Yapılara birimsel ölçekte bakıldığında, geniş cephe boşlukları ile güneş ışınımı ve gün ışığından faydalanıldığını görürüz. Yine pencere yerleşimlerinin doğru yapıldığı ve çapraz havalandırmadan da faydalanılabildiğini görürüz. Duvar kesitleri ise yapıldıkları dönemdeki standartlara uygun olarak yapılmıştır, dolayısıyla ısı kayıp/kazanç açısından uygundurlar. Ancak, form ve malzeme açısından kimliksizleşmiş ve Antakya kentine özgün olmaktan çıkmışlardır.
Tarihi boyunca kente yerleşen medeniyetler, Antakya’ya sosyo-kültürel karakteristiklerine uygun yapılar bırakmışlardır. Özellikle depreme kadar günümüzde ayakta kalmış olan Osmanlı ve Fransız yapılarındaki farklılıklar okunabilmiştir. Ancak mahremiyet ve iklim özellikleri çerçevesinde, tüm medeniyetlerin yapılarda benzer kabuk ve form özellikleri uyguladıkları görülmüştür. İklimsel özelliklere bağlı olarak binalara ilişkin pasif tasarım değişkenlerinin aldığı değerler her iklim bölgesine göre farklılık göstermekte ve bu nedenle geleneksel mimari her iklim bölgesine göre şekil değiştirmektedir (Günaydın, G., vd. 2013). Dolayısıyla, aynı iklimde farklı medeniyetler benzer sonuçlara yönelmişlerdir. Fakat 1950 sonrası apartmanlaşma ile iklim verilerinden kopulmuş, kabuk uygulamalarında yerel dokulardan uzaklaşılmış, şehircilik ölçeğinde de yapılardan eksilen özellikleri tamamlayabilecek kamusal uygulamalar yapılmamıştır.
Bir başka nokta ise, kent bu oranda büyümeden önce tek bir merkeze sahip iken, genişleyip uzamasına rağmen yine tek bir merkezden dağılımı devam etmiştir. Bu da kentin özellikle kültürel anlamda gelişmesinin önünde engel teşkil etmiştir. 2000’li yıllar içerisinde Saray Caddesi ve Habib-i Neccar Dağı’na kadar arka kısmını içeren bölgede yer alan, kullanım dışı kalmış geleneksel konutlar, restorasyon ve işlev değişikliği yapılarak halkın kullanımına açılmıştır. Çoğunlukla restoran, otel, vb. şekilde fonksiyonlar kazandırılan bu yapılar, kentin turizm açısından da gelişimine katkıda bulunmuştur. Ancak bu alan da genel merkeze yakındır, dolayısıyla kentin tek bir düğüm noktasından dağılımını değiştirmemiştir.
Sonuç
Antakya, 6 Şubat depreminde yaşanan yıkımdan sonra kaçınılmaz şekilde yeniden yapımın gerçekleşeceği bir kent olmuştur. Kentin çok katmanlı sosyal ve yapısal tarihi bu süreçte bazı sınırlamaların olması gerekliliğini doğurmuştur. Sınırlamalar, bu çalışma çerçevesinde ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda geçmiş medeniyetler, halkın kültürel özellikleri ve sosyal yaşantısı, yapılı çevrenin dünü ve bugünü ile fiziksel koşullar, deprem ve küresel ısınma sınırlayıcı parametreler olarak belirlenmiştir. Tablo 2, bu sınırlayıcılar düşünülerek geliştirilmiştir.
Kimlik bir süreçtir, kentsel bellek çerçevesinde kurulur. Bağımsız olarak üretilemez. Kente ait fiziksel ve sosyal koşullar kent ve kentli kimliğini belirlerler. Antakya yeniden inşa edilirken somut ve somut olmayan kültürel mirasın bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerekmektedir. Kentin fiziki değerlerini ayağa kaldırırken, kentin geçmişinde olduğu gibi, kimlik ve kültür sürekliliğinin sağlanması şarttır. Aksi takdirde, kent kimliksiz bir yapıya bürünecek, halk kente aidiyet hissedemeyecek ve Antakya fiziksel yapısı ile halkını da kaybedecektir.
Global ölçekte yaşam biçimlerinin değişmesi, bireyselleşme, küresel ısınma gibi parametreler Antakya yeniden kurulurken yeni verileri oluşturacaktır. Şehir planlanırken de kamusal ve yapılı alanların belirlenmesi noktasında deprem odaklı zemin etütleri yönlendirici olmalıdır. Yapı adası ve bina bazında ise iklimsel verilere paralel olarak geliştirilmiş geleneksel konutlardan alınan veriler kullanılmalıdır. Bu veriler bina konumları, yönleri, aralıkları üzerinde belirleyici olacağı gibi; bina formu, kabuk malzemeleri, doluluk-boşluk oranları, iç mekan plan düzenlemeleri üzerinde de etkili olacaktır. Tablo 2’de geleneksel konutlardan elde edilen verilerin pasif sistem ve mimari detay parametreleri çerçevesinde yeniden yapımda nasıl güncellenerek kullanılabileceğine dair bir öneri sunulmuştur. Bu tablo gelişmeye açıktır. Antakya tarihinde çok sayıda yıkıcı deprem olmuştur ve yine olacaktır. Bu nedenle, yalnızca kat sayısını azaltmak çözüm değildir; konstrüksiyon sisteminde depreme dayanıklı sistemlerin ve uygun temellerin yapılması çözüme yaklaştıracaktır.
Tarihi doku için ise yıkılmış tarihi yapıların ve tarihi yerel konut alanlarının enkazları ayıklanmalı ve toplanan yıkılmış malzemeleri kullanarak aslına uygun restitüsyon yapılmalıdır. Bu alanda işlev değişikliğine gidilecekse, güvenlik açısından eskisi gibi gece-gündüz yaşayan karma fonksiyonlu yapıda olmalıdır.
Yeniden yapım sürecinde, kentte önceden var olan tek düğüm noktasından dağılma, farklı düğüm noktaları olacak şekilde düzenlenmelidir. Böylece kent farklı bölgelerde gelişebilecektir. Bu noktalar belirlenirken, eski ve yeni doku arasında denge kurulmalı ve eski merkez ile yeni merkezler gibi bir ayrım yapılmalıdır. Bu durumda, iş merkezi, kültürel merkez, idari merkez, vb. şekilde farklı birimler de geliştirilebilecektir.
Antakya’nın katmanlı yapısının yeniden yapım sürecini turizm odaklı olarak yönlendirmesinden kaçınılmalıdır. Varılacak sonuç kent kültürünü odak alan, yerin ruhuna saygı duyan ve Antakya’nın kimliğini kaybetmeyeceği şekilde olmalıdır. Bu kapsamda multidisipliner bir ekip kurulması zorunludur. Aynı zamanda bu ekip ve/veya yeniden yapımda yer alacak grupların, sürece Antakya halkının da katılımını sağlamaları gerekmektedir. Böylece halk kente aidiyet hissedebilecektir.
Antakya’nın yeniden yapımı, bu veriler ışığında kültürel miras korunurken, sosyal ve fiziksel çevre koşulları da önceki yapılanmalardan dersler de çıkarılarak düzenlendiğinde, bir iyileştirme projesine dönüşebilir. Bu doğrultuda teknolojik gelişmeler, iklime duyarlı yapı ilkeleri, geleneksel tasarım parametreleri ile harmanlanarak yeni kent Antakyalılar için oluşturulabilecektir.
Tablo 2. Öneriler.
Parametreler | Geleneksel Konut | Yeni Antakya Konutu |
Binanın Yeri | Asi Nehri – Habib-i Neccar Dağı Arasında | Geleneksel konutların yeri korunduğu gibi, çağın gereksinimleri çerçevesinde genişlemiş olan Antakya’da zemin etütlerine uygun alanlarda yerleşim |
Diğer Binalara Göre Konum | Dar sokak aralıkları | Depreme uygun ayrık ve bitişik nizam |
Yön | Hakim rüzgar yönü | Güneş ışınımından fayda + Hakim rüzgar yönü |
Form | Avlulu tipler | Avlulu yapı adaları |
Opak Cephe Malzemeleri | Nefes alan yerel malzemeler, kalın kesitler | Yapım yılındaki standartlara uygun ısıl geçirgenlik katsayısında, nefes alan, yeterli kalınlıktaki kesitler |
Isı Yalıtımı | Kalın duvarlar | Yapım yılındaki Isı Yalıtım standardına uygun ısıl geçirgenlik katsayısını sağlayacak kalınlıkta. Isının dış ortama verilmesine engel olmayacak kalınlıkta. |
Kabuk doluluk boşluk oranları | Çapraz havalandırma + mahremiyet | Çapraz havalandırma |
Saydam Cephe Malzemeleri | Tek cam önünde kepenk | Minimum yapım yılındaki standartlara uygun ısıl geçirgenlik katsayısında |
Çatı Tipi ve Malzemeleri | Kırma çatı | Yoğun yağışa uygun çatı, yapım yılındaki standartlara uygun ısıl geçirgenlik katsayısında |
Konstrüksiyon | Yığma ve ahşap | Katmanlı zemine uygun temel ile betonarme veya çelik |
Güneş Kontrolü | Kepenk | Güncel tasarıma uygun iç veya dış gölgeleme elemanları |
Enerji kaynağı | Odun, Kömür | Pasif yöntemler ve yenilenebilir enerji kaynakları, aktif sistemler |
Kat Adedi | 1 veya 2 | En fazla 4 |
Kaynaklar
- AA – Kültür,(2023) “Antakya’daki Saklı Roma Şehri İçin Arkeolojik Kazı Çağrısı”, https://www.aa.com.tr/tr/kultur/antakyadaki-sakli-roma-sehri-icin-arkeolojik-kazi-cagrisi/2845951 Erişim tarihi : 12.04.2023
- Akı, A., Yüksel, Ş.(1996) “Anadolu Yerleşim Dokusu İçinde Antakya Kentinin Çevresel ve Bölgesel Koşullar İçinde İrdelenmesi.” Settlement and Housing in Anatolia Through the Ages, Institute of Archaelogy , Ege Yayınları, Istanbul.
- Başoğlu, T., H. (2023) “Ermeni ve Süryani Tarihyazımında Antakya depremleri” Agos https://www.agos.com.tr/tr/yazi/28237/ermeni-ve-suryani-tarihyaziminda-antakya-depremleri Erişim tarihi 12.04.2023
- Bozkurt, S., G. (2019) “Antakya’nın Geleneksel Evlerinin Avlu Özellikleri Üzerine Bir İnceleme” Turkish Journal of Forest Science, 3 (1), 1-12.
- Climate Data (2021) “İklim Tablosu Antakya 1991 – 2021” https://tr.climate-data.org/asya/tuerkiye/hatay/antakya-243/ Erişim tarihi: 04.03.2023
- Dinç, Y., Üçeçam Karagel, D. (2017) “Antakya Şehri’nin Kuruluşu ve Mekansal Gelişimi” Türkiye Coğrafyası Araştırmaları, s. 571-596, Pegem Akademi, Ankara. DOI: 10.14527/9786053188858.
- Günaydın, G., Çelik, B., Ç., Atmaca, M., Manioğlu, G., Koçlar Oral, G. (2013) “Geleneksel Mimarinin İklimle Dengeli Tasarım Parametreleri Açısından Değerlendirilmesi: Gaziantep Örneği” VIII. Uluslararası Sinan Sempozyumu, 25-26 Nisan, Edirne.
- Jeoloji Mühendisleri Odası (2021) “Hatay’ın Depremselliği” Jeoloji Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan 08.02.202| tarihli rapor” https://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/13b431eb47cf5fe_ek.pdf Erişim tarihi 03.03.2023
- Kaya, S., Kıyılı, R.(2009) “Antakya’da Ortaçağ’da Meydana Gelen Doğal Âfet Ve Salgın Hastalıklara Bir Bakış” Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume: 6 Sayı/Issue: 12, s. 403-418. Antakya.
- Korkmaz, H. (2006) “Antakya’da Zemin Özellikleri Ve Deprem Etkisi Arasındaki İlişki” Coğrafi Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, 49 – 66, 01.08.2006
- Manioğlu, G., Koçlar Oral, G. (2010) “Ekolojik Yaklaşımda İklimle Dengeli Cephe Tasarımı” 5. Ulusal Çatı ve Cephe Sempozyumu, 15-16 Nisan 2010, İzmir.
- Özşahin, E. (2010) “Asi (Orontes) Nehri Deltasındakġ (Hatay/Türkiye) Doğal Çevre “ Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt/Volume: 7 Sayı/Issue: 13, s. 445 – 475. Antakya
- Pamir, H. (2014) “Antakya Hipodrom ve Çevresi Kazısı”, Hatay Arkeolojik Kazı ve Araştırmaları, Mustafa Kemal Universitesi Yayınları no: 50, s. 251-274, Antakya .
- Rey, E. (1883) “Les colonies franques de Syrie aux XIIme et XIIIme siècles”, Paris.
- Yüksel, Ş. (2021).” Mekansal Süreklilik Bağlamında Tarihsel Katmanların Değerlendirilmesi Antakya Kenti Örneği “. Kent Akademisi , 14 (2) , 361-373 . DOI: 10.35674/kent.935168.