Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor’un Konuğu Cengiz Bektaş…
Kalebodur’un, toplumu ve mimarlığı ilgilendiren değerlere sahip çıkma misyonuyla gerçekleştirdiği “Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor” söyleşisinin konuğu mimar Cengiz Bektaş oldu. Prof. Dr. Celal Abdi Güzer’in sorularını yanıtlayan Bektaş, mimarlık ve şiir arasında kurduğu ilişkiyi “Bir mimar her türlü sanatın içinde yetişmeli. Mimarlık çizim yapmaktan ibaret değildir” diye açıkladı.
“Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor” söyleşisi kapsamında Prof. Dr. Celal Abdi Güzer’in, alanında öne çıkan isimlerle yaptığı söyleşiler, mimarlığı anlama ve dünyada ses getiren mimarları yakından tanıma imkânı sağlamaya devam ediyor. Programın Nisan ayı söyleşisinin konuğu mimarlığının yanında yazar, şair kimlikleriyle de bilinen Cengiz Bektaş oldu.
Mimarlığın çizim yapmaktan ibaret olmadığının altını çizen Cengiz Bektaş, mimarlık eğitim ortamını değerlendirirken “Eski yazılarımı bir araya topladığım zaman ‘ben sadece bugün böyle düşünmüyorum, buraya basamak basamak gelmişim’ diyorum. Mimarlık üzerine düşünürken olayı sadece mimarlık zannediyorlar, öyle değil. Bir mimar her türlü sanatın içinde yetişmeli. Bana durmadan hayatta şu soruldu: Niye şiir, mimarlıkla şiirin ne alakası var? Şiirin dili de, mimarlığın dili de önce yürekten sonra coğrafyadan geçiyor. Ben de benim için böyle bir ayrım olmadığını söylemeye çalıştım, yoktan var eden dallar ama bulundukları coğrafyanın her şeyiyle bağlılar” diyor.
“Yazmak benim için düşünmek demek”
Mimari projelerin yanı sıra pek çok yayını, araştırması ve belgelemesi bulunan Cengiz Bektaş, yazmanın ve tartışmanın önemine değinerek, ‘’Türkiye’de gitmediğim üniversite kalmadı. Şu ana kadar yayınlanan kitap sayım 110’u geçti. Yazmak benim için düşünmek demek. Herhangi bir konu üzerine düşünmem gerekiyorsa önce o konuyu yazıyorum. Ve benim için yazmak eylemi onsuz düşünememek gibi bir duruma geliyor. O zaman da çevrene daha objektif bakmak zorundasın. Çevrene saygısızlık etmeden gerçeği söylemek durumundasın. Doğru bildiğini dile getirmek çok önemli. Çünkü o düşünceyi çağırıyor’’ diye konuştu.
Çocukların, projelere, atölyelere dâhil edilmesi gerektiğini belirten Bektaş, Kuzguncuk’taki ve Muğla’daki çalışmaları üzerinden örnekler vererek, çocukluktan itibaren disiplinler arası çalışmanın gelecek nesillere katkısı olacağını belirtiyor. ‘’Bugün bütün üniversitelerde disiplinler arası kürsüler var. Bu kürsüler, değişik bilim alanlarının birbirlerine etkimesi üzerine kurulmuş. Bunun eksikliği görülmüş. Mesela bir inşaat mühendisi, eğer müzik bilgisi olursa daha iyi inşaat mühendisi oluyor. Bu ilkokuldan gelen bir şey midir? Kuzguncuk’ta çocuk kitaplığı açtım. Çocuk, ilk defa Topkapı Sarayı’na girdi. Aynı şeyi Muğla’da yapmaya çalışıyoruz ve bir halk evini çalışır duruma getirdik… O çocuklar bir sonraki kuşağı etkiliyor, o da onu etkiliyor. Böyle becerebiliyorsunuz bazı şeyleri. Bu önemli. Hiçbir zaman umudu yitirmemek lazım. Ve gerçekten, umutlanmak için her şey var ülkemizde. Yaşamı daha heyecanlı, daha yaşanılır kılmak için bir sürü şey var. Bu o kadar önemli ki’’ şeklinde konuştu.
“Mimarlar kültür bekçiliği yapmak zorundalar”
İstanbul’un tarihi yapısını ve günümüzde İstanbul’un içinde bulunduğu durumu değerlendiren Bektaş, kültür ortamında, tarihi yapıların nasıl değerlendirileceğinin bilinmediğini belirtiyor. “İstanbul sadece Osmanlı da değil. Bizans’ı görmemek, ondan önce Roma’yı görmemek İstanbul’da, körlük olur. Yenikapı kazılarında, İstanbul’da birdenbire 8400 yıla iniyorsun. Bu çok önemli çünkü o izleri görmeye, onunla birlikte kalp atışını ona göre ayarlamayı başardığın zaman, İstanbul akıl almaz bir şey. Ne kadar uğraştık da, ancak bu kadar bozabildik. Mermere nasıl davranacağımızı bilmiyoruz. Ahşaba nasıl davranacağımızı bilmiyoruz. Bunlar sadece kendi birikiminizle bilebileceğiniz şeyler de değil. Sizden önce yapılmış olan şeyleri iyi bilmeniz gerekiyor. Bakmak, görmek için altyapı gerekli, bilgi gerekli, deneyim gerekli. Yaşamım boyunca hep bunu büyütmeye çalıştım. Çoğu şeyi mimarlığa destek olması için yaptım.”
Mimarların yaşadığı çevredeki kültür ortamına sahip çıkmaları, tartışmaları gerektiğini ifade eden Cengiz Bektaş sözlerine şu şekilde son veriyor. “Hiçbir şekilde umut yitirmemek gerekiyor. Hiçbir şeyi boşuna yapmış olmuyorsunuz. Mimarların çok ağır yükü var. Bir kültür bekçiliğini yapmak zorundalar ama bunun için önce kendilerini iyi donatmalılar. Tartışma ortamları yaratmak lazım. Bunun için gerekli her şey var. Yeterki biz onları kullanmak, yaşamak isteyelim.”