Yeni Plan Tartışması Üzerine Düşünceler

Prof. Dr. Mehmet Çubuk

Geçtiğimiz Ekim ayı başlarında günlük gazetelerde “Yeni Plan Tartışması” başlıklı bir haberde; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın mevcut “İmar Kanunu” üzerinde değişiklik öngören bir yasa taslağı hazırladığı belirtilmişti. Meslek odalarının bu taslağa karşı olduğu yazılarak, Şehir Plancıları Odası’nın (ŞPO), taslağın “İmar planlarının delinmesini teşvik edeceği”  ve İnşaat Mühendisleri Odası’nın da (İMO) “Kentlerin yaşanamaz hale geleceği” görüşleri haber yapılmıştı.

Ayrıca, TBMM’nde İmar Komisyonu üyelerinden muhalif bir milletvekilinin; “Taslağın kentlere karşı işlenmiş bir suç oluşturacağı, keza evrensel şehircilik ilkelerine aykırı olduğu” görüşü ve iktidar partisinden diğer bir komisyon üyesi milletvekilinin de (tasarıyı destekleyerek), “Belediyelerde çok sayıda yapılan plan değişikliklerinden yeterince harç alınmadığı (!), taslak sayesinde oluşacak değer artışının tamamının kamuya gideceği” (!) görüşü haberleştirilmişti.

Bu haber benim üzerimde diğerlerinden farklı etki yaptı. Bana göre asıl konu, yamalı bohçaya dönen İmar Kanunu üzerinde hâlâ değişiklikler yapılarak, şehircilik uygulamalarına devam edilmesi ve plan değişikliklerinin kolayca yapılıyor olmasıydı. Bu aynı zamanda plan ve planlama kavramlarının ülkede hâlâ gereği şekilde anlaşılmadığını ve bu kavramlara kendimize göre anlam yüklendiğini ve eyleme dönüştüğünü ortaya koymaktaydı.

Haber aynı zamanda, benim peşinden gittiğim “inandığım şehircilik” ile ilgili imar sisteminden şehircilik sistemine geçilmesi konusundaki düşüncemde haklılığımı da göstermekteydi. Bu düşüncelerle, ülke kalkınmasındaki yetersizliklerin ve eksiklerin giderilmesi hedefinde 1961 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) kuruluşunu ve o dönem akademik ortamlarda yapılan bilimsel çalışmalar bağlamında hazırladığım tez çalışmasını anımsadım. Devlet Planlama Teşkilatı’nın kuruluş amacına ve hedeflerine yeniden baktım. Doçentlik çalışması olarak hazırladığım tezin sayfalarını karıştırdım. Yazılarımda her zaman önemini vurguladığım (ve devam etmesini dilediğim) DPT’nin, bu ülke için ne kadar önemli bir kuruluş olduğunu bir kez daha anladım. Böylece DPT çalışmaları ve bununla bağlantılı tez çalışmamda getirdiğim öneri üzerinden plan olgusu ve plan değiştirilmesi ile ilgili düşüncelerimi açıklamak istedim.

Geçmişte Kalan Bir Umut

Çeşitli dış müdahalelerle ekonomisi geri bıraktırılmış olan ülkemin o dönemlerde en önemli sorunu, bir “planlı kalkınma” hamlesi başlatılarak, belirlenecek kalkınma hedeflerinin gerçekleştirilmesi olmuştu. Bu hedefte bir girişim olarak da DPT bir devlet organizasyonu formatında ortaya çıkmıştı.

Ülke kalkınmamızda önemli uygulamalara yol açan bu kurum, halkı aydınlatmak ve bilgilendirmek için de bir kitapçık yayınlamıştı. Kitapçığın önsöz metninden ve içindeki bazı sayfalarındaki metinlerden yaptığım alıntılardaki ifadeler/açıklamalar, özet olarak demokratik düzende bir devlet yönetimi için esas olan hususları çok güzel anlatmaktaydı. Paylaşmak için alıntıladığım aşağıdaki ifadeler kanımca, dün olduğu kadar bugün de geçerlidir.

Ön söz metninde şöyle denilmişti: “Demokratik bir sistem içinde hızlı, dengeli ve adil bir kalkınma için planlama şarttır.” Kurumun görevleri ise şöyle anlatılmıştır: “DPT iktisadi ve sosyal hedeflerin tayininde hükümete yardım eder; uzun ve kısa vadeli plan programları hazırlar ve planın başarıyla uygulanması için gerekli tedbirleri tavsiye eder.”

Demokratik düzende özellikle ekonomik gelişimi gecikmiş/geciktirilmiş bir toplumda neden böyle bir örgüte gidilmesinin gereklilik olduğunu gösteren açıklama da şöyledir: “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hemen bütün dünyada, bu mesele (kalkınma) gelişen iktisat ilmi çerçevesinde benimsenirken yurdumuzda çok acı tecrübelere mal olan keyfi yollar seçilmiştir.

(…) Demokratik planlama kavramı oldukça yenidir; herkesçe henüz iyice anlaşılmış değildir. Bütün vatandaşların kendilerini yakından ilgilendiren bu konuda temel bilgileri olması gerekir. Zihinlerde planlama sözüne başka anlamlar verilebilir veya bu konuda birçok soru bulunabilir. Demokratik bir düzende halkın kendi hakkında alınan kararlardan, olup bitenlerden haberdar olması gerekir. Kalkınma davası ancak milletçe benimsendiği takdirde başarıya ulaşabilir. Bu sebeple, kalkınma için yapılan çalışma ve programların her vesile ile halka açıklanması, millete mal edilmesi demokratik planlamanın temel şartıdır.

(…) Halk idaresine dayanan devlet idaresinde demokratik planlama esastır. (…) Siyasi, ilmi ve teknik esasları göz önünde bulunduracak şekilde ele alınması demokratik bir zorunluluktur. (…) Demokratik bir planlama, kalkınmanın demokratik teminatıdır.”

DPT’nin kuruluşunda oluşturulan en yüksek organ da Yüksek Planlama Kurulu’dur. Bu kurul, Başbakan veya yardımcısı başkanlığında, hükümetin seçtiği üç bakan, bir müsteşar ve üç daire başkanından oluşmuştur. DPT, uzun yıllar ülkenin ekonomik geri kalmışlığını giderecek “teknik ve siyasi mülahazaların telif edildiği öncelikli plan hedefleri ve stratejileri” hazırlamış ve bakanlar kuruluna sunmuştur.

Ancak, DPT’nin görev tanımı içinde, iktisadi ve sosyal hedeflerde alınan kararların mekâna nasıl, nerede yansıtılacağı, yani mekânda planlama konusu yer almamıştır. Bu konudaki eksiklik akademik ortamlarda, araştırma konusu olmuş ve öneriler getiren çalışmalar yapılmıştır.

45 Yıl Öncesinde Ülke Kalkınmasına Yaklaşımda Akademik Bir Örnek

Bundan 45 yıl önce ülkemin kalkınması ve gelişmesine kilitlenmiş genç bir akademisyen olarak doçentlik tezimi, ülkesel kalkınmaya ilişkin karar ve stratejiler oluşturulmasında DPT’nin görevi içinde yer almayan “mekânsal kalkınmayı” da içeren bir yönde yapmıştım.

Hazırladığım tezin başlığını “Beşerî Yerleşmelerde Mekân Organizasyonu ve Ülkesel Kalkınmayı Bir Mekân Organizasyonu içinde Yaratmak” olarak belirlemiştim. Tez çalışmamda, “Türk mekânı” kavramının, “Türk karasuları” denildiği gibi, bu tarzda yorumlayarak, ulusal toprak bütünlüğümüz içinde mekân organizasyonunu bir “düşünüş biçimi” olarak, ülke kalkınmasının işlevinde ve arazi bütünlüğünü/birliğini belirleyen politik ve coğrafi mekânda ele almış ve çalışmada şöyle tanımlamıştım:

“Mekân organizasyonu; ulusal sınırlar içinde beşerî faaliyetlerimizin olageldiği, yeraltı-yerüstü katmanlarından oluşan coğrafî mekânın, toplumun yararlanması için en iyi kullanım şeklinin bulunmasına ilişkin bir yöntem olarak belirlenen ve birçok disiplinin katıldığı bir girişimdir. Böylece ülkedeki arazilerin ve kaynakların rastgele kullanımı ve keza beşerî faaliyetlerin rastlantılara bağlı gelişmesi engellenebilecektir.”

“Bu yaklaşımda, mekânın bilinçli kullanımı ve bu kullanımda ortaya çıkacak sorunların çözümü için öngörme olanağı verecek mekânsal politikalara da (mekâna ilişkin politikalara) gereksinim bulunmaktadır. Keza mekân organizasyonunu, ülkenin çeşitli bölgelerinde kapasitelerin artırılarak, korunacak doğal peyzajlarla ilişki içinde ve yaşam alanlarında yaşam koşullarının geliştirilmesini (iyileştirilmesini) kolaylaştıracak şekilde faaliyetlerin dağılımı olarak yorumlamıştım.

Tez çalışmamdan 26 yıl sonra yazdığım “İmar Mevzuatından Şehircilik Mevzuatına-Türk Şehirciliğine Sitematik Bir Yaklaşım Denemesi” (1999) kitabımda bu kez DPT’nin yeni bir statüde ele alınmasını; mevcut yapısıyla, karar veren ve yaptırım gücü olmayan danışma nitelikli kalkınma planlarının hazırlanmasıyla yükümlendirilmiş, fakat uygulayıcı olmayan DPT örgütünün, toplumsal ve ekonomik alanlarda ürettiği kararlarla, mekânsal kararların koordinasyonunu yapacak yeni bir statüde örgütlenmesini önermiştim.

Türkiye’de kalkınma planlarıyla mekân organizasyonu arasında önemli bazı yararlı ilişkiler kurulmalıdır. Bilinmektedir ki, Türkiye’de yeteri kadar kesin şekilde, araziye ve mekâna bağlı planlama uygulamaları yapılamamaktadır. Oysa, ortaya çıkan sorunların hepsi, bulundukları mekânla kuvvetli şekilde koşullanmıştır, bağlantılıdır. Bu nedenle kalkınmamızda, mekânsal uygulama ayağı yaratan bir mekân organizasyonuna gerek vardır.

Önerimdeki organizasyonu da “Devlet Planlama Eylem Müsteşarlığı” (DEPEM) olarak tanımlamıştım. Heyhat, ne yazık ki bugün DPT önce lağvedilmiş, Kalkınma Bakanlığı bünyesinde bir birime indirgenmiş ve son olarak bu bakanlık da lağvedilmiştir.

Son Bir Umut

Sonuç olarak görülüyor ki, yarım asır öncesinde demokratik plan kavramı, devlet katında “düşünce ve eylem” olarak var olmuştu. Politikalar ve stratejiler ülke kalkınmasında, ülke ve toplum çıkarına/yararına dönük olarak düzenlenmişti.

Yani, gerçek anlamda ülke kalkınması, gelişmesine ilişkin ussal ve gerekli atılımlar yapılmış, coğrafi ve toplumsal değerleri dikkate alan organizasyonlar, mekanizmalar yaratılmıştı. Köy kalkınmasından, bölge ve ülke kalkınmasına giden yolda DPT girişimi bir umut ışığı olmuştu; fakat, giderek etkisi azaldı ve söndü. Aynı şekilde ondan 20 yıl sonra 1980’lerde, ufukta başka bir ışık yanmış, Çevre Kanunu kabulü ile Çevre Düzenleme Planları (ÇDP) yapılması zorunlu hale getirilmişti.

Bu zorunluluk, imar sisteminden şehircilik sistemine geçiş yolunu açmış ve ülke bütününde şehircilik uygulamalarında en önemli araç olan arazi kullanım planlarının/dokümanlarının elde edilmesine zemin hazırlamıştı. Ancak bu fırsat da gereği şekilde değerlendirilememişti.

45 yıl önce tezimde, kentleşme ile ilgili işaret ettiğim ve yukarıda alıntılanan satırlarda açıkladığım gibi, bugün gerçekten doğru-ussal bir plan yapılarak, bunu destekleyen tutarlı bir arazi politikası oluşturulsaydı, yerel yönetimler böyle bir arazi politikası uygulayabilseydi, araziye ilişkin spekülatif girişimler ve de plan tartışmaları olmayacaktı.

Ne yazık ki günümüzde, hazine ve kamu arazileri çok kolay biçimde “bir siyasi araç” olarak TOKİ’ye verilmekte, buradan da belirli bir yöntemle inşaat sektörüne devredilmektedir. Bu ortamda, etkili bir arazi politikasından söz edilmesi çok zor görülmektedir.

Keşke, dünde kalan demokratik düzende demokratik planlama ve böyle bir planlamanın temel şartı olan şeffaflık ve paylaşım, günümüz şehircilik yaklaşımında gerçekleştirilebilse; keşke siyasi, bilimsel ve teknik esasların buluştuğu bir durum idrak edilebilse!

Günümüzde çok hızlı bir dönüşüm ve değişim süreci yaşanan ülkemiz bütününde, keşke en üst düzeyde zihinlerde şehirciliğe ilişkin düşünce ve eylemde ciddi bir reform isteği doğabilse…

İmar kuralları ile şehircilik adına yapılan uygulamalardan vazgeçilse, koruyucu-kollayıcı bir şemsiye oluşturacak şekilde ülke kaynaklarının toplum yararına/çıkarına değiştirilmezliğini-dokunulmazlığını sağlayacak bir “Şehircilik Çerçeve Yasası” yapılsa, böylece “şehircilik kuralları” ve “imar (inşa etme) kuralları” bir sistem içinde buluşturulabilse, birleştirilebilse. Keşke!