Yalın Mimarlık’ın Yeraltı Mimarisi
Suha Özkan, Hon. F AIA
Kimi kez teknolojik, siyasi, dinsel kimi kez de salt dünyanın doğal yüzeyini koruma amaçlı da olsa, yapıyı ya da yapılar grubunu yer altında oluşturmak yüzyıllar boyu süregelen bir mekan edinme yöntemi olagelmiştir. Dünyanın birçok ortamında kullanılmış bu tutumun en etkileyici örneği, sonradan havadaki karbondioksit ile etkileşip sertleşen, yumuşak tüf kayalarının oyulması ile oluşan Kapadokya örneğidir. Mekanı inşa etmek yerine, kitleyi boşaltarak elde etme süreci, bir tür “tersine” işlem olarak hep heyecan verici bir mekan yaratma özgürlüğü olmuştur.
Çağdaş mimarlığın etkileyici ütopya gruplarından Archigram, 1969’da kazandığı Monte Carlo (Monaco) yarışmasında sunduğu “Arazi, Tepeler ve Saklı Eğlenceler” (Grounds, Mounds and Hidden Delights) teması ile önce kazıp sonradan örtüp oluşturduğu tepe ile çok ilgi çekmişti. Bambaşka bir çözüm ve dışavurum yaratıcılığı ile Paolo Soleri, (1919-2013) Arcology ile “Ecole” olarak Arcosanti ortamındaki yapıtları ile özellikle çöl ortamını seven bir nesli çok etkilemiş, neredeyse kuma gömmüştü.
Ömer Selçuk Baz, Yalın Mimarlık da Troya Müzesi’nde yeri oyarak girdiği müze yapısında, 3-4 katı bulan alt kitleyi örtmeyip, dört yanında bir dış avlu ya da bahçe olan çevresel bir ışık kuyusu ile çevrelemiş. Böylece yapının bu kesimi, yer düzleminin altında kalıp, kapalı yeraltı olmasa da, doğal kesimin altında yer almış, ana kare kitleyi çepeçevre saran bir “bahçe-avlu” ile yapının yer üstü kesimini algı olarak alçaltmış ve tüm yapıya gereken doğal ışıktan da ödün vermemiştir.
Yalın Mimarlık’ın gerçek yeraltı yapısı ise Kapadokya’daki Bölge Müzesi’dir. Yalın Mimarlık çevreye ve var olan topoğrafyaya olağanüstü saygı ile biçimlendirdikleri ortamı şöyle tanıtmakta:
“Kapadokya Bölge Müzesi olarak tasarlanan alan yaklaşık 80 yıllık bir taş ocağıdır. Tasarımın temel çıkış noktası bu eski taş ocağını, Kapadokya Müzesi olarak yeniden işlevlendirirken kayanın dönüşmüş halini, tüm izleri ile korumaktır. Taş ocağı bloğu kısmen güçlendirilerek müze, çok amaçlı salon ve kütüphane olarak yeniden işlevlendirilmiştir. Arındırma ve koruma fikrini hayata geçirebilmek için kaya bloğunun içinde olamayacak işlevlere çözüm üretilmiştir. Karşılama yapısı olarak kurgulanan yapı, kayanın dışında, kitle turizminin kirletici etkisini de göğüsleyecek bir ara yapı olarak kurgulanmıştır. Restoran, hediyelik eşya dükkanları, bilet satışı gibi işlevlerin yanında otobüs ve araçların park alanı da bu bölgede çözümlenmiş, karşılama yapısı ufak bir taş ocağı şeklinde ele alınmış. Böylece eski taş ocağının var olma şekline koşut bir düşünce ile alandan çıkarılan taşlarla üretilen, peyzajın da var olduğu bir tasarım üretilmiştir. Bu küçük taş ocağından çıkan taş kitleler yalnız bu ön yapı için olmayıp, aynı zamanda Kaya Müze için de kullanılmıştır. Kaya içindeki blokajlar yönlendirmeler ve peyzaj elemanı olarak kayanın çeşitli büyüklüklere ebatlanmış halleri değerlendirilmiştir. Coğrafyadan çıkan kayanın tekrar kendine yer bulduğu bir çeşit iyileştirme uyarlanmıştır. Projenin özü, var olmak için yeni bir çok şey yapmaya çabalamaktansa var olana saygıyla sığınmaktır.”
Müze bitmek üzere. İç donanımı tamamlandığında bölgede yepyeni bir kültür ve turizm odağı olacak. Bekliyoruz.
Zonguldak Mağaraları Ziyaretçi Merkezi, ZMZM gibi hoş bir kısaltma ile tanımlanmakta. Yörenin sert topoğrafyası nedeni ile önünden geçen yol ile arasında pek nefes alacak uzaklık olmasa da Yalın Mimarlık anlamlı bir çözümle bu sorunu en aza indirgemiştir. Zonguldak yöresi değişik jeolojik dönemlerde oluşmuş yüzlerce mağara barındırmaktadır. Bu mağaralar bilimsel ilgilerin ötesinde birçok çağdaş spor ve keşif gezilerine de ortam yaratan çekici yerler olmaktadır. ZMZM, Zonguldak’ın 5 km yakınında bulunan Gökgöl Mağarası, Erçek Deresi’nin doğu yamacında yer almaktadır. İçinde değişik büyüklüklerde oluşmuş, sarkıt, dikit, sütun, bayrak ve perde biçimlerinde ilginç bir deneyim ortamı sunmaktadır. Bu ortamı duyarlı bir tasarımla sunmak ise önemli bir katkıdır.
Yalın Mimarlık, Gökgöl Mağarası’nın önü ve yakın çevresiyle mümkün olabildiğince doğrudan ve yere özgü ilişki sağlamıştır. ZMZM’nin mimari yaklaşımı milyonlarca yıllık doğal süreçler sonunda günümüzdeki halini almış olan doğal oluşumun etkileyici varlığı ile barışık bir mimarlık dili kurabilmeyi amaçlamıştır. Bu tasarım fikri bir çeşit gizlenme yapısı kurmak gibi okunabilir. Ancak bu gizlenerek mağaranın ağzında, önüne sığışarak oturan yapı aslında kendi varlığını bütünüyle gizleme yolunu da seçmez. Bu tavrı daha çok varlığını belli ederek dağın ve mağaranın yamaçlarına doğru usulca ilişmek olarak tarif edebiliriz. Kendi üst yüzeyi bir çeşit dağın eteklerinden kopup gelmiş bir peyzaj gibi okunan, iç yönlenmesini dağın kayalıklarına doğru kıstırılmış bir avluya-kesiğe doğru çeviren tutumdur. Mağaranın içinde yaya hareket hattının dağın eteklerine bağlanarak ZMZM içinden dış mekana aktarıldığı bir süreklilik tasarımı olarak da okunabilir. Yapı, içerisinde barındırdığı mekanlarıyla sağladığı izlenimlerle, konuklarını üç milyon yaşında bir mağarayla doğrudan etkileşim fikrine duygusal olarak hazırlayabilecek yepyeni bir ortam sunmaktadır.
Yalın Mimarlık eklenen yapısal ortamda kullanılan taşın, aynı ortamın ocaklarından alınmış, kaba olsa da geometrik kesimleri ile “kul yapısı” olduğunu vurgulamaktadır. Bu taşlar doku ve renk uyumu ile aynı ortamın bütünleşik bir parçası olarak doğal ortama işlevsel bir varlık katmaktadır.
Mimarlık ortamımıza on yıl önce, yarışma yolu ile, yani emeğinin ve “bileğinin hakkı” ile giren Ömer Selçuk Baz eğitimi ile Bursa çıkışlıdır. Gerçekleştirdiği üç yapı da Anadolu coğrafyasını yorumlayıp, yüceltmektedir. Mimarlık dünyası genç, kaygılı, sorumlu ve yetenekli bir mimar kazanmıştır. Yolu açık olsun.