“Epeydir bienallerin kendi sözünü baştan koyup onu yeniden kendi etrafında ürettiğini ama dışarıya, mimarlığın bu mecra dışındaki pratiğine, üretimine geçemediğini düşünenlerdenim.”
Cem Sorguç, Mimar
CM Mimarlık
Geleceğin Laboratuvarı odağını mimarlıktan kaydırıyor. Bunun bir katkı oluşturacağını düşünenler olabilir. Fakat eylemsel bir kaydırma değil bu. Genel olarak mevcudu raporlama ve tarihsel olarak anlaşılamamaktan şikayet eder bir nitelikte. Çünkü merkezden ve oluşturduğu tahakkümden uzaklaşmaya çalışırken merkezin araçlarını ve temsil yöntemini devralıyor. Avrupa merkezci haritalamayı sorgulayan, mekansal hegemonyaya karşın yerel kültürel pratikleri vurgulayan ifadeler de mistik, uhrevi bir temsil tercih ediyor. Buna ayrı düşer gibi olan da önce fiziki sonra beşeri olan sınırların bugünkü hattını başka bir yerde sorguluyor ve görece merkezden geliyor: Fransa. Sanat bianellerine yaklaştığına dair bir genel eleştiri var. Ama zaten Lokko da kurgusunu ve temsilini sanat sergilerinden aldığını belirtiyor. Burada ve belki daha derinlemesine irdelenebilecek olan sanat dahil günümüz sergi fuarları, bienaller olabilir ve bu tartışılabilir mecraya artık mimarlığın da bu vesileyle dahil olduğunu söyleyebiliriz.
Bienalde süzgecime takılan işlere gelince…
Flores & Prats Architects / Emotional Heritage: Mimari süreç, temsil, zanaat, mimari performans. Enric Miralles’in tedrisatından da geçen Barcelonalı mimarlar Eva Prats ve Ricordo Flores’in eleştirel düzlem üzerinden yapma, inşa etme tecrübelerini, kamusal hassasiyetlerini cömertlikle ortaya sermeleri bu sene bienal dahilinde benim için en iyi işlerden biriydi.
Arsenale’de “Square / Curator’s Rooms: Bir yanılsama, sanatın zahiri temsili ile mekansal bir bakış açması nedeniyle. Tam olmasa da şimdi hatırlamadığım geçmiş bienallerden birinde de Arsenale’nin mevcut kolonlarını farklı bir dilde kullanan bir örnek vardı.
Killing Architects / Investigating Xinjiang’s Network of Detention Camps: Mekanın politikası, mimarinin acımasız emellere, toplumsal yaşama ve dayatmalara da gayet masum bir çehre ve izah araçlaşabileceğine dair…
“Hayalet Hikayeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi” projesinin gerek ülkemizde gerekse de dünyada günden güne daha fazla önem taşıyan bir konu olarak “Elimizdekilerle ne yapacağız?” sorusunu soruyor olması dahi mühim. Her şeyin yenisini seven, eski ile ne yapacağını bilemeyen bir gelenek için yapı ölçeğinde bir baş etme senaryosu elbette kolay değil. Hikayeler ve çevresel, belleğe dair hassasiyet ekonomik hassasiyetlerin maalesef önüne geçemiyor ve bu çaba da yıkmak yerine konuya aymaya umarım vesile olabilir. Gayet kıymetli olan sözünü, temasını, zahiri bir meseleyi dert etmesini çok beğendiğimi söyleyebilirim. Tüm değeri dahili sadece teferruat sayılabilecek eleştirim temsili ve akademik diliyle ilgili olabilir.
Ben epeydir bienallerin kendi sözünü baştan koyup onu yeniden kendi etrafında ürettiğini ama dışarıya, mimarlığın bu mecra dışındaki pratiğine, üretimine geçemediğini düşünenlerdenim. Ha şart mı, bu da tartışılır. Bir tür performans olarak da kabul edilebilir. Belki de öyle kabul etmek bizi rahatlatır. Bu seneki bienalin kavramsal bakışı sözü edilegelen, mimarlığın sıkıştığı yerden muhtelif destekler alarak, alanları kaydırarak, müphem sınırlar oluşturarak çıkmasına dair bir yol içeriyor.