Ülkemiz Deprem Kuşağında
Doğru Planlama, Doğru Proje, Doğru Uygulama ve Uygulama Denetimi Gerek
Doğan Hasol, Y. Müh. (Mimar), Dr. h.c.
2025 Nisan ayında, merkezi Silivri ilçesi açıklarında, Marmara Denizi’nde meydana gelen 6,1 büyüklüğündeki depremle, İstanbul için deprem konusu yeniden gündeme geldi. Aslında deprem Türkiye için sürpriz değil. Binalar yıkıldıktan, canlar gittikten sonra “hırsız müteahhit,” “malzemeden çalmış” gibi söylemlerin hiçbir yararı yok. Türkiye’de yalnızca malzemeden mi çalınıyor? İnşaat yalnızca malzemeyle yapılmaz ki; yapıların malzemeden çok daha önemli girdisi “bilgi”dir. Bilgi eksikse en iyi malzemeyle bile çürük bir yapı yapılabilir. Özetle, Türkiye’de “bilgi”den çalınıyor: “Şehircilik,” “mimarlık,” “mühendislik” bilgisinden.
Deprem teknolojisi son yıllarda çok gelişti. Bugün fay hatlarının yerleri bile biliniyor. Bunların üzerinde yapılaşmaya gitmemek, buraları yeşil alan ve tarım alanı olarak düzenlemek en akılcı yoldur. Özellikle, stratejik önemdeki tesislerin, endüstri tesislerinin ve konutların deprem riski yüksek yörelerde yoğunlaştırılmaması gerekiyor. Doğal ki bu, fiziksel planlama işidir, yani şehircilik işi. Görüldüğü gibi, konunun birinci aşaması yerleşme planlamasından geçiyor. Sonraki aşamalar ise yapılaşma için “proje” ve “uygulama”dır.
Doğru Planlama
Vaktiyle ülkemizde Bölge Planlama ve Nazım Plan Büroları vardı. Bu bürolarda, bölge ve şehirler konusunda planlar üretilir; çeşitli işlevlere ve yapılaşmalara uygun bölgeler belirlenirdi. Zamanla bu bürolar yok edildi; iş siyasi kararlara terk edildi. Planlamada ülke çapında tam bir yetki kargaşası var. Belediyelerin yanı sıra Başbakanlık, kimi bakanlıklar, TOKİ, ÖİB, Milli Emlak vd. bazı kurumlar yetki sahibi. Çarpık kentler, aslında benbilirimci merkezi ve yerel yönetimlerin marifetidir. Popülist politikalar ve planlamadaki yetki karmaşası, nüfus patlaması ile arsa yağmasına neden olur. Kargaşa, çarpık kentleşmeyi körükler. Ülkede, “planlama” fikrinden uzaklaşılması pek çok bakımdan iyi sonuç vermedi. Bunun çarpıcı göstergesi deprem sonuçlarıdır.
Gecekondu ve imar aflarına gelince… Bunların söylentisi bile kaçak yapılaşmayı körüklemiştir. Her seçim öncesi siyasi partilerin seçmene yönelik “af” vaatleri çimento satışlarını zirveye taşımıştır. Böylece devlet çoğu kez bilgi ve denetimden uzak yapıları affetmiş oluyor; ama deprem çoğu kez affetmiyor. “Dünyada üretilemeyen tek şey topraktır” denir. Bizde bunun da çözümü bulundu. Arsanın yapılaşma hakları artırılınca alanı da görece olarak artırılmış oluyor. Beş bin metrekarelik inşaat alanı yerine 10 bin metrekarelik hak verilince arsanın kullanım alanı iki katına çıkmış gibi oluyor.
“Deprem öldürmez, yapılar öldürür” söylemine gelince… Doğal ki, doğru seçilmiş alanda inşaatın da doğru yapılması gerekir. Bunun için de:
Doğru Proje
Sağlıklı bir yapı için önce bilimsel verilerle doğru hazırlanmış mimarlık ve mühendislik projelerine ihtiyaç vardır: Doğru bir mimari proje ile, doğru bir strüktür projesine yani taşıyıcı sistem projesine… Deprem koşulları da dikkate alınarak yapılmış zemin etüdü, strüktür tasarımı için önemli bir veridir. Zeminle uyumlu strüktür sistemi kurularak fay hattı dışında olmak kaydıyla her zeminde inşaat yapılabilir.
Doğru Uygulama
Depreme karşı güvenli bir yapının elde edilebilmesi için iyi bir proje zorunludur ama yeterli değildir. O projenin doğru uygulanması, inşaatın kurallara uygun olarak yapılması, teknoloji ve malzemenin doğru seçilip kullanılması şarttır. Bu evrede, müteahhitlik bilgi ve deneyimi devreye girer.
Uygulama Denetimi
İyi yapılmış bir projenin kötü ve yanlış bir şekilde uygulanması yapının depreme karşı güvenliğini yok edebilir. Uygulama kesinlikle, teknik uygulama sorumlusu (TUS) uzman mühendislerce denetlenmelidir. Sonradan, yapının kullanım sürecinde yapılacak değişiklikler de aynı titizlikle ele alınmalıdır. Bütün bunlar için, mimar ve mühendislerin eğitimi önem kazanıyor. Ne yazık ki bugün ülkemizde mimarlık ve mühendislik eğitimi nitelik ve süre bakımından uluslararası standartların gerisindedir. Ülkede inşaat kesiminde ciddi sıkıntılar var. Yap-sat düzeninde mimar ve mühendisin teknik katkısı en alt düzeyde kalıyor. Ayrıca, Batı’da yürürlükte olan mesleki sorumluluk sigorta sisteminin bizde de devreye sokulması gerekiyor. Proje hizmetlerini, kullanılacak malzemeyi, teknolojileri, uygulamayı, yapı denetimini düzene sokan ve böylece inşaat etkinliklerinin tümünü zincirleme denetleyen bir sigorta sistemi…
Yakın zamanda karşılaştığımız depremler Türkiye’nin bugüne değin gördüğü en büyük depremler değil, ama kendi yarattığımız koşullar altında doğal felaket bir faciaya dönüşebiliyor. Toplum olarak yağmadan, rant hırsından, kaçaktan, kapkaçtan kurtulup bilimsel kurallara yönelmemiz gerekiyor artık… Aksi takdirde, bedelini çok ağır ödüyoruz.


