Tevazu Anıtı Bir Büyük İnsan: “Mehmet Fatin Uluengin”
Prof. Dr. Suphi Saatçi
Geçtiğimiz 2017 yılının Kasım ayında Osmanlı mimarlığının klasik yapı detayları konusunda yetişmiş önemli bir değeri kaybettik; Yüksek Mimar Mehmet Fatin Uluengin. Sağlık sorunları yaşayan Fatin Bey, 2010 yılında tedavi altına alınmıştı. Ancak 2015 yılında durumu daha da ağırlaştı. Uzun süre direniş gösteren Fatin Bey, 03.11.2017 tarihinde 97 yaşında hayata veda etti. Cenazesi 07.11.2017 günü Eyüp Sultan’daki aile kabristanında toprağa verildi. Sekiz kuşak İstanbullu bir ailenin çocuğu olan Fatin Bey’in dedeleri denizcilik mesleğini seçtikleri için, Cumhuriyet döneminde Uluengin soyadını benimsemişlerdir.
Mehmet Fatin Uluengin 1920 yılında İstanbul’da doğdu. 1938 yılında girdiği İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü’nden 1943 yılında mezun oldu. 1943-1957 yılları arasında sırasıyla Milli Emlâk Müdürlüğü, Müzeler Müdürlüğü ve Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde kontrol mimarı olarak çalıştı. Görevi icabı eski eserleri kontrol etmek gayesiyle Manisa, Bursa, Kütahya ve Edirne başta olmak üzere Türkiye’deki birçok şehri gezme fırsatını buldu. Özellikle 1947 ve 1948 yıllarında yaptığı Türkiye turları, eski eserleri tanımasında ve sevmesinde yönlendirici oldu.
Mehmet Fatin Uluengin, denizci bir aileye mensup olmasına karşın, kendi ifadesiyle denizden hoşlanmadığı için mimarlık mesleğini seçmiştir. Bu alanda meslek hayatı boyunca yaşadığı serüvenleri kendisi anlatarak etraflıca bilgi vermektedir. Öncelikle mimar olarak çalışma hayatına atıldığında, Türkiye’de eski eserlerin korunması ve onarımı daha yeni yeni gündeme gelmeye başlamıştır. Eski eserlere gösterilen ilginin fazla da yaygın olmadığı o tarihlerde, Sedat Çetintaş, Macit Kural, Ali Saim Ülgen ve Mustafa Ayaşlıoğlu gibi anıtların onarımı alanında çalışan mimar hocalar ilgisini çekmiştir. Eski eserlere karşı merakı da bu dönemde başlamış ve özellikle Güzel Sanatlar Akademisi’nde tanımış olduğu Ali Saim Ülgen’in etkisi büyük olmuştur.
1957 yılında serbest çalışma hayatına geçerek, İstanbul başta olmak üzere birçok şehirde rölöve çalışmalarında ve restorasyon uygulamalarında bulunmuştur. 1982 yılında King Abdülaziz Üniversitesi’nin Hajj (Hac) Araştırma Merkezi’nde 1985 yılına kadar araştırmacı mimar olarak görev yapmıştır.
Mezun olduktan sonra çalıştığı resmî kurumlarda ve görevli olarak gittiği iş seyahatlerinde görgüsünü artırmış, 1948-1949 yılları arasında yerine getirdiği askerlik hizmetinden sonra Vakıflar Umum Müdürlüğü’nde kontrol mimarı olarak çalıştığı dönemde bu alana kilitlenmiştir.
Hocalarından etkilenen Fatin Bey, adı gibi zeki ve kavrayışlı olduğu için kendine bu konuda bir yol haritası çizmiştir. Memuriyeti sırasında değişik yıllarda (1947, 1948, 1950 ve 1951) uzun süreli seyahatlere çıkmıştır. En kısası üç ay süren ve görevli olarak gönderildiği bu yurt gezilerinde Anadolu ve Trakya’daki anıtlar üzerinde incelemeler yapmıştır. Kontrol mimarı olarak yaptığı bu geziler sayesinde Türkiye’nin aşağıda adları verilen otuzun üzerindeki il ve ilçelerini dolaşmıştır: Erzurum, Muş, Van, Tatvan, Ahlat, Siirt, Bitlis, Malatya, Sivas, Kayseri, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Harran, Birecik, Gaziantep, Adana, Niğde, Ankara, Ulukışla, Afyonkarahisar, Kütahya, Balıkesir, Bandırma, Bursa, Çorlu, Lüleburgaz, Babaeski ve Edirne.
Ülkenin o tarihlerdeki seyahat ve konaklama koşullarına dikkat edilirse, Fatin Uluengin büyük bir fedakârlığa katlanmıştır. Tren yolu üzerinde olan yerleşmelere gidişler nispeten güvenli iken, yukarıda adı geçen şehir ve kasabaların çoğuna ulaşımda sıkıntı yaşanıyordu. Tren olmayan merkezlerin konumlarına göre vapur, otobüs, taksi, kamyon, arazi araçları ve bazen binek hayvanları ile ulaşılabiliyordu. Gidilen yerlerde valilik, kaymakamlık ya da belediye gibi kamuya ait misafirhane varsa devlet memurları için büyük şans ve nimet sayılırdı.
Kış aylarında katır sırtlarında gidilen yerlerde, konaklama yapıları olarak bulunan taşra otellerinin o tarihlerdeki konforu (!); bu kasabalarda akşam saat altıdan sonra açık bakkal dükkânı ya da lokanta bulmanın zorlukları da hatırlanmalıdır. O saatlerden önce yetişilmediği takdirde, yiyecek bir şey bulmanın zorluğu da unutulmamalıdır. O zamanki tesislerin henüz gelişmediği düşünülürse, bu kadar zor koşullarda yapılan seyahatlere katlanmak, Fatin Bey’in meslek aşkı ve özverili yapısı hakkında açık bir fikir vermektedir.
Heyecan ve Hayranlık Uyandıran Bir Uğraş
Osmanlı klasik yapılarının detaylarını araştırmak ve öğrenmek uğruna ömrünü adamış bu idealist mimar, esas ilgi alanı olan stalaktitler (mukarnaslar) üzerine çalışmıştır. Başlangıçta geçici olarak seçmiş olduğu dal, hayatının geri kalan kısmında tek uğraş alanı olmuştur. Ömründen verdiği 70 yıl boyunca stalaktitler üzerine eğilmiş, bu konuda bilgi ve örnek toplayarak zengin ve büyük bir koleksiyon oluşturmuştur. Stalaktitlerin geometrik kompozisyonunun çözümü için bazen bir gün boyu uğraşmıştır.
Bunun yanısıra klasik yapı detaylarının ölçülerini almak, krokilerini çizmek ve fotoğraflarını çekmek yolunda verdiği uğraş ve çaba insanda hayranlık uyandırmaktadır. Ayrıca seyahatleri boyunca yaşadığı meşakkatler dışında, malzeme bakımından da sıkıntılar yaşamıştır.
Kullandığı kâğıtlara fazla çizim sığdırmaya ve olanak dâhilinde krokileri sıkışık yerleştirmeye çalışmıştır. Fotoğraf çekimlerinde de filmleri tasarruflu kullanmıştır. Serbest hayata atıldığı 1957 yılından itibaren restorasyon alanında uğraş vermiştir. Uygulamacı olarak başladığı çalışmaları sırasında toplamış olduğu mimari detayları kullanmış, bir kısmını yeniden ele alarak fotoğraflarını çekmiştir. Böylece arşivini daha da zenginleştirmiştir. Elde ettiği detayların bir kısmına ulaşmak, günümüzde artık zordur. Çünkü bu klasik yapı detaylarının ölçüleri, özellikle Süleymaniye, Sultanahmet, Yenicami ve Selimiye’nin minare ve alem ölçülerinin alınması, ancak bu camilerin tamiri için iş iskelesinin kurulması ile mümkün olabilmiştir. Bu arada Türkiye’de detaylı bir minare rölövesinin de ilk kez çıkarıldığı, kendisi tarafından ifade edilmiştir.
Böylece çoğunluğu stalaktitler olmak üzere 2 bin adet detay toplamış ve bunlara ait eskizlerle fotoğrafları konu ve şehirlere göre zarflar içinde tasnif etmiştir. Fatin Bey’in 1964 yılında mimarlık eğitimine başlayan oğlu Bülent Uluengin (Prof. Dr.) ve daha sonra aileye katılan gelini Nihal (Yöney) Uluengin (Yrd. Doç. Dr.) de bu çalışmalara destek olmaya başlamışlardır. 1996 yılında Mimar Sinan (Güzel Sanatlar) Üniversitesi’nden mezun olan torunu Mehmet Bengü Uluengin (Doç. Dr.) de dedesinin topladığı malzemelerine ait krokileri ve aldığı notları sistematik bir düzen içinde tasnif etme çalışmalarına katkı sağlamaya çalışmıştır.
Üç kuşak mimar bir ailenin beraberce hazırlamış oldukları bu ortak çalışma “Osmanlı Anıt Mimarisinde Klasik Yapı Detayları/Classic Construction Details of Ottoman Monumental Architecture” (1) başlığı altında Türkçe ve İngilizce olarak kitap haline getirilmiştir. Bu eser OICC (Organization of Islamic Capitals and Cities/İslam Başkentleri ve Kentleri Teşkilat)’nın her üç yılda bir düzenlediği yarışmada, “Mimari Kitaplar” kategorisinde birincilik ödülünü kazanmıştır.
Fatin Bey ömrünün 70 yılını aktif olarak sürdürdüğü çalışmaları sonucunda değerli bir arşivi günışığına çıkarmıştır. Hayatının en güzel yıllarını verdiği bu çalışmalar sayesinde Osmanlı klasik anıtlarının detaylarını, yapı ve süsleme özelliklerini ortaya çıkarmıştır. Onun çalışmaları sayesinde Osmanlı yapılarının alemlerini, geçiş elemanlarını, kemer ve kubbelerini, mihrap, minare ve minberlerini, lokma parmaklıklarını, şebeke ve süsleme elemanlarının en güvenilir detaylarını öğrenme şansına sahip olabiliyoruz.
Mimar Fatin Uluengin’in ömrünün belki de en büyük zaman dilimini ayırdığı Stalaktitler (Mukarnaslar) konusu, onun en değerli çalışması kabul edilebilir. Bu çalışmanın da Türk mimarlık dünyasına bir kitap halinde sunulması büyük bir hizmet olacaktır. Konusunun biricik kaynak niteliğini taşıyan böylesi bir eserin bugüne kadar yazılmamış olması, bu çalışmanın kolay bir uğraş olmadığını gösterir. Fatin Bey’in belki de ömrünü hasrettiği verimin bir bileşkesi olan bu çalışmanın oğlu Bülent Uluengin tarafından yayına hazırlandığı ve yakın bir tarihte basılacağı müjdesini duymak sevindirici olmuştur. Bu eserin yayımlanması, Türk mimarlık dünyasının zengin bir hazineye kavuşmasından başka, Fatin Bey’in ne kadar zengin bir birikime ve bu konuda harcadığı emeğin ne kadar ulvi bir değere sahip olduğunu gösterecektir.
Fatin Bey’in gösterişten uzak sürdürdüğü hayat, onun gözlerden uzak olmasına yol açmıştır. Rahmetlinin belki de efendiliği, tevazuu, kibarlığı ve çekingenliği, onun her zaman geri planda durmasına neden olmuştur. Bir ahlak abidesi ve yüksek bir karakter sahibi olan böylesine değerli bir şahsiyetin tanınamamış olması, doğrusu insanı mahzun etmektedir. Onun basılacak olan bu eseri, kendisini tanımayanlar tarafından ne denli büyük bir saygıyı hak ettiğini gösterecektir. Böylece Fatin Bey’in de ruhu şâd olacaktır. Aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyor, kendisini minnet, hasret ve rahmetle yâd ediyoruz.