Tecrit Edilmiş Alanlarda Kapsayıcı Tasarım Paradoksu: Mülteci Kamplarında Çocukluk ve Çocuk Mekanları
Özden Senem Erol, Dr. Mimar, Sosyolog
Kocaeli Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğr. Üyesi
Elif F. Salihoğlu, Dr. İç Mimar
Kocaeli Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Araş. Gör.
Kapsayıcı tasarımın tersten bir okuması yapıldığında bu sorgulama pratiğiyle mülteci kamplarının bir paradoks oluşturabileceği düşüncesi belirir. Diğer yandan kapsayıcılığın başat koşulu olan katılımcı tasarım pratiğine bu alanların, sınırların olanak vermeyen durumları içerdiği açıktır. Bu nedenle kendine içkin koşulları, koşulsuzluğu nedeniyle kamp alanlarına yapılan en ufak fiziksel müdahalenin otoriter mimarlığa hizmet ettiği düşüncesi öncelikle başlıktaki “tecrit edilmiş”, “kamp” ve “paradoks” kavramlarıyla vurgulanmak istenir. Bu nedenle yazıda bir takım kavramsal analizler yapılarak bu kırılgan alanın koşulsuzluğuna farkındalık yaratma çabası hakimdir. Fiziksel veya sosyal kapsayıcılığın kilit kelimelerinden olan erişilebilir olma hali için gereken katılımcı pratik, mülteci kamplarında çocukluk dahilinde sınır, alan-aktör-sosyal, politik koşul üçlemesiyle eleştirilmektedir. Öte yandan çocukluğun bu üç kritik koşula sağladığı katma değeri ortaya koymak yazının öncelikli amacıdır. Ardından uyumlu paydaşların katılımıyla çözümsüz kalan bu yerler için çatışmalı ve müzakere sonlu alternatif bir olasılığa giriş yapmak yazının sonuç önerisidir. Dolayısıyla tüm bu amaç, kapsam ve sonuç üçlemesi dahilinde yapılan çalışmanın akışında öncelikle Suriye’den gelen göç dalgası ve mülteci kampları ile ilgili somut verilerle problem ortaya konmaktadır. Sonrasında probleme çözüm olamayacağı düşünülen kapsayıcı tasarım, katılımcı tasarım olgularına kısa bir giriş yapılmakta ve bu duruma sebep olan mimarlık düşüncesinde saklı olan totalitarizmin açığa çıktığı ve kapsayıcı tasarımın olanaksızlaştığı durumlar irdelenmektedir. Sonuç bölümünde ise öneri olarak mimarlıktaki müşterekleştirme pratiklerine giriş yapılmakta ve bu pratik çocukluk ve çocuk mekanları dahilinde sorgulanmaktadır.
Suriye’den Gelen Göç Dalgası ve Geçici Koruma Kapsamı
Ülkesinde başlayan şiddetli iç savaştan kaçan Suriyeli halk 2011 yılında Türkiye’ye doğru göç yolculuğuna başlamıştır. Bu göç sürecinde Suriyeli göçmenlere mülteci statüsü verilmemekle birlikte, gelen kişiler “sığınmacı” statüsüyle “geçici koruma” kapsamında Türkiye’ye kabul edilmektedir. Mülteci/sığınmacı muğlaklığını yaşayan bu bireyler yazıda “mülteci” olarak ifade edilmektedir. Çünkü sığınmacı statüsüne rağmen Suriyeliler birçok bakımdan mültecilere tanınan haklara sahiptir. Bu kişilerin yerleştirildikleri alanlar için kurumsal olarak “geçici barınma merkezleri” ifadesi kullanılsa da mekansal ve kavramsal eleştirisi yapılırken ilgili literatürlerde yaygın olarak içerisinde siyasi bir argüman barındıran “kamp” terimi tercih edilmektedir. En genel tanımıyla “mülteci kampları” mülteciler için en hızlı ve kısa vadeli barınma çözümü olarak kurgulanır. Kısa vadeli bir çözüm olarak görülen bu barınma yerlerinde çoğunlukla çadırlar ve/veya konteynerler bulunur (1).
Dünyanın en büyük mülteci nüfusuna sahip ülkesi olan Türkiye’de (2), göçün başladığı ilk süreçte toplam 10 ilde 26 geçici barınma merkezi/ kamp kurulmuştur (3). Kamplarda yaşayanların temel ihtiyaçlarının neredeyse tamamı devlet tarafından karşılanmaktadır. Fakat göç edenlerin sayısı arttıkça birçok Suriyeli kamp dışında yaşamayı tercih etmekte ve ülkenin pek çok farklı kentine göç etmektedir. Bu nedenle kapatılarak sayıları azaltılan kamplarının bugün ülke genelindeki sayısı 9’dur (4). Kurulan mülteci kampları ile ilgili çalışmalar incelendiğinde hepsinin içerikleri ve işlev şemaları neredeyse aynıdır. Öte yandan katılımcı tasarım pratiğine uygun olarak kamp içinde yaşamakta olan çocuklara söz hakkı veren çalışmalar ne yazık ki yok denecek kadar azdır. Bu nedenle Türkiye’deki kamplardan biri olan Hatay Altınözü Boynuyoğun Kampı’nı çocuk aktörler dahilinde etnografik yöntemle inceleyen Mehmet Fansa’nın çalışmasına yer verilmek istenmiştir (6).
Hatay Boynuyoğun Mülteci Kampı (Şekil 1) tel örgülerle çevrili il merkezine 31 km uzaklıktaki 140 bin m²’lik alanın içerisinde çocuk mekanları olarak; devlet okulu, GEM konteyneri, Kızılay Çocuk Dostu Alanı, kütüphane konteyneri, savaşta ailesini kaybeden çocuklar için bir yetimhane ve anaokulu konteyneri, açık alanda futbol ve basketbol sahaları ve 3 adet oyun parkı bulunmaktadır. Alanda yoğun bir denetim ve kontrol mekanizmasının var olduğunu gösteren 9 adet gözetleme kulesi bulunmakta (Resim 2), yerleşkeye yoğun güvenlik kontrolleri altında giriş yapılmakta ve dışarıdan gelen ziyaretçilerle yalnızca ziyaretçi salonunda görüşülebilmektedir (5).
Bu araştırmaya göre kampta 2 yıldan 7 yıla kadar hayatını devam ettiren ve hatta burada doğup burada okula başlayan çocuklar vardır. Kampta konaklayan yetişkinler, çalışmak ve çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak için barınma merkezinden dışarı çıkabilmektedir, fakat çocukların çıkmalarına velisi olmadan izin verilmemektedir. Öte yandan kamptaki kişiler, yatılı olarak yalnızca üç gün süreyle dışarı çıkabilmektedir. Ayrıca çocukların barınma merkezindeki oyun parkı, ev ve okul üçgeninden farklı aktiviteler, farklı mekanlar istediği tespit edilmiştir. Diğer yandan bazı çocukların mekansal pratikleriyle mevcut düzenlemeleri oyun alanına dönüştürebildiği görülmektedir (Şekil 3, 4 ve 5).
Kimi zaman ailelerin de çocukları için güvenli oyun alanları oluşturduğu gözlenmektedir (Resim 6). Fakat kış aylarında çocukların sosyalleşebileceği kapalı bir mekan olmadığı için kampta sessizlik hakim olduğu gözlenir. Dolayısıyla çocuğun içindeki merak ve keşif duygusu ile yaratıcılık arzusu yoğun gözetim altındaki alanlarda dahi hep vardır. Kamp alanı ile ilgili çocuklardan alınan görüşlerden bazıları “hapis gibi”, “burada hayat çok zor” ifadeleridir. Bazıları ise kamp dışındaki okulları “Türk okulu” olarak betimleyerek kendini orada yalnız hissettiğini, herkesi anlayabildiği için kampı “daha güzel” olarak ifade etmiştir. Bu yorumlardan anlaşıldığı üzere her ne kadar kamp içindeki mekanlar çocuklara eksik gelse de kamptaki süreçler uzadıkça oradaki yaşama alışılmaktadır.
Kamp dışında yaşayan Suriyelilerin sayısı kampta yaşayanlara oranla oldukça fazladır. Birçoğu belki daha zor ama daha özgür bir hayat kurabilmek ve topluma karışabilme ümidiyle ilk fırsatta kamptan çıkmaya çalışmaktadır. O nedenle 2018 yılından itibaren çıkışların ve kamp sonrası hayatın kontrol altında devam edebilmesi için GİGM ve UNHCR, Kamp Alternatifleri programlarını yürütmeye başlamıştır. Bu program ile kamplardaki geçici koruma kapsamındaki nüfusun azaltılması ve kent merkezlerindeki sosyal uyumun artırılması amaçlanmıştır (7). Bu tür müdahalelerin barındırdığı çözümsüzlüğü konuşmak ve kapsayıcı tasarımın olanaksızlıklarını ve bu ilkeyle birlikte gelen katılımcı biçimlerin neye hizmet ettiğini tartışmak ilgili kavramların fetişleştirilmemesine veya dönüştürülmesine katkı sağlayabilir.
Kapsayıcı Tasarım ve Katılımcı Pratikler
Temelinde normalleştirme ilkesine dayanan “kapsayıcılık” kavramı günümüzde her bireyin dahil olabildiği, çeşitliliği ve çoğulculuğu destekleyen mekanlar ve hizmetler olarak ifade edilebilir. 1980’li yıllarda Ron Mace tarafından ortaya atılan evrensel tasarım kavramı ise sadece engellilere değil, yaş, statü, yeti farkı gözetmeksizin tüm kullanıcılara eşit kullanım sağlayan mekan kavramını savunmaktadır (8). ABD’deki “evrensel tasarım” kavramını, İngiltere’de ortaya çıkan “kapsayıcı tasarım” ve Avrupa genelinde kullanılan “herkes için tasarım” kavramları takip eder. Günümüzde bu kavramlar içerik vurgusuna göre değişerek çoğalsa da en temelde her biri toplumdaki her grup için mekanda adaleti, sosyal kapsayıcılığı ve sosyal sürdürülebilirliği sağlamayı amaçlar. Dolayısıyla geliştirilen tüm bu kavramları bir arada tutan şemsiye kavramın “kapsayıcı tasarım” olduğu görüşü yaygın bir kanıdır (9). Öte yandan sağlıklı ve güvenli bir yaşam, konut hakkı, kamusal alan kullanımı gibi konular farklı sosyal gruplar için farklı koşullar yaratır. Belirli standartlara sıkıştırılarak tanımlanmış “sağlıklı, “normal”, “yetişkin”, “kentli”, “yerli” ve hatta “eril” bedenler üzerinden kurgulanan alanlar var oldukça yaşlı ve çocuk gençten, engelli engelli olmayandan, kadın erkekten, göçmen yerliden dezavantajlı duruma dönüşmektedir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin sağlanması için kilit bir kavram olarak kabul edilen erişilebilirlik için toplumdaki tüm bireylerin tam katılımında bütünlükçü yaklaşmak ön koşulu ve mümkünatı bir soru işareti yaratır. Diğer yandan mekanda adalet anlayışı, mevcut olana eşitlikçi bir erişimin sağlanması ile birlikte o mekanın oluşumunda karar verme süreçlerine kullanıcıların katılımcı olmasını içerir (10). Aktör çeşitliliğine bağlı olarak geliştirilen mekansal pratiklerin demokratik şekilde temsil edilebileceği savunulmaktadır.
Burada bahsi geçen kapsayıcı tasarımın hangi alanları kapsayamadığının cevabını mülteci kampları ve çocuk aktörler üzerinden vermekle bu ilkenin mimarlık disiplininde sorgulanması amaçlanmaktadır. Bu durumu açabilmek için başlıkta kullanılan “paradoks”, “tecrit”, “kamp” kelimelerini kavramsal olarak analiz etmek gerekir. Bu kavramlar esnek ve değişken sosyal aktörlü bir tasarım pratiğine imkan vermeyen mimarlığın gizil kalan totalitarizmini ve katılımcı tasarım olanaksızlığına sebep olan koşutları ifade etmek için önemli bir altlık oluşturmaktadır.
Neden Kamp? Neden Tecrit Edilmiş Alan? Neden Paradoks?
Bir kapatılma mekanı olarak Agamben’in “kamp”ı, kampların sanıldığı gibi cezaevleri hukukunun dönüşümü veya gelişiminin bir sonucu olarak ortaya çıkmadığını vurgular. Agamben’e göre kamplar bilakis bir istisna halidir ve bu durumun somutlaştığı, hukuk kuralının muğlaklaştığı her türlü kapatma mekanında bir kampla karşı karşıyayız demektir (11). Bu durumda mülteci kampları karşılaşılan krize karşı bir istisna halinden üretilen belirsizlikler örüntüsü yarattığı için bir kapatma/ kapatılma mekanı olarak düşünülebilir. Kapatılma mekanını “tecrit edilmiş alan” olarak ilişkilendirebileceğimiz diğer bir kavramsal araç Goffman’ın “total kurumlar”ıdır. Goffman’ın total kurumlar olarak nitelediği kapatma mekanlarını genellikle kapalı ve/veya toplumun genelinden tecrit edilmiş mekanlar olduğunu görürüz (12). Bunun sonucunda bahsedilen kamp alanlarına içkin olan bu tecrit durumu kapsayıcı tasarımın bütünleştirici özelliğiyle bir paradoks oluşturmaktadır. Mültecilerin var olduğu her mekanda oluşan bu paradoksun temelinde yatan faktör; ulus devlete tabi olmaktan kaynaklanan yurttaşlık hakları ile insan olmaktan kaynaklanan insan haklarının birbirine karşıt durum oluşturmasıdır (13). Bunun mekansal dışa vurumunda; bir tarafta yurttaşlık hakkından ötelenen bir güruhun sıkıştırılmak istendiği tecrit edilmiş bir kamp alanı, diğer tarafta insan hakları temelli kapsayıcı kent ve mekanlar ısrarıdır. Var olan paradoksun üzerinden nasıl bir tasarım pratiği geliştirmesi gerektiğinin sorgulaması ise sonuç bölümünde çözüm önerisi olarak sunulacaktır.
Mimarlığın Gizil Kuvveti Totalitarizm ve Kapsayıcılıktaki Olanaksızlıklar
Hannah Arendt, “Totalitarizmin Kaynakları” kitabında bir devlete tabi olmayan insanların pozisyonunu tartışır. O’na göre insanı hak öznesi yapması için bir ön koşul olarak inşa edilen devlet ve yurt kaybedildiğinde insan hak öznesi olmaktan çıkmaktadır (14). Bu nedenle mimarlık pratiklerine yansıyan bu totaliter bakışı ve her daim bütünleşme ve her şeyi kapsama gayretini tanımak ve aşmak gerekebilir.
Modern dünyanın eleştirel mimari pratiklere tezat olduğunu düşünen Manfredo Tafuri’nin 1960’ların umutsuz çabalarına karşı söylediği iddiasına göre; devlet gücüne, iktidara ve büyük yatırımcıya bu kadar muhtaç olan mimarlık mesleği, sistem içinde sistemin kendisinin sömürdüğü kesimlerin çıkarlarını koruyamamıştır (15). 1980’lerden bu yana ise bu sözün geçerliliğini koruduğunu gösteren neoliberal düşüncenin iktidar ve ekonomik güç söyleminin pençesinde devam eden mimarlık pratikleri baskın bir konumdadır.
Uğur Tanyeli “Yıkarak Yapmak & Anarşist Bir Mimarlık Kuramı İçin Altlık” kitabında mimarlık düşüncesinde süregelen alışkanlıkları alt üst etmek ister ve anarşi terimini kullanarak mimarlık bilgi alanındaki egemen iktidar yapılarını sorunsallaştırır. Kitabı yazarken asıl hedefinin mimarlık söylemlerindeki gizli totalitarizmi ortaya çıkarmak olduğunu söyler. Çünkü mimarın tasarımsal iktidarı ile siyasal yöneticinin toplum mühendisliği yapma iktidarı arasındaki ilişkiyi çok yakın görür (16). De Carlo da benzer şekilde tasarım sürecini otoriter tasarım ve katılımcı tasarım olarak iki türe ayırır ve tanımladığı katılımcı pratikte mimarın her şeyin belirleyicisi bir tanrı zannedildiği yanılsamalar yerine konunun gerektirdiği çok aktörlü yaklaşımın altını çizer (17). Koşul, aktör ve alan/ sınırlılıklar üçlemesini çoğaltarak olasılıklar alanını genişletmek De Carlo’nun katılımcı tasarım pratiğinin olmazsa olmazlarıdır. Fakat bu çoğulcu pratik üzerinden De Carlo’nun sorguladığı gibi çoğunlukla devlet ve mimar işbirliğiyle araçsallaştırılan bir kamusal alanda tanımlanan ve tasarlanan mimari ile katılımcı bir pratik oluşturmak mümkün görünmemektedir. Bu nedenle katılımcı pratiğin liberal burjuva bir kamusal alan dahilinde yapılma tuzağını fark etmek gerekir.
Mültecilerin kent içlerinde yaşadığı ayrımcılığı gözeten kapsayıcı kent önerileri ve mekan çalışmaları ilgili literatürde mevcuttur. Fakat kamusal alanlarda, yaşadıkları mahallelerde kapsam dışı bırakılan mülteci çocuklar kısmen konu edilirken, resmi ya da gayriresmi olarak kurgulanan kamp alanlarındaki çocuklar fark edilemeyen bir meseledir. Türkiye özelindeki incelemeler ışığında altı çizilmesi gereken önemli nokta şudur ki; bu çocukların çok küçük bir bölümü ülkesine dönebilecekken büyük bir kısmı böyle bir kamp deneyiminden sonra hayatına Türkiye’de devam edecektir. Bu yazı da demokratik katılım eleştirisi yapabilen mimarlık pratiklerinin artması için kapsayıcı tasarımı kamp alanları üzerinden sorunsallaştırmak istemektedir. Bu amaçla kapsayıcılığa paradoks yaratan bu üç olanaksızlık ve bu olanaksızlıklara karşı çocukluğun sonuç bölümünde sunulacak müşterekleşme önerisine nasıl bir katma değer sağlayacağının ipuçları verilir.
Kapsayıcı Tasarımın Birinci Olanaksızlığı; Aktörler
Yapılan araştırmaların genelinde mülteciler özerk bir temsil mekanizmasından yoksun pasif bir özneye indirgenebilmektedir. Öte yandan çocukluğu odak aldığımızda, edilgen yaşam kurgusunun ve dolayısıyla hak ihlallerinin çoğaldığı bir ölçekten bahsetmek mümkündür. Çocuk için mekanda adaleti ararken sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkı, erişim hakkı, katılım hakkı kırılgan bir hal almaktadır. Öte yandan bu mesele için hak arama iddiası mekansal olarak çocuk parkları, okul öncesi eğitim yapıları ve okul yapıları içerisine sıkışmış durumdadır. Hak temelli bir değerlendirme yapıldığında; çocuğun çocuk olma statüsünü göz önüne almak, aktif bir birey olmasını öncelemek, yetişkinlerin onlara tahakkümünü engellemek gerekmektedir. Ayrıca çocukla ilgili insan hakları odaklı mekansal düzenlemeler yapmak en başta ilgili yasal çerçeveler hakkında bilgi sahibi olmaktan geçmektedir.
Diğer yandan çocuk dışarıdan bir müdahaleyle pasifleştirilmediğinde ve fırsat yaratıldığında her daim aktif kalabilir. Kendi sosyalleşeceği çevresini ve oyun alanını kurgulayabilir ve bu doğrultuda mevcut mekanları dönüştürebilir. Çocuğun statü, etnisite, cinsiyet durumlarını önceleyerek homojenleşme kaygısı olmadığı için maskeleri yoktur ve her daim heterojen olan bir doğada çatışmayı mesele yapmaz. Günün sonunda müzakereyi becerebilir çünkü sahte bir bütünleşmenin peşine düşmez. Hiyerarşinin olmadığı tek evre çocukluktan ve çocuk tarafından doğal seyrinde geliştirilen mekansal pratiklerden ders alarak sonuçta önerilecek olan müşterekleşmeyi öğrenmek mümkün olabilir.
Kapsayıcı Tasarımın İkinci Olanaksızlığı: Tecrit Edilmiş Bir Alan
Belirli ülkelerin geçici koruması altında olan mülteci çocukların yaşama alanları, ilgili ülkelerin kentsel ve hatta kırsal alanlarının doğrudan dışında kaldığı için kapsayıcı tasarım ilkelerini en temelden karşılamamaktadır. Gofman’ın total kurumunda ifade ettiği gibi incelenen mülteci kamplarının maddi yapısında veya coğrafi konumlanışında somutlaşan bu dış dünyadan yani toplumdan topografik olarak ayrılma durumu söz konusudur. Total kurumların en belirgin özelliklerinden birini oluşturan bu iç/ dış ayrımı, kurumun fiziki yapısında ve konumlanışında ortaya çıkar: giriş ve çıkıştaki engeller, yüksek duvarlar, demir parmaklıklar, orman içinde yer alması, suyla çevrili olması gibi (18).
Çocukların tecrit alanında kendini özgürleştirebilen, dönüştürebilen güce sahip olduğu düşünülür. Resmi bir iktidar tarafından düzenlenen bu kapatma mekanlarında çok zor olabilecek müşterek mekan kıpırdanışlarını tetikleyebilecek alanlar için yaratıcı çocuk alanlarından ilham alınabilir ve mekan kurgucuları olarak bu pratiklere katkıda bulunmakla başlanabilir. Yaratıcı mekanlarla bu alanın zafiyetlerini kırmak, burayı “şenlikli” bir müşterek mekana dönüştürmek için çocuklar umut vadedici görünmektedir.
Kapsayıcı Tasarımın Üçüncü Olanaksızlığı: Sosyal ve Siyasi Koşullar
Boş bir arazi içerisinde acil ihtiyaçlara göre belirlenen bir fonksiyon listesiyle planlanan konteynerler bütünü kamp, aslında ülkelerarası siyasetin sonucunda oluşan politikaların, bazı hukuki anlaşmaların ve pazarlıkların ürettiği mekansallıklardır. Bu siyasi ön kabullerle kurgulanan alandaki sosyal yaşantı da belirli norm ve kaidelerle koşullanmıştır. Pelin Tan’a göre tasarım sürecinde homojen bir toplumsallaşma varsayılarak yerleştirilen topluluğun özellikleri dikkate alınmamakta ve gündelik yaşam alışkanlıkları normatif bir yaklaşımla ele alınmaktadır (19). Günenç ve Karadeniz’e göre ise kampa dair üretilen söylemler ve imajlarla bir kamp “ethos”u oluşmakta ve bu ethos dahilinde kampın herkes tarafından, ilk elden anlaşılan ve hiç değişmezlik yanılsaması içerisinde doğası, kaderi ve kanonları belirir. Böylece bir temsiliyet rejimi içerisinde kampın koşulu ve yöntemleri sabitlenir (20).
Çocuk ise siyasi bir pozisyon alma ihtiyacı duymadan hiyerarşiyi bozabilir, bulunduğu yerde bir uyumsuzluk yaratabilir. Koşulları, kuralları tanımayan çocuğun bu özelliği aslında insanın doğasına içkindir.
Sonuç Yerine Bir Öneri: Eşik Kentlere Doğru Müşterekleşme Pratiklerinde Öncü Çocuklar
Kentsel teori ve mekan çalışmalarında sıkça karşılaşılan kapsayıcılık ve katılımcılık doğrudan demokratik hakları içermesi gerektiği ön kabulüyle başlar. Fakat mülteciler gibi tüm kırılgan gruplar her daim bu kapsamın dışında bırakılmaktadır. Markus Miessen, herkesi kapsama iddiasındaki katılımcılığı kabus olarak nitelendirirken, mimarlık uygulamalarında iktidarın katılımcı olmaktan ziyade kendisini hizmet sağlayıcı bir pozisyonda gördüğünü belirtmektedir (21). Bu türden bir katılımcılık tartışması, mimarın rolünü ve mimarlığını icra etme deneyimini müşterekler içinde ele almasına yöneltir. Mimarlık alanında son yıllarda artış gösteren -müşterek mekan- kavramsallaştırmaları kent ve kır çeperlerine itilmiş meseleleri ve insanları dert edinen meslek insanları ve akademisyenlerin çözüm odağındadır. Fakat toplum mühendisliğine tezat olarak önerilen katılımcı tasarım pratiğinde ana akım söylemlere karşıt bir tavır almak gerekebilir. Var olan örneklerde bu kişiler tabandan katılım modeliyle belediye ve devlet kurumlarının uygulamalarına müdahale ederek aracı rolünü üstlenmektedir. Çatışmalı ve müzakere sonlu alternatif bu modelin siyasi bir pozisyon almadan -ama günümüzde mecbur bırakılan- aslında insanın doğasına nasıl içkin bir durum olduğu çocuk aktörler ve mekanları üzerinden gösterilmeye çalışılır.
Stavrides’in savunduğu özgürleşme mekanı olarak “eşik”ler ötekileştirilenler kimliği etrafında mülkiyet ve iktidar ilişkilerinden bağımsız bir arada dayanışma ve müzakere koşullarını yaratarak bir mekan tahayyül eder (22). Gettolar, gecekondu mahalleleri, mülteci kampları gibi ötekileştirilenlerin barındığı alanlar iktidarların ve sermayenin savunduğu düzenden bağımsız- bir istisna halinden mütevellit- mekansal ve toplumsal olarak ayrıştırılarak özgün bir yaşam formu içerir. Diğer taraftan hukuki sınırlar, engeller, iktidarların mekana müdahalesi ve yönlendirmesi gibi nedenlerle bir hegemonik düzeneğin içindedir. Tartışma dahilinde incelenen AFAD’ın kurduğu resmi mülteci kampları elbette bu güçlerin etkisinden tamamen bağımsız bir yapısallık gösteremez fakat küçük dokunuşlar ve duyarlı mücadeleler bu karmaşık düzeneğin içinde umut ve özgürlük yaratabilir. Çünkü incelenen kamp alanlarında müşterekleşmeye göz kırpan pratikler fark edilmekte ve sığınmacılar bazı ortak mekanlarını sosyo-kültürel koşullarına göre kendileri kurgulamaktadır. Bu pratiğin alternatifi olarak otoriter mimarlığın ve iktidar denetiminin üzerinden kalktığı anda bu bireyler boş bir mekana yerleşerek geçici kamplar oluşturmakta ve buralarda müşterekleşen pratikler deneyimlemektedir.
Yapılan müşterekleşme tartışmasında çocuk aktörlere aktör- ağ kuramını geliştiren Latour doğrultusunda bakılır. Diğer bir deyişle çocuklara edilgen bir kimlik yüklemek yerine ilişkinin ve etkileşimin ortamda yayılmasına arabuluculuk edenler olarak yapısal bir yerden etkin bir pozisyon verilir. Çocuklar özelinde kamp alanlarında mekanların kullanım biçimi ve dönüşümü olarak müşterekleşme pratikleri her daim mevcuttur. Çocuklar kullandıkları her alanı, her formu dönüştürebilme potansiyelini taşıdığı için kamp içindeki her bir detayı kendisi için sosyalleşme unsuru olarak kullanır. Bir çocuk ister güvenlikli sitede ister gecekonduda ister apartmanda ister bir mülteci olarak bir binanın bodrum katında yaşasın, yaratıcılığı teşvik eden oyun alanı bulmakta zaten zorlanır ve kendi koşullarını kendi yaratabilir. Mevcut okul, kütüphane gibi resmi kurumların yönettiği mekanlar haricinde görülen bu tür mekansallıkları incelemek ve kamp alanını çocuk ölçeğinden “mental mapping” yöntemiyle yürümek müşterek kavramıyla ilgili farklı detaylar sağlayabilir. Bunun sonucunda geçici olarak addedilen bu alanda “şenlikli” noktaları mekanla uğraşan meslek adamlarıyla çoğaltmak alanı daha özerk kimlikli bir hale getirilebilir. Bu noktada var olan mülteci meselesinin geriliminin ötesinde, sınırları belirli bu alanlarda çocukluğa odaklanan, konunun farklı boyutları hakkında araştırma yapmış akademisyenlerin, mekanı meslek edinen insanların, çocuk hakları alanında mücadele eden sivil toplum örgütlerinin ve inisiyatiflerin birikim ve deneyimlerini bir araya getirerek “katılması mümkün olan bir mimarlık” hedeflenebilir. Resmi kurumları geride bıraktığı için söylemsel ve tasarımsal olarak belki çok küçük fiziksel dokunuşlar olacak, fakat üzerinde tartışılacağı anlamlar büyük olacaktır.
Özetle böylesine ciddi bir meselenin çocuk üzerinden alınmasının ilk bakışta ironik gelmesinin sebebi yetişkin dünyasının çocukluğu anlamlandırma biçimidir. Çocukluk sanki çabuk geçecek, geçici ve kusurlu bir durum olarak algılanmakta ve çocuk yarım, eksik bir insan, gelişmesi gereken bir varlık olarak görülmekte, her tür durumda edilgen bırakılmaktadır. Fakat çocuklar “dezavantajlı kesim” etiketi altından çıkarılıp örnek alınacak aktörler olarak bu alanlarda teşvik edilmeli ve katkıları analiz edilmelidir. Çünkü çocuğun kendi özgün dünyasıyla apayrı bir varlık olduğu ve bu varlıktan hatırlanacak unutulmuş bilgilerin olduğu, dünyamıza yaratıcı katkılar sunacağı açıktır. Bu nedenle Stavrides, Walter Benjamin’den verdiği referansla birlikte yinelenen şeylerin içindeki yeni dünyaları keşfedebilen çocuklar gibi biz yetişkinleri de aynı olan şeyler şaşırtabilir mi sorusunu sorar (22). Yetişkin bireyin ondan hatırlayacak olduğu unuttuğu bilgi küçük detaylarda saklı olmakla birlikte Spinoza’nın “Sevinç”i (23), Nietzsche’nin “Şenbilimi”nde (24) vurguladığı felsefeleri kadar derindir. Onlara kendi yaşamı içinde aktör olma fırsatı sunup içinde yaşadığı topluluğa katkı vermesini sağlamak ütopik değildir.
Kaynaklar
- Petti, A. (2015). Sürgün Mimarlığı. Arredamento, 62, s. 61-67.
- UNHCR. (2018). Global trends. Forced displacement in 2018. UNHCR.
- AFAD. (2016). Türkiye’nin afet yönetimindeki başarılı uygulamaları. T.C İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı: Kurumsal Raporlar.
- GİGM. (15.07.2023). Geçici koruma, istatistikler.
- Fansa, M. (2021). Türkiye’deki bir geçici barınma merkezinde Suriyeli çocukların yaşamı: ilkokul eğitimi üzerine etnografik bir inceleme. (Yayımlanmamış doktora tezi). Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
- Fansa, M. (2021).
- UNHCR. (2017). Stepping up: Refugee education in crisis. UNHCR.
- Story, M. F., Mueller, J. L., & Mace, R. L. (1998). The Universal Design File: Designing for people of all ages and abilities. The Center for Universal Design, Raleigh, NC: North Carolina State University.
- Mischenko, E.D. (2017). Kapsayıcı bir kent mümkün mü?. Mekanda adalet ve sakatlık. Beyond İstanbul.
- Harvey, D. (2009). Social justice and the city. University of Georgia Press.
- Agamben, G. (2001). Kutsal İnsan: Egemen iktidar ve Çıplak Hayat. (Çev: İsmail Türkmen). Ayrıntı Yayınları.
- Goffman, E. (1961). Asylums: Essays on the Social Situation of Mental Patients and Other Inmates, Anchor Books: New York.
- Türkoğlu H.F. (2022). Yurttaşlık hakları ve insan hakları paradoksu: Türkiye’de Suriyeli mülteciler. Sosyal ve ekonomik boyutları ile göç. Özgür yayınları.
- Arendt, H. (1998). Totalitarizmin Kaynakları-2 Emperyalizm. (Çev: Bahadır Sina Şener). İletişim Yayınları.
- Tafuri, M. (1979). Architecture and Utopia, (çev. Barbara Luigia LaPenta). MIT Press, Massachusetts.
- Tanyeli, U. (2017). Yıkarak Yapmak Anarşist Bir Mimarlık Kuramı İçin Altlık. Metis Yayınları.
- Jones, P.B., Petrescu, D. Till, J. (Ed.), (2012). Architecture and Participation. Routledge.
- Goffman, E. (1961). Asylums: Essays on the Social Situation of Mental Patients and Other Inmates, Anchor Books: New York.
- Tan, P. (2015). Müşterekleşme pratiği olarak mülteci kampı. Arredamento, 62, 77-84.
- Günenç, Ö., Karadeniz, G. (2017) Bir Mülteci Kampı ‘Ethos’u Üzerine. Mimarlık. 393.
- Miessen, M. (2013). Katılım Kabusu, (Çev: B. O. Doğan). Metis Yayınları.
- Stavrides, S. (2021). Kentsel Heterotopya; Özgürleşme Mekanı Olarak Eşikler Kentine Doğru. Sel Yayıncılık.
- Balanuye, Ç. (2017). Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor? Reddedilemeyecek Bir Felsefi Teklif. Ayrıntı Yayınları.
- Nietzsche, F. (2004). Şenbilim. Say Yayınları.