Tasallut Teamüle Karşı: Amsterdam Stedelijk Müzesi

Yrd. Doç. Dr. Serap Durmuş Öztürk*

Mimarlıkta eleştiri, zihinsel bir eylem olarak özgün bir ifade geliştirmeyi hedefler. Mimarlık bilgisi ve uygulamaları üzerinden yapılan okumalar ise bir üretim faaliyeti olarak “yeni” ve “taze” olanı inşa eder. Söz konusu bakış açısı ile kaleme alınan bu metin, mimarlığın çeşitli kavramsallaştırmalar yoluyla yeniden okunabilmesinin bir örneği olma iddiasındadır. Bu yönüyle sıklıkla bir tekerrür söylemi olarak gündeme gelen tarihi dokuda yeni tasarım/yapı problemi, kasıtlı olarak bir kavramsallaştırma örneği olarak sunulmaktadır. Çünkü yeniden okuma çalışmaları, önerdiği kavramsal çerçeve ile mimari eleştirinin konusudur.

Mimarlıkta eleştiri konusunda sayısız referansa yer vermek olanaklıdır. Kabaca bir yoruma indirgenebilecek eleştiri, Gallagher’e göre Statükocu, Marksist, Liberal ve Radikal olmak üzere dört tarza ayrılmaktadır (Gür; 2004). Bu kapsamda çalışma, eğer bir eleştiri tarzı altında tartışılacaksa en doğru seçim kanımca radikal eleştiri olacaktır. Bir tasarım problemi olarak tarihi dokuda çağdaş ek, bu bağlamda adeta tarihsel replikaların tekerrürü haline gelmiştir.

Mimari eleştiriye malzeme olan ürünler; pratik bir eylem olarak yapılar üzerinden, söylem düşünce ve söylem üreten metinler üzerinden ve de yapıların farklı kavramsal çerçeveler varlığı ile yeniden düşünülmesine olanak veren okumalar yoluyla sorgulanabilir hale gelir. Her yeni tasarım, biçimsel ve anlamsal format açısından sözcük dağarcığının yenilenmesi ve geliştirilmesi için bir fırsat olarak görülmektedir (Claflen, 1992). Örneğin Charles Jencks’in (1980) Antoni Gaudi okuması, Casa Battlo’yu karmaşık biçim belirteçleri olan bir gösterge alanı olarak yorumlarken; mimarlık üzerine çeşitli okumalar yapabilme inancının desteklendiği bir ortam sunmaktadır. Tam da bu nedenle bütün mesaj ve simgeler; mimari yapının da aslında bir dil ve kendine özgü bir gramere sahip olduğunu göstermektedir (Stroker; 1985). Sözü geçen gramer ise, önerilen okumaların çeşitli biçimlerde yapılabileceğini gösteren yaratıcı türlerdir.

Hayata geçen yapılar yanında, genellikle durağan formatları ile yazılı temsiller Eco’nun (2001) “Açık Yapıt” adlı çalışmasında belirttiği üzere çoklu okumaya olanak sunan yeni bilgi üretimleri gerçekleştirebilir. Bu bilgi üretimleri; sözcükler, kavramlar, anlamlar ve yorumlamalar aracılığıyla oluşmaktadır. Metinsel temsillerde ifade edilen mimarlığın, aslında dilsel bir doğaya sahip olduğu bilinmekle birlikte; bu dilsel doğa, mimari yapılar ve onun parçalarından oluşmaktadır. Dilin bir sesli göstergeler dizgesi olmasından hareketle, mimarlıkta çeşitli yapı tipolojileri ve bina formları sesli göstergeler olarak değerlendirilmektedir (Kıran ve Kıran; 2006). Örneğin bir ibadet mekânı olarak gösterilen Parthenon, aslında öncelikli ve ilk olarak Yunan medeniyetinin simgesidir (Jencks; 1980). Bu durum tipolojilerin ve formların yalnızca biçimsel değil, anlamsal formatlar açısından da birer simge ve gösterge olduğuna işaret eder.

Çok boyutlu olarak düşünülmesi gereken tasarım problemi ise, gerçekleştirildikten ve pratik bir eyleme dönüştürüldükten sonra bir okuma deneyimi olarak eleştiriye açık hale gelir. Her okuma süreci; belirli bir vadeyi, deneyimi ve araştırmayı gerektirir. Çünkü varılacak aceleci yargılar, uzun vadede anlam karmaşalarına neden olabilirken kısa vadede gereken derinliğe ulaşamayabilir. Bu bağlamda tarihi dokuda yeni tasarım/yapı konusu, koruma alanının merkezi konusu olmaktan öte bir eleştiri konusu olarak zengin bir ilgi alanı da sunmaktadır.

Tarihi dokuda yeni tasarım/yapı, mutlak bir yanıtı olmayan çok boyutlu bir tasarım problemidir. Koruma kavramı, modern çerçeveden bakıldığında muhafaza etmek anlamına gelmektedir ve her modern olgu gibi değişerek dönüşmektedir (Kayın; 2007). Küreselleşmenin getirdiği hızlı değişim, geçmişten günümüze taşınan değerlerin kentsel ölçekte ve yapı ölçeğinde bazı tehditler altına girmesine neden olmuştur (Güvenç; 1974). Bu nedenle ister kentsel ister de yapı ölçeğinde öz mimari değerin, kurulan ilişkiler ile anlam kazandığı hatırlanmalıdır (Güzer; 2013). Eski ve yeni olanın yan yana ve bütünlük içinde benimsenmesi, tarihi dokuda yapılacak yeni tasarımlar için genellikle kendi içine tutarlı bir kuramsal çerçeveyi gündeme getirir. Uyumdan zıtlığa varan bu çerçeveyi, eski ve yeniyi birbirinden yalıtarak oluşturulmuş bir felsefe üzerinden değerlendirmek oldukça zordur (Kuban; 2000). Çünkü eski ve yeni arasındaki ilişki, aynı zamanda geçmişten geleceğe olan sürekliliğin (sosyal, kültürel, tarihsel vb.) yeniden düşünülmesine de olanak tanımaktadır.

Dolayısıyla bir tasarım problemi olarak çağdaş ek konusunu eleştirel düzlemde inceleyen bu çalışma, tekerrür ve yorumlama arasında gidip gelen mimarlık pratiğinde bir tasallut örneğini gündeme getirmektedir. Kavramsal bir çerçeve içinde yorumlanan Amsterdam Stedelijk Müzesi, radikal tavrı ile yeniden okunmaya değerdir ve mimarlık eleştirisini okuyucusuna yeniden düşündürmektedir.

Tekerrürün İnşası

Mimarlığın geçmişi ve tarihiyle olan problemli ilişkisi, sıklıkla eleştiriye maruz kalmasına neden olmuştur. Oysaki bu durum sanılanın aksine her zaman pejoratif (küçümseyici, yerici) bir yargı değildir, hattâ farklı bakış açılarının ortaya çıkmasına olanak veren bazı kaçak noktaların varlığını ortaya çıkarmaktadır. Mimarlık düşüncesinin her döneminde önemli bir sorunsal olan “hangi üslupta inşa etmeliyiz” konusu, bir tasarım problemi olarak eski ve yeni arasındaki ilişkide de önemli ve önceliklidir.

Yeni bir üslubun amaçlandığı yıllarda Hübsch (1992) ve çağdaşları, geçmişte yalnızca esas üslup olarak belirlenmiş (Antik Yunan, Roma vb.) tarzlara ve bu tarzların belirlenmiş etkenleri üzerinde yoğunlaşmışlardır. Osmanlı döneminde ise, Batılılaşma sürecinde çeşitli üslup arayışlarının gündeme gelmiş; hattâ bu dönemde üslupta çeşitli bozulma ve yozlaşmaların yaşanması önemli bir problem olarak görülmüştür (Durmuş ve Gür; 2017). Bu çok kısa tarih turunda bile mimarlığın geçmişiyle kurduğu problematik durum ortadadır. Ne var ki günümüzde de, çağının ardında kalan mimari tutumların yeniden tartışıldığı bir tekerrür durumu ile karşı karşıyayız. Geçmiş üsluplara olan bağlılık (hattâ bağımlılık), ideal bir mimarlık pratiğinin mümkün olduğuna bizleri inandırmakla birlikte; koruma kavramının da salt geleneğe bağlı bir tutum olarak yorumlanmasına, hattâ biçim benzerliğinin esas olduğu bir yaklaşımın gelişmesine neden olmuştur denebilir. Bu bağlamda geçmişle bütün bağlarını koparan ve yeni tasarlama eylemlerini harekete geçiren Fütürizm ve De Stijl gibi akımlar, evrensel bir üslup arayışı ile tarihi referanslardan yararlanmayan tavırlar olarak tam tersi bir duruma örnek olarak verilebilir. Dolayısıyla 18. ve 19. yy’ların üslup üstünlüğünü savunan tutum, 19. yy’ın sonlarına doğru yerini daha bilimsel bir tavra bırakmıştır (Ersen; 1992: 30).

Üslup sorunsalı yanında mimarlıkta önemli bir tarihsel dönem de; yapıya uyum, uygunluk, uyumlu olma konularını ön plana çıkarmıştır. Çünkü eski geleneklere bağlı kalmak, sıklıkla eski form ve formatları kullanma yoluyla doğru bir mimarlık yanıtı olarak görülmüştür. Bütün bunların yanında nitelikli bir çevrede (tarihi doku, tarihi çevre vb.) sistematik bir yaklaşım içinde yapılmış çeşitli sınıflamalar da bulunmaktadır.

Üslup tartışmalarından hareketle vurgulanan eski ve yeni arasında yaratılan iki uç nokta, geleneksel ve çağdaş tutum olarak adlandırılmakta; tarihi olarak nitelikli bir çevrede/ dokuda yeni tasarım probleminin, uyum ve zıtlık olmak üzere iki temel ilkede gerçekleştiği bilinmektedir. Uyum ve zıtlık, var olan doku ile bağlamsal ilişki kuran; ancak farklı karakterlerde tepki gösteren iki ayrı tasarım yaklaşımının ilkeleridir. Tarihi dokuyla uyumlu örneklerde doğrudan bir uyumlandırma yoluna gidilirken, dokuyla zıt/kontrast örneklerde dolaylı bir uyum ilişkisi ya da uyumu topyekun reddeden bir tavır yoluna gidilmektedir (Kaya; 2012). Ancak eski olanın malzeme, form, ölçek gibi bütün özelliklerinin tümüyle göz ardı edilmesi ile oluşturulan birebir taklidi, eski ve yeni arasındaki ilişkinin gerilmesine neden olurken (Altınöz; 2010); dokuya uyum sağlamanın tek yolunun ancak tekerrürün inşa edilmesiyle mümkün olduğu bir mimarlık algısı oluşturulmaktadır.

Bu tekerrür algısı içinde tarihi dokuda yeni tasarımın/yapının, geçmişi koruma ya da çağının gereklerini sağlama arasında ne yazık ki bir seçim yapma zorunluğu içinde kaldığı söylenebilir. Sosyal, kültürel ve tarihsel sürekliliğin en etkili ve yaşayan tanığı olarak kentlerde yeni tasarımların/yapıların elbette ki daha nitelikli ve amacına uygun davranması beklenmektedir (Pearce; 1989, Orbaşlı; 2008, Ahunbay; 1996).Kentler barındırdıkları tarihi doku ile zaman içinde geçirdikleri değişimleri ve kimliklerini sürdürebilmelerinde süreklilik kavramını önemli kılmıştır (Altınöz; 2010, Erkartal ve Özüer; 2016, Arabacıoğlu ve Aydemir; 2007). Tam da bu nedenle tarihi dokuda yeni yapılaşma, bir tasarım problemi olması yanında aynı zamanda önemli bir koruma problemidir (Feilden ve Jokilehto; 1998).

Sözü edilen tekerrürün sürekli inşasının sona erdirilmesi ise, ancak alternatif yaklaşımların varlığını ortaya koymakla olanaklı hale gelecektir.

Kavramsal Bir İnşa Olarak Çağdaş Ek

Her inşa faaliyeti, kendine has koşullar ve öncelikler barındırır; eski ve yeni ilişkisine alternatifler üretir (Altınöz; 2010). Dolayısıyla ne tek ve mutlak bir çözümden ne de katı kurallardan söz edilebilir. Bir tasarım problemi olarak çağdaş ek konusu, kitlesel kurgudan cepheye, çatıdan strüktüre birçok açıdan ele alınarak değerlendirilecek önemli bir tasarım problemidir (Kaya; 2012); gizli, bitişik, kontrast, var olan yapıyla bağlantısız olarak dört biçimde sınıflanmaktadır (Güler; 2004).

Tarihi dokuda çağdaş ek tasarım müdahaleleri, uyum ve zıtlık yaklaşımlarından birine ait olarak daha pasif ya da agresif bir sunuşla ortaya çıkabilir. Her tasarım kendine özgülükler barındırabileceği için, var olan dokudaki her yeni tasarımın da özgün bir dili vardır. Ersen (1992), ölçülemeyen ve öznel ölçütler nedeniyle tarihi çevrede inşa etmenin salt ve doğru bir şekilde formüle edilemeyeceğine vurgu yapmıştır. Bu noktada çözüm yolu olarak; kopyalama/taklit etme, uyum, zıtlık oluşturma ve yorumlama yaklaşımları ileri sürülmüştür.

Kopyalama/taklit etme, var olan dokudaki bütün özelliklerin ve karakterin yorum getirmeksizin birebir olarak uygulandığı bir yaklaşımdır (Ersen; 1992, Altınöz; 2010). Bu yaklaşımda dönemler ve akımlar etkileşim halindedir, biçimsel alışkanlıklara öykünme söz konusudur. Yukarıda sözü edilen tekerrür halinin üslup açısından sıkça uygulandığı, zaman zaman çağdışı replikaların gündeme gelmesine olanak veren riskler barındırır.

Uyum, ek yapının var olan dokuyu devam ettirdiği bir yaklaşım olarak doku ve karakter özelliklerinin çağdaş bir biçimde ele alınmasıdır. Brolin’e (1980: 140) göre var olan dokuda yeni tasarımların uyum sorunu; var olan plan motiflerini oldukça yakın bir dille kopyalamak, temel olarak benzer formlar kullanmak, fakat onları yeniden düzenlemek, eskiyle aynı görünüş etkisini verecek yeni formlar yaratmak, orijinal formları soyutlamak şeklinde gerçekleşebilir. Uyum yoluyla yapılan ekte siluet, cephe ve cephe elemanları ile süreklilik kurulması olanaklıdır (Aydınlı; 1990).

Zıtlık oluşturma, çağdaş malzeme ve teknoloji ile meydana getirilen yansıtıcı yüzeylerin, camların kullanıldığı ve geleneksel kent dokusunun bu yüzey üzerine düşürülerek yansıtıldığı yaklaşımdır (Ersen; 1992). Kontrast çeşitli olanaklar sağlayan güçlü bir tasarım aracıdır, odak noktası haline gelerek fark yaratabilmektedir (Aydınlı; 1990).

Yorumlama ise, eski olanın yeni bir yorumla içinde bulunduğu çevrenin bir parçası olduğunu ortaya koyan; ancak bunu gerçekleştirirken kendi özgün tavrını net bir biçimde vurgulayan tasarım yaklaşımıdır (Ersen; 1992, Akın ve Batur; 2003). Oran, düzen, yapım sistemi, malzeme, kitle kurgusu, kütle ilişkileri ve üslup ilişkileri açısından farklılaşan bu yorumlamalar iddialı tavırları ile mevcut yapıdan farklılaşarak var olurlar.

Var olan yapı ile malzeme, renk, doku, teknoloji, oran açısından bir uyum içinde olan; mevcut yapıdan renk, biçim, doku olarak farklılaşan ya da tümüyle zıt bir kurgu ile ele alınabilecek olan çağdaş ek; tarihi dokuda yeni tasarım/yapı açısından eleştirel bir kavramsal çerçevede yeniden değerlendirilebilir. Kavramsal çerçeve, çözüm yollarına ve yaklaşımlara (kopyalama/taklit etme, uyum, zıtlık oluşturma ve yorumlama) ilişkin yeni bir yorumlama denemesidir.

Literatürde sıklıkla sözü edilen ve bu çalışmada da yer verilen tarihi dokuda yeni tasarım yaklaşımları sınıflaması, bir yeniden okuma/yorumlama problemi olarak değerlendirildiğinde teamül ve tasallut kavramları bizlere yardımcı olabilir. Aynı zamanda yapı okumasında yöntemi oluşturacak olan bu kavramlar, eleştirel olma halleri ile bir okuma modeli oluşturabilmektedir (Tablo 1).

“Kopyalama/Taklit Etme”den “Zıtlık Oluşturma”ya varan süreçte, tekerrür ve yorumlama arasında gidip gelen çağdaş ek tasarımı; eğer iki uç kavramla temsil edilseydi bunlar teamül ve tasallut olurdu. Çünkü teamül kavramında olduğu gibi davranma eğilimi vardır, eskiye atıf söz konusudur. Tasallut kavramında ise yeniye atıf vardır, musallat olma ve ele geçirme durumu söz konusudur.

Bir tekerrür biçimi olarak değerlendirilebilecek teamül kavramı, Türk Dil Kurumu’na (2017) göre “iş, davranış, bir yerde öteden beri olagelen davranış, yapılageliş, gelenek” anlamlarına gelmektedir. İngilizce’de “precedent” (emsal, gelenek, geçmiş örnek), “custom” (gelenek, örf), “reaction” (tepki) ve “practice” (uygulama) kelimelerinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Sözlük anlamları ve önerilen modeldeki yeri ile birlikte düşünüldüğünde; mimarlıkta ek konusunda teamül örnekleri, var olan yapının neredeyse birebir olarak taklit edildiği (oran, yükseklik, malzeme, renk, doku, biçim vb.) ve uyuma varan küçük değişimler geçirerek yalnızca doku ve karakter özelliklerinin kullanıldığı duruma işaret eder.

Tasallut kavramı ise Türk Dil Kurumu’na (2017) göre “saldırma, sataşma, sarkıntılık, musallat olma” anlamlarına gelmektedir. İngilizce’de “molestation” (sarkıntılık, rahatsızlık, taciz) ve “attack” (hücum, saldırı) kelimelerinin karşılığı olarak kullanılan kavram; mimarlıkta ek konusunda var olan yapının neredeyse tümüyle bir karşıtlık oluşturduğu (malzeme, renk, doku, biçim, teknoloji, oran vb.) ve özgün yorumlamalara varan değişimler geçirdiği durumu temsil eder. Yeri geldiğinde yapıyla yarışan, ona asılan, tutunan, hattâ musallat olan bir yeni tasarım önerisini var eder.

Bir bina okuması için örneklenen model yoluyla, Amsterdam Stedelijk Müzesi’nin radikal tavrı bir tasallut örneği olarak yorumlanacaktır. Bu bağlamda çalışma, yerinde yapılan incelemelere dayanmakla birlikte, kurgulanan yeniden okumada yazarın kişisel deneyimlerini içermektedir.

Bir Tasallut Örneği Olarak Stedelijk Müzesi

Başarılı bir kontrast örneğinde gözlemci, var olan tarihi yapıya ya da dokuya belirli açılardan saygı duyulduğunu anlayabilmelidir. Eski olanı bir biçimde vurgulayarak özgün olanı yaratma iddiasında olmak, tam olarak kontrast olarak net adlandırılamasa da önerilen yeni kavramsal çerçeve ile bir tasallut örneği olarak görülebilir. Çünkü tasallut kavramı ile kontrast olanın tanımı değişmekte, eleştiriye açık hale gelmekte ve örtük anlam tartışmaya açılmaktadır.

Bu çalışmaya konu olan Stedelijk Müzesi’ne yapılan çağdaş ekin bu bağlamda bir tasallut örneği olduğu iddia edilebilir. Biçimsel olarak agresif bir yaklaşımla tasarlanmasına karşın kullanılan malzemedeki organik hal ve renk, biçimsel olarak teamüle varmasa da bir uyumun varlığını düşündürmektedir. Var olan tarih yapıya çağdaş ek konusunda genellikle dolu kütlelere saydam cam ya da ayna yüzeylerle eklentiler karşımıza çıkmaktadır. Stedelijk Müzesi örneğinde ise var olan yapı ile temas eden büyük oranda masif bir kütle ve akışkan bir biçim eşlik etmektedir (Resim 1).

Amsterdam’ın Müzeler Meydanı (Museumplein) olarak adlandırılan bölgesinde konumlanmış olan Stedelijk Müzesi; Rijksmuseum, Van Gogh Müzesi ve Concertgebouw’un bulunduğu tarihi bir dokuda ve önemli mimari yapılarla komşudur (Resim 2 ve 3). Stedelijk Müzesi, uluslararası alanda tanınmış bir müze olarak çağdaş sanatın önemli koleksiyonlarına evsahipliği yaparken; yenilenmiş ve genişletilmiş yeni özgün yapı ile mimarlık literatüründe yerini almıştır.

Sözlük anlamı olarak Stedelijk, Flemenkçe “belediyeye ait” anlamına gelirken İngilizce “urban” ve “municipal” olarak karşılık bulmaktadır (URL-1). Anlamına referansla konumlanmış eski müze, sekiz yıllık yenileme ve yeni binanın inşasının ardından Eylül 2012’de yeniden açılmıştır. 1895 yılında belediye müzesi olarak kurulan Stedelijk, 1938 yılında yalnızca devlet müzesi haline gelmiş, 1970’li yılların başından bu yana ise modern sanat müzesi olarak işlev görmeye başlamıştır (URL 1). Bugün dünyadaki en zengin modern sanat koleksiyonlarından birine sahip olan müze; Malevich’ten Warhol’a uzanan sanatçıların eserlerine ev sahipliği yapmaktadır.

Stedelijk Müzesi’nin var olan tarihi binası 1891-1895 yılları arasında Paulus Potterstraat’da, Rijksmuseum’a kısa bir yürüme mesafesinde Amsterdam şehir mimarı A. W. Weissman tarafından tasarlanarak inşa edilmiştir (URL 1). Eski müzenin Rönesans tarzdaki cephesi, çeşitli yenilemeler geçirerek sadeleştirilmiştir. Weismann’a ait var olan binanın arkasına, Benthem Crouwel Architects ekibi tarafından tasarlanan ve benzer bir boyuta sahip denebilecek büyüklükte modern bir bina eklenmiştir. Binanın formu, mimarlarının tanımladığı üzere dev boyutlu bir küvete (bathtub) benzemektedir (URL 2). Müzeye giriş bu yeni dev boyutlu binadan sağlandığı için ziyaretçilerini iddialı ve özgün biçimi ile şaşırtmaktadır (Resim 4). Bu tavrını yalnızca iddialı formu yoluyla ortaya koymayan bina, Museumplein’e geniş şekilde açılan zemin düzeyinde düzenlemeler ile de ortaya koymaktadır. Bu durum binayı daha kamusal hale getirerek işlevsel olma hissi de vermektedir (Resim 5).

Benthem Crouwel Architects ekibi, tasarladıkları çağdaş eki bir “uzantı” olarak adlandırmayı tercih etmişlerdir. Stedelijk Müzesi’nin var olan binası; görkemli merdivenleri, büyük odaları ve doğal aydınlatmasıyla övgüye değer niteliktedir. Önerilen uzantı ise; bu güçlü noktaların vurgulandığı tek bir renkle, mekânsal çeşitliliğe olanak veren düzenlemeler ile ve eski yapıya eklenerek tamamlanma yoluyla temsil edilmiştir (URL 2) (Resim 6 ve 7).

Yeni uzantı, var olan binaya sataşan ve ona musallat olan heykelsi bir görünümdedir. Var olan müze binasına yapılan genişletme, eskinin yanında daha ikincil bir bina değildir; aksine bütünleşik bir ektir. Her iki binanın kesit ve görünüşleri incelendiğinde gabariler ve kesik ters koni görünümündeki çatı biçimlenmesi açısından uyumlu bir tablo gözlenmektedir. Ancak yeni binanın eski binaya olan karşıtlığı dışarıdan bakan gözlemciler için açıkça anlaşılmakta iken; müzenin içinde yeni binadan eski binaya geçiş hali oldukça zor fark edilmektedir. Ayrıca iç mekânda eski binanın duvarlarına olan bakış ve Museumplein manzarası, yeni bina içinde ziyaretçisine kısmen içeride kısmen de dışarıda olma halini hissettirmektedir (URL 1) (Resim 8 ve 9).

Kamusal bir giriş olmaya uygun olmayan eski müze binasını girişinin, bütün ilgili işlevlerle birlikte muhafaza edilmesi Crouwel ekibi tarafından gerekli görülmüştür. Ek bina -yani uzantı- ile birlikte Stedelijk Müzesi, Museumplein’de gerçek bir girişe sahip olan ilk müze olmuştur. Yeni giriş simetrik olan eski binanın var olan merkezi erişim bölgesine süreklilik arz ederek uymaktadır, bu nedenle bir uzantıdır. Ancak eklenen hacim, kısmen kaldırılarak ve kalan kısım yer altına gömülerek var olan binaya adeta hiç dokunulmamış izlenimi verilmiştir (URL 2). Yani iç mekândaki akış ve süreklilik yanında dışarıda mevcut binaya tasallut eden bir biçim arayışı söz konusudur (Resim 10 ve 11).

Müzenin yeni uzantısında karşılama birimleri, bilgi merkezi, müze mağazası ve restoran gibi bütün kamusal işlevler; plaza zemininin mevcut binanın dışına çıktığı geniş ve saydam bir açık planlama düzeninde yer almaktadır. Kanat şeklinde, taş çerçevelerin yüksekliğinde meydan üzerinden kolonlarla desteklenmiş olan çatı; meydandan binaya olan açık geçişi güçlendirmekte ve girişin bulunduğu yer hakkındaki bütün şüpheleri ortadan kaldırarak netleştirmektedir (URL 2). “Küvet” olarak adlandırılan düzgün ve pürüzsüz beyaz hacim, elyaf takviyeli kompozit malzemeden yapılmıştır. Binanın atipik biçimi ise, dış cepheyi iç işlevlerin çevresine çekmesiyle ortaya çıkmıştır (Resim 12 ve 13). Küvet olarak adlandırılan biçimin ayakları ise, iç mekânda hem işlevsel hem de estetik bir elemandır.

Yeni bina yoluyla ziyaretçiler, sergi mekânlarını farklı güzergâhlar üzerinden keşfedebilmektedir. Var olan binanın anıtsal merdiveni aynen korunarak, yeni giriş salonu ve ona bağlı merdivenlerin tasarlanması ile güzergâh üzerindeki önemli bir işlev devam ettirilmiştir. Geniş çatı katındaki serbest merdiven, alt sergi odalarına giden yol rotasının önemli durağıdır (URL 2) (Resim 14). Mevcut ve önerilen dolaşım elemanları, mekân tiplerinin çeşitliliğine bağlı olarak ziyaretçilerine zengin bir deneyim olanağı sunmaktadır. Kapalı bir sarı tüp içinde tasarlanan iki yürüyen merdiven yoluyla, yeni giriş holü boyunca iki sergi alanı birbirine bağlanmıştır; böylece ziyaretçiler sergiyi terk etmeden giriş alanına geçerek, müze atmosferinden en üst düzeyde yararlanmaktadır (Resim 15 ve 16).

Amsterdam’ın tarihi dokusunun nitelikli bir bölgesinde yer alan Stedelijk Müzesi ek binası/uzantısı, kullanılan malzeme ve yarattığı doku ile yumuşak bir etki bırakan, ancak heykelsi biçimi ve var olan müzeye sırnaşan tavrı ile çağımızın gereksindiği bir iddiadadır.

Sonuç Yerine

Kavramsal çalışmalar, ortaya koydukları ihtilaflı durum ve farklı biçimlerde yorumlanma olasılıkları nedeniyle her zaman nesnel bir tavır takınamayabilir. Okuduğunuz bu yazı da onlardan biridir. Bu nedenle kesin sonuçlar yerine, varılabilecek olası görüşleri sıralamayı tercih etmiştir.

Teamül ve tasallut kavramları esas alınarak oluşturulmuş çalışma modelinde, tekerrür ve yorumlama arasında bir yerde yer alan tarihi dokuda çağdaş ek konusuna eleştirel bir bakış açısı önerilmiştir. Bu model yoluyla tarihi dokuda yeni yapı inşa etme meselesi, kavramsal bir bakış açısı ile yeniden gündeme getirilmiştir.

Amsterdam Stedelijk Müzesi örneğinden anlaşılacağı üzere, mimarlık dünyasında var olma biçimi olarak sıklıkla uygulanan teamül artık yeterince etkili değildir. Onun yerine bir dışavurum biçimi olarak tasallut benimsenerek, mimarlık literatürüne hem iddialı hem de kendine özgü nitelikli izler bırakmak olanaklıdır. Var olan müze binası ile işlevsel olarak senkronize olan yeni ek/uzantı, radikal biçimsel tavrı ile hâlâ dikkat çekmeye devam etmektedir.

Sonuç olarak tarihi dokuda çağdaş ek konusu, bir tasarım problemi olarak kavramsallaştırılırsa ve bir tasallut örneği olarak yeniden gündeme gelirse; var olan yapı ile olan temas problemlerini göz önünde bulundurmalıdır. Söz konusu temas, hem dış mekân hem de iç mekân kalitesi açısından, var olan karakteri yeniden ve yeniden eleştirel olarak düşünmeyi gerektirecektir.

Kaynaklar

  • Ahunbay, Z.; “Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon”, YEM Yayın, İstanbul, 1996.
  • Akın, N.; Batur, A., “Kentsel Korumada Cephe Sürekliliği: Konuralp Örneği”, Mimarist, Sayı 10, s. 68-74, 2003.
  • Altınöz, A. G. B.; “Tarihi Dokuda ‘Yeni’nin İnşası”, Ege Mimarlık, S.75, s.18-26, 2010.
  • Arabacıoğlu, P.; Aydemir, I.; “Tarihi Çevrelerde Yeniden Değerlendirme Kavramı”, Megaron, Volume: 2, Issue: 4, s.204-212, 2007.
  • Aydınlı, S.; “Mimarlıkta Yeni Bir Kavram: Bağlamsal Uygunluk”, YAPI, S.108, s.44-49, 1990.
  • Brolin, B. C.; “Architecture in Context: Fitting New Buildings with Old”, Van Nostrand Reinhold Company, USA, 1980.
  • Claflen, G.; “Deeper than Decon: Culture and Conflict in Architecture”, International Research Symposium: Architecture and Culture, Temple University, Ottawa, 1992.
  • Durmuş, S.; Gür, Ş. Ö.; “Mimarlığın Metinsel Temsilinde Retorik İnşa: Usûl-i Mi’mârî-i Osmanî”, METU Journal of Faculty of Architecture, Vol: 34, No: 1, s.107-131, 2017.
  • Eco, U.; “AçıkYapıt”, (çev: Pınar Savaş), Can Yayınları, İstanbul, 2001.
  • Erkartal, P. Ö.; Özüer, M. O.; “Tarihi Dokuyu Taklit Etme/Yok Sayma?”, Fill in the Blanks, Beykent Press, İstanbul, s.145-155, 2016.
  • Ersen, A.; “Yeniden İşlevlendirilen Tarihi Yapılar, Modern Ekler ve Çağdaş Tasarım”, Arredamento-Dekorasyon, S.5, s.102-105, 1992.
  • Feilden, B. M.; Jokilehto, J.; “Management Guidelines for World Cultural Heritage Sites”, ICCROM, 1998.
  • Güler, Ö.; “Tarihi Çevrelerde Çağdaş Bina Tasarımı: Ortaköy ve Yakın Çevresinde Yeni Bina Uygulamalarının Değerlendirilmesi”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 2004.
  • Gür, Ş. Ö.; “Mimaride Eleştirinin Konstrüksiyonu: Perspektif, Gerçeklik, Yöntem ve İlke”, Teori ve Eleştiri, der. Hüseyin Su, Hece Yayınları, Ankara, s.211-262, 2004.
  • Güvenç, B.; “İnsan ve Kültür”, İkinci Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1974.
  • Güzer, A.; “Mimarlıkta ‘Modern Mirasın’ Korunması: TEDÜ/Türk Eğitim Derneği Üniversitesi”, Mimarlık, S.371, s.21-25, 2013.
  • Hübsch, H.; “In What Style Should We Build? The German Debate on Architectural Style”, The Getty Center, USA, p.63-101, (1992 [1828]).
  • Jencks, C.; “Signs, Symbols and Architecture”, Wiley, New York, 1980.
  • Kaya, N. Z.; “İtalya’da Tarihi Yapılarda Yeni Ek Uygulamalarında Çağdaş Çatı ve Cephe Sistemleri ile Tasarım İlkeleri”, 6. Ulusal Çatı & Cephe Sempozyumu 12-13 Nisan 2012, Bursa, 2012.
  • Kayın, E.; “Modern Bir Kurgu Olarak Koruma Paradigmasının Dönüşümü ve Modern Mimarlık Mirası”, Mimarlık, S.338, s.25-29, 2007.
  • Kıran, Z.; Kıran, A.; “Dilbilime Giriş”, Üçüncü Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2006.
  • Kuban, D.; “Tarihi Çevre Korumanın Mimarlık Boyutu Kuram ve Uygulama”, YEM Yayın, İstanbul, 2000.
  • Orbaşlı, A.; “Architectural Conservation”, Blackwell Publishing, UK, 2008.
  • Pearce, D.; “Conservation Today”, Routledge, London and New York, 1989.
  • Stroker, E.; “Investigations in Philosophy of Space”, Ohio University Press, Columbus, 1985.
  • TDK; Güncel Türkçe Sözlük, 2017. http://www.tdk.gov.tr/
  • URL-1, https://www.amsterdam.info/museums/stedelijk_museum/
  • URL-2, http://www.archdaily.com/350843/stedelijk-museum-amsterdam-benthem-crouwel-architects

Resim Kaynakları

Resim 1.http://benthemcrouwel.com/projects/?cat=culture#culture-new-stedelijk-museum-amsterdam-993

Resim 2.http://www.amsterdamsights.com/amsterdam/museumplein.html

Resim 3.©Serap Durmuş Öztürk, 2015.

Resim 4.©Serap Durmuş Öztürk, 2015.

Resim 5.©Serap Durmuş Öztürk, 2015.

Resim 6.http://www.archdaily.com/350843/stedelijk-museum-amsterdam-benthem-crouwel-architects/51527519b3fc4b5fe500005c-stedelijk-museum-amsterdam-benthem-crouwel-architects-model

Resim 7.http://www.archdaily.com/350843/stedelijk-museum-amsterdam-benthem-crouwel-architects/51527522b3fc4b5fe500005e-stedelijk-museum-amsterdam-benthem-crouwel-architects-elevation

Resim 8.©Serap Durmuş Öztürk, 2015.

Resim 9.©JannesLinders, http://www.archdaily.com/350843/stedelijk-museum-amsterdam-benthem-crouwel-architects

Resim 10.©Serap Durmuş Öztürk, 2015.

Resim 11.©Serap Durmuş Öztürk, 2015.

Resim 12.©JannesLinders, http://www.archdaily.com/350843/stedelijk-museum-amsterdam-benthem-crouwel-architects

Resim 13.©Serap Durmuş Öztürk, 2015.

Resim 14.©JannesLinders, http://www.archdaily.com/350843/stedelijk-museum-amsterdam-benthem-crouwel-architects

Resim 15.©Serap Durmuş Öztürk, 2015.

Resim 16.©Serap Durmuş Öztürk, 2015.

*Serap Durmuş Öztürk, Yrd. Doç. Dr.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü