Retinal Mekanlarda Zaman
Abdullah Yasin Dündar, Arş. Gör.
Sedef Özçelik, Dr. Öğr. Üyesi
Dijital Uyum Çağında Mahremiyet Olgusunun Geçirgenleşmesi: Zamanın Hızlanması ve Retinal Mekanlar
Modernizmin yıkıcılığını eleştiren birçok düşünüre göre konut, sürekli devinim ve değişimin yaşandığı bu çağda; farklı bir anlam var etmesi ile önemli bir konumda yer almıştır. Konuttaki bu farklılığın nedeni genel itibariyle, yıkıcı bir akışın olduğu bu modern gerçekliğin içindeki kaotik hızı duraklatması, içe dönüşe imkânı tanıyışı, bütünsel yaklaşıma izin verişi olduğu söylenebilir. Örneğin Bachelard, şiirlerden yola çıkarak böyle bir konutun potansiyellerini ve anlamlarını fenomenolojik yöntemle okuma işine girişir. Soyutlama ve hayal gücünün mekanı olan bu evi; dinginleştiren kesin bir süreklilikten -ki burada kastedilen sürekliliğin nedeninin modernitenin kendisi olduğu görülebilir- uzaklaşmayı talep eden bir yer olarak görür. Düşünüre göre ancak bu özellikleri ile ev; anılarda yer edebilen, hafızayı oluşturan anlamlı bir karaktere sahip olabilecek, düşüncenin kıvrımlarına etki edebilecek, en derinde ve en uçta yatan isteklere cevap verebilecektir. Konut; tüm bu özelliklerinin yanında zamanı da değişime uğratma kabiliyetine sahiptir. Zamanın ardı ardına sıralanmasıyla ilerlediği benimsenen rasyonel/mekanik zaman anlayışından ayrışarak kendi dokusunun (Bachelard’ın deyimiyle peteklerinin) içerisinde zamanı sıkıştırılmış olarak tutabilmektedir (1). Bu noktada modern zamanın sınırlarını, o çağın ruhunu ve modernizm-konut ilişkisini daha iyi anlayabilme açısından incelemek gerekmektedir.
Eserlerinde toplumsal yapı ve bu yapının sorunlarını sıkça işleyen ünlü felsefeci Lefebvre, modern dünyadaki bu rasyonel olma/rasyonalite söylemini bir parodi olarak yorumlar. Ortada her ne kadar teorik olarak rasyonel, nesnel, akılcı gibi görünmeyi çabalayan bir söylem bulunsa da bu durum pratikte, nesne üzerinden tanımlıymış gibi görünen yani nesne ile ilişkisi olmayan “nesnesel” bir açıklık, boşluk üzerinden tanımlanmaktadır. Nesnenin kendisi yerine nesne ile ilgiliymiş gibi görünen imgeler önemsenmeye başladığında ortaya çıkmaya başlanan böyle bir tavır; nesnelerin üretimi, etkileşimi, ilişkisi, değişimi ve dönüşümünün incelenmesine değil, sadece gösteri haline gelmiş olanın nesneselleşmesine dayanır (2). Lefebvre’ye göre yeni yöntemde yani modern yaklaşımda akıl temelli “saf bir saydamlığa” ulaşma çabası ile her türlü çatışma giderilmeye, feda edilmeye çalışır. Bu anlamda materyalist olduğunu ileri süren, öyleymiş gibi görünen idealist bir görüş oluşmaya başlar. Artık oluşan yeni modern dil; var olan özne, nesne, mekan, zaman etkileşimlerini göz ardı ederek yalnızca kendi “gerçekliğini” anlatmaya başlar. Kendi söylemini dayatması, o gerçeklik üzerinden yönlendirmeler yapması itibariyle modernite Lefebvre’e göre, rasyonalite ve bilim kisvesi altında saklanan bir ideolojidir (3). Bu anlamda Bachelard’ın ev imgesi, bu yaygın modernist ideolojiden öznenin kendini koparması, özgürce tanımlayabilmesi, gösteriden uzaklaşma ortamı bulabilmesi açısından önem kazanır. Evin mahrem ve geçirgen olmayan ayrıksı karakteri özneyi, modernist ideolojinin baskısından bir seviyede de olsa korumaktadır.
Dijital çağda ise konutun bu genel geçer tanımı değişime uğramaya başlar. Kamusal-özel ayrımının artık tek mecra haline gelen internete indirgendiği bu yeni çağda, yaşam mekanlarının da bu bağlamda tekrar ele alınması gerekmektedir. Bu bakış açısı ile çalışma, konuttaki mahremiyet olgusunun geçirgenleşmesini uyum ve şeffaflığın başat ölçütler haline geldiği dijital enformasyon çağı çerçevesinde, günümüzdeki konut-mahremiyet-dijitalleşme ilişkisi üzerinden anlayabilme çabasındadır. Bu doğrultuda, yalnızca anın yaşandığı dijital zamanda yer alan, gösteri ve teşhir amacıyla kurulu retinal mekanları incelemekte ve bu mekanlardaki yeni zamansal durumun anlatı ve bellek oluşumuna etkileri üzerinde durmaktadır. Temassız ve sanal aidiyet boşluklarına dönüşen dijital mecralarda bedenin yalnızca kendisi ve kendi gibi olanlarla etkileştiği yeni toplumsal durumun retinal mekanların oluşumunu güçlendirdiğini gözlemleyebilmek, çağın yeni paradigmasını anlayabilme açısından büyük öneme sahiptir.
Modernizmden Günümüze Konut, Mahremiyet ve Zaman İlişkisi
Modern Çağda Kozmolojik Zaman ve Mahrem Konut
Modern hayatın zaman anlayışına eleştiri getiren bir diğer düşünür Ricoeur’e göre zaman kavramı; ancak öyküleme, çeşitli bağlamlarda oluşturulan anlatıların hayata eklemlenmesi yoluyla insan zamanına dönüşebilmektedir. Bu noktada Ricoeur zamanı, rasyonel zamana karşılık düşen “büyük kozmolojik zaman” ve bireysel zaman olmak üzere ikiye ayırır. Kozmolojik zaman; nicel olarak ölçülen ve sabit olarak kalan zamanı niteler ve bu zamanın, durağanlığı ve “saflığı” nedeniyle şimdisi bulunmamaktadır; çünkü bu zamanın aksine şimdide var olan zaman, sonlanarak anıya dönüşebilmektedir. Bu türden bir zaman, mekansallığı ve dolayısıyla insanı yok eder (4). Mekansallığı yok etmektedir; çünkü felsefeciye göre mekan, beden ve bellek ile deneyimlenen şey olarak tanımlanır. Hayata anlatı üzerinden eklemlenen bireysel zaman bu sayede bellekte yer edebilmekte ve anılara dönüşebilmektedir. İnsanın kendisi ise kimliğini bu kozmolojik zaman üzerinden inşa etmesi sebebiyle zarar görür. Katı ve rijit yapılardaki zaman temsillerinden çok, geçişken ve çoklu tasvirlere sahip anlatılar sayesinde anılara ulaşılabildiğini söyleyen Ricoeur’e göre, bu mekansal anlatılar sayesinde hem bireysel hem toplumsal hem de kentsel anlamda kimlik oluşumu gerçekleşmektedir. Ricoeur’ün zaman anlayışı bağlamında ele alındığında konut, beden ile mahrem mekan arasındaki etkileşim sonucunda özel deneyimler yaratmakta ve bu deneyimler, oluşan anlatılar sayesinde anılara dönüşmekte ve bellekte yer etmektedir. Hayatın hızla akan kaotik yapısına anlatısal bir katman ekleyerek belleği var eden konut, zamanı Ricoeur’ün deyişiyle “insana özgü zamana” dönüştürür (5). Rıfat, Ricoeur’ün insana özgü bu zamanının, mutlak bir varlıksal anlayıştan çok şimdide yaşanması ve kozmolojik olan ile arasındaki geçişi tarih, unutma, anlatı üzerinden kurması üzerinde durur. Bu noktadan hareketle bu zaman anlayışını, Heidegger’in insanın ölüm bilgisine sahip olarak yaşaması üzerinden varlıksallığının sınırlarını belirlediği fikri ile ortaya koyduğu “ölüm-için-varlık” kavramının tersine, “yaşam-için-varlık” olarak tanımlamaktadır (6). Kısacası insan ne kozmolojik ve mutlak tanımlar zincirinin olduğu üst anlatıya sahip bir zamana ne de yalnızca şimdide yaşanılan ve unutulan bireysel bir zamana sahiptir. Düşünüre göre zaman; yaşamın kendisinde olduğu gibi ne o ne bu ayrımı yapmadan, hem o hem buna ait olan, yaşam üzerinden tanımlanan bir zamandır.
İnsana özgü zaman ile kozmik zamanın farkı üzerinde kafa yoran diğer bir felsefeci olan Eugen Fink bu durumu, hayvan ve insanın algıladığı zamansallık üzerinden örneklendirir. Hayvanlar Fink’e göre hayatlarını yaşar ve zamanın akışı içinde akıp giderler, onlar “zamanın içindedir, ancak zamanla ilgili değillerdir” (7). Hayvanlar için zaman, genişleyip daralabilme veya sıkışabilme özelliklerine sahip değildir; çünkü onlar zamanı ile bir bütün halinde yani anılar ve anlatılara sahip olmadan yaşarlar. Oysa Fink’e göre insan, varlık ile belirli bir mesafeden kesintili etkileşimler kurarak var olmaktadır. Konut bağlamında düşünüldüğünde insan belleğinde yer edecek anılar oluşturma potansiyeline sahip olan insan zamanı, diğer bir deyişle kesintiler ve şişmeler ile akılda kalıcı deneyimler yaşatan zaman, mahremiyete sahip konuttaki katmanlar sayesinde bütünsel (Fink’in deyişiyle hayvani) zamandan ayrışır. Sürekli olarak devinimin olduğu modern zamandan ayrışabilen özel deneyimler yaratmasıyla mahrem konut, bedenin kendini ifade edebileceği ve bu sayede kimliğini herhangi bir dış yönlendirme olmadan yalnızca kendi başına tanımlayabileceği mekansal aradalıklar var edebilir.
Dijital Uyum Çağı ve Geçirgenleşen Mahremiyet
Modern çağdan günümüze gelindiğinde dijitalleşmenin her alana yayılmasıyla dinamik ve devingen olan zamanın, daha da hızlanarak kaçınılmaz bir şekilde hayatın her unsuruna etki etmeye başladığı görülür. Dijital uyum çağı olarak adlandırabilecek bu yeni gerçekliğin iletişim dili, her an sürdürülmeye devam eden iletişim hali üzerinden kurulmuş ve bu doğrultuda, var olan her şeyin işlevsel olacak şekilde sisteme katıldığı yeni bir paradigma yaratılmıştır. Daha hızlı ve daha verimli olana ulaşmaya yönelik yönlendirmeler yaratmak amacıyla sistemin işlerliği için hayati önemde olan zaman olgusundan fazlaca söz edilmeye başlanmıştır. Bu durumda, zaman artık fetişize hale gelerek Fink’in üzerinde durduğu insanın “zamanla ilgili olma” halinin ortadan kaybolmaya başladığı ve böylece zamanın genişleyip daralabilen dokusu yerini mutlak zaman anlayışına bıraktığı söylenebilir. Lefebvre’in modernizm eleştirisinde verdiği “nesne-nesnesellik” örneği hatırlanacak olursa dijital çağdaki zaman da benzer şekilde; toplumsallık, bireysellik, yaşam ve beden ile ilişkisi, içerisinde barındırdığı anlatı gibi “zaman ile ilgili” olan üzerinden anlam kazanan yönleri yerine doğrudan ve yalnızca zamanın sabit imgesi değer görmeye başlar. Artık her şeyin örtük veya açık olarak zamana katılabilmek üzere “hesaplanabilir, yönlendirilebilir ve kontrol edilebilir” hale geldiği bu durum, zaman ile yakından ilişkili bir olgu olarak mekanı ve dolayısıyla mimariyi de etkiler hale gelir (8). Harvey’nin ileri sürdüğü, çağın pratikleri ve gösterimlerinin, o çağın kendi zaman ve mekan algısının bütünlüğündeki “diyalektik ilişki” aracılığıyla belirlendiği tezi düşünüldüğünde konut pratiği ve gösterimlerinin bu doğrultuda değişime uğradığı açıkça görülür. Bu anlamda, günümüzdeki yeni konut olgusunu anlayabilmenin yolu, dijital uyum çağının mekan ve zaman anlayışındaki sıkışma ve bu durumun sonucu olarak anlık tüketmeye yönelen deneyimlerin ele alınmasından geçmektedir (9).
Dijital uyum çağının dili olan enformatik iletişim, mekanı; izlenme, beğeni, paylaşım sayısı gibi tekil verilere indirgenebilen “hesaplanabilir” bir düzleme sabitler. Bu yeni paradigma, mekansal deneyim süreçleri ve bellekte yer eden anıların oluşum süreçleri gibi sistem için verimsiz ve yavaş olan bu eylemleri terk etmeye yönlendirir. Sonrasında ise mahrem olarak benimsenen konut anlayışı, yeni zamana uyum göstermek uğruna geçirgenleşmeye, paylaşıma açık hale gelmeye başlar. Oluşan bu saydam açıklığın içindeki bedenin, deneyimlerini paylaşarak kolektif anı oluşumunu amaçlamaktansa, süregelen gösterinin bir parçası olmak, yaşadığı mekanı beğeniler ve “paylaşımlar” üzerinden hesaplanabilir hale getirmesinin nedeni, bu iletişim ağının bir parçası olabilme arzusudur. Bu durum, David Harvey’nin zamanın hızlanarak mekanın yok olmaya doğru ilerlediği tezinin günümüzdeki somut kanıtı olarak karşımıza çıkar. Harvey’e göre modernizmden beri katlanarak artan bu hızlanma ve ilerleme beraberinde “mekanın fethini, bütün mekansal engellerin yıkılmasını ve nihai olarak mekanın zaman aracılığıyla yok edilmesini” getirmektedir (10). Artık sistem içerisinde her an için aktif kalma zorunluluğundaki insan, bu doğrultuda duygulanımlarını tatmin edecek hızlı tüketimlere yönelmektedir.
Kendisi için özel olarak sınırlandırılıp kişiselleştirilen sosyal medya, alışveriş siteleri ve arama motorlarında sterilize bir hayat yaşayan bu insan için artık dışarı ve içeri ayrımı yapılamaz hale gelmiş, kamusal-özel ayrımı silikleşmiştir. Yalnızca “kendisi“ ve kendi gibi olanlar ile iletişim kurarak yaşamını sürdürme hali insana, mahremiyet kavramının anlamını yitirerek geçirgenleştirmeye götürmektedir. Ötekinin artık var olmayı sonlandırmış gibi yaşadığı dijital alternatif gerçeklik, toplumsal temsilleri de değiştirerek yalnızca insanın hoşuna gidenlerin sunulduğu dijital “kümelenmeleri” oluşturmaktadır (11). Bu kümelenme; kent-konut, özel-kamusal gibi ayrımları kaldırarak kamusal alanı, anlık duygulanımlara değer vermesi sebebiyle de eleştirel bilinci ortadan kaldırarak insana dijital dünyanın içine mahremini dökülebileceği bir “boşluk” var eder ve böylece “kamusal alanın yerini kişinin (kendisini) yayımlaması” almış olur (12). Dijital mecralarda paylaşılan mekanlardaki sergilemeler, çağın anlık tüketme tavrına paralel olarak yalnızca Youtube kanalları ve Instagram sayfalarında sergilenmek üzere tasarlanan ve yalnızca retinaya hitap etmesi ile radikalleşerek teşhir haline gelme tehlikesi taşır. Görme ve beğenme üzerinden şekillenen anın yaşanmasına yönelik kısa süreli zevklere hitap eden bu “retinal mekanlar”; tarih, anımsama gibi uzun süreçler üzerinden var olabilen bağlantıları yok ederek zamanın, sistemin işlerliğini artırabilmek doğrultusunda daha hızlı ve verimli geçmesine yönelik örtük bir baskı oluşturur. Retinal mekanda yaşayan insan, artık kozmolojik ve bireysel zamanı kendi anılarıyla birlikte yaşantıya dönüştüren “yaşam-için-varlık” olmaktan çıkar ve anlık zevkler ve sonlu deneyimleri tüketmek amacıyla yaşayan “heyecan-için-varlığa” dönüşür. Bu anlamda insan, ne yaşam ne de ölüm odağında yaşar; yalnızca o anda deneyimleyeceği duygulanım hazzı için yaşar ve diğer bir hazza olabildiğince kısa sürede varabilmek amacıyla çabalar.
Retinal Mekanlardaki Uyumsal Özneler ve Teşhir
Retinal Mekanlarda Yok Olan Olay ve Anlatı Olguları
Heyecana yönelik duygu ve deneyimlerin hızla tüketildiği bu retinal mekanlarda önemini yitiren bir diğer olgu ise başı ve sonu olan spontane olaylardır. Dijital uyum çağının her şeyi birbirine eklemleyen uzamsal tavrına ters olarak olaylar, sonlu süreçleri temsil etmeleri dolayısıyla akışkan zamanın içerisinde kesinti yaratırlar. Yalnızca aynıların var olduğu ötekisiz dijital kümelenmelerde meydana gelen olaylar, “heyecan-için-varlığa” rahatsızlık verir. Bu anlamda, biçimsel olanın dışında kalan ve steril olmayan bir gerçekliği gözler önüne seren çarpıcı deneyimler var etmesi ile olaylar, dijital enformasyonun iletişim dili için var olmaması gereken kusurlardır. Algoritmik verilerin peş peşe sıralanarak eklemlenmesiyle oluşan idealize edilmiş bir ilişki ağı ile gerçek hayattaki çapraşık ve geçişken ilişkiler arasında bu bağlamda, uyuşma problemi ortaya çıkar. Kendi “zamanları, ritimleri, ölçüleri” olan anlatılar, böyle bir ortamın içerisinde dayanıksız kalmaya, istenmemeye başlar (13). Bu anlamda dijital çağın zamansallığının retinal mekanı; olay, deneyim ve dolayısıyla anlatıdan mahrum bıraktığı görülebilir. Ricoeur’ün tanımıyla fiziksel mekana anlatı katmanın eklenmesiyle deneyimlenebilen “yaşanan mekan” artık beden için katmanların düzleştiği, yorum ve anlamın silikleştiği steril bir gösteri alanına dönüşür (14). Özneyi gösteriye tabi olma durumundan kurtararak onu özgürleştiren bir “dışarısını” var etmesiyle olay, bir şoka sokma imkanı sunar (15). Özgürleşmesini sağlayan bu kırılma ve kesintilerde özne, kendi anlatısını oluşturacak ve varlığa bütünsel olarak yaklaşabilecek bir aralığa sahip olmaya başlar. Buna karşın, olayların var olmadığı ve her şeyin uzamın parçası olarak gerilimini yitirdiği retinal mekanlar, yalnızca sisteme katkıda bulunacak olumluluk hallerinin yaşandığı ve bu yaşantıların anılara dönüşmeden yaşanıp bittiği bir boşluk olarak işlevselleşirler. Bu boşluğa tüm mahremini doldurarak dijital çağdaki bir diğer uyumsal özne haline gelmek için çabalayan ve olaylardan arınmış bir hayat yaşayan heyecan-için-varlık; artık kendi kendisinin baskılayıcısı, zorlayıcısı, dayatmacısıdır. Çünkü bu gerçek içerisinde kendini yönlendiremeyen uyumsuzlar için yer yoktur.
Uyumsal öznenin içerisindeki sürekli aktivite durumunu ev bağlamında inceleyen Usta’ya göre aşırı derecedeki pozitifliğe yönelim ve aktifleşme durumu, özne için tüm uyaran ve dürtüleri oldukları gibi kabullenme ve takip etme halini ortaya çıkarır (16). Dijital ortamlarda teşhir edilmek amacıyla kurgulanan retinal mekanlardaki etkileyici (yaşamın yerine geçen pürüzsüz bir görüntü olarak) yaşantı kareleri, sürekli paylaşım nedeniyle aşırı aktifleşen bir gerçeklik var eder. Bu anlamda retinal mekanlar, insanın deneyimlerden kaçınarak yaşantı karelerine odaklandığı; ancak bu odakların sürekli olarak dönüştüğü odaksız bir yerdir. “Hiper-aktif” bir gerçekliğin içerisinde “hiper-pasifleşen” özne için ev; odağın kaybolduğu, olayların gerçek ya da yanılsama olup olmadığı anlaşılmayan bir yerde gerçekleştiği, deneyimsiz bir yaşantının alanı haline gelir. Öznenin pasifleşmesinin ya da Baudrillard’ın çarpıcı ifadesiyle “çözülüp dağılmasının” ana nedeni ise; kendi anlatısının elinden çekip alınarak aşırılığa doğru sürüklenmesi, yani hiper-pasifleşmesidir. Devamlı olarak paylaşma ihtiyacı sonucunda canlı ve cansız olan her şey tüm ikincil anlamlardan, derinlikten, temsil gücünden arınır ve kimliğin üzerinden kurulacağı tüketilmeye hazır bir ürün haline gelir (18). Tüketilecek yaşantı kareleri var etmek amacıyla teşhir edilen retinal mekan, artık şeylerin unutulduğu, öneminin kaybolduğu, hareketinin yittiği ve bu sebeple pasifleştiği bir yer olmaktan çok, mutlak hareketin içerisinde “çözülüp dağıldıkları” ve kısa süreler içerisinde var olarak yok oldukları bir yere dönüşür. Kısacası uyumsal özne en pasif olduğu durumu, kendi kontrolünün dışındaki bir akışın içerisine sürüklendiğinde yaşamaktadır.
Bir Teşhir Ortamı Olan Retinal Evde Mahremiyet ve Mekansallık
Gerçek evdeki deneyimsel süreçler yerine bunların retinal ikizlerini oluşturan özne açısından retinal mekan yalnızca sahip olamadığı, anılara dönüştüremediği evcil ortamı paylaşabilme, gösterebilme heyecanını var eder. Dijital ortamlardaki bu retinal ikizler, Baudrillard’ın “işlemsel ikiz” kavramı ile benzerlik gösterir (19). Kuramcıya göre simulakra adı verilen ve gerçek olanın yerine geçmeye çalışan, gerçekmiş gibi davranan görüntüler, saklama ve mahremiyet ile zıtlık oluşturur. Gizlemek eylemi anlam olarak, üzerinde kullanım gücü bulunan bir şeyin yokmuş gibi davranılması, özelleştirilmesi ve genel olandan ayrıştırılması olarak tanımlanırken simüle etmek, sahip olunmayan bir şeyi “sahipmiş gibi” yapmaktır (20). Ancak bu bir rol yapmanın ötesinde bir eylem olarak, öncesinde bilinçsizce kabul edilmiş bir gerçeklik içerisinde yaşamak, hareket etmek olarak düşünülebilir. Konut bağlamına dönülecek olursa uyumsal özne, dijital ortamlarda teşhir ettiği retinal evini deneyimliyormuş gibi görünerek rol yapma amacında değildir. Aksine paradigmanın yeniden tanımladığı bu gerçeklik içerisinde baştan var edilen deneyimleme eylemini bu doğrultuda yaşamaya çalışır. Bu noktada retinal ikiz, uyum çağının işlevsellik tanımı ile uyum gösterir ve yalnızca anlık imgesel deneyimi simüle etme çabasına girer. Bu yeniden var etmede heyecana yönelik olanın değerli olma durumu, Han’ın tiyatro ve pazar üzerinden vermiş olduğu örnekleme ile daha açık bir şekilde görülebilir.
Her iki mekanda da dışavurumun gerçekleştiğini belirten Han’a göre tiyatro, iç dünyanın dolaysız ve aracısız bir şekilde, olduğu gibi dışa aktarıldığı bir yerden çok nesnel duyguların bir kurgu çerçevesindeki aktarımı üzerinden bu dışavurumun gerçekleştiği ortamlardır. Burada bir sergilenme ve paylaşım değil, bir temsil söz konusudur. Dijitalleşen dünya ise daha önceden de bahsedildiği gibi bu temsil, anlatı ve yorum katmanın kaybolarak düzleşmesi itibariyle bir pazar alanına benzemektedir. Bu alanda; içsel, özel ve mahrem duygular, tüketim ürünüymüşçesine “sergilenmekte, satılmakta” ve hızlıca yok edilmektedir (21). Uyum çağında öznenin etkileşime (veya Han’ın tabiriyle pazar satışına) katılma isteği o kadar fazladır ki kendisini tam anlamıyla teşhir etmesi dahi garipsenmeyecek bir durum olmaktadır. Mahrem konut alanının bu şekilde internete katılması ve tekil toplaşmaların ilişkisiz bir şekilde yan yana dizilmesiyle bütünlüğe sahip bir kent dokusundan çok, kamusal alan ve konut arasındaki sınırların silikleştiği, bu yerlerin birbirlerine karıştığı temassızlık kümelenmeleri var olmaktadır. Bu toplumsal temassızlık sorunu ve sonucunda ortaya çıkan dijital temaslılık fantezilerinin ana nedeni Sennett’a göre, daha öncesindeki toplumsal süreçlerin altında yatmaktadır. Bu sorunlar, kent meydanı, sokak, ev gibi mekanlarda çözüme kavuşturulamadan bastırılmış ve günümüze kadar bu bastırma devam etmiştir. Sennett bu durumu, Batı medeniyetinin bedene yeterli önemi vermemesi sonucu meydana gelen depreminin büyük yıkımı sonucu olarak görür ve bilgisayar ekranı veya kent çeperlerine olan kaçışı, “mekansal artçı şoklar” olarak tanımlar, yani bu kaçış adeta kentsel mekandaki temassızlık halinin patolojik dışavurumlarıdır (22). Düşünür, dokunmanın moderniteden beri süregelerek hızlanan zamanı kesintiye uğratan karakterine değinir. Dokunmanın önemi büyüktür; çünkü beden, bu yol ile “yabancı bir şeyi veya birini hissetme riski” alır (23). Buna karşın, sanal ortam içerisinde var ettiği bu boşluğa, mahremini dolduran uyumsal özne için teşhir değeri, artık bu değerlerin ötesinde bir öneme sahip olmuştur.
Zamanın hızına karşı koyamadan dönüşüm geçiren bir diğer olgu ise ikamet etme durumudur. Yerleşme eylemi üzerinden tanımlanan ve konut açısından birincil değere sahip olan ikamet etme hali, beden ile yer arasındaki dinamik bir ilişkidedir. Deneyimlenerek yaşanan, anılar oluşturarak bellekte yer eden bir mimarlığa ulaşabilmenin yolu, Ricoeur için, ancak yerleşmek ve yer değiştirmek ile anlam kazanan “yer” isimli düzlemdeki hareket ve duraklamaların dengeli işbirliğinden geçmektedir. Bu anlamda “yer”, hiçbir zaman ne “dolu ve doygun” olan ve bu sebeple değişmeyen bir yapıda ne de yıkıma götürecek kadar öngörülemeyen ve korkunç bir kararsızlıktadır (24). Sergileme ve teşhir zorlaması ile dijital çağda retinal bir mekan haline gelen ev, bu anlamda ikamet etmeyi yok eder. Han’ın pazar örneğinde olduğu gibi adeta bir “sergi salonu” haline gelen bu mekanda beden, ikamet etme yerine kendini heyecanı artırmaya yönelik hamlelere bırakır. Böylece bedenin kendi evini pazarlaması üzerinden anlam kazanan yeni ev olgusu, ikamet etmenin kökeninde bulunan erteleme, kalma ve huzurlu olma gibi durağan özelliklerini kaybederek yeni bir mekansallık var eder (25). Huzuru kesinti ve mesafe üzerinden tanımlamak bizi tiyatro örneğine geri götürür. Nesnel duyguların aşikâr olmayan temsiller üzerinden yansıtıldığı yorum yüklü anlatıların ve bu anlatılara sahip mahrem mekanların samimiyet ve yakınlığı var edecek seviyede mesafeyi korudukları söylenebilir. Bu anlamda, anlatıyı ve Ricoeur’den anladığımız üzere mekanı da zenginleştiren bu çoklu yorum ortamı, kurulan mesafe sayesinde bu anlam bütünlüğünü kazanmaktadır. Buna karşın, mesafesizlik ortamları olan retinal mekanlar, bu zengin ve çoklu anlatı, yorum ortamını ve dolayısıyla kendisini yok etmeye başlar (26). Ötekini dışlayarak yalıtmayan, aynı zamanda aşırı yakınlaşmayla bedenin çözülüp dağılmasına izin vermeyecek bir mesafeye sahip konutun değeri bu sayede gözler önüne serilir. Dijital uyum çağında, mahremiyetin geçirgenleşerek teşhir edilmediği ve bu sayede bedenin kendi akışını duyumsayabilmesine imkân tanıyan alanlar üreten bu “yaşayan” mimarilerin kültür yapıcı değerinin büyük bir öneme sahip olduğu görülebilir.
Sonuç Yerine
Dijital uyum çağına geçiş ile birlikte durmaksızın hızlanmaya devam eden zaman olgusu, yalnızca teknolojiyi etkilemekle kalmayıp insan ilişkilerini, kültürü ve dolayısıyla mekanı da dönüştürmektedir. Bu sürekli akış durumuna karşı boyun eğmek zorunda kalan beden de her şeyin anlık ve duygulara yönelik olarak yaşandığı bu yeni paradigmaya uyum sağlamaya başlar. Bedenden uyumsal bir özne olma durumuna geçen insan için konut ve evin sınırları da bu anlamda değişim göstermekte giderek geçirgenleşmekte ve imgelere indirgenmektedir (1). Uyum çağının sürekli iletişim baskısı sonucu bedenin kendi isteğiyle geçirgenleşen ev, artık yalnızca paylaşım, teşhir ve gösteriyi var eden mekanlara dönüşmektedir. Çalışma kapsamında retinal mekan veya retinal ev olarak tanımlanan bu yerlerin, gelinen süreci anlamak adına geçmişe dönük kısa bir okuması yapılmaya çalışılmış ve bu durumun, mekanı zaman ile bütünleştirmede kilit unsur olan anlatı ve olay olgularına etkileri incelenmiştir. Bu doğrultuda çalışma, internet ortamının etkisiyle paylaşıma ve aşırılaştığı noktalarda teşhirciliğe doğru yönelen günümüzdeki dijital ev kavramının, deneyimlemeden çok gösterme isteğine olan yönelimin altında yatan sebepleri zaman olgusu bağlamında anlama çabası olarak nitelendirilebilir. Dijital uyum çağında mahremiyetin geçirgenleşmesi ile mimarinin çoklu anlamlar ve yorumlarla zenginleşen anlatıları var edecek potansiyeller oluşturma özelliği zarar görmekte; mimarinin yeniden ele alınma, yeniden biçimlenme imkanlarını tekdüzeleştirme tehlikesi doğurmaktadır. Mimarinin son fazı olarak yeniden biçimlenişi tanımlayan Ricoeur’e göre, ancak bu sayede mimari, yaşam üzerinden tekrar ve tekrar anlaşılabilecektir (27). Çağdaş mimarlık pratiği bağlamında düşünüldüğünde yeni anlatılar için yeni anıların üretimini sağlayan “yaşam-için-varlığa” yönelik mekansallıklar, hem mekanın çok yönlü gelişimi hem de bedenin kendi yönünü bulması, anlamını arayabilmesine imkân tanıması açısından birincil öneme sahip olmalıdır.
Varlıksallığın ve anlamın yitimini doğuran teşhircilik sonrasında konut, en önemli kültür yapıcı etmenini mahremiyetin geçirgenleşmesiyle yitirmeye başladığı görülür. Sisteme katılan her bir unsurun, kavramın, duygunun ve hepsinden önemlisi tüm bunların yalnızca görüntülerinin, yani retinaya hitap edecek şekilde yönlendirmelerin değerli olduğu bir gerçeklik; anlık deneyimleme, unutma ve bu döngünün anlamsız tekrarlarını beraberinde getirmektedir. Bu anlamda, yaşanan mimarlığın artık çözülerek yok olduğu bu “hiper-aktif” dijital ortamdaki pasif özneler için “yaşam sanatını” yeniden canlandırma sorumluluğunun yine mimarlığın kendisinde olduğu söylenebilir. Foucault’nun tanımıyla, dayatmacı psikolojinin öldürüldüğü “adı olmayan özler, ilişkiler, nitelikler” ortaya çıkaran ve yaşamaya değecek bir hayatın, “yaşam sanatının” kendine yer bulabileceği aradalıklar oluşabilir (28). Bu sayede herhangi bir üst anlatı veya imgenin olmadığı, anlatı ve yorumu var edebilecek yaklaşımlar mümkün olabilir ve tabi olan özneden bedene dönüş gerçekleşebilir.
Kaynaklar
- Bachelard, G. (2020). Mekanın Poetikası. Çev. A. Tümertekin. s. 39. İstanbul: İthaki Yayınları.
- Lefebvre, H. (2007). Modern Dünyada Gündelik Hayat. Çev. I. Gürbüz. s. 17. İstanbul: Metis Yayıncılık.
- Lefebvre, H. (2007). Ibid, s. 35.
- Boyacıoğlu, C. (2022). Paul Ricoeur ve Mimarlık: Bellek-Anlatı-Mekan. içinde Felsefede Mimarlık. İstanbul: YEM Yayınları.
- Rıfat, M. (2008). ’Daha İyi Anlamak İçin Daha Fazla Açıklamak’ İsteyen Bir Yorumbilimci: Paul Ricoeur. içinde Paul Ricoeur: Cogito-56. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
- A.g.e., Rıfat (2008). s. 56.
- Fink, E. (2010). Bir Dünya Sembolü Olarak Oyun. Çev. N. Aça. s. 73. Ankara: Dost Kitabevi.
- Han, B.-C. (2020). Şeffaflık Toplumu. Çev. H. Barışcan. s. 15. İstanbul: Metis Yayınları.
- Harvey, D. (2019). Postmodernliğin Durumu. Çev. S. Savran. s. 242. İstanbul: Metis Yayınları.
- A.g.e., Harvey (2019). s. 232.
- Han, bu noktada artık toplum-topluluk ayrımının ortadan kalkarak dijital ortamda yalnızca benzer kendiliklerin bir araya geldiği kümelenme durumunun oluştuğunu ileri sürer. Bkz. Han (2020), s. 71.
- A.g.e., Han (2020). s. 54.
- Han, B.-C. (2019). Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri. Çev. H. Barışcan. s. 77. İstanbul: Metis Yayınları.
- Ricoeur, P. (2006). Memory, History, Forgetting. Çev. K. Blamey & D. Pellauer. s. 147. Chicago: The University of Chicago Press.
- A.g.e., Han (2019). s. 83.
- Usta, A. (2020). Performans Toplumunda “Ev”in Anlamı Üzerine Aforizmalar. içinde Mimari Yansımalar Ed. G. Kaymak Heinz, D. Yaşar. s. 119. İstanbul: YEM Yayınları.
- Baudrillard, J. (2008). Fatal Strategies. Çev. P. Beitchman & W. G. J. Niesluchowski. s. 29-30. Los Angeles, CA: Semiotext(e).
- A.g.e., Baudrillard (2008). s. 84.
- Baudrillard, J. (2021). Simülakrlar ve Simülasyon. Çev. O. Adanır. s. 15. İstanbul: Doğu Batı Yayınları.
- A.g.e., Baudrillard (2021). s. 16.
- A.g.e., Han (2020). s. 53.
- Sennett, R. (2018). Ten ve Taş: Batı Uygarlığında Beden ve Şehir. Çev. T. Birkan. s. 17. İstanbul: Metis Yayınları.
- A.g.e., Sennett (2018). s. 14.
- A.g.e., Ricoeur (2006). s. 149.
- A.g.e., Han (2020). s. 28
- A.g.e., Han (2020). s. 30.
- A.g.e., Boyacıoğlu (2022).
- Foucault, M. (2007) Asthetik der Existenz. Schriften zur Lebenskunst (Varoluşun Estetiği. Yaşam Sanatı Üzerine Yazılar). s. 110. Frankfurt a.M. aktaran Han (2019). s. 83.
Notlar
- Özne olarak Türkçeye çevrilen “Subject” sözcüğünün İngilizcede ayrıca tabi kıldırmak, boyun eğdirmek, etkisi altında bırakmak anlamlarına gelen “subject to” şeklindeki fiil kullanımı gözden kaçırılmamalıdır.