Müphem ve Aşina
Prof. Dr. İhsan Bilgin
“Mimarlık duyuları uyarır. Mimarın işi de onları iyice hassaslaştırmaktır.”
Adolf Loos
1. Şoklayıp Sersemletme; Uyarıp Yaşat!
İçki yasağı ertesi Beyoğlu’nun sönükleşmesine hayıflanarak Taksim’den Tünel’e doğru yürüyeni tam Galatasaray boşluğunda bekleyen, renove edilmiş yeni Yapı Kredi Binası’nın (YKKS) (1) hoş sürprizi, ışığının parıltısıyla sınırlı değil. Asıl alışılmadık deneyim, meydana bakan yan cephesinden görünen iç dünyası. Birbirine geçen derin bir kuytuluk bu.
Yeni bina, cisminden, maddesinden önce boşluklarını açmış İstiklâl’in derinliğine doğru… Adlı adınca bir “Raumplanung” bu. Hattâ kavramın mucidi Adolf Loos’un kastettiğinden eksiği yok, fazlası var: Loos, hacmin içinde yaşatacağı deneyimi kastederek ortaya atmıştı kavramı. Burada, hacimler arası akışkanlık içte yaşattığının yanısıra dışına gösterdiğiyle de vaatkâr olmuş. Esrarengiz müphemliğiyle sunuyor içini. İçeri girince, o akışkan kuytuluğun, zeminle üst kat arasında şekillenmiş merdivenle vurgulanıp meydana ve İstiklal’e bakan “atriyum” boşluğuna açılmış, farklı programlarla yüklü katların boşlukları olduğunu anlıyoruz. Simetrik değiller. Bunlar, isabetli perspektif-kesitin iyi anlattığı şekilde zeminle anıtsal bitiş arasına, sandviç misali üstüste dizilmiş hava katmanları. İstiklal’e cephe veren “atriyum”da üstüste dizilmiş olarak gözüken bu hava katmanları, zeminde Schmithenner’in orijinal projesinde arkad olarak caddeye açılan teğet bandından (Etkinlik katıyla [4. kat] anıtsallaştırılarak vurgulanmış) odak hacmine doğru akan bir boşluğa dönüşüyorlar. Zemin katın caddeye teğet kolonlara sıralı bandı öteki binalara sirayet etmeyince zaten hiç arkad olamamış. O nedenle şık bir zemin kat vitrin mimarlığı ile perdelenerek binanın davetkâr ve zengin programlı yeni yorumunun -gündüzleri açık geceleri kapalı- soluklanma antresine dönüştürülmesi yerinde bir karar olmuş.
Yukarılarda da tekrarlanıp binanın ortak hafızasına dönüşürken (böyle ayak altı bir kamusal akışa açılma yorumunun isabetli olduğu kadar ustaca da yorumlanmış kararı olarak) diğer katların farklı programlarında da tekrar edecek hacim düzeninin ilk işaretini o portikoya gömülmüş kitapçı veriyor. Bir zamanların az ilerdeki (Han Tümertekin tasarımı) Robinson Crusoe’su gibi, yüksekliğin galeri olanağıyla da vurgulanıp renkliliği ve çeşitliliğiyle iştah açıcı, esrarlı bir dünyaya dönüştürülmüş kitap istifini, İstiklal’e yaslamayıp o portiko cebinin de ardına gömmüş. “Çekiciliği kademelendirerek erteleme” taktiği diye de yorumlanabilir. Bütün binaya yayılacak bir hacim düzeninin daha baştan/girişten sezdirilmesi diye de…
2. Ayrıştırıp Bırakma; Benzeterek Anlat!
Bu kurgu gerçekten de tümüyle farklı programlarla yüklü üst katlarda hep yinelenip binanın katlararası hafızasına dönüşecek. Atriyum boşluğunun en üstünde cephenin pencere boşlukları, binanın odağındaki salonu kuşatırken atriyum tarafında kolonada dönüşüp anıtsallaştırılarak sonlanıyor. Formuyla dikkati çeken merdiven konturunun anıtsallaşarak bitişi/sonlanması ön, arka ve içte farklı ölçek imâlarıyla tekrarlanan, birbirinin aksi cephe düzenlerini kovalarken hayalle gerçek arasında asılı kalmış algımıza istikrar kazandırıp yerli yerine oturtarak, tanıdık bir mimari düzenle tamamlanmış oluyor. Kolonlar yükselip; kalınlaşırken, taşıdıkları en üst katman plağı da hacim kazanıp çatı arası katına dönüşüyor. Öyle ki, boşluktan sızan ışığıyla aradan görünen çelik çatı makası (ardına zemin kattaki kitapları yayımlayan yayınevi bürolarının sığdırıldığı) bu manzaralı çatı arası katını belli ediyor.
İstiklal Caddesi cephesine yaslanan portikonun izdüşümü hep o katın soluklanma fuayesi olacak. Galerili kitapçının izdüşümü de kat programının çekici odağı…
Atriyuma bakan anıtsallaştırılmış etkinlik katı total yekpareliğiyle zaten binanın cadde ile meydana yansayan odak boşluğuydu… Ama onunla yetinilmeyip bir de etkinlik merkezi salonun öteki kenarı İstiklal ve arka/Marmara cephesi devamı iki sıra kare pencere boşluklarıyla sarılıp onların ayaklarıyla da perdelenerek kuşatılınca artık ortaya minör ölçekte bir kent avlusu/meydanı çıkmış, Projeyi ve hacmi erken Postmodern’in çağrışıma yatırım yapan Rossiyen “analojik” tutuma yaklaştıran da kare pencere dizilerinden ziyade bu ölçeğiyle oynanmış kent çağrışımı. Üstelik o kare pencere hizası boşluklar da çağrıştırdığıyla özdeşleşmiş seyir pencereleri. Üst kütüphane katındaki konukların ve daha da üzerindeki katta, büroda çalışan personelin masaları o boşluklara ilişerek etkinliği yukarıdan izlettiği için loggia (loca) adını alıyor.
Kütüphane katının odağında ise nadide kitap koleksiyonu sergilenirken, o odağın kenara ittiği özel çalışma masaları pencerelerle alt kattaki yine loca gibi etkinlik hacmine açılıyor. Açılırken oranın odak konumunu da pekiştiriyor. Holistik (bütüncül) tasarımın avantajı da birlikte hareket edecek dişlileri yerli yerine oturturcasına kararların öncekileri doğrulayıp pekiştirmesi zaten.
İstiklal’e açılan boşluğun çağrısına uyup içeri girmiş gezgin yolunu neyle karşılaşacağını sezerek buluyor. Merdiveniyle birlikte atriyum boşluğu zaten o çağrının kaynağı. Katları da bağlıyor. Binanın kuytu bir köşesine saklanacağına davetkâr odağına dönüştürülmüş, bu şekil almaya yatkın yapı elemanı, Frederic Jameson’ı geç-Postmodern’i evetleyici (affirmative) safta konumlandırtmıştı. Jameson, dünyayı olduğu şekliyle kabullenme çağrısını Los Angeles’deki Bonaventura otelinin aynalı cephelerinde ve içindeki yürüyen merdivenleriyle cam asansörlerinin aralıksız hareketinde bulmuştu ve bunu biteviye yinelenen sermaye birikimi döngüsü mecazıyla ilişkilendirmişti (3).
İstiklal’e ve YKKS’ye dönersek: Meydan üzerinden İstiklal’e açılan akışkan boşluğu tamamlayan bir sürprizi daha var binanın: Perspektiften gördüğümüz İstiklal cephesinin binayı arkaya, Boğaz tarafına yaslayan duvarındaki aksi (yansıması) bu. Aynı pencere boşlukları bir hayalin uçuculuk izlenimiyle yansıyor boşluğun da yaslandığı arka sınır hattına. Bu hayal yanılsamasını atriyum boşluğunun ışığı kıran kristalize etkisi yaratıyor. Ama içeride bunun bir yansıma yani ön cephenin aksi değil, tekrarı olduğunu anlıyoruz. Arkaya da yapılmış aynı duvar. Yapılırken pencere boşluklarının birer resim çerçevesine dönüşmesinin de payı var bu bulutsu izlenimin oluşmasında. Zaten çekiciliğin kaynağı da, o birbirine akan boşlukların esrarengiz kuytuluğunun, bir de hayal-gerçek ikilemiyle iyice pekiştirilmiş esrarı…
3. Kaptırıp Hatırlayarak Anla! Uymayıp Değiştir!
O esrar Libeskind’in Yahudi Müzesi’ndeki gibi geometrik şaşırtmaların istikrarıyla sürdürülmüyor. Bildiğimiz dünyayı keşfediyoruz yeniden, ama tam da aynısı değil, müphemlikle aşinalığın sürtüşmesiyle uyarılıp duyuları olanca kapasitesiyle dünyaya açmış bir dirilikle yapılan bir keşif bu. O nedenle o bulutsu arka cephe hayali bile, Portman’ın oteli gibi sersemletici değil, ayıltıcı bir etki. Bu sürtüşmenin, benim gibi mimari proje deneyiminin farkındalığına sahip olmayanlara, bir epifani (4) deneyimi tattırması bile mümkün.
En bilinmezimiz olan rüya deneyimi de öyle değil midir? Anahtarı, ne “rüya tabiri kılavuzları” ne de “psikiyatr” yorumlarındadır. Rüyanın hakikatle temas noktasını, bıraktığı duygu tortusunu “dönüp dolaşıp” ayıklık halimizdeki bir duygu durumumuzla eşleştirince keşfetmez miyiz? Yani gizem, zaten bildiğimizi o rüyanın prizmasından tekrar yaşayınca aydınlanmaz mı? Burada da belirsizlikle başlayıp zaten tanıdığımızı buluyoruz. Sinemalardan operalardan, müzelerden, hattâ okullardan ve otellerden tanıdığımız bir düzeni… Merkezi bir aktivite odağıyla onun hazırlık ve nefeslenme fuayesi ve servisleriyle karşılaşılıyor merdivenle her ulaşılan kademede yeniden. Mimarlık bir yandan o ham, dolaysız duyuyu uyarırken öte yandan da yatıştırıp yeniden deneyim kazandığı dünyaya iade ediyor.
Projenin kurumsal müellifi Teğet Mimarlık’ın, Yasemin K. Enginöz’e verdiği söyleşide (YAPI Dergisi 432/Kasım 2017, s.74-85) (pek isabetli mecazla adlandırdıkları 2 km’lik yer yer 10-15 m’ye daralan kanyon olan), İstiklal’in zemin kata hapsolmuş geçirgenlik kapasitesini proje aracılığıyla üst katlara taşıma misyonu, gerek atriyumun kapasitesi gerekse sergi ve etkinlik katlarının okunaklı ve akışkan dolaşım çözümleri sayesinde büyük oranda tutturulmaya yatkın hedef olarak gözüküyor (5). Söyleşiden anlaşıldığı kadarıyla, şuurlu ve ne istediğini bilen yatırımcı, bir de banka olmanın ekonomik imkanlarına sahip olunca kamusallaşma kapasitesini artırmak gibi bir sosyal hedefi de tutturmak kolaylaşmış. Her ne kadar seçkinci söylemi üzerine çeken bir paratoner olsa da Beyoğlu’nun (İstiklal Caddesi’nin) ne de olsa Bağdat Caddesi’nin ya da Abdi İpekçi Caddesi’nin sterillikleriyle korunan bir zırhı yok. İstiklal kanyonunun kimyasına sinmiş, seçkinliği de çeken o bohem salaşlık, böyle tavizsiz bir mimari proje ve inşaat kalitesiyle çelişki içinde de olabilirdi. Değinmeye çalıştığım; çelişki olasılıklarını lehine kullanıp yönetmeyi beceren bir mimari proje yatırımcının şuurlu ekonomik kapasitesiyle biraraya gelince, her şey “olur”a dönüşebiliyor.
Mimari proje kapasitesinin başlıca bileşeninin de, ilham almak üzere Rafael Moneo’nun Murcia Town Hall projesiyle alışverişe girmek gibi isabetli bir tercihi mümkün kılan, çağdaş mimarlık kültürü ve dağarcığına hakimiyet olduğunu hatırlatarak bitireyim.
Rafael Moneo yalnızca Murcia projesiyle değil, örneğin Barselona’nın salaş sanayi bölgesine (mutenalaşma sürecinde yaptığı) oditoryum (Audotori Municipal/konser salonu) projesiyle de, sanayi mahallesinin o paslı-pastel karakterini ustalıkla binasına da taşıyarak (bu kez YKKS gibi dikey değil yatay geçirgenliği iyice güçlendirip jantileştirmeden) işin içinden çıkmayı da bilmiş, bıçak sırtı konuların erbabı bir usta.
Yalnızca bir hamle, bir tek bina renovasyonu İstiklal’e olanca hareketliliğini geri vermeye yeter mi? Zaman gösterecek ama yetmese bile, hayallerde genişletilmiş hafızası köklü, efsanevi bir caddenin bile şimdiye kadar sahip olmadığı bir derinliğe kavuşturulup hacminin genişletilebileceğini kanıtlamış Kütükçüoğlu&Uçar projesi. O kanyon ve binanın bulunduğu düğüm noktası yalnızca geçen sayıdaki söyleşilerinde dile geldiği biçimiyle (6) atriyumun merdivenlerini inip çıkana deneyimlettiği bakımdan değil, daha ziyade İstiklal’dekine yaşattığı bakımdan genişleyip ferahlamış. Öte yandan cazip mimarisiyle yorumlanmış zengin programı ve merkezi konumuyla yeni bina, Beyoğlu’nun bir türlü yerli yerine oturtulamamış kültür sanat potansiyelinin jeneratörü olma kapasitesine de sahip görünüyor. Evet, burada ne merdivendeki hareket ne de birbirini yansıtan cephelerin bulutsuluk izlenimi Bonaventura gibi sersemletici bir etki değil. Hareketin kaynağı zaten sermaye birikimine benzetilebilecek şekilde (ilk ivme verildi mi akıp giden) mekanik kurgu değil, deneyimleyenlerin bedensel hareketiydi. Davet ettiği yerde de, alelade oturma düzeniyle otel lobileri değil, sanat eserleri ve gösterileriyle zengin bir kitap koleksiyonu ve (iyi yayıncılığın butik yayınevi tekeli olmayıp nicelikle de birlikte olabileceğini kanıtlamış bir yayınevinin alıp götürülebilecek) envai çeşit kitap bolluğu var (7). Yolu İstiklal’e düşmüş gezgini içine çeken kof bir davet değilmiş demek. Zaten mimarisinin de ayırdedici yanı, “Atriyum”u cadde ve meydana açmasından ziyade, çağrının duyuları harekete geçirerek yapılmasının estetik gücünde yoğunlaşıyor.
Sersemletici değil, diriltici bir entrikası var kurgunun: Baştaki güçlü çağrının kaynağı müphemlik ve esrardı.Ama deneyimleyerek keşfe başlayınca baştan sezdirilmiş bir düzenin tekrarıyla karşılaştık. Mimarlığın megaronlardan beri kullanarak en eski aracıyla karşılaştık yeniden. Geometriyi çeşitleyerek kullanıp düzen kurma ve programları o düzene tâbi kılma becerisi. Davet edildiğimiz dünyayı çekici kılan ise esrarengiz belirsizliğin ardından keşfettirdiği kendi yaşam deneyimimiz.
4. Artistik Tuşe
Bir de süsü var binanın. Merdiven sonlanmadan önceki genişçe sahanlığa, İlhan Koman’ın artık İstanbul’a malolmuş Büyükdere bulvarındaki Akdeniz heykeli taşınmış. Yakışmamış değilse de yeri değil. Heykelin o şekli tesadüf değildi. Otomobil hızıyla giderken algılanmaya göre yapılmıştı. ”Akdeniz” adlı kollarını açmış o kadın gövdesini meydana getiren paralel yassı metal yüzeyler, otomobil hızıyla giderken değişen açıların üstüste binmesiyle hareket kazanıp kıpırdatıyordu figürü. Tıpkı filmin, ardarda geçen fotoğraf kareleri arası nüanslar sayesinde hareketli gözükmesi gibi: Heykel hareketliliğini kendi iç kurgusundan değil, bizim otomobil hızıyla yer değiştirmemizden alıyordu. O merdivenleri, heykelin istediği hızla inip çıkamayız hiçbir zaman. Bu kadar yakınımıza gelip, ona göre şekillendiği kentin hengâmesinden mahrum kalınca, korunmak üzere taşındığı besbelli ayrıcalıklı yerini yadırgamış.
Notlar
1. Yapı Kredi Kültür Sanat
2. O iki sergi katı, bir bankanın olanaklarıyla edinilmiş bir koleksiyonu bir de Necmi Sönmez gibi işinin ehli deneyimli bir küratöre teslim edilince (Santral’ın açılış sergisi olan yarım yüzyılı kapsama iddialı “Modern ve Ötesi”nden rol çalacak kapsam ve yetkinliğiyle) müze etiketinin hakkını veren profesyonellikle sonuçlanmış.
3. Frederic Jameson’un“Postmodernizm/Geç kapitalizmin kültürel mantığı” başlıklı eleştirel yazısı Türkçe olarak iki ayrı yerde yayımlandı: ilki “Postmodern” kavramını Türkçe’de ilk kez başlığında telaffuz eden Necmi Zeka derlemesinin içinde Postmodernizm adıyla, Kıyı yayını olarak (Habermas ve Lyotard’ın karşıt görüşte metinleriyle birlikte), 1988’de çıkıp 1990’da yeniden yayımlandı. Sonra makalenin adını da kitabın adına taşıyan Frederic Jameson derlemesinin ilk bölümü olarak 1992’de, Yapı Kredi yayını olarak ikinci kez yayımlandı. Jameson’un yorumundaki isabet, izleyen zamanlarda yeryüzünün her yerine şuursuzca yayılan AVM’lerin değişmezi yürüyen merdivenleri ve hareket halinde asansörleriyle kanıtlandı. City’s gibi minör bir örneği bile belirleyen bu hareketli düşey elemanlar yaşamımıza ara sıra girip çıkan istisnalar olmaktan çıkarak rutini olup, gizli asansör ve merdiveni istisna haline getirdiler. YKKS gibi İstiklal’e açıklığıyla kitlesel dolaşıma da açık bir binada o hacimde bir atriyum yapıp otomatik hareketli merdiven ve asansör yapmamak ancak bu geç kapitalist normun, reddi şuurlu bir tasarım tercihi olarak yorumlanabilir. Jameson’dan haberdar ve/ya angaje olmak gerekmez, Deneyimli tasarımcılar böylesi tercih aralıklarında yolunu genellikle sezgileriyle bulur zaten.
4. Epifani: Aydınlatıcı bir gerçekleştirme ya da keşif, çoğunlukla kişisel bir sevinç duygusu, huşu ya da merak ile sonuçlanır.
5. Yazıyı binanın proje ve uygulama mimarı olarak çalışmış eski öğrencim Hande Ciğerli’den aldığım belgeler ve eşlik ettiği keşif turu ertesinde yazıyorum. Öte yandan projenin şenlikli bir dayanışma ortamında üretildiğinin köşe-bucak işaretleri de eksik değil, örneğin kitapçının arka köşesindeki çocuk bölümü: Zemininin yarısı çocuklar oraya bırakılıp oynarken ebeveyn gezsin diye minder kaplanmış. Böylece Galatasaray meydanındaki büyüklerle içeride yerde oynayan çocuklar yalnızca yere kavuşan camla ayrışmış oluyor. Bu tasarımla sokakta bastığı zeminde oynayan çocuğa ilk kez tanık olan büyükle, sokağın eşiğinde oynadığı yere basan büyüğe ilk kez tanık olan çocuk karşılaştırılmış oluyor.
6. YAPI Dergisi 432/Kasım 2017, s.74-85.
7. Kendi kararlarıdır bize düşmez ama, yer müsait, Artık Beyoğlu’nda her yayından haberdar Pandora, Robinson Crusoe gibi kitapçıların envai çeşidi olsa da kendi yayın zenginlikleri yanısıra iyi sınıflanmış düzenle bütün yayınlar yer bulsaymış demeden edilmiyor.