Mimarlıkta Kontrast Estetiği

Dr. Öğr. Üyesi Özge Gündem

Mimarlık dünyasında “tarihi yapıları yeniden işlevlendirme” kapsamında yeni bir akım başladı son yıllarda. Yıldız mimarların bir kısmının kaçındığı, bazılarınınsa özellikle dahil olmak istediği projeler bunlar. Kentin alışılagelmiş dokusunda, özellikle kentsel hafızanın insan belleğindeki yerinin önemini düşünürsek, yüzlerce yıldır aynı noktada duran yapılardaki gözle görülür değişiklikler, yerel halk tarafından pek de hoş karşılanmıyor ne yazık ki. İşte tam da bu noktada yenilenen tarihi yapıların neden bu kadar eleştirildiğini tartışmak gerekir. Mimarlık tarihi, teknoloji ile bir araya geldiğinde önemli bir kontrast yaratmaktadır. Estetik kavramını yeniden sorgulamamızı gerektiren bu birliktelik; belki de modern çağın getirdiği kaçınılmaz bir oluşumdur. Eklemlenme denilen yöntemle yapıların içinden geçen ya da tepesine bindirilen yeni kütleler kimi projelerde dokuyu bozmamak adına mevcut binada kullanılan malzemeler doğrultusunda inşa edilirken, kimi mimarlarınsa daha özgün ve cesur çalışmaları sonrasında tamamen tezatlık yaratacak biçimde beliriyor. Tarihi çevrede yeni bir yapı yaratmak bile oldukça zorken, eski bir binanın günümüz ihtiyaçlarına cevap vermesi için yeniden canlandırılması daha da zordur. Dönüşüm projeleri kentsel silueti bozmamalı ama aynı zamanda çağdaş mimarlık unsurlarına uygun olmalıdır. Bu anlamda “bağlam”, içinde bulunulan mimarlık kültürünü ve coğrafyayı oldukça iyi anlamaya ve araştırmaya yönelik bir şekilde incelenmelidir. Çevredeki yapılar tarafından benimsenerek kentin doğal atmosferini bozmaması gereken “yenilenen / dönüştürülen tarihi yapı” cephede yarattığı tüm zıtlıklara rağmen uyumsuzluk içinde uyumu yakalamalı, karşıtlığın biçimsel estetiğini yansıtmalıdır.

Kilise, şapel, terk edilmiş fabrikalar, eski depolar ya da yeterli hacme sahip olmayıp genişleme ihtiyacı duyan performans sanatları binaları… Bugün birçok farklı sınıflandırmadaki yapı tipi, yenileme veya dönüşümden geçmektedir. Her biri mevcut tür ve içinde bulunduğu tarihi / fiziksel çevre kapsamında değerlendirilerek projelendirilmelidir, aksi takdirde eski-yeni işlev ve ilişkisini kurgulamak oldukça zordur. Örneğin Santo Domingo Manastırı Kilisesi’nin apsisini bir tiyatro sahnesine dönüştürürken nefteki desenleri salondaki izleyicinin görebilmesini sağlamak, mekandaki hacimleri iyi değerlendirmek ve tarihi yapı ile ilişkiyi kopartmamak adına oldukça vurgulayıcı bir değerlendirmedir. Venedik Tüzüğü’nün (1) 13. maddesinde ”Eklemelere ancak yapının ilgi çekici bölümlerine, geleneksel konumuna, kompozisyonuna, dengesine ve çevresiyle olan bağlantısına zarar gelmediği durumlarda izin verilebilir” denilmektedir. Buna göre iç mekanda yenileme ve güçlendirme çalışmalarının dışında, cephede görülebilir şekilde mevcut yapılara eklenen kütlelerin birçok parametre doğrultusunda tasarlanması gerekmektedir. Uluslararası Anıt ve Yerleşmeler Konseyi’nin geleneksel mimari miras tüzüğünün, koruma ilkelerinin 2. maddesinde ise “Geleneksel yapılara, yapı guruplarına ve yerleşmelere yapılacak çağdaş müdahaleler, onların kültürel değerlerine ve geleneksel karakterlerine saygı göstermelidir” denilmektedir (2). Bu tüzükler geleneksel mimarinin toplum ve kent hafızasındaki yerinin önemini vurgulamak ve kültürel mirası korumanın global değişimler karşısında tehdit altında olmaktan çıkmasını sağlamaya yardımcı olmaktadır.

Yeniden işlevlendirmenin, “yeniden kullanım” ya da “adaptasyon” gibi kelimelerle betimlendiği günümüz mimarlık ortamında bu terimlerin kullanım işlevlerini sınırlandırmak önemlidir. “Uyarlanabilir mimarlık” anlayışı, tarihi dokudan bağımsız başka bir fikir olarak ortaya çıkmıştır. Dekker’a göre etkileşim; özellikle bir donatıdaki değişim ya da kişinin istediği çevreyi mekanik, fiziksel ve psikolojik etmenleri de göz önünde bulundurarak kuvvetlendirmesi için kullandığı bir belirteçtir (2006). Edler ise dinamik mimarinin ya da yapıların, kullanıcıların ihtiyaçlarına göre adapte oluşunu çevresel faktörlerin değiştirilmesi ve tasarımcıların arzularını gerçekleştirme çabalarına bağlamaktadır (2006). “Adaptive reuse” terimi mimaride yeniden kullanıma adaptasyonu ifade eder. İşlevini yitirmiş binaların canlanmasını ve öncekinden farklı fonksiyonlar taşıyacak şekilde projelendirilmesini tanımlayan bu yaklaşım; yapıların adeta bitkisel hayattan çıkmasını sağlar. Sürdürülebilirlik kavramının da önem taşıdığı bu kullanımda amaç, özellikle tarihi yapılarda koruma ve sosyo-kültürel devamlılıkla beraber kalkınma sağlamaktır. Geriye dönebilirlik özelliğini sağlaması gereken yeniden kullanımda, mekanın özgün fonksiyonu ile yeni işlevi arasında bir uyum olması şartı aranmasa da mekan-işlev uyumu muhakkak olmalıdır.

“Tarihi yapıların varlıklarını sürdürebilmeleri, yeni işlevlerle yaşatılması, onların korunabilmesi için bir zorunluluktur. Bu bağlamda tarihi yapıların varlıklarının yeni bir işlevle yaşamını devam ettirmesi “yeniden kullanıma adaptasyon” (adaptive reuse) kavramını karşımıza çıkarmaktadır.” (Aydın, Yaldız, 2010)

Orijinali 1650 yılına tarihlenen ve 1881’de tekrar inşa edilen Sivrihisar Ermeni Kilisesi’nin üç nefli bazilikal planının 2001 yılında başlayan rölöve çalışmalarının ardından yeniden işlevlendirilerek; mevcut yapıdaki alan yetersizliği nedeni ile aslında bir kültür merkezinde olması gereken tüm mekansal hacimleri sağlamadığı halde kullanıcılara açılması; yapısal analizin projenin başında çok iyi yapılmadığını göstermektedir (Resim 1). Tek hacimli ana mekanda bölünme yoluna gidilmemesi elbette doğru bir yaklaşımdır ancak binaya eklemleme yapılmaması yeni işlevinin eksik kalmasına sebep olmuştur (3). David Closes’ın 18. yüzyıl kilisesi Convent de Sant Francesc’i bir oditoryum olarak yeniden işlevlendirdiği projesi dış cephede eski yeni ilişkisini son derece iyi vurgulamaktadır. Map Mimarlık’ın yaklaşık 700 yıldır ayakta duran Kalø Kalesi’nin içerisine halka açılmak üzere bir gözlem merdiveni yerleştirmesi, Purcell Mimarlık’ın eski bir bira fabrikasını arşiv binasına dönüştürmesi ya da AleaOlea’nın Vilanova de la Barca’daki eski kesme taş kiliseyi çok amaçlı bir salona çevirmesi de bu kategoriye dâhildir (Resim 2).

Resim 1. Sivrihisar Ermeni Kilisesi’nin 2001 yılında geçirdiği değişiklikler; plan ve kesit (5).

Resim 2. a. Kalø Kalesi b. Convent de Sant Francesc c. Vilanova de la Barca’daki eski kilise (6).

Türk mimarlığında yeniden işlevlendirme kriterlerine uyum sağlayamayan örneklerden biri Üsküdar Paşalimanı’nda bulunan tarihi hububat ambarlarıdır. 1798 yılında Sultan III. Selim’in isteği üzerine inşasına başlanan ambarlar günümüzde “Devlet Tiyatroları Üsküdar Tekel Sahneleri” adıyla kullanılmaktadır. Yapı bünyesinde iki küçük tiyatro salonu, dans, şan, orkestra prova alanları, idari birimler, kafeterya, yemekhane vb. hacimler bulunmaktadır.

Bina kendi içerisinde bölünerek, tiyatro ve senfoni; opera ve baleden ayrılmıştır ve iç mekanda yalnızca arka bahçeye açılan yangın merdivenleri sayesinde geçiş sağlanmaktadır. Fonksiyona göre ayrıştırıldığını düşündüğüm ve bu yüzden girişleri ayrılan hacimler çoğunlukla aynı sanatçılar ve personel tarafından ortaklaşa kullanılmaktadır. Dolayısıyla sadece dışarından gelen ziyaretçilere açık olması gereken tiyatro salonlarının ve müzenin bulunduğu kısım güvenlik sebepleri ile bir bütün oluşturarak ayrılmalı, çalışanlar için diğer yapı kendi içerisinde kapalılık sağlayarak kurgulanmalıydı (Resim 3). Yapıdaki salonların sahne arkası uygun nitelikte hacimlere sahip değil; yeterli sayıda dekor- kostüm depolama alanları ve kulisler yok. Belki de burada iki salon yapmak yerine tek bir tiyatro salonu oluşturulması düşünülseydi, ana salonun sahne arkası için daha geniş depolama alanlarına sahip olunabilirdi. Tavan klimaları ve ufolarla ısıtılan binada sanatçıların yıllarca tozlu hava eşliğinde ses açarak çalışmaları; gaz yakıtlı sıcak hava üreteçlerinin ancak 2018’de yenilenmiş olması da işlev yetersizliğini vurgulamaktadır. Orkestra prova alanının altına yerleştirilen büyük salonda oyun sahnelenirken, üst kattan gelen enstrüman veya topuk seslerinin akustik izolasyon sağlanamadığı için oyuncuların ve seyircilerin dikkatini dağıtması da önemli bir problemdir (Resim 4). Binanın tarihi kimliğinin “tahıl ambarı ve sonrasında tütün deposu” olması; yenilenme aşamasında bir sergi /müze anlayışına uygun olarak fuayenin üst katında yer alan eski makinelerle hatırlatılsa da, restorasyon çalışmaları “yeniden kullanım” için uygun değildir. Auckland’da bulunan İmparatorluk Binaları, Malaga’daki Ataranzas Merkez Marketi, New York’taki John Jermain Merkez Kütüphanesi gibi örnekler tarihi yapıları koruma ve yenileme projeleri araştırmalarında incelenebilir.

Resim 3. Devlet Tiyatroları Paşalimanı Tekel Kültür Merkezi, Tiyatroya Dönüştürülme Projesi, zemin kat planı (7).

Resim 4. Orkestra salonunun deneme sahnesinin üzerinde yer aldığını gösteren kesit ve binanın mevcut kullanımında son durum (7).

Yangın, deprem, savaş gibi nedenlerle zarar gören tarihi yapılarda yenileme, orijinal malzeme ve planlara sadık kalmayı gerektirir. Yeni bir işlev kazandırılmaktan ziyade eski fonksiyonunu koruyacak olan binalarda daha evvel yetersiz olduğu düşünülen hacimler genişletilir, yoksa da eklenir. Ancak tarihi yapının siluetini bozmak genellikle çok tercih edilmeyen bir tutum olsa da son yıllarda cephelerin arasından fırlayan modern kütleler, mimarlıkta eski-yeni ilişkisini vurgulamak adına oldukça popüler hale gelmiştir. Türk mimarlığında yenileme faaliyetlerinin farklı bir şekilde ele alındığı örneklerden biri Beyazıt Kütüphanesi’dir. 1884 yılında Beyazıt II Cami ve Külliyesi’nin imaret kısmında kurulan “Kütüphane-i Umum-i Osmani” 2017 yılında renovasyonu tamamlanarak yenilenmiştir. Yazma Eserler Kütüphanesi ve Beyazıt Devlet Kütüphanesi olarak ayrılan iki ana hacim birbirlerine arka avluda bulunan zen bahçesi ile bağlanmaktadır. İç mekan projesi Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından üstlenilen bu tarihi yapıda, inşaat sırasında ortaya çıkan Bizans kilisesi kalıntıları da koruma altına alınarak sergilenebilir hale getirilmiştir. Yenilemenin mantığına uygun olarak tarihi dokunun ruhunu günümüz mimarisi ile buluşturan bu projede işleyiş son derece düzenli planlanmıştır. Ağır betonlu giriş avlusunun duvarlardaki yükü azaltmak üzere daha hafif ve şeffaf bir malzeme ile değiştirilmesi; kütüphane tasarımında en önemli ilke olan güneş ışığını içeriye almak açısından doğru bir yaklaşımdır. En minimal müdahale ile en işlevsel sonuca ulaşmak üzere yola çıkan ekip; iç mekanda sirkülasyonu düzenleyerek kitapları türlere göre ayırmış ve depolama alanlarını binanın içerisine yerleştirmiştir (Resim 5). Nadide eserlerin iklimlendirilmiş modern cam küpler içerisinde özel olarak korunarak aynı zamanda estetik anlamda bir sergi mekanı oluşturduğu hacimler ve yükseltilen zemin kenarlarından sızan ışık ile mekana derinlik veren aydınlatma, teknolojinin tarihi mekanda nasıl zıtlık estetiği yaratabileceğinin ispatıdır. Bu yaklaşım mimaride malzeme, renk ve formlar arasındaki karşıtlıkla sağlanır. Eklemlenme olarak adlandırılan yenileme projelerinde, mevcut tarihi yapılar dış cepheden rahatlıkla algılanabilecek büyüklükte farklı kütlelerle birleştirilirler. Jean Nouvel, Lyon Opera Binası’nın üzerine eklediği geceleri renklendirilen cam silindiri daha sonra ekmek kızartma makinesine benzetmiş olsa da yapının eski yeni ilişkisi bağlamında malzeme açısından bu denli uyumsuzluk sağlayarak yarattığı bütünlük; estetik açıdan gözü yormamaktadır. Mario Botta’nın Milano’daki La Scala Opera Binası’nı yenilerken cephede benzer malzemeyi kullanmış olduğu halde, tarihi yapının üzerine sanki gökten bir hastane bloğu düşmüş gibi hissettirmesi ise tartışılmalıdır. Yenileme projelerinde estetiği yakalamak zordur. İnsanların bilinç haritalarında yer edinen “eski mekanlar” gözün görmeye alıştığı ve hafızada mevcut haliyle kodlanan imgelerdir. Haliyle yenilenen binalara alışmak kullanıcılar için daha da zordur. Endüstri bölgesinde bulunan tarihi antrepo binasının üzerine kristal bir heykelmişçesine eklemlenen Elbe Filarmoni Salonu; geçmiş ve günümüz ilişkisini, mekansal algıda zıtlıkla yaratan örneklerden biridir. Bir zamanlar kargo deposu olarak kullanılan bina, dalgalı paneller ve açıklıklardan oluşan yeni cam kütlesiyle şehirdeki kamusal mekan imgesine akılda kalıcılık sağlayan bir form kazandırmıştır. Daniel Libeskind’in Elbe Filarmoni’den 10 yıl evvel tamamladığı Toronto’daki Royal Ontario Müzesi yenileme projesi ise binanın genişletilme ihtiyacından doğmuş olup; dekonstrüktivist bir yaklaşımla betonarme yapının içerisinden fırlayan bir irrasyonel giydirme cepheli cam kütleyle sağlanmıştır. Bu hacmin “Kristal” olarak adlandırılması ardından gelen projelerde ortaya çıkan benzerliğe dikkat çekmelidir. Neo-Romanesk üslubun özelliklerini taşıyan eski yapıya fazla yük bindirmemek için daha çok yatay düzlemdeki geometrik formlarla aluminyum gibi hafif bir malzeme kullanarak dinamizm kazandırmak kolay olmasa da, yeni yapı estetik ve fonksiyonalizm açısından beklentileri karşılamıştır (Resim 6) .

Resim 5. Beyazıt Devlet Kütüphanesi ve Yazma Eserler Kütüphanesi’nin renovasyon öncesi & sonrası planları ve yenilenen iç mekân (Fotoğraflar: Emre Dörter, 2016) (8).

Resim 6. a. Royal Ontario Müzesi b. Elbe Filarmoni Salonu (9).

Resim 7. Romanya Mimarlar Birliği Binası Yenileme Projesi, Dan Marin ve Zeno Bogdanescu, 2003 (10).

Bükreş şehrinin Balkanlar’ın Paris’i olarak adlandırılmasının sebebi aslında 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölgede inşa edilmeye başlanan kültür yapılarının mimari stilleridir. Daha çok Fransız ekletisizmi ya da neo-klasik stillerde inşa edilen yapılar savaştan sonra özellikle şehrin kimi yerlerinde yıkık halde bırakılmış olup mekansal hafızaya gönderme yapmaktadır. O dönemde inşa edilen Paucescu Evi günümüzde Romanya Mimarlar Birliği Binası olarak kullanılmaktadır. Yapı, politikacı Grigore Paucescu’nun konutu iken I. Dünya Savaşı’ndan evvel Avusturya Konsolosluğu olarak kullanılmış olup cephede Fransız Rönesans mimarisinden esintiler taşır. Romanya’daki komünist rejim dönemi boyunca gizli polisin yönetim binası olarak da kullanıldığı için binanın orijinal mimari planları güvenlik sebepleri nedeniyle yok edilmiştir. 1989 yılındaki anti-komünist devrim esnasındaki çatışmalarda geçirdiği yangın sonrası neredeyse tamamı tahrip olan yapı, yenilenerek ikiye bölünmüştür. Romanya Akademisi ve Romanya Mimarlar Birliği’nin ortak kullanımının ardından 2003 yılında mimarlar Dan Marin ve Zeno Bogdanescu yapıya yeni bir hacim eklemiştir. Ayakta kalan eski tuğla duvarların ardına yerleştirilen çelik konstrüksiyonlu 7 katlı cam kule sanki tarihi yapının içinde yetişmiş bir ağaç gibi gökyüzüne uzanmaktadır. Cyborg Binası olarak kent hafızasında kendine yer edinen bu proje, Bükreş şehrinin genel dokusu ile birlikte değerlendirilmelidir. 89 devriminde teröristlerin içerisinde saklandığı düşünülen binanın duvarlarında kurşun delikleri görülür. Devrimin anısına geçmişi yok etmeden hatırlatan bu bina, savaş-mekan-hafıza üçlemesine iyi bir örnektir. Simgeselliği anıtsal bir hale dönüşen yapı, estetik anlamdaki yetkinliği ile tartışılabilir durumda olsa da mimaride eski yeni ilişkisini kontrastla yansıtmaktadır. Yakından bakıldığında eski pencere sövelerinin yeni cam kütle ile birbirini tam tutmaması gibi uyumsuzluklar, tarihi yapının ayakta kalan kısmına adapte edilen yeni kütle için özensiz davranıldığını göstermektedir (Resim 7). Estetik açıdan orijinal binanın üzerinde oldukça kasvetli bir hava yaratan cam blok, aynı zamanda kemerli pencerelerin yatay düzlemdeki geometrik formlarla süslenmiş dekorasyonuna zıtlık oluşturmakta ve yapının cephesindeki farklı tondaki tuğlaların cam cephede sürdürülebilir olması için paneller kullanılmıştır. Uyumsuzluk içinde uyum yaratmaya çalışılan bu örnekte koruma mantığı ön plandadır. Kent hafızasında bir nirengi noktası olmayı başarmış olduğu söylenebilir.

Resim 8. a. Malopolska Sanat Bahçesi, Ingarden & Ewý Mimarlık, 2012, b. 192 Shoreham Street, Orange Project Mimarlık, 2012 (11).

Yenileme projelerinde kullanılan bir diğer yöntem de kısmi koruma sağlamaktır. Burada, söz konusu tarihi yapı artık kullanılamaz durumda ya da işlevini kaybetmiş ise, geçmişi anımsatmak / unutturmamak adına yerine yapılacak olan yeni projenin bir kısmında mevcut eski kalıntılar daha çok dekor işlevi ile tutulur. Ağaçların kesilmemesi için projelerde yapılan değişiklikler gibi kısmi koruma yönteminde de elbette plansal anlamda teknik değişiklikler yapmak gerekebilir. Kısmen ayakta kalan cepheler ya da iç mekanlar yeni işleve göre kimlik kazansalar da geçmiş tarihi hatırlattıkları için binalara normal şartlarda edinebilecekleri mimari veya estetik başarıdan çok daha fazlasını vaat etmektedir. Krakov’da Viktorya dönemine ait eski bir at binme alanından kalan duvarları muhafaza ederek etrafını bir kültür merkezi ile saran Malopolska Sanat Bahçesi ya da Sheffield’da yine Viktoryan tarzda inşa edilmiş bir endüstriyel tuğla binanın 192 Shoreham Sokağı projesinde restoran-bar fonksiyonuyla işlevlendirilmesi kısmi koruma sağlayan güncel tasarımlardır. Mimarlar restoran projesinin hedefini “mevcut binanın değerini artırmak, çarpıcı bir nirengi noktası oluşturmak, bölgenin geçmişinin ve geleceğe dair umutlarının bir sembolü olmak” gibi cümlelerle tanımlamışlardır. Buna göre beklentilerin karşılanmasında “kısmi koruma” sağlayarak birden fazla amaca hizmet etmenin ve tarihi simge olarak sayılan yapı birimlerini çağdaş malzemelerle harmanlayarak kullanmanın, yeni projelerin popülaritesini arttırdığını söylemek mümkündür (Resim 8).

Bükreş’teki Novotel, eski Ulusal Tiyatro’nun yerine 2006 yılında inşa edilmiştir. Burada II. Dünya Savaşı’nda bombalandıktan sonra restore edilmek yerine yıkılan tiyatro binasının ön cephesinin bir kısmının replikası yapılarak, ardına modern bir cam ve beton kütle eklenmiş; tamamı eski yapıdan kalan orijinal kalıntılardan oluşmasa da yapının tarihi kimliğine kısmi koruma sağlanmıştır. Bir anıt şeklinde otelin girişinde kontrast sağlayan bu cephe replikası; tarihi yapıya değil ama tarihe tam da aynı noktada inşa edilerek gönderme yapmaktadır. Bu arada, eski tiyatronun bulunduğu yerden yaklaşık 500 metre ileride 1963-1977 yılları arasında inşa edilen diğer / yeni Ulusal Tiyatro’nun da, Le Corbusier’in Ronchamp Şapeli’ne son derece benzemesi oldukça eleştirilmiştir. Barok üslupta bir tarihi tiyatronun modern bir stilde yeniden, üstelik de “kopya” yakıştırmalarıyla inşa edilmesi, akıllara otel olmak yerine neden savaş sonrası toparlanma sürecinde aynı yerde restore edilmediği sorusunu getiriyor. Otelin, şehrin işlek bir caddesinde sadece kısmi bir hacimle simgeleşmesi estetik olduğu manasına gelmiyor. Son derece abartılı bir kalabalığın içerisinde aynalı camlarla yükselen ön cephede karşıdaki binaların yansımalarını görmek mümkün (Resim 9). Yeni otelin yarattığı görüntü kirliliği cephedeki aşırı hareketli tutumundan kaynaklanmakta. Girişte bulunan eski tiyatroya ait replikanın (bir kısmi orijinal kalıntıları içermektedir) ardında yükselen cam ve çelik iskelet, yapının bütününe bakıldığında sanki hala tamamlanmamış bir inşaat projesi görünümünü uyandırmakta. Kısmi koruma örneklerinde kullanıcı hafızasında bütüncül bir imge oluşturmayan mekanlar, mimarlıkta eski-yeni ilişkisi üzerinden okunduğunda kentin kültürel geçmişini yansıtmakta zorlanırlar. Buna göre Bükreş’teki Novotel binasının eski işlevi yerine turistik bir amaca hizmet etmesinin şehrin kültürüne fayda sağlaması mümkün değildir. Ulusal Tiyatro’nun savaş sonrası ayakta kalan ön cephesinin bir anıt olarak bölgede bırakılması ya da yeniden inşa edilerek eski işlevini sürdürmesi gerekirdi.

Mimarlıkta eski yeni ilişkisi doğrultusunda renovasyon projelerinin dört temel farklı türde incelendiği bu çalışmada; yeniden işlevlendirme, yenileme, eklemlenme ve kısmi koruma kategorilerinin birbirlerinden ayrı parametreler doğrultusunda tasarlanmaları gerekliliği gözlemlenmiştir. Estetik bağlamda kullanıcılarda farklı beğeniler oluşturan bu konseptler değerlendirildiğinde, yeniden işlevlendirme projelerinin genellikle yeni fonksiyonları mevcut hacimlere sıkıştırmakta zorlandığını, yenileme projelerinde orijinal dokuyu bozmadan minimal müdahalelerde bulunulması gerektiğini, eklemlenme projelerinde tarihi yapıyla zıtlık yaratan ama bütüne bakıldığında kültürel mirasın önüne geçmeyecek şekilde tevazu gösteren kütlelerin daha başarılı bulunduğunu ve kısmi koruma sağlayan projelerde mevcut tarihi kalıntının yalnızca bir dekor niteliğini taşımaması aynı zamanda geçmişe gönderme yaparak kent hafızasındaki yerini koruması gerektiğini söylemek mümkündür. Kamusal yapıların birincil kullanıcıları kent sakinleridir. Dolayısıyla kişilerin bilişsel, toplumsal ve kent hafızasında yer edinen simgesel yapıların sıralamasında tarihi mekanlar önceliklidir. Yenilenen bu mekanların benimsenmesi, gözün görmeye alıştığı hacimlerin değişmesiyle birlikte tür, fonksiyon, ulaşılabilirlik, çevresi ile uyumu, sürdürülebilirlik ya da estetik gibi farklı parametrelerle sağlanır. Mimarlık, tarihi yapıların korunması gerektiğini savunan bir ideolojiye sahiptir; aksi bir düşünce geçmişi yok saymaktır bu nedenle çok sayıda seçenek üzerinden değerlendirilerek renove edilen projelerin giderek artması, eski yapıları günümüzde farklı özelliklerle karşımıza çıkartmaktadır.

Notlar
1. 1964 yılı Mayıs ayı sonlarında Venedik’te toplanan İkinci Uluslararası Tarihi Anıt Mimar ve Teknisyenleri Kongresi ‘nde yapılan çalışmalar sonucu kabul edilen tüzük (Erdener, 1977).
2. Bu tüzük ICOMOS’un Ekim 1999’da Meksika’da yapılan 12. Genel Kurulunda kabul edilmiştir.
3. “ Sivrihisar Ermeni kilisesi örneğinde teknik, işlevsel ve estetik anlamda yaşanan eksiklikler doğrudan yapının yeni işlevinin belirlenememesi ile ilişkilendirilebilir. Yapının teknik sorunlar nedeniyle yılın belli aylarında kullanılamıyor olması hem fiziksel hem işlevsel sürdürülebilirlik açısından üzerinde durulması gereken bir noktadır.” (Dedeoğlu, 2019)
4. Bu çalışma Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimi tarafından desteklenmiştir.

Kaynaklar

Ahunbay, Z., 2009, “Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon”, Yem Yayınları, İstanbul.

Aydın, D. ve Yaldız, E., 2010, “Yeniden kullanıma adaptasyonda bina performansının kullanıcılar üzerinden değerlendirilmesi”, METU-JFA, 27:1, Ankara, ss. 1-22.

Boia, L., 2001, “Romania Borderland of Europe”, Reaktion Books Ltd., London, ss.274

Burden,E., 2004, “Illustrated Dictionary of Architectural Preservation: Restoration, Renovation, Rehabilitation, Reuse”, New York: McGraw-Hill Press.

Büyükarslan, G. ve Güney,D.E., 2013, Endüstriyel Miras Yapılarının Yeniden İşlevlendirilme Süreci ve İstanbul Tuz Ambarı Örneği”, Beykent Üniversitesi Fen ve Mühendislik Bilimleri Dergisi, Cilt 6, Sayı 2, ss.31-58.

Cramer,J. ve Breitling, S.2012, “Architecture in Existing Fabric”, De Gruyter, Basel.

Dedeoğlu, F. E. 2019, “Tarihi Değer Taşıyan Kiliselerde Yeniden İşlevlendirme Sürecinin ve İç Mekân Çözümlerinin İrdelenmesi: Sivrihisar Ermeni Kilisesi Örneği”, Sanat ve Tasarım Dergisi /23, ss. 77-103.

Dekker, A. 2006, “The New Art of Gaming, or What Gaming can Learn from Installation Art.” Game Set and Match II: on Computer Games, Advanced Geometries and Digital Technologies , Episode Publishers ,Rotterdam, ss. 116-125.

Edler, J. ve Edler, T., 2006, “Message vs. Architecture? Dynamic Media as a Continuation of Architecture” Game Set and Match II: on Computer Games, Advanced Geometries and Digital Technologies, Episode Publishers ,Rotterdam, ss. 181-189.

Erdener, C. 1977, “Venedik Tüzüğü Tarihi Bir Anıt Gibi Korunmalıdır”, O.D.T. Ü. Mimarlık Fakültesi Dergisi Cilt 3, Sayı 2, ss.167-190

İslamoğlu, Özge., 2018, “Tarihi Yapıların Yeniden Kullanılmasında Yapı-İşlev Uyumu: Rize Müzesi Örneği”, Journal of History Culture and Art Research, Sayı 7, No5,ss. 510-523.

Kariptaş, S.F. 2013, “Barselona’da Bir Yeniden İşlevlendirme Örneği: Tarihî Arena Günümüzde Nasıl AVM Oldu?”, Mimarlık 370.

Kuban, D. 2000, “Tarihi Çevre Korumanın Mimarlık Boyutu, Kuram ve Uygulama”, YEM Yayın, İstanbul.

Saraç, C. ve Tanrısever, C. 2018, “Kastamonu’da Yeniden İşlevlendirilen Tarihi Yapıların Sürdürülebilirliğe Etki Eden Çekicilik Faktörleri”, Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, Cilt 29, Sayı 2, ss.151-163.

Tanaç Z. M. 2013 “Adaptive Re-Use of Monuments, Restoring Religious Buildings With Different Uses”, Journal of Cultural Heritage, 14/3, ss. 14-19.

5. Dedeoğlu, Fakıbaba, Esin, 2019, “Tarihi Değer Taşıyan Kiliselerde Yeniden İşlevlendirme Sürecinin ve İç Mekân Çözümlerinin İrdelenmesi: Sivrihisar Ermeni Kilisesi Örneği”, Sanat ve Tasarım Dergisi /23, ss. 77-103.
6. https://www.archdaily.com/ ve https://urbannext.net/auditorium-sant-francesc-convent/
7. Devlet Tiyatroları Paşalimanı Tekel Kültür Merkezi, Tiyatroya Dönüştürülme Projesi, M. Özgür Ecevit, 2008
8. https://www.arkitektuel.com/beyazit-devlet-kutuphanesi/ ve Emre Dörter, 2016
9. https://libeskind.com/work/royal-ontario-museum/ ve https://www.plataformaarquitectura.cl/
https://www.architecturalrecord.com/ ve https://www.arch2o.com/
10. https://www.reddit.com/ ve Özge Gündem Fotoğraf Arşivi
11. https://www.archdaily.com/
12. https://romaniadacia.wordpress.com/ ve Özge Gündem Fotoğraf Arşivi