Mimarlığın toplumsal, sosyal konumunun ve sorumluluğunun farkındalığına paralel olarak önem kazanan katılımcı mimarlık, temelde kullanıcıların deneyimlediği çevrenin tasarımı ve inşası hakkında doğrudan veya dolaylı yolla söz sahibi olması anlamına geliyor. Dünya genelinde, neo-liberal mimarlık pratikleriyle kentlerin salt yatırım sahası olarak algılandığı, mimarlık ürünlerinin pazar değerleri üzerinden öne çıktığı ve mahallelerin soylulaştırılarak kültürel, demografik yapılarının tahrip edildiği günümüzde, alternatif bir mimarlık üretim biçimi olarak önemli bulduğumuz katılımcı mimarlığı ele aldık ve farklı coğrafyalarda katılımcı süreçlerle üretilen önemli örnekleri derledik.

Hazırlayan: Baran Gülsün, Mimar

Fransız sosyolog Henri Lefebvre, tasarımcının tasarladığı mekan ile kullanıcının deneyimlediği mekan arasındaki çatışmaya işaret eder. Toplumsal ilişkiler ve gündelik hayatın dönüştürücü potansiyeli göz ardı edilerek, kağıt üzerinde ve kar amaçlı üretilen mekanı “soyut mekan” (abstract space) olarak tanımlar. Karşısına koyduğu “somut mekan” (concrete space) ise yaşanan, deneyimlenen mekandır (1). Somut mekan, günlük, basit eylemlerden toplumun özel günlerine ve önemli etkinliklerine; düşünmeden, istemsizce gerçekleştirilen günlük rutinlerden örgütlü toplumsal faaliyetlere kadar kentin dinamizmine sahne olurken aynı zamanda bu eylemsellik ve toplumsal ilişkiler tarafından dönüştürülür.

“Lefebvre, kentin sınırlarını belirleyen ve onu soyutlaştıran mekanizmaları analiz ederken, belirlenen bu sınırları üreten sistemleri göstermeye çalışır ve mekanın soyut yapısının karşısına deneyimin önemini ve gündelik hayatın potansiyellerini yerleştirir. 1960’ların sonunda geliştirdiği “kent hakkı” kavramı da iktidarın soyutlamalarıyla mücadelenin işareti niteliğindedir. Mekanı üreten mekanizmaların karşısına kentlinin özgürlük hakkını, toplumsallaşma içinde bireyselleşme, yerleşme ve erişim hakkını, bunların yanı sıra çalışma, eğitim, sağlık, konut, dinlenme ve yaşama hakkını içeren kent hakkını; kısacası bir lüksü değil zarureti çıkarır” (2).

Mimarlığın toplumsal, sosyal konumunun ve sorumluluğunun farkındalığına paralel olarak önem kazanan “katılımcı mimarlığı”, farklı yaklaşım, yorum ve yöntemleri içermesi sebebiyle tek bir tanıma indirgemek mümkün olmasa da, temelde kullanıcıların deneyimlediği çevrenin tasarımı ve inşası hakkında doğrudan veya dolaylı yolla söz sahibi olması olarak tarifleyebiliriz. Her geçen gün örnekleri çoğalan katılımcı mimarlık pratikleri, tasarımcı-kullanıcı ilişkisini yeniden yapılandırarak farklı yöntem ve araçlarla kurulmasını sağlamayı ve kullanıcıyı edilgen rolden çıkararak tasarım sürecinin önemli bir aktörü haline getirmeyi hedefliyor. Ancak, mimarlığın katılımcı süreçlerle üretimi, günümüz Türkiye’sinde mimarlık alanında “popüler”  hale gelmiş olsa da tekil örnekler üzerinden konuşulmaktan öteye gidemiyor ve sürecin -ana hatlarıyla dahi olsa- oturduğundan, sistemleştiğinden veya tatmin edici bir cevap oluşturduğundan bahsetmek zor. Mimarlığın, toplumun sosyal ve kültürel yapısının bir tezahürü olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu durum, toplumda yerleşik bir demokrasi kültürünün bulunmaması ve mimarlığın etkinlik alanının üst-orta sınıfa dahil bir azınlıkla sınırlı olmasıyla yakından ilişkili. Çok daha temel sorunlarla yüzleşen sınıfın hayatında mimarlığa ne kadar yer olduğu büyük bir soru işareti.

Bilkent Üniversitesi’nden Dr. Serpil Özaloğlu ve Dr. Nilgün Fehim Kennedy, düşük gelir gruplarının çocuklarıyla düzenlenen atölye çalışmalarıyla üretilen Çocuk Çekim Merkezi projesini konu alan “Katılımcı Mimarlık: Nereye Kadar?” (3) başlıklı yazıda projenin başarısız olma nedenlerinden birini şu şekilde belirtiyor: “…Yetişkin mahalleliye gelince, onlar projenin amacının ne olduğunu bir türlü anlamamışlardır. Çünkü kendi mahallelerinde çocuklar için yapılacak bir açık alanın nasıl olması gerektiğine ilişkin önyargıları vardır. Fakat bundan daha da önemlisi, onlar ÇÇM gibi bir merkezi kendi mahalleleri için acil ihtiyaç listesine koymamışlardır. Onların kaygıları, gelir seviyelerini nasıl artırabileceklerine, büyükşehir belediyesinden kış için nasıl kömür yardımı alacaklarına, gecekondularının olduğu bölge için imar planı yapıldıktan sonra kendi evlerinin metre karelerini nasıl koruyacaklarına ve arsalarının yerine apartman inşa ettirip ettiremeyeceklerine ilişkindir. Sürekli bir iş sahibi nasıl olacaklarına, kadınların içen kocalarını nasıl içmekten vazgeçireceklerine ve büyük erkek çocuğun babayı taklit etmesini nasıl engelleyeceklerine ve benzeri sorunlara ilişkindir. Bu durumda yetişkin mahalleliler için, muhtarın dışında, proje neredeyse hiçbir anlam taşımamıştır. Muhtar projenin uygulanabilme düşüncesini sevmiş, fakat gerçekleşebileceğine hiç inanmamıştır. Aslında çocuklar da uygulama konusunda muhtarın inancını paylaşmışlardır.”

Ek olarak, karar vericilerin katılımcı süreçlerin uygulanmasına yönelik yaklaşımları da önem taşıyor. Literatürde önemli yere sahip örneklerin hemen hepsinin hikayesinde inisiyatif kullanan yöneticilere ayrı bir parantez açılıyor. Bu örneklerden biri, Avrupa’daki ilk “açık yapı”lardan biri olan Frans van der Werf’in “Molenvliet” projesi. Frans van der Werf, belediye başkanının sorumluluk üstlenerek projeye destek olduğunu ve bürokratik onayları sağlayarak projeyi mümkün kıldığını belirtiyor (4).

Hollanda’nın Dordrecht şehrindeki Papendrecht kasabasında, orta ve alt gelir grubuna yönelik, katılımcı bir süreçle tasarlanan ve uygulanan Molenvliet konut grubunda yaşayacak ailelerin her biriyle, birer saatlik ikişer görüşme gerçekleştirilmiş. Bu görüşmelerle ailelerin yaşam tarzları, hobileri ve mekansal tercihleriyle ilgili bilgi edinilmiş ve her birinin kendilerine ayrılan sınırlar dahilinde, mimari danışmanlık eşliğinde kendi yaşam alanlarını tasarlamaları sağlanmış. Sonuç olarak 67 farklı tipte 127 daire üretilmiş. Farklı daire tipleri arasında ortak bir dil oluşturmak amacıyla her aileye cepheler için sekiz çift renk tercihi sunularak birini seçmeleri istenmiş.

Dünya genelinde, neo-liberal mimarlık pratikleri ile kentlerin salt yatırım sahası olarak algılandığı, mimarlık ürünlerinin pazar değerleri üzerinden öne çıktığı ve mahallelerin soylulaştırılarak kültürel ve demografik yapılarının tahrip edildiği günümüzde, alternatif bir mimarlık üretim biçimi olarak katılımcı mimarlığı önemli bulduğumuzdan bu konuyu ele aldık ve farklı coğrafyalarda katılımcı süreçlerle üretilen örnekleri derledik.

Kaynaklar
1. Hacıalibeyoğlu, F.,  “Kentsel Mekan Oluşumunda Kullanıcı Katılımı”, TMMOB 2. İzmir Kent Sempozyumu, 2013

2. Ata Bektaş, L., “Şehirciliğin Soyut Mekanı vs Gündelik Hayatın Toplumsal Mekanı”, XXI, Mayıs 2017

3. Özaloğlu, S., Kennedy, N.F., “Katılımcı Mimarlık: Nereye Kadar”, Mimarlık Dergisi 346, 2009

4. İncedayı D, Şahinler, M., “Frans van der Werf: Benim Tasarım Anlayışımda Birliktelik İçerisinde Özgürlük Fikri Yatıyor” , Mimar.ist 59, 2017

Klong Toey Topluluk Feneri
Bangkok, Tayland

Mimari Tasarım: TYIN Tegnestue Architects, öğrenciler ve Klong Toey halkı
Tamamlanma Tarihi: 2011
Fotoğraflar: TYIN Tegnestue Architects

Bir futbol sahası ile çeşitli oyun ve performans alanlarından oluşan yapı Bangkok’ta, 140.000’den fazla insanın yaşadığı gecekondu bölgesi Klong Toey’de yer alıyor. Uyuşturucu, çeşitli suçlar ve işsizlik gibi sosyal sorunlarla yüzleşen bölge sağlık, eğitim ve çeşitli kamu hizmetlerinin yetersizliğinden de muzdarip.

Önerilen tasarım, bölgenin çoğunun gelir kaynağını oluşturan limana, önümüzdeki on yıl içinde turistik işlevler kazandırılarak üretilecek ve topluluğun yerinden edilmesiyle sonlanacak bir soylulaştırma projesine alternatif olarak bölgenin katılımcı süreçlerle yenilenmesine işaret ediyor. Klong Toey  Topluluk Feneri’nin uzun vadeli ve geniş çaplı bir katılımcı sürecin öncüsü olması hedefleniyor.

Bir yıl süren hazırlık dönemi, yapının üç hafta gibi kısa bir sürede tasarlanması ve inşa edilmesiyle sonuçlanmış. Bu dönemde proje ekibi röportajlar, çalıştaylar ve halk toplantıları yoluyla toplulukla temas kurmuş.

Tasarım kararları birçok fikir ve kavramın kombinasyonu olarak ortaya çıkmış. Yapı; çeşitli oyunlar, performanslar ve toplantılara imkan tanıyan mekanları içeriyor.Zeminin uygun olmaması sebebiyle ahşap strüktürü desteklemek için beton bir taban dökülmüş. Konstrüksiyonun sadeliği ve modüler yapısı değişen ihtiyaçlar doğrultusunda uyarlamalar yapabilmeyi de mümkün kılıyor.

Spinelli Mannheim
Mannheim, Almanya

Mimari Tasarım: Atelier U20, TU Kaiserslautern öğrencileri, mülteciler
Tamamlanma Tarihi: 2016
Fotoğraflar: Yannick Wegner

Atelier U20, TU Kaiserslautern’den mimarlık öğrencileri ve mültecilerin bir araya gelerek “Building Together – Learning Together” projesi kapsamında hayata geçirdiği Spinelli Mannheim, eski Amerikan Spinelli Kışlası’nın mülteciler için bir sosyal merkeze dönüşüm projesi.

18 öğrenci ve 25 mülteci üç aylık bir süreçte hem beraber yaşamış hem de beraber çalışmış. Birlikte tasarımın ana kararları verildikten sonra öğrenciler tasarımı geliştirmiş, uygulama detaylarını çizmiş ve gerekli yasal prosedürü tamamlamış. Ardından, zemin ve çatı dışında tüm strüktür, haftalar içinde birlikte inşa edilmiş.

Yapı biri büyük ve bir cephesi açık, diğeri ise küçük ve her yönden kapalı iki avludan oluşuyor. Küçük avlunun sessiz bir dinlenme alanı olarak kullanılması, büyük avlunun ise çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapması planlanmış.

Tüm strüktürel elemanlar ve yüzeyler işlenmemiş ahşaptan üretilmiş. Üç farklı yönde sıralanan beş ahşap latanın oluşturduğu kafes duvar ve kirişler için etkili bir destek yapı oluştururken farklı gölge oyunlarına sahne oluyor.

Sardina Pavyonu
Ibukijima, Japonya

Mimari Tasarım: Mikan Architects, Meiji Üniversitesi öğrencileri, Ibukijima halkı ve ustaları
Tamamlanma Tarihi: 2016
Fotoğraflar: Manuel Tardits

Seto İç Denizi’ndeki adaların nüfusunun yaşlanması, azalması ve ekonomilerinin olumsuz etkilenmesi sonucu bu adaları canlandırmak hedefiyle düzenlenen Setouchi Trienali kapsamında, Ibukijima adasında inşa edilen Sardina Pavyonu, yerel malzemeler kullanılarak, ada halkı ve ustalarıyla gerçekleşen iş birliği sonucu üretilmiş. Japonya’da çay kültürü ile bağlantılı olarak önemli bir yere sahip olan “pavyon”(pavilion) ile adanın önemli besin kaynaklarından “sardina” balığının adını taşıyan yapının sadece trienal sürecinde değil, sonrasında da yerel halk tarafından kullanılması, yerel tarihle bağlantı kurarak bölgedeki sosyal ilişkileri güçlendirmesi hedeflenmiş.

Meiji Üniversitesi yüksek lisans öğrencileri ve gönüllüler alanda adanın marangozlarıyla üç hafta geçirmiş. Bölge sakinleri de alanı sık sık ziyaret etmiş ve tasarım sürecine destek sunmuş.

Tasarımda hem geleneksel hem de modern teknikler bir arada kullanılmış. Modern öncesi ölçüm teknikleriyle (metrik sistem yerine shaku ve ken) üretilen ahşap dikme ve kirişler ile bambu ve geri dönüştürülmüş eleklerden üretilen saçaklar tercih edilmiş. Asırlık fayansların yeniden kullanılmak ve zeminde deniz yaşamı motifleri oluşturulmak için bir fayans ustasının uzmanlığından faydalanılmış. Geleneksel Japon mimarisinde çatılarda kullanılan “onigawara” figürleri yerel halkın tavsiyesiyle çatıda konumlandırılmış.

MontReel
Montreal, Kanada

Mimari Tasarım: Constructlab ve gönüllüler
Tamamlama Tarihi: 2017
Fotoğraflar: Gupta, Alex Roemer

ConstructLab, 2016’daki Montreal ziyaretinde Mount Royal’in şehrin her yerinden görülebilen bir nirengi noktası tanımladığını ve kentin kolektif hafızasında önemli bir yer edindiğini, herkesin bu dağla ilgili mutlaka bir anısı bulunduğunu fark etmiş. Goethe Enstitüsü ve Fransa Başkonsolosluğu’nun daveti üzerine üretilen yapı için yerel sorunları tartışmak, doğum günlerini kutlamak, öğle yemeği molası vermek veya günbatımı keyfi yapmak için herkesin erişimine açık bir toplanma yeri tanımlayan ikinci bir dağ fikrinden yola çıkmış.

Montreal Üniversitesi’nin kampüsünde yer alacak yapının tamamlandıktan sonra dahi kullanıcıların iş birliği ile inşa sürecinin devam etmesi, gelecekteki kullanımlara olanak tanıyacak dönüşüm potansiyeline sahip olması ve proje alanının, farklı fikirlerin geliştiği bir “laboratuvar” olarak çalışması hedeflenmiş.

“Birlikte bir dağ inşa etmek için bize katılın!” temasıyla düzenlenen açık çağrıyla, Kanada ve yurt dışından öğrencilerin de içinde bulunduğu  gönüllü bir grup oluşturulmuş. Yerli ve yabancı sanatçıların yürütücülüğünde, farklı mesleki temele ve becerilere sahip kişilerin katılımıyla,  “dağ” teması etrafında bir dizi atölye çalışması yürütülmüş. Düzenli olarak katılım sağlayanlar olduğu gibi, şantiyeye her gün gelemeyen veya dışarıdan katkı sunmak isteyenler olmuş.

İnşaat iki aşamada gerçekleşmiş. İlk aşamada marangozların ve ağır makinelerin yardımıyla ana strüktür kurulmuş.  Ardından katılımcılar sahaya gelmiş ve üç hafta süren bir çalışma yürütülmüş.

Ahşap yapı beş metre yüksekliğinde ve yaklaşık yirmi metre çapında sekizgen bir piramitten oluşuyor. Form ters bir amfitiyatroya benziyor ancak seyirciler batık bir sahne etrafında sıralanan oturma alanları yerine, çevrenin 360 derecelik bir görünümünü sunan, yükseltilmiş bir zirvede oturuyorlar. Dağa iki noktada girilebiliyor ve ahşap yamacın altında elli kişi kapasiteli bir toplanma alanı bulunuyor.

Ursulines Meydanı
Brüksel, Belçika

Mimari Tasarım: L’Escaut, Bjorn Gielen ve Floris Teyaert, Brusk Kaykay Kolektifi
Tamamlama Tarihi: 2006
Fotoğraflar: Filip Dujardin

L’Escaut, Recyclart Sanat Merkezi ve Brusk Kaykay Kolektifi’nin iş birliğiyle, 25 yaş altı mimarlar, şehir plancıları ve peyzaj mimarları arasında düzenlenen yarışma sonucunda Bjorn Gielen ve Floris Steyaert’in tasarımı birinci seçilmiş. Kaykaycıların da katılımıyla farklı bölgelerdeki kaykay alanları gezilmiş, eskizler üzerinden maketler üretilmiş ve tasarım geliştirilmiş.

Bjorn Gielen ve Floris Steyaert, basit ve etkili formlardan oluşan ve proje alanını bölgelere ayıran bir tasarım önermiş. Arsanın doğal eğimi 45° ‘ye kadar eğimli uzun rampalar oluşturmaya imkan tanımış. Ahşap kent mobilyaları kullanılarak patencilerin kullanım alanı dışında oturulabilecek ve dinlenilebilecek alanlar sunulmuş. Kaykay pistinin kenarında, kaykaycıların güvenliği için eğimli bir toprak set oluşturulmuş.

Pembeviran İlkokulu Bahçe ve Oyun Alanı
Çınar, Diyarbakır

Mimari Tasarım: İzmir Büyükşehir Belediyesi Kentsel, Tasarım ve Kent Estetiği Şube Müdürlüğü, Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Xlab Topluluğu, Herkes İçin Mimarlık Derneği, İzmir Ekonomi Üniversitesi Cut Paper Tasarım Kulübü, Pembeviran İlkokulu öğretmen ve öğrencileri
Tamamlanma Tarihi: 2019
Fotoğraflar: Herkes İçin Mimarlık Derneği

Pembeviran İlkokulu Bahçe ve Oyun Alanı projesi Nisan – Kasım 2019 tarihleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi Kentsel Tasarım ve Kent Estetiği Şube Müdürlüğü, Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Xlab Topluluğu, Herkes İçin Mimarlık Derneği ve daha sonradan dahil olan İzmir Ekonomi Üniversitesi Cut Paper Tasarım Kulübü ortaklığında Diyarbakır Çınar ilçesi Pembeviran Köyü ilkokulu için gerçekleştirilmiş.

Proje, Xlab Topluluğu ve Herkes İçin Mimarlık’ın Nisan ayında okula giderek yaptığı keşif ve çocukların hayallerindeki oyun elemanlarını tasarladıkları atölye çalışması ile başlamış. Süreç içerisinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kentsel Tasarım ve Kent Estetiği Birimi, İyi Tasarım İzmir_4 etkinliği kapsamında Herkes İçin Mimarlık Derneği’ni ortaklaşa bir atölye çalışması yapmaya davet etmiş. Bu atölyede belediye birimlerinde bulunan atıl haldeki, kullanılmış kentsel mobilyaların Pembeviran için dönüştürülmesine karar verilmiştir.

11-14 Ekim tarihlerinde İzmir Kültürpark 1 no’lu holde, tasarım alanlarından 19 öğrenci ve mezunla “Topla Tamamla Tasarla: Kullanılmış Kentsel Mobilyaların Yeniden Döngüye Kazandırılması” atölyesi gerçekleştirilmiş. Atıl malzemelerden tasarımların geliştirilmesinin ardından 20 Ekim’e kadar imalatlar gerçekleştirilmiş ve üretimler yine Kültürpark’ta sergilenmiş. Sergiden sonra Pembeviran’a yola çıkan üretimler, 9-10 Kasım’da okul öğretmenleri, öğrenciler, çocuklar ve Pembeviranlıların da dahil olduğu bir uygulama atölyesi ile yerlerine yerleştirilmiş.