Mimarlığın İçi Dışı: Uzmanlaşma Ölçeğinin Sınırları
Celal Abdi Güzer, Prof. Dr.
ODTÜ Mimarlık Bölümü
Mimarlık kavramı kentten yapı detayına, planlamadan mobilya ölçeğine geniş bir şemsiyenin altında var oluyor. Tasarım eğitimi özüne bakıldığında farklı nesneleri bir amaç doğrultusunda bir araya getirip düzenleyerek yeni bir şey oluşturma öğretisine dayanıyor. Bu birikim ölçek bazlı bir kademelenme içinde yaşam çevresinin kurgusal düzeninden tek bir ürün detayına varan farklı üretim ve tüketim alanlarını ve önceliklerini kapsıyor. Şüphesiz bu geniş sınırlar içinde tasarım eğitimi alt alanlara ve uzmanlaşmalara açık kalıyor. Bu alt alanlar doğrudan tasarım ile ilişkili olabileceği gibi tasarımın uygulanma süreçleri ile eklemlenen farklı alanlar da olabiliyor. Benzer biçimde mimarlık eğitimini tamamlayan kişiler farklı alan ve ölçeklerde iş olanağı buluyor. Bunlar yapı tasarımı, iç mekan tasarımı, mobilya tasarımı gibi geleneksel iş alanları olabileceği gibi şantiye, yapım ve onay süreçlerinin denetimi, emlak, finans gibi tasarımla doğrudan ya da dirsek teması içinde olan alanlar da olabiliyor. Tasarım eğitiminin oluşturduğu çok girdili birikim gözetildiğinde mimarlık, sanat tarihi, koruma ve eleştiri gibi farklı uzmanlık alanlarına kayan, ürün tasarımı, takı tasarımı, grafik, hatta son yıllarda görüldüğü gibi oyun tasarımı alanlarında varlık gösteren tasarımcıları görmek mümkün. Aslında bu alanların çoğu da kendi içlerinde farklılaşan alt uzmanlıklar ya da ilgi alanları barındırıyor. Mimarlık tarihinde belli bir döneme yoğunlaşılacağı gibi şantiyede sadece kesin hesap, ürün tasarımında sadece mobilya gibi alt alanlara yönelmek mümkün. Doğrudan yapı tasarımı söz konusu olduğunda da belli ölçek ve yapı tiplerinin tasarımı konusunda uzmanlaşan, örneğin; ağırlıklı olarak konut, otel ya da AVM gibi yapılar tasarlayarak öne çıkan mimarlar var. Aslında bu sadece mimarlık alanında gözlenen bir durum değil. Tıp, mühendislik, hukuk gibi alanlarda da alt uzmanlıklar yer alıyor. Ancak bu mesleklerin çoğunda alt uzmanlaşmalar belli bir ortak eğitim süreci sonrası ek bir eğitim sürecinin konusu olurken tasarım söz konusu olduğunda bu ayrışma temel eğitim sürecinde başlıyor. Bu nedenle lisans eğitimi aşamasında ölçek ve konulara bağlı olarak planlama, mimarlık, iç mimarlık, ürün tasarımı gibi temel eğitim alanları oluşuyor. Bu alanlar arasında doğal bir geçirgenlik ve ilişki var. Eğitim program ve süreçleri de benzerlikler taşıyor. Planlama, iç mimarlık ya da ürün tasarımı gibi eğitim alanlarında ders veren çok sayıda mimar yer alıyor. Aynı oranda olmasa da zaman zaman bunun tersini gözlemek de olası. Benzer biçimde ders içerik ve programlarında da zaman zaman benzerlik, kesişme hatta birebir aynılık olabiliyor. Mimarlık eğitimi özellikle lisans sonrasında da yeni uzmanlaşmalara açık. Koruma, kentsel tasarım gibi geleneksel alt alanların yanında sürdürülebilirlik, akustik, malzeme, taşıyıcı sitem gibi seçimlerle yeni yol haritaları, uzmanlıklar oluşabiliyor.
Şüphesiz bütün bu geniş varoluş içinde en önemli ayırt edici konulardan biri yetki sınırları. Türkiye’de mimarlık yapabilmek için dört yıllık YÖK denkliğine sahip bir okul mezunu olmak ve mimarlar odasına kayıt olmak gerekiyor. Bu yasal, imarlı alanlar içinde yapı projeleri gerçekleştirmek için ve onları denetlemek için gerekli koşul. Öte yandan gene tasarımla ilgili pek çok alt alanda çalışan mimarlar için böyle bir yasal yetki beklentisi yok. Örneğin görselleştirme yapmak ya da mobilya tasarımı için herhangi yetki belgesi istenmiyor. Öte yandan zaman zaman farklı ölçek, uzmanlık ve uygulama alanlarında bir yetki çatışması yaşanıyor. Örneğin şantiyelerde ve denetim süreçlerine mimar ve inşaat mühendisi arasında ya da iç mimarlık diplomasına sahip kişilerin yapıya müdahale sınırları içinde çatışmalar gözlenebiliyor.
Meslek yetki alanlarının sınırlanması belli ölçek ve konularda yasal ve yönetsel düzenlemelerle gerçekleştirilirken bazı ölçek ve konularda ise böyle bir zorunluluk aranmadığı için üretim ortamının kendi gelenek ve tasarımcının bu ortam içinde konumlanma biçimi yetki alanı konusunda belirleyici oluyor. Bu durum zaman içinde de değişime uğrayabiliyor. Örneğin 60’lı yıllara kadar İTÜ 5 yıllık bir lisans eğitim programı ile mimar-mühendis unvanına sahip mezunlar yetiştiriyordu. Bu kişiler hem mimarlık hem de mühendislik alanında yetki sahibi oluyorlardı. Benzer biçimde belli bir döneme kadar mimarlara belli ölçeklerdeki projelerin statik hesaplarını yapma yetkisi verilirken mühendisler de belli yapıların mimari projelerini gerçekleştirebiliyorlardı. 50’li yılların ortasında meslek odalarının kurulması daha tanımlı uzmanlık ve yetki ayırımları getirdi. Yasal yetki sınırlarından bağımsız olarak bazı mimarların iç mekan ölçeğinde uzmanlaştığını bu ölçekteki deneyimleri ile tanınır hale geldiğini gözlüyoruz. Hatta otel, yeme içme mekanı ya da konut gibi alanların iç mekanlarının düzenlenmesi konusunda öne çıkan ya da sadece vitrin tasarımı yapan mimarlar görmek olası. Benzer biçimde mobilya tasarımı ve üretimi konusunda markalaşan çok sayıda mimar var. Örneğin peyzaj mimarlığı da bağımsız bir uzmanlık alanı olmasına karşın bu alanda birikim oluşturarak tanınan çok sayıda mimardan söz edilebilir.
Bir yandan tasarımın geniş şemsiyesi öte yandan da yapılı çevrenin bileşkelerinin bütünlüğü, birbirlerini etkileme ve dönüştürme gücü gözetildiğinde bu kesişmelerin olması doğal. Mimarlık tarihine bakıldığında da pek çok öne çıkmış mimar yapılarını içi ve dışı ile birlikte ele alarak her ölçek ve alanda belirli bir tasarım kimliği oluşturuyorlar. Le Corbusier’den Frank Lloyd Wright’a, Mies van der Rohe’dan Scarpa’ya modern mimarlık tarihi içinde öne çıkmış pek çok mimar tasarım anlayışlarını bir bütünlük içinde sunuyor. Scarpa yapıları kadar onları donatan mobilyaları ve detayları ile özgünlük sağlıyor. Örneğin Louis Kahn‘ın Salt Enstitüsü binası yapıların oluşturduğu dış mekanın tasarımı olmadan güçlü ve bütüncül anlamını kazanamaz. Benzer biçimde Wright’ın pek çok yapısında mobilyaları da yapının parçası haline getiren bütünlükçü bir tasarım anlayışı gözlüyoruz. Şelale Evi’nde cam kenarı masası pencerenin açılma hareketi düşünülerek özgün biçimde tasarlanmıştır. Mies mobilya ile yetinmemiş perdeleri yapının doğal dışavurumun parçası olarak ele almıştır. Le Corbusier’in pek çok yapısında kendi sanat eserleri yer alır. Koltuk ve sandalye denince akla ilk gelen isimlerden biri bir mimar olan Marcel Breuer’dir. Tadao Ando’nun yapılarını, onların iç mekan ve avlu düzenlemelerinden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu süreklilik ve bütünlük tasarımın doğasının bir sonucudur. Bir yapının kendisi içi ve dışı ile birlikte bir bütün oluşturur. Dil ve anlam sürekliliği tasarımın belirleyicisidir. Özellikle modern mimarlık gücünü bu süreklilikten alır.

Resim 1. Image Café Samt & Seide, Berlin, Mies van der Rohe & Lilly Reich.

Resim 2. Louis Kahn, Salk Institute.

Resim 3. Frank Lloyd Wright, Şelale Evi, masa.

Resim 4. Frank Lloyd Wright, Olfelt Evi iç mekanı.

Resim 5. Tadao Ando, Düş Sandalyesi.
Öte yandan bugün içinde olduğumuz ortamda yapıların giderek büyümesi, öncelikli olarak bir yatırım aracına dönüşmesi, teknolojik gelişmelere bağlı olarak karmaşık ve çok girdili hale gelmesi tasarım ve yapım süreçlerinde yeni uzmanlık ve alt tasarım alanlarının gelişmesini bir zorunluluk haline getirmiştir. Akıllı yapı sistemleri, otomasyon, güvenlik gibi konular, çeşitlenen malzeme seçenekleri çok sayıda uzmanın tasarım süreçlerine dahil olmasına neden olmuş, bu geleneksel mimar rolünü ve tasarlama biçimlerini dönüştürmüştür. Ekip halinde çalışan ve tasarımı alt parça, ölçek ve aşamalar içinde gerçekleştiren büyük mimarlık ofisleri zaman zaman bünyelerinde uzmanlar barındırırken zaman zaman da farklı uzmanlık ofisleri ile iş birliğine gitmekte, tasarım farklı uzmanların yönlendirici olduğu çok girdili bir sürece dönüşmektedir. İnşaat mühendisliği, makine mühendisliği, elektrik mühendisliği gibi yapı tasarım süreçlerine geleneksel olarak eklemlenen bazı uzmanlıkların yanında özellikle büyük ölçekli yapılarda yangın, akustik, trafik gibi konular zorunlu bir uzmanlık alanına dönüşürken yatırımcılar da yatırım verimliliği açısından cephe danışmanı, malzeme danışmanı gibi bazı uzmanları sürece dahil etmeyi tercih etmektedir. Benzer biçimde yatırım verimliliğini denetleyen finans, hukuk gibi alanlardan gelen uzmanlar tasarım sürecinde müdahil hale gelmekte, mimarlık mimarın salt bireysel öncelik ve dışavurumu ile şekillenen bir tasarım alanı olmaktan uzaklaşmaktadır. Yeni dünya düzeni içinde mimar daha çok başlangıç düşüncesini belirleyen ve diğer uzmanları bu düşünce doğrultusunda yönlendiren bir ekip başı, eşgüdüm sağlayan bir yönetici rolüne soyunmaktadır.

Resim 6. Marcel Breuer, Wassily Chair.
Yapı tasarım ve üretim sürecinde gerek yasal zorunluluk gerekse işlevsel gereklilik nedeni ile farklı uzmanların sürece dahil olmaları kaçınılmazdır. Ancak bu büyük resim içinde mimarlık ve iç mimarlık alanları daha keskin çatışmalara açık hale gelmektedir. Özellikle Türkiye’de yeni bazı yasal düzenlemeler ile iç mimarlara bir özerklik alanı tanımlanmaya çalışılması iç mimarlık tasarım alanını sürece eklemlenecek bir uzmanlık alanı olmaktan çok, mimarın tasarım sürecindeki rolünü ve belirleyiciliğini kısıtlayan, tasarımın ölçek ve bileşkeleri arasındaki sürekliliği kesintiye uğratacak bir uygulamaya dönüştürmeye açıktır. Bu nedenle iki meslek grubu arasında bir yetki tartışması süregelmektedir. Doğası gereği ayrılmaz bir bütün olan yapı parçalarının bir dil sürekliliği ve anlayış birliği içinde, her ölçek ve alt alanı birbirleri ile uyumunu gözetecek biçimde ele alınması kaçınılmazdır. Bu sürekliliğin zorunluluk olmadığı bazı örnekler dışında iç ve dış gibi bir ayrım yapmak tasarımın bütünlüğünü kesintiye uğratacaktır. Burada en önemli sorunlardan biri mimarlık eğitim ve yetkisi almış kişilerin iç mekan tasarımına yönelik birikim ve yetkilerinin sorgulamaya açık tutulmaya çalışılmasıdır. Oysa bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de mimarlık eğitimi kentsel tasarımdan detaya kapsayıcı bir tasarım eğitimi anlayışına dayanmaktadır. İç mimarlık eğitimi ise büyük ölçüde mimarlık eğitiminin simülasyonuna dayanan bir eğitim programı üzerine inşa edilmiştir. Bir anlamda alt ölçek ve kısıtlı konularda uzmanlaşma sağlamaktadır. Şüphesiz bu mimarların iç mekan tasarımı konusunda yetkisiz olduğu anlamına gelmeyeceği gibi bunun tersi de geçerli değildir.

Resim 7. Le Corbusier, duvar resmi.

Resim 8. Carlo Scarpa, dış mekan düzenlemesi.
Aslında bugün karşı karşıya kaldığımız geniş tasarım alanı ve uygulama çeşitliliği gözetildiğinde tasarım alanında eğitim gören tüm kişilerin kendi var olabilecekleri alt alanlar bulmaları ya da geliştirmeleri olasıdır. Öte yandan 2017 yılında Dünya Mimarlık Festivali’nde, Will Alsop’la gerçekleştirdiğimiz söyleşide kendisinin de altını çizdiği gibi tasarım süreçlerinde masaya oturanların sayısı, tanımlanan alt uzmanlık alanları arttıkça mimarın tasarım özgürlüğü kısıtlanmakta, alanı daralmaktadır (1). Bugünün koşulları içinde kaçınılmaz görülen bu örgütlenme modeli bir yandan tasarımın niteliğini iyileştirme vurgusu ile meşrulaştırılırken öte yandan tek tipleşme ve standartlaşmaya yönelik bir baskı oluşturmaktadır. Bugün dünyanın her yerinde neredeyse birbirlerinin çok benzeri olarak görmeye başladığımız alışveriş merkezleri ya da cam ofis kulelerinin çoğu “verimlilik” adına uzmanlar tarafından yönlendirilmiş tasarım süreçlerinin sonucudur. Benzer biçimde mimarlık tarihi ve tartışmaları içinde çok sayıda tekil konut yapısının özgün mimarlık ürünü olarak öne çıkması bu tür küçük ölçekli yapıların mimara daha geniş özgürlük alanı tanımasının bir sonucudur. Farklı uzmanlık alanlarının tasarım süreçlerinde yer alması, bir yandan yapı kalitesini artıran ve tasarım sürecini kolaylaştıran bir model olarak algılanırken bu oluşumun kısıtlayıcı ve yeni denemelerin önüne geçen etkilerini de unutmamak gerekiyor.
Not
- (https://worldarchitecture.org/architecturenews/cvmpn/exclusive_interview_with_will_alsop_designing_in_different_geographies.html)


