Mimaride Estetik Üzerine

Prof. Dr. Enis Kortan

Romalı mimar ve teorisyen Pollio Marcus Vitruvius (M.Ö. 46-3 arası etkin) “De Architectura” adlı kitabında bir mimari eserde üç kriter önermiştir ki bunlar “firmitas” (sağlamlık), “utilitas” (kullanışlılık) ve “venustas”tır (güzellik). Böylece mimarlık, sağlamlık (firmitas), fonksiyonellik (utilitas) ve güzellik (venustas) kurallarını bir araya getiren yapı yapma sanatıdır.

Vitruvius bunlara ek olarak “ordinatio, dispositio, decor ve distributio” gibi Latince sözcüklerin yanı sıra “symmetria ve eurytmia” gibi Yunanca’dan alınmış sözcüklerden de faydalanır ve bunların tanımını yapar.

Mimarlık eğitiminde Vitruvius’un birinci “sağlamlık” kriteri, strüktür dersleri ile “kullanışlılık” kriteri de fonksiyonların doğru örgütlenmesi yoluyla öğretilmekte. Peki, üçüncü kriter, “güzellik” öğretilmekte midir? Bu kriter öylesine önemlidir ki onsuz bir yapı mimarlık eseri olamaz; dahası, mimarlık sözlüğünde şöyle bir denklem vardır: Mimarlık= yapı x güzellik

Estetik değer çok yüksekse, mimarlık da büyüktür; orta derecede ise, mimarlık da ortalama değerdedir; estetik değer “0” ise yapıyla çarpımı da “0” olup ortada mimarlık değeri olmayan bir yapı vardır. Bu formül aşırı basitleştirilmiş ve gerçeği pek yansıtmayan bir denklem olarak görülebilir fakat temelde doğrudur. Pek çok insan yapı yapabilir; inşaat mühendisleri, inşaat kalfa ve ustaları ve benzerleri. Fakat yalnız mimarlar, “güzel” binalar yapabilir. Toplumdaki genel kanı da böyledir.  Mimar, güzel yapı yapan sanatçıdır. Tabii mimarlığın daha pek çok paradigmaları vardır fakat şu sırada onları anlatmak konumuz dışındadır.

Rönesans’ta mimarlar genellikle söz konusu olan üçlü kriterleri kabul ederler; onlar da aynı şekilde mimarlığı; “commodita” (uygunluk), “perpetuity” (kalıcılık, sağlamlık) ve “belleza” (güzellik) üçlüsü olarak düşünürler. Rönesans’ın ideali olan “komple insan”a en yakın olan mimar ve kuramcı Leon Battista Alberti (1404-1472), 1452 yılında yazdığı ve komple baskısı 1485’te çıkan “De re aedificatoria” adlı eseriyle Rönesans’ın ilk mimarlık tezini yaratmıştır. Mimarlıkta güzelliği de “Eserdeki bütün parçaların birbirleriyle uyumu o şekilde olmalıdır ki artık ona hiçbir şey eklenmeyen ve ondan bir şey çıkarılmayan bütünlüğe ulaşsın.” şeklinde tanımlamıştır.

Hümanizmin temel bir figürü olan Alberti’nin mimaride güzellik tanımlaması, günümüze kadar ulaşacak olan bir paradigmaya dönüşür. Güzel, gerek doğada gerek mimarlık eserlerinde orantıya, harmoniye ve parçaların uygun konumlandırılmasına bağımlıdır. Bu harmoni aynı zamanda parçaların içeriğe, çevreye ve zorunluluklara uyarlanması anlamına gelir.

Mimar, tasarımına başlarken sonuçtaki ürünün “sağlam, iyi ve güzel” olmasını düşünerek yola çıkmalıdır. Çoğunlukla tasarıma, “fonksiyon”un iyi çözümüyle başlanır ve bunda başarı sağlanırsa aynı zamanda “güzel”in de bulunduğuna inanılır. Bu da antik Grek düşüncesinde var olan “kalokagatia” (güzel-iyi) özdeşliğinden kaynaklanır.

Antik Grek filozofu Platon, (M.Ö. 427-347) “Ti esti to kalon?” (Güzel nedir?) sorusunun cevabını bulmaya çalışmıştır. Platon gerek gençlik, gerek olgunluk ve gerekse yaşlılık dönemlerinde güzellik konusuyla ilgilenmiş ve bu nedenle kendisi haklı olarak “estetik”in babası sayılmıştır. Platon yaşlılık döneminde Pythagorasçılığın etkisinde kozmozu bir “aritmetik kozmozu”, bir harmoni, bir orantı içinde görmeye başlar. Philebos diyaloğunda haz duygusunu araştırırken şöyle tanımlar: “Haz, uyumdur; uyumun (harmoni) bozulduğu yerde acı meydana gelir. O halde harmoni ve düzen olan yerdeki duygu hazzı, düzensiz bir duygu da acıyı meydana getiriyor.”

Yine Philebos’ta aynen şöyle diyor (1): “Formların güzelliği deyince, ben burada büyük yığının bununla düşündüğü şeyi anlamak istemiyorum. Örneğin canlı varlıkların veya resimlerin formlarının güzelliğini! Tersine, formların güzelliği deyince, düz veya çember şeklinde olan ve buna göre pergel, cetvel ve gönye ile çizildiği şekilde yüzeyleri ve küpleri kastediyorum.”

Platon’un hocası olan Sokrates’in (M.Ö.469-399) ise güzellik düşüncesi işlevselciliğe (fonksiyonalizm) dayanır. O da şunu söyler (2): “Herhangi bir şey, eğer iyi bir amaca hizmet ediyorsa güzeldir.” Bu da antik Grek düşüncesindeki iyi ve güzelin özdeşliğidir (kalokagatia). Günümüzde de devam eden bu düşünce, bütün Platon sonrası felsefesinden geçerek özellikle 18. yüzyıl estetiğine etki yapar, bir yandan Shaftesbury (1671-1713), öte yandan da Goethe (1749-1832) üzerinde.

Bu düşünce çağlar boyunca kabul edilmiş ve günümüzde de rağbet görmektedir. Le Corbusier (1887-1965) 1923 yılında Paris’te yayımlanmış olan “Vers Une Architecture” adlı kitabında buna karşı çıkar ve mimarlığın “faydacılığın ötesine” gittiğini anlatarak onu şöyle tanımlar (3): “Mimarlığın görevi ham maddelerle heyecanlı etkiler yaratabilmektir. Mimarlık plastik bir şey olup ruhun düzeni ve arzuların birliğidir. Taş, ahşap ve beton malzemelerle evler ve saraylar inşa edersiniz. Bu konstrüksüyondur. Bu maharettir. Fakat aniden kalbime dokunarak mutlu oluyor ve “Bu güzeldir!” diyorum. İşte mimarlık budur, sanat devreye girmiştir! Evim pratik ve kullanışlıdır. Size, demiryolu mühendislerine ya da telefon teknisyenlerine yaptığım gibi teşekkür ederim. Fakat kalbime dokunmadınız. Fakat o duvarların cennete doğru yükselerek beni etkilediğini düşünelim. Sizin düşüncelerinizi algılıyorum. Sizin ruh haliniz kibar, kaba, çekici veya soyludur. Düzenlediğiniz taşlar bana bunları söylemekte! Beni yerime sabitlediniz ve gözlerim eserinize bakmakta. Onlar bir düşünceyi ifade etmekteler; kelimesiz ve sessiz, sadece birbirleriyle olan ilişkiler aracılığıyla kendilerini açıklayan biçimlerle anlatmaktalar. Beni heyecanlandırdınız. Bu mimarlıktır.”

Güzel, düşünürlerin sürekli olarak araştırdıkları önemli bir sorun olup, Alexander G. Baumgarten (1714-1762) 1750 ile 1758 yıllarında yayınladığı “Aesthetica” adlı eseriyle ilk kez estetik biliminin konusunu belirleyerek bunun sınırlarını çizer. Ona göre estetik, güzellik üzerine düşünür, onun ne olduğunu araştırır, bu anlamda da “güzel üzerine düşünme sanatı” olur.

Dostoyevski, “Evreni kurtaracak olan güzelliktir.” dedikten sonra ilave eder: “Güzeli bulmak güçtür.”

Notlar

1. Platon, Philebos, Çev. Sabri Esat Siyavuşgil, MEB Yayınları, 1959 ve Cumhuriyet Yayınları, 1998 s. 95.

2. Tunalı, İ., Grek Estetiği, Remzi Kitabevi, 1983, s.133, İstanbul.

3. Le Corbusier, Vers Une Architecture, çev. Frederick Etchells, Towards a New Architecture, 1927/1972 s. 141, Londra.