Maddeye Dönüş ve Mimarlık Okulunda Artık Unutulması Gereken Şeyler

Büşra Dilaveroğlu, Dr., Öğr. Üyesi
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Mimarlık ve Tasarım Fakültesi

İnsanlığın dünya tarihi hakkında bilgisinin sınırlarını yeniden keşfetmesini sağlayan son dönemlerin en önemli arkeolojik keşiflerinden biri, Göbeklitepe’nin keşfi olarak gösterilir (Şekil 1). Piramitlerden yedi bin yıl daha eski, Stonehedge’den altı bin yıl daha eski olan bu ritüel yapısı, yaklaşık on iki bin yıl önceki yaşamın akışına dair bazı kesitlerin anlaşılmasına olanak vermesi açısından oldukça önemli bir keşif sayılır (Luckert, 2016). İnsanlık tarihinin bu en eski yapılarından biri, arkeoloji perspektifinden bakıldığında inşa edildiği dönemin yaşantısının bugüne taşınmasına ve kültürü hakkında fikir sahibi olunmasına yardım eder. Fakat arkeoloji ve mimarlık arasında kullanılan bu kadim ilişki “modern” zamanlarda yıkıma uğrar. “Modernlik” bilimsel yöntemlerine geri dönerken ve arkeoloji tarihin kalıntıları arasında kalmaya mahkum edilir. 

Şekil 1. Göbeklitepe’nin dijital modeli (URL-1).Figure 1. The digital model of Göbeklitepe (URL-1).

Şekil 1. Göbeklitepe’nin dijital modeli (URL-1). Figure 1. The digital model of Göbeklitepe (URL-1).

Antropolojinin tarihsel deneyimi kültürlerin, yaşama biçimleriyle ve buna bağlı olarak da mimarlık ile nasıl ilişkilendiğine dair çalışmalar ile doludur. Claude Lévi-Strauss’un (1982) “Ev Toplulukları” kavramsallaştırması, Pierre Bourdieu’nun Cezayir’deki Kabyle Evi (1986), Niels Fock’un Brezilya’daki Waiwai halkının evleri hakkındaki araştırması sosyologların ev üzerinden yaptığı araştırmalardır (Stender, 2016). Aynı biçimde mimarlar da binalar ve kültürler arasında ilişki kurmaya çalışmıştır. Bernard Rudofsky’nin “Mimarsız Mimarlık”ı (1964) bunun en büyük örneklerinden biridir. Mimarlık ve arkeoloji arasındaki kadim ve aynı zamanda fragmanlara ayrılmış olan bu ilişki son zamanlarda bilim dünyasının yeniden gündemini belirlemeye başlamıştır. Antropoloji de klasik yaklaşımlarından uzaklaşarak sosyal bilimler, mekan, yer, malzeme ve insan ile insan olmayanlar arasındaki etkileşimlere ve toplaşmalara yeniden ilgi göstermiştir. Yine antropoloji disiplininde ortaya çıkan post-yapısalcı yaklaşımlar, mimarlığı sembolize eden sosyal yapılardan çok mimari tasarımın performatif doğasına dönmüştür. Bir bağlamda mimarlığın ne söylediğinden çok ne yaptığı ile ilgilenmeye başlamıştır (Stender, 2016).

Benzer bir maddiliğe dönüş de mimarlık alanında yaşanır. Latour’un “Biz Hiç Modern Olmadık” (Latour, 2008) isimli çalışması belki sunduğu tüm argümanlar açısından yeni olmasa da bilginin eleştirisinden yola çıkarak doğa ve kültür arasında, toplum ve mimarlık arasında ya da arkeoloji ve mimarlık arasında oluşan bu sınırın aslında hiçbir zaman olmadığını, modernliğin yalnızca bir yanılgı olduğunu ortaya koyar. Bu yorumun mimarlığı ilgilendiren tarafıysa bu modernlik tartışmasının insanlar ve şeyler arasında hemzemin bir mevcudiyet arayışının da ontolojik kökenlerini tartışmaya açması (Latour, 1986, 1988, 1996, 2004, 2013; Latour & Yaneva, 2018). Daha önce ortaya çıkan mevcut tartışmalar, özne ve nesne ikiliği, fenomenoloji, nesne yönelimli ontoloji gibi pek çok düşünme biçimi insanlar ve şeyler arasında bir derecelenmeye işaret ediyordu. Yeni materyalizmin ayrı dallara ayrılan kolları (Barad’ın Faili Gerçekçiliği (Barad, 2007), Latour’un Aktör-Ağ Kuramı (Latour, 2013) gibi) tam da bu derecelenmenin nihayetinde hemzemin bir mevcudiyet anlayışına vardığı bir düşünme biçimine ulaşır. İnsanlar ve şeylerin, ontolojik olarak aynı mevcudiyet alanında varlığını tartışmak, heterojen aktörler arasındaki etkileşimlerin maddi bedeni olan mimarlığın özünü tartışmak anlamına gelir. Bunun nedenlerinden biri, insan merkezli düşünme biçiminin hakim olduğu bir dünyada mimarlığı konuşmanın hep onu nesneleştiren tutumlardan bahsetmek anlamına gelmesi. Fakat hemzemin bir mevcudiyet alanında, mimarlığın da eylem kabiliyetinden, yaşamı dönüştürme gücünden bahsetmek olanaklıdır. Bu bağlamda başvurulan kaynaklardan biri olan “Aktör Ağ Kuramı” ve kuramın mimarlık ile melezlenmesi Latour ve seleflerinin mimarlık hakkında yazdıkları ile doğrudan ilişkilendirilebilir.

Latour ve Yaneva’nın “Bana Bir Silah Verin, Tüm Binaları Yerinden Oynatayım” başlıklı yazısı, mimarlık alanının epistemolojik problemini insanlar ve şeyler arasında bir diyaloğun oluşmaması olarak tanımlıyor (Latour & Yaneva, 2018). Bunun nedeni ise özne merkezli kurulan dünyada insanlar ve binalar arasında zamansal ve mekansal yakınlığın olanaklı olmayışı. Latour, bu diyalogsuzluğu hareket mevhumuyla tarifliyor. Bir kuşun uçuşunu anlayabilmek için, onun fotoğrafını çeken ve onu mekan ve zamanda sabitleyen fotoğrafik tüfeğin tam tersine, binalar yaşantıları ve hareketleri zamana yayılacak kadar yavaş varlıklar. Bu yavaşlık insanın hareket kabiliyetinin, teknolojik donanımlar ile zenginleştirilmiş kültürel doğasının tam tersine bir doğaya işaret eder. Bu nedenle de insanlar ve binalar arasında zaman ve mekanı dönüştürecek aracılar var olamıyorlar. Latour ve seleflerinin önerdiği şey, zamana yayılan bir etnografik (1) dizgeyle binalara bakmak ve onları ön bilgilerden arınmış, maddiliklerini ortaya çıkarabilecek bir bakış ile anlamaya çalışmak (Latour, 2013; Latour & Yaneva, 2018). Bu noktada arkeoloji ve mimarlık arasındaki kadim ilişki de yeniden kurulmuş oluyor. Mimari antropoloji olarak kavramsallaşan bu alanda yapılan araştırmalar temelde binaları ve binaların doğasını oluşturan çoğul aktörlerin nasıl işlediğini ortaya çıkarma amacı taşır. Bu çoğul aktörler binaların tasarım fikrinin ortaya çıktığı andan, inşasına ve kullanım süreçlerine kadar pek çok aşamada ele alınabiliyor. Aktör kelimesi bu bağlamda dikkate değer bir kelime. İngilizce “act” (eylem) fikrine temellenmiş aktörler ve onların oluşturduğu ilişkisel ağlar, eylem fikrinin insan merkezli olduğu yanılgısını yaratmaya teşne, fakat Latour tam da bu noktada eylem fikrinin bilinçli bir eyleme kabiliyeti olarak ele alınmasının da bir Kartezyen bakış olduğunu öne sürüyor (Latour, 2017). Eylem burada aktörlerin ağlarda ortaya çıkardığı dolaylı etki olarak yorumlanabilir. Bu eylem fikri, esasında eylemin kendisinden ziyade oluşmasında etkili olan bir faillik durumuna gönderme yapar. Ağlar ise ulaşım ağları gibi değil, yalnızca aktörlerin ve onların birbirine bağlandığı etki mekanizmaları ile tanımlanır (Latour, 2017). Örneğin, bir binanın inşa edilmesi fikrinin ortaya çıkışı, yalnızca geçmişi yaşatmak, ona dair imgeyi güçlü tutmak olabilir. Bu durumda, nostalji bir binanın tasarımı ya da inşa edilmesinde önemli bir aktöre dönüşür ve eylemin doğuşu bir fikrin itme kuvvetiyle ortaya çıkmış olur. 

Mimari antropoloji bu bağlamda sonuç odaklı değil, süreç odaklı bir arayışın adı. Bu nedenle de var olmayan bir ağ için sorular sorması olanaksız. Fakat, var olanların nasıl ve ne biçimde var olduklarını, maddi doğalarından kaynaklanan olanaklarını (Gibson’a atıfta bulunarak buna imkan da diyebiliriz (1979), varoluşu içindeki heterojen ilişkiler yoluyla ortaya çıkan etki mekanizmalarını ortaya koyar. Bu bakış, Latour’un deyimiyle panaromik (2) bir bakış değil, ona göre, panaroma her şeyi görmenin sanrısını yaratırken yalnızca silüet ortaya çıkaran, detaylardan yoksun bir bakışın adı. Gerçek etki mekanizmalarını, aktörler arasında ortaya çıkan akışın izlenebilmesi için bakışın daraltılması ve derinliğinin artması gerekir. Latour bu noktalara oligaptikon (oligapticon) adını veriyor. Foucault’un her şeyin görüldüğünü ifade ettiği mekan (panopticon) kavramsallaşmasının karşıtı bir mekan bu (2017). Oligaptikonlar (3) bakışın sınırlandığı, fakat bakıştaki derinliğin arttığı mekanlar (Latour & Hermant, 2006) ve panaromaların tersine uzaklaşmış olmanın soyutluğunu da bu anlamda içermiyorlar. Oligaptikonlar, bu yazının başında bahsedilen mimarlığa ait zaman-mekansal dilin, insansı zaman-mekansal dile çevrildiği mekanlar. Bir nevi binaların hareketini ortaya çıkaracak bir sesin, sürece yayılması, kuşun uçuşunu zamanda sabitleyecek olan bir fotoğrafik tüfeğin (4) icadı gibi. Bu da binaların maddiliğini, hareket kabiliyetini ortaya çıkaran bir yöntem olarak kullanılıyor. 

Maddeye Dönüş ve Mimarlık Okullarını Düşünmek

Mimarlığın neye hizmet ettiği var oluşundan bu yana sorulan sorulardan biri. Bu soruya verilebilecek yanıt farklı tarihsel perspektiflerden değişiyor gibi görünebilir. Fakat, mimarlığın maddi bedeni, ontolojik olarak varlığı ve eylem kabiliyeti, çoğunlukla bu etkilerin arkasında kalıyor. Oysa çağdaş etnografik çalışmalar, mimarlık bilgisinin, çağın gerektirdiği teknolojik olanaklar, artan dijitalleşmenin mimarlık üzerindeki dönüştürücü gücü, mevcut üretim mekanizmaları ile ilişkisi, artan bina ölçeklerin klasik mimari tasarım anlayışını ile ilişkisi bağlamında dönüştüğünü gösteriyor. Bu nedenle de mimarlık bilgisinin üzerine kurulduğu kadim anlatıların, günümüz dünyasında geçerliliği de sorgulanabilir hale geliyor. 

Güncel tasarım düşüncesi, erken modernitenin mirası olan katı fonksiyonel düşüncenin ya da rasyonalitenin mirası ile baş etmeye çalışan fenomenolojinin ötesine geçmiş görünüyor. Mimarlık okullarının da bu nedenle, insan merkezli bir anlayışı kenara bırakıp mimarlığı ilişkisel, heterojen aktörlerin toplaştığı bir beden olarak ele alması ve tasarlanan mekanların toplumsal etkileşimleri nasıl şekillendirdiğini ve bu etkileşimlerin mekansal düzenlemelerle ya da bedenin hareketiyle olan ilişkisini aktarması gerekiyor. Binalar sadece insanlar arası etkileşimi değil, aynı zamanda insanlar ile materyaller, teknolojiler arasındaki etkileşimin de bir ürünü olarak ortaya çıkıyor. Günümüzün tasarımını artık yazılım teknolojilerinden, kalabalık ofislerde uzmanlaşan farklı grupların birlikte çalışma disiplinlerinden ayırmak mümkün değil gibi. Aslında mimari tasarım disiplini, küreselleşen dünyanın etkileriyle yakın tarihin bir kısmında da bir tür teknoloji-mimarlık melezlenmesi olarak okunabilirdi. Sidney Opera Binası’nın inşa süreci, Gehry’nin pek çok yapısının dijital teknolojiler yoluyla tarayarak görselleştirilmesi, OMA’nın ofisinde tüm tasarım sürecinin mavi köpük maketlerle ilerleyişi, hatta yakın zamanda Ankara’da açılan Cumhuriyet Senfoni Orkestrası Binası’nın akustik tasarım sürecine bakıldığında, teknolojik olanakların binaların tasarımını etkileyen önemli aktörlerden birine nasıl dönüştüğünü takip edebilmek olanaklı hale gelir (Murray, 2003; Yaneva; 2009; Priceonomics; 2015). Tasarım süreçlerinin star mimarın, tanrısal bir ilhamla çizdiği ilk eskizinden doğduğuna inanılan bu kutsal mimarlığın aurası, mimarlık bilgisinin içinde geriye bırakılamıyor (Şekil 2) ve bu nedenle teknolojik olanakların zorlanarak, üç boyutlu tarama yöntemleri kullanılarak, neredeyse yeni bir teknolojinin icadı ile ortaya çıkan Guggenheim gibi bir yapı bile, eskiz ve son ürün arasındaki benzerliğin ortaya çıkardığı sanatsal auranın romantizminden kurtulamıyor. 

OMA, Gehry gibi büyük ölçekli yapılar üreten ofislerin nasıl çalıştığının etnografisini yapan çalışmalar, mimarlık ofislerinin dinamiklerinin sanıldığı gibi star mimarın varlığına dayanan eskizlere değil, ofisin arşivinin kullanılma biçimlerine, maketlerin ele alınışına, uzun süren pek çok mimarın yaptığı müzakerelere, bütçelere, kimlik arayışlarına temellendiğini ortaya koyuyor (Heikinheimo, 2018; Naar & Clegg, 2018; Schmidt et al., 2012; Yaneva, 2005, 2009). Benzer biçimde, mimarlık fakültesinde okuyan bir grup öğrencinin, mezuniyet projelerini üretme süreçlerine bakıldığında, çok büyük ölçekli olmayan benzer durumların da görüldüğü söylenebilir. Bu araştırmaya göre, öğrenciler, mezuniyet programında verilen eskiz, maket ya da model seçenekleri, eskiz ve dijital model olarak jürilerde sunuyorlar (Dilaveroğlu, 2021). Eskizler tıpkı Gehry’nin eskiz ve son ürün karşılaştırması gibi birlikte sergileniyor ve anlatılıyor. Fakat, üretimin etnografik bir analizi yapıldığında, öğrencilerin dijital model ile çalışmaya başladığı, planlama çalışmalarını dijital model ile zaman zaman paralel, zaman zaman ardıl yürüttüğü fakat, eskiz çalışmalarını hep sunum için hazırladığı görülüyor. Eskiz bir üretim biçimi, düşünmek için bir aracı gibi kullanılmaya çalışsa da, modern çağın dinamiklerinde eskizin üretim aracı olarak kullanılmadığı ve fakat eskiz nostaljisinin sürdürülmek istendiği görülüyor. Bu durumda öğrencilere aktarılan bilgi, nostalji üretmek oluyor.

Şekil 2. Gehry ve Guggenheim Müzesi için çizdiği ilk eskizin karşılaştırması (URL-2).Figure 2. The comparison of Gehry's initial sketches for the Guggenheim Museum with the current state of the structure (URL-2).

Şekil 2. Gehry ve Guggenheim Müzesi için çizdiği ilk eskizin karşılaştırması (URL-2). Figure 2. The comparison of Gehry’s initial sketches for the Guggenheim Museum with the current state of the structure (URL-2).

Resim 1. Gehry ve Guggenheim Müzesi için çizdiği ilk eskizin karşılaştırması (URL-2).Image 1. The comparison of Gehry's initial sketches for the Guggenheim Museum with the current state of the structure (URL-2).

Resim 1. Gehry ve Guggenheim Müzesi için çizdiği ilk eskizin karşılaştırması (URL-2). Image 1. The comparison of Gehry’s initial sketches for the Guggenheim Museum with the current state of the structure (URL-2).

Başka bir konu ise, mimarlık bilgisi açısından yeni olmayan katılım kavramının inşası. Katılım kavramını, tüm yazı boyunca bahsedilen, heterojen aktörlerin ilişkileri içinde yeniden düşünmek gerekiyor. İlişkisel ve farklı toplaşmalardan oluşan bir dünyada, bir ağa dahil olan tüm aktörler, ağdaki etkilerinin büyüklükleri önemli olmaksızın katılımcı sayılabiliyor. Bu durumda abiyotik canlılardan, binaların var oldukları iklim koşullarına, havada bulunan nemin kullanılan malzeme ile ne kadar etkileşim içinde olduğuna kadar pek çok farklı aktörün sürece katılımı (binaların farklı yaşam süreçlerinde) söz konusu olabiliyor. Tasarımın yalnızca insanlar özelinde düşünülmesi değil, sayısız başka aktörle düşünülmesi, düşünülmesinin teşvik edilmesi gerekiyor. Binalar, çevreleri ile, sonsuz aktörden oluşan etki mekanizmalarını tetikliyorlar. Bir bina tasarlamak bu nedenle, aynı zamanda bir ekoloji tasarlamak. Bahçedeki limon ağacının tasarıma nasıl katıldığı, sokakta var olan bir kedi popülasyonunun, tasarıma nasıl katıldığı elzem hale geliyor.

Mimarlık bilgisinin de bu anlamda eleştirel düşünceye açık aktarılması gerekiyor. Erken modernlerin kartezyen düşünme biçimlerinden, mimarlığın bilgisi içine zerk edilen, mimarlığın değişmez ve dönüşemez olduğuna dair genel kanının aksine, etnografik araştırmalar, mimarlığın bedeninin güç ilişkileri içinde nasıl kırılgan hale gelebildiğini ortaya koyuyor. Sözgelimi, tarih, miras gibi kavramlar ile derecelendirilen ve tarihin içinde statik bir nokta olarak işaretlenmiş bazı yapıların, çeşitli güç ilişkileri içinde yıkılabilmesi, yeniden yapılabilmesi tarihin kırılganlığını ve tarihe sabitlenmiş gibi görünen binaların da çeşitli güç ilişkilerinin müzakereleri yoluyla var olabildiğini ortaya koyuyor (Tait&While, 2009). Binaların yüzyıllardır siyaset sahnesinde bir aracı olması bu nedenle tesadüf değil. Disiplinin bu bağlamda dirençli aktörler yetiştirmesi, mimarın aynı zamanda arabuluculuk rolünü üstlenmesi ve yönetmesine bağlanıyor. 

Fakat, tüm bu kategoriler içinde en önemli olanı, binaları anlamak için onlara bakmanın, uzun bakmanın gerekliliği. Semir Zeki’nin yaptığı çalışmalar gösteriyor ki, insan bedeni maruz kaldığı şeyle hemhal oluyor (1999). Zihin maddi bedeni, nörolojik anlamda sarıyor ve onunla bütünleşiyor. Bu nedenle binalar ve insanlar arasında bir dil oluşacaksa, bu binalara bakmaktan, uzun bakmaktan geçiyor. 

Sonuç

Yeni materyalist düşüncenin ortaya koyduğu maddiliğe dönüş, antropoloji ve mimarlık disiplinlerinin melezlenmesine neden olmuştur. Bu ara kesitte yapılan çalışmalar, mimarlık bilgisinin ve mimarlık eğitiminin bugünkü doğasının sorgulanması ve yeniden kurgulanması gerektiğini ortaya koyuyor. Mimarlık bilgisinin, 19. yüzyıl ve 20. yüzyılda belirlenmiş olan doğasının değişen teknolojik olanaklar, hızla globalleşen dünya, işlevlerin ve ihtiyaçların değişmesine rağmen güncellenmemiş olması ve bu doğanın eğitim alanındaki yerleşmiş varlığı, bu alanda yapılan çalışmaların önemli sonuçlarından biri gibi görünüyor. 

Tıpkı yazının başında belirtilen, Göbeklitepe, mimarlık ve antropoloji arasındaki bağın görünmez olması gibi, içinde yaşanılan çağın gerçek dinamiklerini kavramak adına, mimarlığın içsel dinamiklerinin anlaşılması, üretim mekanizmalarının maddi bağlamının sorgulanması gerekiyor. Bu bağlamda etnografik araştırmalar ve antropolojiden gelen bakış açısının mimarlık pratiği ile çalışması, mimarlık bilgisi açısından da yeni bakış açıları sunuyor. Çağımızın süregiden mimarlık pratiğinin bu bağlamda çözümlenmesi ve maddi doğasının eğitime uyarlanması gerekiyor. 

Notlar

  1.  Etnografi ve antropoloji çoğu zaman geçişlilik içinde iki kavram olsa da etnografi, antropoloji bilgi alanının kullandığı yöntemin adıdır.  
  2.  Latour için panorama ve panoptikon kelimeleri arasında bir analojiye başvuruyor. Pan+opticon; bütün+gözlem kelimelerinin bir araya gelişinden oluşan bir kelime, bütünün görülmesi, gözlemlenmesi anlamlarına geliyor, panaroma da her şeyin görülebildiği pan+horoma bütün+ bakış (Latour&Hermant, 2006).
  3. Oligaptikon kelimesi oli+opticon (a few+optic) kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşan kavramsallaşma (Latour&Hermant, 2006).
  4. “Le fusil photographique” (fotoğrafik tüfek), Étienne-Jules Marey’in 19. yüzyılda geliştirdiği ve hareketin fotoğraflarını çekmek için kullanılan kameranın adıdır. Marey, insan ve hayvan hareketlerini incelemek amacıyla geliştirdiği bu teknoloji ile hızlı hareketleri kesintisiz olarak kaydedebiliyor ve zaman içinde bir nesnenin hareketini ayrı ayrı yakalayabiliyordu. Paris’te Endüstri Mirası Müzesi’nde bulunan icadın bir görseli için: https://g.co/arts/nmYNoRk2B4bi9bRZ6.

Kaynaklar

  • Barad, K. (2007). Meeting the Universe Halfway Quantum Physics and the Entanglement of Matter and Meaning. Duke University Press.
  • Bourdieu, Pierre, 1986. Language, Communication, and Education. Routledge. UK.
  • Cuff, D. (2018). Lessons About Projecting the Metropolis. Ardeth, 2, 263. https://doi.org/10.17454/ardeth02.15
  • Dilaveroğlu, B. (2021). Materiality on Air; Online Education: Teaching in a  Time of Change. Manchester, UK (21-23 April).
  • Foucault, M. (2017). Hapishanenin Doğuşu: Gözetim Altında Tutmak ve Cezalandırmak. İmge Kitapevi.
  • Gibson J. 1979. “The Theory of Affordances”, The Ecological Approach to Visual Perception. Boston, ABD.
  • Latour, B. (1986). Laboratory Life Construction of Scientific Facts. Princeton University Press.
  • Latour, B. (1988). Science in Action: How to Follow Scientists and Engineers Through Society. Harvard University Press.
  • Latour, B. (1996). On actor-network theory : A few clarifications Author (s): Bruno Latour Published by: Nomos Verlagsgesellschaft mbH Stable URL : http://www.jstor.org/stable/40878163
  • Latour, B. (2004). Why Has Critique Run out of Steam? From Matters of Fact to Matters of Concern. Critical Inquiry, 30 (Winter 2004), 225–248.
  • Latour, B. (2008). Biz Hiç Modern Olmadık (First). Norgunk Yayıncılık.
  • Latour, B. (2013). Reassembling the Social. An Introduction to Actor-Network-Theory (translated by Irina Polonskaya). In Journal of Economic Sociology (Vol. 14, Issue 2). https://doi.org/10.17323/1726-3247-2013-2-73-87
  • Latour, B. (2017). On Actor-Network Theory. A Few Clarifications, Plus More Than a Few Complications. Philosophical Literary Journal Logos, 27(1), 173–197. https://doi.org/10.22394/0869-5377-2017-1-173-197
  • Latour, B., & Hermant, E. (2006). Paris ville invisible. [Paris: Invisible City]. Retrieved March, 1(February), 2007. http://www.bruno-latour.fr/sites/default/files/downloads/viii_paris-city-gb.pdf
  • Latour, B., & Yaneva, A. (2018). “Give Me A Gun And I Will Make All Buildings Move”: An Ant’s view of architecture. Avant, 9(3), 15–24. https://doi.org/10.26913/avant.2018.03.01
  • Lévi-Strauss, Claude (1982). The Way of the Mask. Seattle: University of Washington Press.
  • Luckert, K. W. (2016). Göbekli Tepe: Avcılıktan Evcilleştirme, Savaş ve Uygarlığa Dek Taşçağında Kültür ve Din Üzerine Gözlemler. Alfa Yayınları.
  • Marie S. (2016): Towards an Architectural Anthropology—What Architects can Learn from Anthropology and vice versa, Architectural Theory Review, DOI: 10.1080/13264826.2016.1256333
  • Priceonomics, (2015). The Software Behind Frank Gehry’s Geometrically Complex Architecture. Çevrimiçi kaynak; https://priceonomics.com/the-software-behind-frank-gehrys-geometrically/. Erişim tarihi; 21.11.2022
  • Rudofsky B. (1964). architecture Without Architects: An Introduction to Non Pedigreed Architecture. Museum of Modern Art: Distributed by Doubleday Garden City N.Y.
  • Stickells, L. (2011). A Heap of Wrecked Maps: Re-viewing Kjetil Fallan’s “Architecture in Action: Traveling with actor-network theory in the land of Architectural Research” and David Leatherbarrow’s “Criticism and Affirmation.” Architectural Theory Review, 16(2), 177–183. https://doi.org/10.1080/13264826.2011.592241
  • Tait, M., & While, A. (2009). Ontology and the conservation of built heritage. Environment and Planning D: Society and Space, 27(4), 721–737. https://doi.org/10.1068/d11008
  • Yaneva, A. (2005). Scaling up and Down Extraction trials in architectural design. Social Studies of Science, 35(6), 867–894. https://doi.org/10.1177/0306312705053053
  • Yaneva, A. (2009). Design, Made by the Office for Metropolitan Architecture: An Ethnography ofitle. 010 Uitgeverij.
  • Yaneva, A. (2018). How Buildings “Surprise”: The Renovation of the Alte Aula in Vienna. Avant, 9(3), 25–48. https://doi.org/10.26913/avant.2018.03.02
  • Zeki S. (1999). Inner Vision: An Exploration of Art and the Brain. Oxford University Press.
  • URL-1.  https://www.renderhub.com/btvisuals/urfa-gobeklitepe.
  • URL-2.  https://www.guggenheim-bilbao.eus/en/the-building/frank-gehry.