Lyon’da “Lyonnaise” Olarak Kenti Yaşamak

Sinem Özgür
Dr. İnci Olgun

Saone Nehri ve Rhone Nehri, Fransa’nın güneydoğusunda birleşir, nehir kıyılarında yer alan tepelerin arasında bir yarımada vardır. 1540 yılında Kral I. François ipek üretimi yapmaya karar verir ve Lyon, ipek üretim ve ticaretinin merkezi haline gelir. Bundan sonra, artık ipek üretim ve ticareti buradan yapılır. Burada yaşayanlar, kendilerini “Lyonnaise” olarak adlandırırlar.

Lyon’a modern zamanlarda geldiyseniz; az sonra havalanmak için hazır, kanatlarını açmış bir kuş, sizi havaalanından kentin merkezine doğru uğurlar. Rhone ve Saone tarafından beslenen verimli ve mevsimine göre mor, sarı, yeşil renge bürünmüş tarlalardan sonra; yerleşim alanına yaklaştıkça nehirlerin kıvrılan kolları peyzajın değişen temasına eşlik etmeye devam eder. Kentin merkezine yaklaştıkça yapılardaki ritim ve doku uyumlulukları o kadar hazırlıklı olunan bir imaj sunmaktadır ki, bu yapının arkasında dağınık bir sahne arkasının varlığını hayal etmek ister ama başarısız olursunuz. UNESCO’nun marka değeri, kenti steril bir yapının içinde tutmaktadır. Hayal kırıklığınız zapt-ı rapta alınmış Lyon’dan İstanbul’a doğru yola çıkar, bir mimar olarak karşılaştırmayı kenara bırakarak kenti deneyimlemeye karar verirsiniz.

Kente Yaklaşırken
Lyon’a havayolu ile geldiyseniz, sizi Calatrava’nın tasarımı olan, 90’lı yıllarda St. Exupery Havalimanı’na ek olarak yapılmış istasyon binası şehre uğurlar. TGV trenlerinin uç noktası olan istasyonunun siyah, kaburga benzeri strüktürünün içinden geçerek, kent ile ilk teması gerçekleştirmek oldukça heyecan verici bir başlangıç sağlar. Çıkışa doğru, yatay doğrultuda, ilerledikçe her bir detay üzerine soyut bir ifadenin zihinde belirmesini sağlayan strüktürel yapı, her bir perspektif için ayrı bir öykü yazdırabilir. Sizi metrelerce öteye taşıyan yürüme bantları üzerinde gerçekleşen bu görsel strüktür; turu tamamlandığında oldukça geniş, günışığını cüretkarca içeri alan cam pencere duvarlar ile sarılmış bir bekleme alanı yolcuları karşılar. Calatrava’nın heykelsi mimarisinin temel öğesi olan omurga sistemlerini oturttuğu çatı biçimlenişi, iç dolaşımda yönlenmeyi kolaylaştırmakta, yakın çevre peyzajını mekanın içine dahil etmektedir. Siyah taşıyıcı strüktür ve brüt beton ile kentin modern zamanlara ait giriş kapısı olarak etkileyici bir iz bırakan yapıyı farklı açılardan izleyebileceğiniz geniş bekleme alanı kameraya sarılmayı; çeşitli açılardan, farklı detaylarda kareleri hızla kaydetmeyi teşvik ettirmektedir.
Kent merkezine doğru ilerlerken içinden geçilen peyzaj, Lyon’un markalaşan imajları ile eşleşen bir havayı yavaş yavaş solumayı sağlar. Kentin en önemli öğeleri Rhone ve Saone Nehirleri’nin beslediği verimli tarım alanlarından sonra, yerleşim alanına yaklaştıkça nehirlerin kıvrılan kolları peyzajın değişen temasına eşlik etmeye devam eder. Lyon’un tarihi kent merkezine yaklaşırken, kıyı hattı peyzajı içinde yer alan yeni mimari yapılar yeşilin içinde belirgin bir şekilde kendini ortaya koymaktadır. Bunların içinde en önemlilerinden biri olan Cité International’de seçtiği cephe malzemesi ve rengi ile Renzo Piano, yapının heybetli kütlesinin çevresini saran yeşil doku ile bütünleşmiş bir zıtlık kazandırmıştır.
Tarihsel süreçte ticari ve stratejik öneme sahip bir yer olarak ön plana çıkması, kültürel yapısını tutarlı ve güçlü bir şekilde devam ettiren sosyal yapıya sahip olması ve mimari tasarım ve şehir planlama konusunda geçirdiği gelişimin niteliği ile 1998 yılında, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne tarihi kent merkezi ile giren Lyon; yalnızca yapılı çevre ile değil, doğal yapı ile kurulan bütüncül ilişkinin ayrıcalığı ve kalitesi açısından da farklı bir noktada durmaktadır.

Kent Dokusu

Su kenarında kurulan pek çok yerleşimde olduğu gibi, Lyon’un gelişiminin merkezinde de su yolları önemli bir role sahiptir. Kentin tarihindeki ekonomik ilişkilerde, topoğrafik kurgusunda, kentin yapısal karakteristik özelliklerinde ve mekansal akışın oluşumunda Rhone ve Saone Nehirleri kent imajına ilişkin net bir fotoğraf oluşturmaktadır.
Lyon, topografik açıdan temel olarak Fourvier ve Croix-Rousse adlı iki tepe ve bu tepelerin nehir kıyılarıyla ilişkileri üzerinden okunabilmektedir. Fourvier, kentin kutsal tepesi olarak tanımlanabilirken, Croix-Rousse kentin ipek üretimi zamanında oluşmuş yüksek bir platoda yer alan meydanı merkez alır. Bu iki tepe ve tarihi merkezde yapacağınız kent turları; farklı perspektifler, kıyı kullanımları, kamusal alan oluşumları, “Lyonaisse”lerin gündelik yaşantısı hakkında oluşturacağınız belleği nehirlerin bir tarafından ötekine geçerek; belki de bir örüntü halinde Königsberg’in Yedi Köprüsü’nü hatırlatmaktadır ve kentin grafiğini zihninizde canlandırmaya çalışırsınız. Bütün köprülerden bir ve yalnız bir kez geçmek koşulu ile bir yürüyüş yapılabilir mi? Ama burada yediden çok daha fazla sayıda köprü bulunmaktadır, bu nedenle de zihninizin matematik hesabı yapmaya çalışmasını bir kenara koyabilirsiniz ve kenti belki de hemen hemen bütün kente yayılmış bisiklet duraklarından bir bisiklet alarak dolaşma fikrinin daha akılcı olduğuna karar verirsiniz. Sizin Lyon kent deneyiminizin grafiği bisiklet turundan sonra, ana hatlarıyla oluşmaya başlayabilir. Neden olmasın?

Kentin Rhone Nehri ile ayrılan doğu yakası Villeurbaine olarak bilinmekte ve batı bölümü olan Vieux-Lyon (eski Lyon) yerleşimine kıyasla, daha yakın zamana tarihlendirilen yapılara sahiptir. Her iki nehre de kıyısı olan yarımada ise kuzeyde ipek üretiminin yapıldığı merkezi barındırır. Kentin iki nehrin birleşiminde yer alan Confluence Bölgesi ise eski bir sanayi alanı olarak, birçok benzeri gibi çeşitli tartışmalara da maruz kalarak, kentsel dönüşüm sürecini geçirmektedir.

Fourvier-Antik Roma Müzesi & Tiyatro

Kentin kutsal tepe noktası olarak tanımlanabilecek Fourvier bölgesindeki Fourvier Notre-Dame Katolik Bazilikası 19. yy sonuna tarihlenmektedir. Yapıya ulaşmak için kimi yerlerde yer üstüne çıkan 1900 yılında açılmış füniküler sistemini kullanabilirsiniz. Füniküler, kentte egemen topoğrafya nedeniyle Lyon’da sık kullanılan bir ulaşım sistemi. İlki, 1862 yılında açılmış olan toplam üç hat bulunuyor. Burada yine mesleki deformasyonunuzun etkisi belleğinizde bir ışık yakıyor; “topografya kentin ulaşım ağında etkili olur”.
Fourvier Tepesi’ne ulaştığınızda kilise yapısının dış yüzeyi beyaz renk egemenliğinde ve kütlesel olarak girişte sizi mütevazı bir etkiyle karşılıyor. Ancak yapının iç bezemeleri oldukça etkili ayrıntılara sahip. Yapının dışında, apsis bölümünün bulunduğu yönde bulunan seyir terasından bütün kenti görmek olanaklı. Kilisenin ufak bir meydana açılan kapısından girildiğinde içerdeki loşluk, öğle güneşinin etkisini bir anda alıp götürüyor. Gotik mimarinin yükselen etkisinde bakışlar birden tavanın doğal ışıkla aydınlatılmış yüzeyine yöneliyor.

Fourvier’nin güneyinde yer alan Musée Gallo-Romain de Lyon Fourviére ise Lyon’un önemli alanlarından biri. 1975 yılında açılan müze, antik tiyatronun yanında konumlanmış ve müze binası mimar Bernard Zehrfuss tarafından tasarlanmış. Mütevazı mimariye sahip içe dönük yapısında sergilemeye yönelik oluşturulan hareket akışındaki kayışlar ve sergilemedeki mütevazı arka fonun zarif yapısındaki güçlü strüktür ister istemez odağı şaşırmanıza neden oluyor. Yalnızca iki ışıklık ile tiyatroya doğru bakan çerçeveye sahip, eğime gömülü şekilde tasarlanmış yapı kütlesini değil; mekansal etkisini, kenti ve kentin antik geçmişini izletiyor ziyaretçilerine. Malzeme ve aydınlatmanın yumuşak dokusu ile bütünleşmiş beton strüktür ve doğal ışık huzmelerinin etkisi tiyatrodan müzenin gömüldüğü yamaca bakışınızda kendini hiç mi hiç belli etmiyor. Belki de “mimari tasarım”ın en çok depreştiği alan bu müze binası. Yine formasyonunuzun belleğinizde bıraktığı çeşitli normlar; eğime uyarak kendini geri planda bırakmak, doğal ışık-malzeme-kütle bütünlükleri.

Tarihi koleksiyonlara sahip birçok müze manzarasına benzer biçimde sınırlı sayıda ziyaretçinin gezindiği salonları geride bırakıp çıktığınızda düşündüğünüz tek şey; gidilen her ülkede kültürel ortak paydada Roma İmparatorluğu’na ait bir şeyleri bulmak oluyor. Bu konu ile ilgili karşılaştırmaları yaparken, tepeden aşağıya doğru sizi indiren yol kıvrımlarında fünikülerin dik çıkışında hissedilen topoğrafyanın o kadar keskin gelmediğini hissediyorsunuz. Ama daha da güzeli eski Lyon’un merkezine düşmek oluyor. Nefeslendiğiniz kıyı hattında rotayı kentin başka bir yüksek noktasına çeviriyorsunuz.

Croix-Rousse Bölgesi

Geçmişte kıtalararası ipek ticaretine yön veren Lyon’un öteki tepe noktası Croix-Rousse ise ipek üretiminin merkezi olan bu meydanın çevresinde şekillenmiş halde. Bir rehber eşliğinde bölgenin gezilmesi bazı ayrıntıları daha kolaylıkla yakalamanızı sağlıyor. “Lyonnaise”ler bu konuda oldukça hassas; zira kente gelen toplulukları rehber ile gezdirme konusunda ısrarcılar. Kentlerinin doğru bilgilerle aktarılmasını istiyor ve bunu sağlamak için de kapsamlı etkinlikler düzenliyorlar.

İlk önce Maison des Canuts‘de (ipek işçileri evi) Lyon’un artık tarihe karışmış ipek üretimi hakkında bilgi veriyorlar; ipek ipliğin oluşumu ve tekstildeki kullanımı, ipek üretim tezgahları, bugün ipek üretiminin durumu gibi bilgileri aktaran farklı kişiler var. İpek dokuma şirketlerinin kurulum tarihlerinin 1540’lı yıllara dek uzandığı bu çok ayrıcalıklı üretim hakkında aktarılan bilgi aslında kentin tarihi boyunca tasarıma ve sanata yönelik bir rekabetin içinde marka olarak ön plana çıkma çabasını göstermekte.

Kimliğinin önemli bir parçası olan ipek üretimini bugün belli noktalarda müzecilikle yaşatan Lyon, cazibesi yüksek yerlerden biri olarak, özellikle artistik ve edebi yaratıcılıkta, Avrupa bütününde istihdam açısından ilk sırada yer alıyor. Günümüzde özellikle yazılım ve bilişim teknolojileri ile birlikte kimya endüstrisinde iddialı olan Lyon, özellikle tasarımı her anlamda ön planda tutuyor. Kentin her yerine dağılmış olan ve Croix-Rousse’da da görülen küçük atölye tezgahları ile satış bölümlerinin bir arada yer aldığı tasarım dükkanlarına sıkça rastlanıyor. Lyon’daki turistik parkurların özellikle “traboulle”leri konu alan bazıları farklı içeriklerde tasarım ürünlerine sahip bu mağaza ve atölyelerin keşfedilmesine yardımcı oluyorlar.

Kentin bu tarihi merkezinde, 18. yy’da imalathane olarak inşa edilmeye başlanmış yapıların çevrelediği Croix-Rousse Meydanı, önemli bir nirengi noktası oluşturuyor. Meydanı çevreleyen ve bölgede bulunan yapıların cephe düzenleri, açıklıkların sıklığı ve büyüklüğü ile mekanların tavan yükseklikleri, kentte bulunan öteki yapılardan farklı bir niteliği taşıyorlar. Doğal ışığın iç hacimlere girişini en yüksek düzeyde tutmak için daha geniş ve büyük olarak oluşturulmuş açıklıklar doğal ışığın üretim sürecindeki önemine referans olarak dikkat çekiyorlar.

Kızıl bir toprak ile örtülmüş meydan modern zamanların izlerini “tasarlanmış” peyzaj elemanları ile pek taşımıyor, sanki ilk zamanlarındaki halini işaret etmek ister gibi bırakılmış. Ancak az ilerisindeki Rhone Nehri’ne tepeden bakan Gros Caillou adlı, Croix-Rousse Bulvarı’nın son noktasına denk gelen alanda oldukça sade elemanlarla, yalnızca yer düzleminde farklı malzeme kullanımları ile oluşturulmuş düzen, peyzajın “tasarlanabilecek” bir öğe olduğunu hatırlatıyor. Burada şehri uzun uzun izleyip kentin bağlantılarını sağlayan geçitlerde ipek tomarlarının yağmur suyu değmeden limana kadar nasıl indirilebildiğini hayal edebiliyorsunuz.

Traboulle

Kent, topoğrafyasının da desteğiyle farklı kotları ve yapıları birbirine bağlayan ve bu kente özel olan bir geçiş mekanı ile öne çıkıyor. “Traboulle” olarak adlandırılan ve Türkçe’de ya da İngilizce’de tam terim karşılığı bulunmayan bu kavram, kente özgü bir geçiş mekanını tanımlıyor. Kimi zaman geçit, kimi zaman ise avlu benzeri yapıda olan bu yarı-kamusal mekanlar günümüzde kent sakinlerinin sıklıkla kullandığı güzergahlar.

Kentin yabancıları için ise her birinin girişinde çeşitli simgelerle belirtilmiş tanımlar bulunuyor. İpek üretim alanlarından limana kadar ipeğin zarar görmeden indirilebilmesini sağlayan bu “ara-mekan”lar aynı zamanda Lyon tarihinde önemli bir yere sahip işçi hareketleri sırasında da etkili olmuşlar. Kent rehberleri bu özgün geçitler için bölgelere yönelik beş temel parkur belirtiyorlar; Croix Rousse Ouest, Croix Rousse Est, Prequ’ile Nord, Saint Jean ve Presqu’ile Centre. Parkurları geçitlerin girişlerinde yer alan çeşitli simgelerden takip etmek olanaklı.

Günümüzde günün belirli saatlerinde herkese açık olan “traboulle”ler akşam saatlerinde kapılarını yalnızca sakinlerine açmaktalar. Bu durum ise yarı-kamusal, kamusal ve özel alan kavramlarını bir mimar olarak size yeniden düşündürüyor. Mekanın zaman ve kullanım biçimleri ile anlam kazanabileceğini göz önüne almak gerektiğini bir kere daha hatırlatıyor.

Vieux-Lyon

Vieux-Lyon, Lyon’un eski kent merkezi. Bu alanın geçmişi 16. yy’a dayanıyor. Bölgenin önemli simgelerinden biri; Les Museés Gadagne. 16. yy’da Floransalı banker iki kardeşin yaptırdığı bu bina bugün Lyon Tarih Müzesi. Aynı zamanda da Museé des Marionettes du Monde (Dünya Kuklaları Müzesi). 19. yy’ın başlarında kukla Guignol’un yaratılmasıyla başlamış kültür, bugün Lyon’un önemli kültürel simgelerinden biri halini almış. Bu hatta yer alan kukla satış mağazalarından birinin minik geçidinden girdiğiniz müzede karanlığın içinde hareketinizle aydınlanan kuklalar, bugünü dışarıda bırakmanıza neden oluyor. Artık başka bir zaman, başka yüzler ve ifadeler var karşınızda. Dramatize edilmiş mimiklerde ayrıntıları yakalamaya sizleri şaşırtan üretim ustalığının ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Yine de bu kendini verişte bir parça çocukluğunuz talep edilmekte. Yoksa sergilenme biçimleri ile kendinizi kapıp koyvermeniz çok da kolay olmayabilir.

Bölgedeki yapıların büyük bir çoğunluğu kırmızı-pembe tonlarına sahip. Bu tonlar yapıların taş dokusu ile içinizi ısıtsa da rehberlerin söylediği sözler belleğinizde soğuk duş etkisi yaratıyor; “yapıların cephe renklerinin nedeni birçoğunun zamanında domuz kanı ile sıvanmış.” Öte yandan kentin kimliğinin önemli bir parçası olan bu renk geleneği benzer tonlardaki boya renkleri ile devam ettiriliyor.

Kamusal Alan Kullanımları

Kentte bulunuş amacının getirdiği kısa zaman dilimlerinin hızlı hareket etme telaşına karşın, iki hafta boyunca günün her saatini yaşadığımız bu kentte asıl merak ettiğiniz mimarlığın ötesinde günlük yaşamın akışına kapılmak, bir “Lyonnaise” gibi zaman geçirerek kente ilişkin deneyim edinmek. Bu nedenle kısa süre sonra, farklı ölçeklerdeki kamusal alanlarda ve kentin nişlerinde yaşanan hareketlere, karakterlere; yaşam biçimlerine bakar hale geliyor olmak doğal. Lyon’da bulunuş amacımız Avrupa Birliği destekli olan bir yükseköğretim projesinin atölye çalışmalarını gerçekleştirmek. Konakladığımız yer; atölye çalışmasına da konu olan Croix-Rousse bölgesine yakın, nehirleri ve kent dokusunu gören bir konumda eski bir manastırdan dönüştürülmüş bir misafirhane. Buradan, Lyon’un kademelenmiş siluet hareketleri içinde nehirlerin önemli bir belirleyici olduğunu, kentin topografyaya dik bağlantılarla bağlandığını hissetmek etkileyici oluyor.

Tepeden kente inerken Lyonluların kamusal alanı yaşama biçimlerine tanık oluyorsunuz. Akşam saatlerinin aydınlatılmış sosyal yaşamının mekanları café, bar ve restoranlar kentin ılık havasını solurken hafif bir rahatlama sağlıyor. O anda anlayabiliyorsunuz ki Jean Nouvel’in ekiyle yeniden kurgulanmış Lyon Opera Binası ışıklandırılmış haliyle gündüz olabileceğinden çok daha etkileyici ve alanın önemli bir nirengi noktası. Tarihi binaya yapılan ek; “tarihi çevrelere hassas/uyumlu/saygılı yaklaşmak gerekliliği” ile sabitlenmiş mimari formasyonunuzu ve normlarınızı zorlayıcı bir etki bırakıyor. Buna karşın giriş kısmındaki alan ve önündeki meydanla bütünleşmesi, Place Louis Pradel’de basitçe oluşturulmuş meydan düzenlemesi, belli belirsiz eğim ile akan su her yaştan Lyonlunun zaman geçirdiği bir alana çeviriyor. Lyon’un odak niteliğine sahip önemli bir kaç meydanından biri olan Place de la Comédi ve Place Louis Pradel, Lyon gençlerinin buluşma ve karşılaşma alanı. Dans ederek, bekleşerek, kaykay yaparak “aylaklık” ettikleri bir yer.

Opera Binası’nda sunulan görsel etki; akşam karanlığını üzerine çeken meydanda yoğun kırmızı ton ışıklandırma ile dışarıya taşıyor. Kentin markalaşmasında önemli bir yere sahip olan ışık festivali için her yıl tasarlanan ışık senaryolarının aperatifi niteliğindeki bu manzaranın karşısında bir opera gösterisine girmek zorunda değilsiniz, kafe ya da restoranlarda vakit geçirmek zorunda değilsiniz; açık alan düzenlemesi, merdivenler, eğim sizi kamusal “alan”ı kullanmanız konusunda altlığı çoktan hazırlamış. Burada “ne yaparak” zamanı geçireceğiniz size bağlı.

Lyon bir ışık kenti. Kent, akşam olduğunda aydınlatması ile birlikte eski yapıların detaylarını, pencerelerden sızan yaşamların izlerini, yaşamın hareketlerini daha da ortaya çıkarıyor. Kentin sahip olduğu nehirlerin yakalarını birbirine bağlayan çok sayıda farklı strüktüre sahip köprü, aydınlatmaları ile yine sizi bir “Königsberg’in yedi köprüsü” problemine Euler’den yanıtlar oluşturmanız için daimi yürüyüşlere davet ediyor. Eğer kenti Aralık ayında yapılan Işık Festivali zamanında ziyaret ettiyseniz yanıtları sürekli güncellemeniz gerekecek ve çeşitli algoritmalarda kaybolmanız da olanaklı olabilecektir.

Lyon’un öteki önemli meydanları olan Place des Terreaux ve Place Bellecour da benzer şekilde dans ve müzik etkinliklerine, paten kayan gençlere, scooterları ile kent içinde ulaşımını sağlayan Lyonnaiselere, dans eden gruplara birer sahne olarak hizmet ediyor; ama en önemlisi Lyon kenti bu sahneleri gerçekten kullanıyor; onların sosyal ilişkisi bu sahnede özellikle akşam saatlerinde iyice yoğunlaşıyor. Oldukça geniş olan bu meydanlarda sert zemin yerine iri granüllü toprak niteliğinde yumuşak bir dokunun olması ise ilginç görünmekle birlikte meydanın değişken niteliğini desteklerken eski kentin geneline egemen olan kırmızı rengi hatırlatıyor.

Mimar bir “İstanbul sakini” olarak akşam saatlerinde trafikle zaman harcamaya ilişkin alışkanlığı gönüllü ve bir o kadar da buruk benimseme hissi, yaşamın farklı bir hız ve temada olabileceği gerçeğini kabullenmekte biraz zorlansa da ortama uyum sağlamak hiç de zor olmuyor.

Akşamın zıt renkleri Lyon’u sabah pastel renklere teslim ediyor. Güneşin belli aralıklarla bulutların arasından çıktığı atmosferin kapalı renkleri kentsel mekanın yapısal ayrıntılarını keşfetmeyi kolaylaştırırken, haritaya odaklanmak kolaylaşıyor. Yoğun çalışma programını başlatmak adına ilk bulunan nokta metro girişleri.

École Nationale Supérieure d’Architecture de Lyon (ENSAL)

Lyon metro hattı, Lyon kent merkezinden kentin periferisine doğru bir hat çiziyor. Lyon Mimarlık Okulu (ENSAL) ise bu hattın sonrasında bir otobüsle ulaşılan bir noktada. Kent merkezine kıyasla oldukça dağınık bir şekilde yerleşmiş dokuya sahip bölgede yer alan okul, oldukça basit bir geometriyle oluşturulmuş, brüt beton, cam ve ahşap malzeden bir yapı. Lyonlu mimarlık öğrencileri okulu da kenti kullandıkları gibi kullanıyorlar; hemen her nişinde sergiledikleri bir proje ya da oluşturmaya devam ettikleri bir fikir gözlemlenebiliyor. Yine, biçimsel anlamda çok iddialı olmayan okul peyzajında ise çok sayıda öğrencinin zaman geçirmesi söz konusu.

Öte yandan bütün öğrenciler için olduğu gibi ENSAL’in öğrencileri için de kampüs yalnızca üniversite sınırları ile belirlenmiş bir alandan çok daha fazla, kentin bütünü ile ilişkili bir algı yaratmakta. Lyon’da sanat ile iç içe olan kentsel mekanların kullanıcıları içinde önemli bir çoğunluğa sahip üniversite öğrencileri, kentin dar sokaklarında kamusal-özel alan kullanımının bir arada nefeslendiği cafe-pub’ları ve dance-bar’ları keyifle yaşamakta.

Kentin yetişkinleri ve ziyaretçileri ise gastronomi merkezi Lyon’un farklı mutfaklara sahip restoranlarında başka keşiflerin peşine düşüyor. Lyon’da sokaklara tek sıra masalarını yerleştiren restoranların farklı temalardaki iç mekanları ve menüleri ne kadar davetkar olsa da asıl reddedilmez çağrıyı yapan mutfaklardan gelen kokular.

Bütün bu kokular ve manzaraları geniş nefeslerle hissetmenizi sağlayan yürüyüşler harika olsa da hayıflanılan tek şey scooterınızın olmayışı. Her yaştan Lyonlunun kendi mobilizasyonunu motorsuz alternatif tekerlekli araçlarla yapıyor oluşu, bisiklet yollarını yeniden düşünmenize neden oluyor. Özellikle de eşlik etmek zorunda olduğunuz üç çocuğunuz varsa, pratik çözümler üretmek ancak böyle olanaklı olabilir. Burada trafikte huzurun ve 12 gün boyunca duymadığınız korna sesinin de etkisi var. Yaşam huzurlu ve sakin gündelik yaşam ile kıyaslandığında nehirlerin akıntısı daha hırçın kalıyor. Kim bilir belki de bu akıntıdır telaşı alıp götüren?

St. Exupery’ye ulaştığınızda, bu kez sizi uğurlamak üzere karşılayan kuş, kanatlarını açmış yine sizi bekliyor. Bu kez bir kente ilişkin bütün deneyimleriniz zihninizde ve belleğinizde birçok başka anı ile iletişime girmiş halde. Akılda başka bir soru beliriyor: Sahi burada çocuklar neden ağlamıyor?