Lale Özgenel:

“IABA, Antalya’ya uzun vadeli bir mimarlık diyaloğu kazandırarak kentte güçlü ve sürdürülebilir bir etki yarattı…”
Mimarlar Odası Antalya Şubesi tarafından geçtiğimiz Kasım ayında “Arada” teması ile düzenlenen Uluslararası Antalya Mimarlık Bienali’nin (IABA) Küratörü ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Lale Özgenel ile, bienalin kavramsal içeriğini, mimarlık kültürüne katkılarını, Antalya kenti üzerindeki etkilerini, yarattığı mekansal deneyimleri ve sergilenen disiplinlerarası üretimleri konuştuk.
Yasemin Şener, Mimar
YASEMİN ŞENER IABA 2025’in “Arada / In-Between” teması, mekan kuramı ve kentsel antropoloji bağlamında düşünüldüğünde, sizce bienal sonunda nasıl bir teorik çerçeveye dönüştü?
LALE ÖZGENEL Merak Odaları, sergiler, atölyeler ve kamusal karşılaşmalar sonucunda “Arada” kavramının yalnızca iki uç/taraf arasındaki geçiş değil, başlı başına bir mekansal durum, bir epistemik alan ve bir kentsel deney türü olarak yeniden tarif edildiğini düşünüyorum. “Arada” kavramı, eşikler, geçirgenlik, katmanlanma, temsil rejimleri, mekansal ve zamansal belirsizlik/muğlaklık üzerinden okunan bir durum olarak yorumlandı. Üretimlerde mekan artık sabit bir form değil; sürekli müzakere edilen, değişen, eklemlenen ve farklı okumalara açık bir süreç olarak ortaya çıktı. Özellikle Merak Odaları’nda mekanın malzemeyle, ışıkla, zamanla, algoritmayla, bellekle ve temsille kurduğu ilişkiler bunu çok iyi yansıttı. “Arada”, aslında, mekanın ontolojisine dair bir soru haline geldi: “Mekan ne zaman başlar, nerede biter?”; “Nasıl okunur?”; “Nasıl değişir/dönüşür?”; “Nasıl temsil edilir?”; “Nasıl deneyimlenir?” gibi sorular temanın merkezine yerleşti.
Kent de yalnızca fiziksel bir varlık değil, alışkanlıkların, ritüellerin, çatışmaların, hareketlerin ve eşikler boyunca kurulan gündelik ilişkilerin üretildiği sosyokültürel bir organizma olarak ele alındı. “Arada” hem kentsel kimlik hem de gündelik yaşam pratikleri açısından bir karşılaşma, gerilim ve yeniden tanımlanma alanı olarak kavramsallaştı. Bağlamsal okumalar, “Arada”yı kentsel topoğrafyanın sadece fiziksel değil, aynı zamanda davranışsal ve kültürel bir niteliği olarak işledi. Böylece “Arada”, geçici bir bölge olmaktan/eşik halinden çıkıp, mimarlığın bugün düşünüldüğü yer haline geldi.
YŞ Temayı farklı disiplinlerden gelen katılımcılar nasıl yorumladı? Üretimlerde disiplinler arası yaklaşımın sizce öne çıkan katkısı ne oldu?
LÖ İki örnek üzerinden cevap vereyim. Mimar fotoğraf sanatçısı Murat Germen, “Taammüden Tahribat” sergisinde toplumsal güç ilişkileri, tarihsel şiddet, iktidar mekanizmaları ve politik temsil üzerinden bir mimarlık okuması yaptı. Fotoğraf, sosyoloji ve mimarlık arasında kurduğu eleştirel yaklaşımla, temayı daha çok politik ve toplumsal bir kırılma alanı olarak yorumladı.
İç mimar sanatçı Oğuz Yalım “Biçim Özgürlüğü” sergisinde modern mimarlığın “Form follows function” ilkesini yeniden tartışarak, tasarım, iç mimarlık ve sanat disiplinlerinin kesişiminde sezgisel, renkli ve biçimsel bir özgürleşme alanı yarattı. Geometrinin belleği, sezgisel varyasyonlar ve estetik araştırma üzerinden ilerleyen bu yaklaşım, temayı yaratıcı bir “arada olma” hali olarak ele aldı. Disiplinler arası yaklaşımların bienale sağladığı en önemli katkı, temanın tek bir konuşma hattına kapanmasını engellemiş olmaları.
YŞ Bienalin gerçekleştiği Pil Fabrikası Yerleşkesi, endüstri mirası üzerinden yeni mekansal okumalar sunuyordu. Bu mekanın kullanımı, bienalin teorik tartışmasına hangi boyutları ekledi?
LÖ Pil Fabrikası’nın bienal mekanıı olarak kullanılması, temanın tartışmasını güçlendiren en önemli unsurlardan biriydi. Terk edilmişliğin estetiğini, endüstriyel hafızanın ağırlığını ve mekanın zamanla biriktirdiği izleri tüm çıplaklığıyla taşıyordu. Aşınmış yüzeyler işlerin pasif fonu değil, bizzat parçası haline geldi. Ziyaretçiler hem işlere hem de binanın geçmişine aynı anda temas ederek “Arada” temasını düşünsel olduğu kadar mekansal ve bedensel biçimde deneyimledi.
Fabrika tam anlamıyla bir eşik mekanı olarak işledi. Ne tamamen işlevsiz bir harabe ne de bütünüyle dönüştürülmüş bir kültür yapısıydı; bu ara hal, temanın tartıştığı belirsizlik, kararsızlık ve dönüşüm halini somutlaştırdı. Bir yanda endüstriyel üretim geçmişi, diğer yanda güncel kültürel ve dijital üretimler aynı çatı altında buluştu. Böylece hafıza, süreklilik, dönüşüm ve temsil, doğrudan okunabilir hale geldi. Bu eşik deneyimi, zaman katmanlarının iç içe geçtiği bir kentsel hafıza alanı tanımladı. Pil Fabrikası, bienalin yalnızca sahnesi değil, temasının en güçlü ve açıklayıcı bileşenlerinden biri oldu.
YŞ Mimar Sinan Kongre Merkezi ile Pil Fabrikası arasındaki mekansal karşıtlık veya tamamlayıcılık, izleyicinin temayı kavrama biçimini nasıl etkiledi?
LÖ Bienal, birbirine komşu olmalarına rağmen her anlamda tamamen farklı iki bağlamda gerçekleşti. Bu iki mekanın sunduğu atmosferler, başlangıçta özellikle düşünülmüş bir kurgu olmasa da izleyicilere çarpıcı bir “arada olma” deneyimi yaşattı. Kongre merkezi, yarışma ile elde edilmiş, yaklaşık on yıllık, modern dili, tanımlı iç–dış ilişkisi ve teknik altyapısıyla bugünün mimarlığını, çağdaş mimarlığın tanımlı düzenini temsil eden, nitelikli, kontrollü ve öngörülebilir bir kültür yapısı. Tanıdık bir atmosfer sunuyor, doğru çalışan ama fazla sürpriz barındırmayan bir deneyim üretiyordu. Paneller, bazı konuşmalar ve sergiler burada yapıldı.
Tam karşısında konumlanan Pil Fabrikası yerleşkesi ise 1970’lerde inşa edilmiş, farklı ölçek ve işlevlerde yapılardan oluşan bir endüstri ve yaşam kompleksi. 1990’ların sonunda terk edildikten sonra gelişmeye devam eden doğal çevresiyle birlikte kent içinde bir vaha niteliği kazanmış durumdaydı. Ziyaretçilerin bir kısmı yerleşkenin varlığından ancak bienal sayesinde haberdar oldu. Endüstriyel bir üretim kompleksi olarak hacimsel çeşitliliği ve dokusuyla izleyiciyi bambaşka bir dünyaya çekti. Açık taşıyıcı sistemler, eski uyarı tabelaları, duvar ve zeminlerdeki tesisat izleri, terk edilmiş nesneler, eskimiş posterler, yüksek hacimler, setler, bant pencereler, karanlık–aydınlık geçişlerle neredeyse hiçbir büyük fiziksel müdahaleye gerek duyulmadan güçlü bir mekansal altyapı sunuyordu. Ana sergi ve yan sergilerin çoğunluğu Pil Fabrikası’nda, açık çağrı işleri ve deneysel işler ise ambar yapılarında ve açık alanlarda kurgulandı.
İki yer arasındaki kısa yolculuklar bağlamlar arası geçiş deneyimleri üretti. Bunlar, sadece fiziksel mekanlar arasında değil, aynı zamanda eski–yeni, atıl–işler, geçmiş–bugün, doğal–yapay arasındaki kavramsal ve duyusal eşikler üzerinden okunan geçişler oldu. Doğrusunu söylemek gerekirse hem bizler hem de izleyiciler kendilerini Pil Fabrikası’na daha yakın hissetti.
YŞ Bienaldeki projelerde yoğunlaştığını gözlemlediğiniz baskın temalar, günümüz mimarlık gündemlerinin (iklim, göç, dönüşüm, bellek, teknoloji) hangileriyle kesişti?
LÖ Üretimlerin büyük bölümü günümüz mimarlık gündeminin ana kırılma hatlarıyla net biçimde kesişiyordu. En baskın temalardan biri iklim ve ekolojik dönüşümdü. Analog–dijital üretim ilişkileri üzerinden yeni malzeme ve form arayışları, ekolojik malzeme denemeleri, gün ışığı, gölge, geçirgenlik ve pasif iklimsel davranışlara odaklanan yerleştirmeler bu hattaydı. Doğal süreçlerin, zamanla oluşan yüzeylerin ve mekansal patinanın bir tür ekolojik hafıza olarak ele alınması da temayı destekliyordu.
Göç, sınır, hareketlilik ve politik mekan bir diğer güçlü kesişme noktasıydı. Sınır rejimlerini, mekansal kopuklukları, askıda kalan ve sürekli hareket halindeki izleri işleyen çalışmalar, göçün ve yer değiştimenin mekansal antropolojisini görünür kıldı.
Dönüşüm teması özellikle Pil Fabrikası bağlamında çok güçlü bir karşılık buldu. Terk edilmiş, üretimden kopmuş bir endüstri mirasının kültürel bir mekana dönüşmesi hem mimarlıkta yeniden kullanım tartışmalarıyla hem de kentsel dönüşüm politikalarıyla doğrudan ilişkiliydi.
Bellek, belki de en yaygın kavramsal eksenlerden biriydi; üretimlerin önemli bir kısmı kentsel ve mimari belleğin yalnızca geçmişe ait değil, bugünün deneyimi içinde sürekli yeniden yazılan bir olgu olduğunu ortaya koyuyordu. Ekran ve dijital mecralar aracılığıyla paylaşılan fikirler ve anlatılar, dijital temsillerin üretim aracına dönüşmesini, mimarlığın teknolojiyle yakın temasını sergiliyordu
YŞ Arada halinin mekansal karşılığı üzerine yapılan öğrenci üretimleri ve genç mimar katkıları nasıl bir veri sundu?
LÖ Öğrenci üretimleri ve genç mimar katkıları, “Arada” temasını salt teorik bir kavram olarak değil, kentsel, duygusal, politik ve temsili boyutlarıyla birlikte deneyimlenen bir durum olarak yorumluyordu. İlk eksendeki üretimler, temayı Antalya’nın kendisi üzerinden okuyan çalışmalardı. Akdeniz Üniversitesi ve Bilim Üniversitesi atölyesinde öğrenciler, kent merkezinin dokuları, sesleri, hareketleri, topoğrafyası ve tarihsel katmanları üzerinden aradalığın farklı biçimlerini gözlemlediler. Kısa sürede üretilmiş olmakla birlikte oldukça yaratıcı maketler ve mekansal kurgularla kente dair alternatif okuma çerçeveleri geliştirdiler.
İkinci eksen, görselleştirme ve metafor üretimi üzerinden ilerleyen öğrenci çalışmalarından oluştu. İlk kez düzenlenen Prof. Dr. Zekai Görgülü Mimarlık Öğrencileri Kolaj ve Görsel Metafor Yarışması, aradalığı daha soyut bir düzlemde tartışmaya açtı. Gönderilen kolajlar, çağdaş dünyanın kırılganlıklarını, hız–yavaşlık arasındaki sıkışmayı, dijital ve fiziksel olan arasındaki gerilimleri çarpıcı biçimde görselleştirmişti ve aradalığın duygusal ve zihinsel boyutlarına dair önemli ipuçları sundular.
Üçüncü eksen ise TOBB-ETÜ öğretim görevlilerinin yürüttüğü atölye kapsamında üretilen çalışmalardı. Antalya Arkeoloji Müzesi’ni başlangıç noktası alan bu atölye, mimari ürünün içinde yer aldığı sosyal, ekonomik ve kültürel katmanları “aralamayı” amaçlıyordu. Belleğin, temsilin ve ifadenin ürettiği farklı anlatı katmanları, üst üste binen şeffaf sayfalarla kurgulanan “şeffaf kitaplar” aracılığıyla ortaya kondu; böylece hem görünen hem yarı gizli kalan ilişkiler üzerinden arada kalma durumu somutlaştırıldı.
YŞ Bienal sırasında gerçekleştirilen paneller ve konuşmalar, temanın kuramsal derinliğini nasıl genişletti? Özellikle öne çıkan başlıklar nelerdi?
LÖ Ian Ritchie’nin açılış konuşması, mimarlığın maddi olanla olmayan, ışıkla karanlık, içle dış, doğal süreçlerle teknolojik olan arasındaki eşikte nasıl konumlandığına dair poetik ve yoğun bir çerçeve sundu ve bienalin düşünsel tonunu belirledi. Nikos Fintikakis, iklim krizi ve ekolojik kırılganlıklar üzerinden biyoklimatik mimarlık ve sürdürülebilirlik ilkelerini tartışarak temayı güncel çevresel gündemle buluşturdu. Brian Cody mimarlığın artık yalnızca form ve mekanla değil, enerji, performans, verimlilik ve çevresel kırılganlıklarla da tanımlandığını vurguladı. Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) Başkanı Regina Gonthier, UIA 2005 İstanbul Dünya Mimarlar Kongresi’nden bu yana geçen 20 yılda barış, kamusal yarar ve kültürel çeşitlilik temel ilkelerinin hala geçerli olduğunu, ancak dünya ölçeğinde iklim krizinin, mekansal eşitsizliklerin ve dijital dönüşümün mimarlığı yeni kırılganlıklarla yüz yüze getirdiğini vurguladı; mimarlığın bugün “süreklilik ve kırılganlık, yerel ve küresel, etik sorumluluk ve teknolojik dönüşüm arasındaki eşiklerde” konumlandığını ifade etti ve “Arada” temasını yalnızca mekansal değil, çağın ruhunu tanımlayan bir durum olarak çerçeveledi.
İstanbul Planlama Ajansı’nın “Antik Kentler – Yaşayan Yerleşimler” paneli, Çimento Endüstrisi İşverenleri Sendikası’nın Binat İletişim iş birliğiyle gerçekleştirdiği “Kentsel Dönüşüm” paneli ve Binat İletişim tarafından düzenlenen “Bu Arada Mimarlık Yayıncılığı” paneli, kültürel miras, dönüşüm ve mimarlık bilgisinin üretimi konularını temayla ilişkilendirdi. Bu oturumlar, mekanın yalnızca fiziksel değil, tarihsel katmanların, politik güçlerin, bilgi pratiklerinin ve kültürel değişimlerin kesiştiği bir sahne olduğunu hatırlattı. Böylece “Arada”, mimarlık için yalnızca bir metafor değil, kuramsal bir pozisyon alma alanı olarak da tanımlandı.
Deneysel işler oturumunda, tasarımcı ekipler üretimlerinin arkasındaki güçlü kavramsal açılımları, hikayeleri ve anlatıları paylaştılar. Yas ve direnişten tarihsel–dijital katmanlara, bedensel algıdan mekansal yanılsamaya ve erozyon, zaman, malzeme döngülerinin şiirselliğine uzanan çok güçlü bir aradalık yelpazesi sunuldu. Tasarımlarda kullanılan robotik beton baskı, parametrik dönüşüm ve türlerarası sahneleme gibi çağdaş teknik ve kavramsal araçlar, doğal–yapay, insan–makine, birey–kolektif gibi ikilikleri eşiklerde yeniden düşünmeye yöneltti. Bu işler birlikte, aradalığı yalnızca iki şey arasındaki geçiş değil; politik, maddesel, algısal ve toplumsal gerilimlerin yoğunlaştığı deneysel bir düşünme alanı olarak tanımladı.
Bilim Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nün, temsili yalnızca bir sunum aracı değil, bilginin farklı özne ve bakışlar arasında dolaşarak ortaklaşa kurulduğu bir “epistemik aradalık” alanı olarak ele alan “10+ Temsillerin Ontolojisi” sergisini de anmak gerek. Bienal temasını eğitim perspektifinden yorumlayan bu özgün katkı temsilin öğrenme, düşünme ve birlikte üretme süreçlerinin taşıyıcısı haline gelmesini, mimarlık bilgisinin katmanlar arasında müzakere edilmesini işliyordu.

YŞ Antalya bağlamı, coğrafi eşikler, turizm baskısı, hızla dönüşen kent morfolojisi, bu bienalde temayla nasıl bir ilişki kurdu?
LÖ Antalya, hem Türkiye’nin en hızlı büyüyen kentlerinden biri olması hem de Akdeniz coğrafyasındaki konumu nedeniyle başlı başına bir “geçiş noktası”. Yerel ile küresel arasında salınan yapısı, çok katmanlı tarihi dokusu ve hızla dönüşen kentsel morfolojisi, “Arada” temasına güçlü ve somut karşılıklar sunuyor. Antik kent kalıntılarından Osmanlı ve Cumhuriyet izlerine, modern turizm kenti kimliğinden yoğun göç dalgalarının oluşturduğu yeni dokulara kadar kent, aynı anda pek çok zamansal ve kültürel katmanı taşıyor; bu da mirasın sürekliliği ile kırılganlığı arasındaki gerilimi görünür kılıyor.
Kentin uluslararası erişilebilirliği ve turizm potansiyeli, Antalya’yı Akdeniz’in önde gelen kültürel buluşma noktalarından biri haline getiriyor. Bu bağlam, bienalin uluslararası görünürlüğünü güçlendirirken, kentin gündelik yaşamını kültürel ve entelektüel içeriklerle besleyen bir çekim alanı oluşturdu. Antalya bu anlamda yalnızca ev sahibi değil, bienalin düşünsel zeminini besleyen aktif bir aktör oldu; temanın bedensel, mekansal ve toplumsal olarak deneyimlenen bir gerçeklik olduğunu izletti.
Öte yandan hızlı büyüme, düzensiz gelişen çevreler, turizm baskısı ve sürekli değişen sosyal yapı, kenti başlı başına bir kentsel laboratuvara dönüştürüyor. Kaleiçi’nde birkaç adımda modern turizm dokusundan Roma kalıntılarına, oradan geleneksel konut dokusuna geçebilmek, “geçişin estetiğini” ve “aradalık hallerini” gündelik deneyimin parçası haline getiriyor. Bienal süresince bu kent deneyimi ile sergilerdeki içeriklerin çakışması, Antalya ile tema arasında güçlü bir rezonans yarattı.
Uluslararası Antalya Mimarlık Bienali’nin, kentin mimari belleğinde hem mekansal hem kavramsal düzeyde kalıcı bir iz bıraktığını düşünüyorum. Pil Fabrikası ve yerleşkesinin bienal mekanı olarak yeniden işlevlendirilmesi, Antalya’nın unutulmuş üretim katmanlarını çağdaş kültürel pratiklerle buluşturarak kente yeni bir hafıza mekanı kazandırdı. Temanın sunduğu kapsayıcılık ve kavramsal çerçeve, kentin deniz–kara, tarihi–modern, yavaş–hızlı, analog–dijital, doğal-yapay gibi güçlü karşıtlıklarla örülü gerçekliğinde somut karşılıklar buldu.
Bienal, geriye yalnızca bir etkinlik hatırası değil, Antalya için başvurulabilecek özgün bir mimari arşiv ve daha sonraki araştırma, tartışma ve sergilere temel oluşturabilecek referans niteliğinde bir kültürel üretim birikimi bıraktı. Kente uzun vadeli bir mimarlık diyaloğu kazandıran güçlü ve sürdürülebilir bir etki yarattığını söyleyebilirim.

YŞ Bienalin Antalya halkıyla buluşması ve kamusal katılım düzeyi nasıldı? Kentli profili temayı nasıl okudu?
LÖ Bienal hem izleyici sayısı hem de izleyici çeşitliliği açısından beklediğimizin çok üzerinde ilgi gördü. İlgi sadece meslek ortamıyla sınırlı kalmadı; mimarlık kentliyi içine alan kamusal bir kültür pratiğine dönüştü. Kentli profili, temayı çoğu zaman akademik bir çerçeveden değil, kendi gündelik mekansal deneyimleri üzerinden okudu. Farklı yaş ve mesleklerden çok geniş bir sosyal kitle sergileri yerinde gezdi, fotoğrafladı, interaktif enstalasyonlarda vakit geçirdi, işlerle temas kurdu, “Merak Odaları” mimarlarının sohbet ve mini turlarına katıldı ve mekanları aktif bir deneyim alanı olarak kullandı. Kavramsal yerleştirmeler karşısında merakla durup düşünme hali, bienalin kamusal ölçekte bir mimarlık eğitimi işlevi gördüğünü gösterdi. Tüm bunlar bienalin kentsel bellekte deneyimsel bir iz bırakmasını sağladı. Bu da “Arada” temasının Antalya gibi çok katmanlı bir şehirde ne kadar karşılık bulabilir olduğunu ortaya koydu.
Öğrenci katılımı da son derece yüksekti. Antalya’daki üniversitelerin yanı sıra, Antalya Mimarlar Odası’nın ulaşım desteğiyle Isparta (SDÜ), Burdur (MAKÜ) ve Alanya’dan (ALKÜ); üniversitelerin imkanlarıyla İzmir’den (DEÜ) ve Ankara’dan (ODTÜ, TOBB-ETÜ) toplu halde gelen mimarlık öğrencileri sergileri gezdi, mimar ve sanatçı turlarına katıldı. İmza günü ve konuşmalara gösterilen yoğun ilgi, bienalin öğrenciler tarafından yalnızca bir sergi değil, bir öğrenme ortamı olarak da benimsendiğini gösterdi.
Kepez Belediye Başkanı ve yöneticilerinin açılışa katılması, yanı sıra yeniden gelerek mekanları ve sergileri gezmesi ve üretimlere gösterdiği gerçek ilgi, bienalin yerel yönetim tarafından benimsendiğinin de bir göstergesi oldu. Bu yaklaşım, bienalin kentteki karşılığını güçlendirirken, yerel yönetimlerin kültür ve mimarlık üretimine aktif katılımının önemini de görünür kıldı.

YŞ IABA 2025’in mimarlık ortamında nasıl bir tartışma alanı açtığını düşünüyorsunuz? Bienalin mimarlık kültürüne katkısını nasıl değerlendirirsiniz?
LÖ IABA 2025’in Türkiye’deki mimarlık ortamında son yılların en çok boyutlu tartışma zeminlerinden birini temsil ettiğini düşünüyorum. Bienal dijitalleşme, yapay zeka, iklim baskısı, hız ve verimlilik rejimleri, kültürel aşınma ve süreklilik, mekansal politika ve adalet, kentsel sıkışma ve dönüşüm gibi bugün mimarlığın üzerinde durduğu kırılma hatlarını doğrudan görünür kıldı. Disiplinin teknik, kavramsal ve sosyokültürel dönüşümünü aynı çerçeve içinde tartışmaya açtı.
Ana sergi Merak Odaları, mimarlığın sadece bir sonuç ya da nesne değil, bir “düşünme biçimi” olarak nasıl çalıştığını gösterdi. Her oda, bir mimarın kendi pozisyonunu, temsil stratejilerini, üretim araçlarını, sezgilerini ve mekan anlayışını görünür kılan bir düşünsel atölye olarak işledi. Böylece Odalar sadece sergi objeleri değil, mimarlığın nasıl düşünüldüğü, nasıl temsil edildiği ve nasıl öğrenildiği üzerine somut alternatifler sundu. Mimarlığın nesne üzerinden değil, düşünsel süreç üzerinden okunmasını teşvik eden diyaloglar kurdu. Diğer üretimler, mimarlığın bağlamsal okuma pratiklerini öne çıkardı; bazıları Antalya’nın katmanlı yapısından ve tarih–modernite eşiklerinden beslenirken, büyük bir kısmı Türkiye ve dünya mimarlık gündemine yönelik refleksleri paylaştı.
Yapay zeka ve kültürel miras ilişkisi, analog–dijital üretim kültürünün kesişimi, üretimde hız baskısı, mekansal geçirgenlik ve belirsizlik, iklim krizi karşısında yeni malzeme ve teknik arayışları, temsilde ve mekanda dönüşüm, kentsel çatışma, yersiz bırakılma ve bellek gibi konular birçok işin merkezindeydi. Üretim çeşitliliği, mimarlığın yalnızca yapı üretimi değil; temsil, düşünme, araştırma, sezgi, deney, teknoloji ve kültür üzerinden de okunabileceğini ortaya kondu.
Sergei Tchoban’ın “Between Timelayers” sergisi kenti tarihsel katmanlarıyla “içine girilebilir bir tarih kitabı” olarak okuyan bir yaklaşımı temsil ediyordu. Çizimin hem deneysel hem kavramsal bir düşünme alanı, yeni mimari fikirleri deneme, katmanları yeniden yorumlama ve geçmiş ile bugün arasında diyalog kurma aracı olarak kullanılmasını örnekleyerek, mimarlığın tahayyül gücünü ve temsil araçlarını yeniden gündeme taşıdı.
Mimarlar Derneği 1927’nin “Arasında / Sırasında” sergisi mesleki örgütlenme pratikleri, Türkiye mimarlık tarihindeki eşikleri ve kurumsal tarihini görünür kılarak mimarlık kültürüne bir arşiv çerçevesi sundu, bienalin açtığı tartışma alanını tarihsel bir perspektifle derinletti.
Bienal; mimarlığın hem profesyonel hem toplumsal bir düşünme pratiği olduğuna dair güçlü bir farkındalık yarattı. Bienal sonrasında hazırlanacak belgesel ve kitap ile tartışmaların, işlerin ve kavramların kayıt altına alınacak olması, sürecin devamlılığı açısından önemli bir aşama olacak. Böylece bienal yalnızca kendi anına ait bir olay olmaktan çıkarak, ilerleyen yıllarda hem akademik hem mesleki ortamlarda başvurulacak kalıcı bir kaynak üretmiş olacak.

YŞ IABA 2025’in sonunda, mimarlığın bugün nerede durduğuna ve hangi “eşiklerde” yeni pozisyonlar geliştirdiğine dair kişisel değerlendirmeniz nedir? Ayrıca sonraki edisyonlar için hangi kavramsal yönelimlerin öne çıkacağını düşünüyorsunuz?
LÖ Açıkçası IABA 2025’in sonunda mimarlığın bugün tam olarak tek bir yerde durduğunu söylemek zor. Daha çok bir “eşikler alanı”nda konumlandığını düşünüyorum. Bienal, mimarlığın artık tek bir yerden konuşmadığını; farklı uçlar, farklı gerilimler ve yöntemler arasında gidip geldiğini ve bu aradalığın kendisinin yeni ve yaratıcı bir üretim zemini haline geldiğini gösterdi.
Disiplin, kutupların arasında, geçişlerde ve eşiklerde pozisyon alıyor. Bu nedenle mimarlığın kendisi sabit bir durak değil; hareket halinde, soru sormayı sürdüren bir düşünme pratiği gibi görünüyor. Arada olmanın sadece bir tema değil, bizzat disiplinin kendisi olduğunu söylemek yanlış olmaz; yeni pozisyonlar da bu açıklık, esneklik ve çokluğun içinde doğuyor ya da gelişiyor.
YŞ Bienalin sonraki edisyonları için, bu yıl elde edilen geri bildirimlerden çıkan en kritik kavramsal yönelimler neler olabilir?
LÖ Sonraki edisyonlar için, yer–bağlam–küresel söylem üçgeninde hibrit üretim biçimlerinin, tüm canlılara, biyolojik yaşam döngüsüne ve mimarlığın kamusallaşmasına odaklanan, katılımcı ve etkileşimli işlerin öne çıkacağını öngörüyorum. Yerel olanın artık tek başına yerel olmadığı, küresel olanın da saf küresel kalmadığı bir dünyada, aradalık hallerinin artacağına, çeşitleneceğine ve daha derinlemesine tartışılacağına inanıyorum.
Bienalin devam etmesini ve başarıyla tamamlanmasını mümkün kılanların desteğini anmadan geçemem: Etkinliğin hafızasını tutan, önerileriyle süreci ve programı geliştiren usta mimarlık eleştirmeni, bienal başkanı Prof. Dr. Celal Abdi Güzer; eş-küratör olarak bienalin kavramsal ve düşünsel arkaplanını birlikte şekillendirdiğim genç meslektaşım Elvan Hazal Türkyılmaz Bilgiç; 2011 yılında bienal serisini başlatan, tüm edisyonlarda emek ve katkıları olan Mimarlar Odası Antalya Şubesi eski başkanı Osman Aydın, Prof. Dr. Tülin Görgülü ve Prof. Dr. Suha Özkan; bienalin düzenlenmesi konusundaki iradesi ve koşulsuz desteği için Mimarlar Odası Antalya Şubesi Başkanı Hasan Çerçiler ve yönetim kurulu bu isimlerin başında geliyor.
Ayrıca, iletişim desteği ve kurumsal destek konusundaki içten yardımları için Pelin Özgen Piker’e ve Özlem Yalım’a, Bienal Bilim ve Danışma Kurulu ve Düzenleme Kurulu üyelerine, bienalin arka planındaki yoğun iletişim, organizasyon ve kurulum süreçlerini yürüten koordinatörler Ayça Akay ve Batuhan Efe Şahin’e, müthiş bir enerji ve güler yüzle bienal sosyal medya iletişimini, kurumsal kimlik çalışmalarını ve belgeleme işlerini yapan Evrenworks ekibine, organizasyon gönüllülerine, jüri üyelerine, raportörlere, sponsorlara ve bienale eser, sergi ve konuşmayla katılarak diyalog ortamını kuran, içeriği zenginleştiren, tartışmaları derinleştiren tüm katılımcılara ve kurumlara da içtenlikle teşekkür ediyorum. Uluslararası Antalya Mimarlık Bienali (IABA) 2027’de görüşmek üzere…


