Kurulmuş Gerçeklik Çağında Mimarlık

Celal Abdi Güzer, Prof. Dr.
ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi

Resim 1. Guggenheim Museum, Bilbao. Mimari: Frank Gehry.

Resim 1. Guggenheim Museum, Bilbao. Mimari: Frank Gehry.

2016 yılında Oxford sözlüklerinin yılın sözcüğü seçtiği ve ilk kez Steve Tesich’in “Yalanlar Rejimi” başlıklı yazıda kullandığı “hakikat-sonrası” ibaresi en kaba hatları ile dönüşen dünyada ve çoğalan bilgi ortamı içinde gerçek olanla gerçekdışı arasındaki ayrımın zorlaşmasına, hatta belirsizleşmesine işaret ediyor (1). Gelişen medya ve çeşitlenen iletişim olanakları içinde bilgiyi sadece paylaşmak değil, aynı zamanda çeşitli amaçlar doğrultusunda değiştirmek, öne çıkartmak ya da yönlendirmek olanaklı hale geliyor. Bu durum naif bir bilgi eksikliğinin, yanlış anlamanın, indirgemeci bir yaklaşımın sonucu olabileceği gibi belli bir amaç ya da çıkar uğruna kasıtlı olarak yapılan bir eyleme de dönüşebiliyor. Arendt’e göre bu durum “gerçek dünyada yönümüzü tayin etmemizi sağlayan duyumuzun tahrip olmasıdır” (2). Bu nedenle hakikat-sonrası olarak altı çizilen durumun önemli bir bölümü de anlamı dönüştürme, tahrip etme çabalarından, bir anlamda kurulmuş gerçekliklerden oluşuyor. Yazının başlığında kullanılan kurulmuş gerçeklik sıfatı, hakikat sonrası kavramının genel kapsamından farklı olarak bir güç ya da çıkar sağlamak üzere dönüştürülmüş, farklılaştırılmış ya da bir bölümü indirgenerek ya da saklanarak anlamı değiştirilmiş bir bilgi ya da kültür birikime karşılık geliyor. 

Kurulmuş gerçeklik siyasetten kültür ve sanata, ekonomiden bireysel tanıtıma pek çok konuda bir varlık göstermek, zemin oluşturmak, izleyici toplamak, öne çıkmak, var olanı farklı göstermek gibi amaçlarla işlevselleştirilebiliyor. Özellikle görsel malzeme bu işlevselleşmenin tamamlayıcı parçasını oluşturuyor. Anlam ve etkisini büyük ölçüde görsel iletişim yolu ile temsil etme ve güçlendirme şansına sahip olan alanlar bu ortamda ayrıcalıklı bir öncelik sağlıyor. Eleştirel kültür ve değerleri görsel malzemenin anlamlandırılmasına dayanan mimarlık da bu dönüşen ortamın ve kurulmuş gerçekliğin getirdiği etkilere açık kalıyor. Bu etki mimarlığın eleştiri alışkanlıklarından ana eksen oluşumuna, güncellik kavramının oluşmasından pazarlanmasına pek çok bileşenini etkiliyor; oluşan kültürel öncelik ve kabuller mimarlık pratiği üzerinde dönüştürücü bir etki yaratıyor. Küresel kültürün özellikle sosyal medya ortamı göz önüne alındığında belli bir konuda uzman olanlarla o konuda belli bir eğitim ya da birikimi olmayanların eşit söz olanağına sahip olmaları, üretilen bilginin kaynağını belirsiz hale getiriyor. Daha önemlisi söylenen söz, bilgi kaynağının güvenilir olmasından çok o kişinin tanınırlık düzeyi, söyleme biçimi, kullanılan görselin etkisi ya da çokça referans verilmesi, izlenmesi ve beğenilmesi ile değer kazanıyor. Bu nedenle sosyal medya ortamında öne çıkartılan, beğenilen örneklerle mimarlık disiplini içinde, özellikle akademi ortamında değer oluşturan örnekler arasında zaman zaman bir süreklilik ama zaman zaman da çatışmalara varan bir farklılık oluşuyor. Mimarlık ortamının değer verdiği, önemsediği, kültürel miras olarak gördüğü bir yapı, sosyal medya birikimi içinde sıradanlaşabilirken, bunun tersi de olanaklı olabiliyor. Örneğin Seyfi Arkan’ın İller Bankası yapısının ya da İzmir Büyükşehir Belediye yapılarının yıkılma sürecinde bu yapıların özgün mimari özellikleri ve kültürel miras değeri ile ilgili tartışmalar önemli bir çoğunluk için karşılık bulamadı. Kente, yeni yapılaşmalara yer açma gibi kavramlar, eskimiş olanın değersizliği popüler bir zemin olarak kullanıldı. Benzer biçimde mimarlık ortamı için özgün bir değer taşımayan pek çok yapı işlevi, konumu ya da abartılı dışavurum ve kimlik oluşturma çabaları ile ilgi çekebiliyor. Bütün bunların yanında tüketim toplumu kültürü içinde yapının kimlik değerinin artı bir pazar değeri olarak kabul görmesi yapay kimlik arayışlarının, abartılı biçim denemelerinin önünü açıyor, adeta bir zorunluluk haline getiriyor. Farklılaşma üzerinden ilgi çeken değer kazanan yapılar özgün bir paylaşım ve beğeni nesnesine dönüşüyor, kendiliğinden meşrulaşan yapay bir çağdaşlık kavramının zeminini oluşturuyor.

Bu dönüşümler içinde mimarlık; yeni kültür ortamının önceliklerine ve değer üretme biçimlerine açık kalarak zamana direnme, işlev ve biçim sürekliliği, tektonik dürüstlük gibi geleneksel ilkelerinden ayrılmaya başlıyor. Benzer biçimde güncel üretim üzerinde etkili olan çağdaşlık kavramı ve onu temsil eden ana eksenin oluşma biçimi de bu yönlendirilmiş değer sistemine geçirgen hale geliyor. Bu ortamın mimarlık üzerine etkileri ve yaşanan dönüşümler bazı başlıklar altında değerlendirilebilir:

Resim 4. CCTV, Beijing. Mimari: OMA.

Resim 4. CCTV, Beijing. Mimari: OMA.

Yapay Bir Çağdaşlık Kavramının Oluşması / Totolojik Çoğulculuk

Çağdaş mimarlık zamanın getirdiği olanaklar ve öne çıkardığı değerleri, buna bağlı olarak geçmiş mimarlık birikimi ile süreklilik ve aykırılıklar barındıran güncel tasarım anlayışını temsil eder. Bu geniş çerçeve içinde bakıldığında çağdaş olma durumu sadece dil ve biçim gösterimine indirgenemeyeceği gibi geçmişin tümüyle reddedilmesi anlamına da gelmez. Çağdaş tasarım anlayışı zamanın özelliklerini, önceliklerini, dönüşümlerini ve bunların bütününü temsil eden ruhunu eleştirel bir değerlendirme içinde ele alır. Bu ruh ile onun yaşama biçimini barındıran yapı arasında bir süreklilik kurmaya çalışır. Öte yandan yapılı çevre zamanın sadece temsilcisi değil, aynı zamanda dönüştürücü gücüdür, çağdaşlık kavramının doğrudan parçasıdır. Çoğu zaman çağdaş sözcüğü ile eş anlamlı gibi kullanılan modern sözcüğü ise mimarlık alanında bir yandan donmuş dil özellikleri olan belli bir mimarlık dönemine öte yandan gündelik kullanımı içinde güncel yapı deneyimine karşılık gelen ikili bir yapı barındırır. Popüler kültür içinde yeni olan, çağdaş donanımlara sahip yapılar çoğu zaman eleştirel bir değerlendirilmeden geçirilmeksizin çağdaş ya da modern olarak sıfatlanır. 

Sosyal medya kültürü belirli imajların öne çıkartılması ile daha belirgin referanslar içeren yapay bir çağdaşlık kavramının öne çıkartılmasını getiriyor. Büyük ve yüksek yapıların yanı sıra cam, boşluklu ya da örgü metal cepheler, işlevinden bağımsız kullanılan güneş kırıcılar, belli cephe kompozisyonları, grafik anlatıma dönüşen dolu boş oranları, yeşil teraslar gibi bazı mimari ifadeler içeriklerinden bağımsız olarak salt eş zamanlı ve tekrar ederek varlık gösterdikleri için çağdaşlık işareti haline gelebiliyor. Benzer biçimde paylaşım ortamları içinde çokça öne çıkartılan ve beğenilen özgün örnekler yeniden üretim süreçleri için birer kaynak, model işlevi görüyor, kendi içerik ve bağlamlarından bağımsız olarak çoğaltılıyor. Böylelikle kurulmuş gerçeklik ortamı imaja indirgenmiş eklektik bileşenlerden oluşan bir çağdaş mimarlık algısı sunuyor. Bu yapay çağdaşlık kavramı bir yandan gelişen olanaklar ve kültürel çeşitlilik içinde çoğulcu bir yapının yansıması gibi görünürken öte yandan güncel değerler içinde öne çıkan imajların tekrarı ile oluşan totolojik bir birikime işaret ediyor. Tüketim toplumu kültürü, çoğulculuğun sadece kaynağını değil aynı zamanda kısıtlayıcı ve indirgeyici ortamını da oluşturuyor. Özünde benzerlik barındıran, tipolojik türevlerden oluşan pek çok tasarım ürününe biçimsel ve yüzeysel farklılıkları üzerinden özgünlük değeri kazandırılıyor. Jean Baudrillard’ın dediği gibi, artık bilginin sınırsızca çoğaldığı buna karşın anlamın azaldığı bir dünyada yaşıyoruz (3).

  

Yapay Biçim ve Kimlik Arayışları / Tipolojik Özgünlük

Kendisi de büyük bir tüketim şemsiyesi olan mimarlık ve onun barındırdığı tasarım ürünleri işlevsel özelliklerine kimlik ve işaret değeri ekleyerek pazarda öne geçmeye çalışıyor. Burada başvurulan en kestirme yol farklılaşmak. Farklı olmak, diğerlerine benzememek ilgi toplamayı, gündelik yaşamda görünür olmayı, medya paylaşımlarında öne çıkmayı getiriyor. Binalar eğilip bükülüyor, abartılı konsollar, çeşitlenen malzemeler, aynı işlevi örtmeye çalışırken bağımsız desenlere dönüşen kaplamalar yapıyı görünür kılmaya çalışıyor. Hepsinden önemlisi belli bir deneysel araştırma, eleştirel yenilik arayışı ya da mekan zenginliği oluşturmaya çalışarak özgünlük kazanan örneklerle bunların eleştirel bir arka plan taşımayan temsili biçimleri ve yapay tekrar ve taklitleri arasındaki farklar belirsizleşiyor. Bu ortam içinde özgün olarak nitelenen tasarım örnekleri, popüler kültür ortamının baskısı ile çoğaltılmaya, yeniden üretilmeye böylelikle tipleşmeye zorlanıyor. Özellikle yıldız mimar adı altında öne çıkan mimarların bazı çalışmalarının kazandığı tanınırlık ve pazar değeri sadece başkalarının değil, mimarının da geliştirilen özgün dili tekrar etmesine, bir anlamda kendini taklit etmesine yönelik bir baskı oluşturuyor. Böylelikle kolay bir araya gelmeyecek “özgün” ve “tipolojik” gibi iki kavramın iç içe geçtiği görülüyor. 

Resim 3. Kütüphane, Birmingham. Mimari: Mecanoo.

Resim 3. Kütüphane, Birmingham. Mimari: Mecanoo.

Moda-Mimarlık İlişkisi

Moda, tüketim toplumunun en önemli keşiflerinden biridir. Moda söz konusu olduğunda işlevsel bir nesne kullanım ömrünü tamamlamasa bile kültürel ömrü nedeni ile talep görmez ve işlevsiz hale getirilebilir, böylelikle yeni pazarlara yer açılır. Kimlik değerinin abartılı bir beklentiye dönüşmesi, yapıların her şeyden çok imaj üzerinden değer kazanması mimarlık ile moda arasında bir süreklilik ilişkisi oluşturarak mimarlığın çağlardan beri peşinden koştuğu “zamana direnme ya da zamansızlık” kavramı ile ters düşmesini, gündelik kültür ortamında güncel olarak yüceltilen, sıklıkla yenilenebilen değerlerin peşinden koşmasını getirmiştir. Bu ortamın kültürel baskısına geçirgen olan yapılar bir yandan inşai ya da işlevsel olmayan eklemelere açık kalırken öte yandan zaman içinde değişikliklere olanak tanıyan bir gösterim ortamına dönüşmektedir. Bu durum yer, yön ve işlevden bağımsız olarak şekillenebilen, herhangi bir coğrafyada bağlamında tekrar edebilen cephe ve biçimleri getirebildiği gibi uç noktada, örneğin AVM ve benzeri yapılarda, cepheyi yapıdan bağımsız olarak ele almak, yeniden üretime açık hale getirmek ve adeta bir süsleme unsuruna dönüştürmek olanaklı hale gelebilmektedir. Benzer biçimde özellikle iç mekan ölçeğindeki kişiselleştirme çabaları yapının dil bütünlüğü ve sürekliliğini bir zorunluluk olmaktan çıkartmakta, eklektik anlam üretimine zemin oluşturmaktadır.    

Resim 2. Alışveriş merkezi, Wuhan. Mimari: UNStudio.

Resim 2. Alışveriş merkezi, Wuhan. Mimari: UNStudio.

Cephe ve İnşai Sistem Arasındaki Sürekliliğin Kırılması 

Cephe, uzun yıllar slogan haline gelen “biçim-işlev sürekliliğinin” ötesinde, yapının inşai varlığının bir yansımasıdır. Mimari dil mekânsal kurgu, cephe elemanları, taşıyıcı elemanlar, dolu boş oranları ve malzemenin oluşturduğu sürekliliğin bir sonucudur. Burada taşıyıcı sistem ve onun getirdiği düzen bu sürekliliğin altyapısını oluşturur. Bugünün kültür ortamı içinde öne çıkarılan abartılı farklılaşma ve kimlik üretme çabaları bu sürekliliğin getirebileceği kısıtlamaları aşmanın bir yolu olarak cepheyi yapının inşai varlığından bağımsız bir dışavurum ele almakta, tamamen yapıdan kopartılmış ya da yapıya eklenmiş bağımsız grafik bir gösterim ortamına zemin oluşturmaktadır. Arka planda kurulan düzenle ilişkisini kesen dış çeper bir yandan çoğulcu referanslarla şekillenebilen bir tasarım özgürlüğü kazanırken öte yandan yapıyı herhangi bir tasarım ve tüketim objesine dönüştürme, mimarlığın yer, zaman ve kültürle kurduğu kalıcı ilişkiyi kesintiye uğratma riski barındırmaktadır. Diğer tasarım nesnelerinin çoğundan farklı olarak belli bir yerde, uzun yıllar kalıcı olmak üzere tasarlanan mimarlık ürünü, popüler kültür ortamının değer ve öncelikleri içinde bir yandan yerle kurduğu aidiyet ilişkisini, öte yandan zamana direnme gücünü yitirmektedir.       

Resim 5. Heyder Aliyev Center, Bakü. Mimari: ZHA

Resim 5. Heyder Aliyev Center, Bakü. Mimari: ZHA

İmaj ve Gerçek Farkının Belirsizleşmesi

Kurulmuş gerçeklik ortamı bilgiyi kolay tüketilebilir formatlara indirgemektedir. Sloganlaşmış yorumlar, eleştirel değerlendirmelere dayanmayan çıkarımlar, bütünün içinden seçilmiş parçalar ve imajlar kısa yoldan değer üretmeyi, kitlelerin beğeni ve tercihlerini yönlendirmeyi hedeflemektedir. Doğası gereği kendini görseller üzerinden anlatan mimarlık bilgisi imaj paylaşımına indirgenmekte, zaman zaman bir yapının tek bir imajı popüler bir kimlik değeri kazanmaktadır. Bu indirgemeci yaklaşım içinde yapıların bağlamı, bağlamla kurduğu ilişki, işlevi gibi pek çok özelliği önemsiz hale gelmekte, hatta gelişen yazılım ortamları içinde yapının gerçekten var olup olmadığını anlamak neredeyse olanaksız hale gelmektedir. Sadece imaj üzerinden oluşturulmaya çalışılan mimarlık birikimi her türlü eleştirel zeminden özgürleşen ve sadece tekrarlarla değer ifade eden bir ortama dönüşmektedir. Böyle bir ortam yapının gerçeklikle kurduğu ilişkiyi ve bu ilişkinin getireceği eleştirel değerlendirmeleri, buna bağlı olarak da olası geri beslemeleri dışlamaktadır.

Resim 6. Serpentine Gallery, Londra. Mimari: ZHA

Resim 6. Serpentine Gallery, Londra. Mimari: ZHA

Kurulmuş gerçekliğin getirdiği kültür ortamı içinde zaman zaman yönlendirilmiş, zaman zaman da tesadüfi olarak şekillenen bir mimarlık ana ekseni ile karşı karşıya kalıyoruz. Promosyonlarla öne çıkartılan mimarlık örnekleri, sosyal medyada etkili olan ama alanın uzmanı olmayan kişilerin paylaşımları, para ödeyerek başvurulan ödüllerin öne çıkarttığı yapılar, gerçekleşme olanağı olmayan imajların yanı sıra özgün ve bağlamsal tasarımların ikinci elden üretimleri ile oluşan tipolojiler gerçek anlamda eleştirel süzgeçten geçmemiş bir mimarlık birikimini öne çıkartıyor, ana eksenin baskın temsiliyet ortamı gibi gösteriyor.  Bu yeni kültür ortamı içinde yitirilen gerçekliği yeniden kazanmak için yapı ölçeğinin ötesinde farklı ölçekleri ve çok girdili ilişkileri kapsayan kültürel ortamların farklılıklarına odaklanan, öncelikleri sorgulayan ve yeniden kademelendiren bir eleştiri duyarlılığı gerektiriyor.

Resim 7. Katar

Resim 7. Katar


(1)  Bu terim ilk kez senaryo yazarı Steve Tesich’in 1992 yılında Nation Dergisi’nde yazdığı yazıda kullanılmıştır. Yazının çevirisi için bkz: Tesich, S. 2021, “Yalanlar Rejimi”, çev. Eren Ekin Ercan, Cogito, s.104, İstanbul, s.23-29.

(2) Arendt, Hannah, 2012. “Hakikat/Doğruluk ve Siyaset”, Geçmişle Gelecek Arasında: Siyasi Düşünce Konulu Altı Deneme içinde, çev. Bahadır Sina Şener , İletişim, İstanbul s. 310. 

(3) Baudrillard, Jean, 1994. “Simulacra and Simulation”, çev:  Sheila Glaser, Univ of Michigan Press, Ann Arbor.

(4) Güzer, Celal Abdi, 2020. “Bir Mimarlık Eleştirisi Ortamı Olarak Sosyal Medya”, Mimari Yansımalar (ed. Kaymak, G., Yaşar, D.), YEM Yayınevi, İstanbul, s. 29-42.