Kerpiç Duvarda Geçirgenlik ve Form, Bir Yapı-Sanat İşi olarak Kerpiç Heykel

Doç. Dr. Ümit Arpacıoğlu

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi tarafından, Anadolu’da yaygın kullanılan kerpiç malzemenin modern kulanım olanaklarının daha iyi tanıtılması amacıyla tasarlanan kerpiç yapı-sanat (heykel) işi, 05-07 Eylül 2019 tarihleri arasında Muğla Köyceğiz BKM Plato’da düzenlenen 7. Uluslararası Kerpiç’2019 Sempozyumu’nda yapılmıştır. “Geçirgenlik ve Form” temalı kerpiç açık hava heykelinin faaliyetleri 2019 yaz aylarında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi bünyesinde atölye ve kuramsal çalışmalar ile başlamış, bir manifesto hazırlanmış ve söz konusu sempozyumda yapımı gerçekleştirilen heykel kalıcı olarak yerini alarak izleyicilere tanıtılmıştır. Heykelin dayanağı olan geçirgenlik çalışmaları, yazının devamında sırasıyla detaylıca açıklanan düşünsel temanın oluşturulması ve araştırılması, sonrasında atölyede öğrenciler ile bu kuramsal temanın üzerine çalışılması ve son olarak da tecrübelerin, düşüncelerin doğaç forma dönüştüğü bir sanat işine dönüşmesidir.

Hayatını doğal yapı malzemelerine ve sürdürülebilir mimariye adamış değerli mimar Cengiz Bektaş, sempozyum açılış konuşmasında yapımına şahit olduğu kerpiç heykel ile ilgili şu sözleri söylemiştir: “Çok saygı duyduğum bir insanın kurduğu modern sanatlar müzesinde kerpiçle yapılmış büyük bir heykel sergisini gördüğüm zaman Allah Allah niye bizde bunlar yok, gerçekten de telaşlanmıştım bir anlamda ama şimdi içim çok rahat. Bu doçent arkadaşımıza ve onun gencecik gerçekten pırıl pırıl gençlerine yürekten teşekkür ediyorum. Bana yeniden inanç şırınga ettiler. Şimdi Almanlara diyeceğim ki bizim tarihi bilgilerimiz burada bitmiyor, bu devam etmekte bugün Anadolu’da.” (Bektaş, 2019)
Kerpiç açık hava heykelinin “geçirgenlik ve form” temasını kavrayabilmek için ışığın, duvarın, geçirgenliğin ve toprağın serüvenlerini incelemek yerinde olur. Duvar düşünüldüğünde akıllara genellikle dış ile içi ayıran sınır gelir. Dışı algılatan, mekanı tanımlayan nedir diye sorulacak olursa ışık belirir hemen akıllarda. Peki, ışık-mekan ilişkisi düşünülürken malzemeye hatta duvara ihtiyaç var mı sahiden? Yoksa, duvarları bizler kafalarımızda mı ördük hep?
“Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı” Ursula K.Le Guin “Mülksüzler”(Guin, 1990)

Işığın Serüveni
Ünlü filozof Platon, güneş ve ışık metaforunu “iyiliğin çocuğu” olarak betimler. Işık her şeyin açıkça görünmesini sağlar, metaforik olarak algının gerçeklikle birleştirilmesini sağlayan unsur olarak iyilik kavramı ile bütünleşir (Aygen, 2016). Orta Çağ’a gelinirken ışık kavramı, Aziz Tomasso’nun güzellik tanımından biri olarak karşımıza çıkar ve Hristiyan öğretisi ile birleştirilerek yeni bir kimlik daha kazanır. Böylece madde üzerinde parlayan ışık, ancak kaynaklandığı varlığın yansımasıyla açıklanabilir. Tanrısallaşan ve Tanrı’nın tüm evrene yaydığı ışığın özdeşleştirilmesi ile ilişkilenir (Abacı, 2013). Tanrı ile ilişkilenen ışık ve onun zıttı karanlık kavramlarına Avrupa Erken Orta Çağ’ında dinsel temelli ütopyalarda sıkça rastlanır. Oysa İslam kültürü çerçevesinde üretilen ütopyalarda aydınlık cennet- karanlık cehennem düalitesi yoktur. Aklın aydınlanması üzerinden saadete ulaşma düşünceleri, kıyas yolu ile bütünleştirilir. Faziletli, erdemli kent ya da devlet, tanrısal gerçeği aklın aydınlığında algılayan bireylerden oluşur (Aygen, 2016). İran’da ise ışık temasının sıkça yer almasının temelinde, İran’ın kadim Zerdüşt dininde ışığın oynadığı rolün yatıyor olması muhtemeldir. Işık karanlık bir mekanın içine taşınıp orayı aydınlattığında bilginin ışığı ile cehaletin karanlığından kurtulmak metaforu ortaya çıkar (Aygen, 2016). Işık teması Budist öğretinin de temelini oluşturur. Buna göre yaratıcı, tüm yaratılmışların içinde akan bir ışıktır. Budizm’deki “Arınmış Ülke” bir anlamda ışık ütopyasıdır. Bu tanrısal ışık kavramı Avrupa’da Barok Dönem ve Aydınlanma ile birlikte diğer tüm bilimler gibi mimarlık ve kentsel tasarımda da insan aklının ve yaratıcılığının ön plana çıktığı zamanın ruhundan etkilenir. Bu çağa adını veren “Aydınlanma’’ sözünde bile ışığa simgesel bir gönderme vardır. Bir önceki dönemin ilahi ve mistik ışığı artık yerini bilimsel ve sanatsal bir aydınlığa bırakır (Aygen, 2016).

“Gezegenimizin ve tüm varoluşun kırılgan imgesel kisvesini beraber ortaya çıkartmak için, görünenin içinde görünmeyeni görmek, ışığı görmenin metaforudur. Bir kere ışığı görmeyi öğrendiğimizde, her şey devamında gelecektir” Zajorc A. (Zajorc, 1993),(Sayın, 2016)

On dokuzuncu yüzyılda endüstrileşmenin hız kazanması ile büyük kentlerde sınıf farkları belirginleşir ve işçilerin yaşadıkları kötü şartlardaki mekanlar ortaya çıkar. Diğer yandan gün ışığı ve karanlık ikilemi distopik eleştirilerde yeniden görülür. Bunun en iyi örneklerinden biri Fritz Lang’ın Metropolis adlı filminde çalışma sisteminin temelini oluşturan işçilerin yerin altında, üst sınıf insanların ise bir kulede yaşamalarıdır (Aygen, 2016). Günümüze kadar gelen kapitalist düşünce ile gün ışığı ve yaşam; gün ışığını mekanda yaşamak maddiyatçı bir bakış açısı kazanır. Endüstrileşmenin merkezindeki İngiltere’nin pencere vergisi sistemi buna iyi bir örnektir. Başka bir deyişle, dışı görme ile birlikte içeri ışık alma ekonomik bir olgu haline gelir. Işık artık alınan, satılan, bazen anlaşılması muğlak olan bir mevhumdur.

Duvarın Serüveni
İnsanoğlu evrenin sınırsızlığı karşısında sınırları tanımlamayı, biçimlendirmeyi, dönüştürmeyi ve yönetmeyi öğrenir. Yapılı çevreyi sınırlarla oluşturan insan, aynı zamanda kendi sınırlarını da inşa eder. Buna göre sınır iki boyutlu bir çizgiden çok daha fazlasını ifade eder (Selçuk and Sorguç, 2016). Mekanları tanımlarken hem bir arayüz hem de iç ve dış arasında bir sınır olarak var olan “duvarlar” bir paradoks yaratırlar. Aslında duvar, sadece farklı mekanları birbirinden ayıran çizgi olarak değil yapılı çevrenin yeniden kurgulanmasında farklı açılımları da beraberinde getiren bir öğedir. Başka bir deyişle duvar, yalnızca ayrıştıran, yön veren, ilişki kuran ve organize eden bir eleman değil, aynı zamanda tasarımın fiziksel ortamda gerçekleşmesini sağlayan bir öğedir (Selçuk and Sorguç, 2016). Duvar zamanla, sadece mekanları ayırmanın ötesine geçerek kültürel kimlikleri ayırmaya ve tanımlamaya başlar; artık fiziksel değildir düşünseldir. Tarihte yapımı ya da yıkımı gerçekleşen duvarlar, önemli sosyal, kültürel ve ekonomik değişimleri beraberinde getirmiştir. 20. yüzyıldaki bilişimsel ve sayısal gelişmeler duvarı gerçekliğin ötesine taşır. Buna göre duvar hayal edilen yerde tanımlanabilir veya geçirgenliği düzenlenebilir hale gelir. Son yüzyılda bilgi ve bilgi paylaşımının sınırları yok olurken duvarın anlamları da dönüşmeye başlar (Selçuk and Sorguç, 2016).

Geçirgenliğin Serüveni
Rowe ve Slutsky fenomenal geçirgenliği; optik olarak üst üste binen yüzeylerin birbirlerini yok etmeden yeni bir optik niteliğe kavuşmaları olarak yorumlarlar ve bunun ötesinde öznenin sürekli etkinliği halinde geçirgenliğin, farklı mekansal konumların aynı anda algısını sağlayan mekansal bir düzen getirdiğini belirtirler (Rowe and Slutzky, 1963)(Rowe and Slutzky, 1971). Modern dönem öncesinde ışık, fiziksel anlamda önemsiz kabul edilir ancak metafiziksel bağlamda tanrı katına yükselir (Sayın, 2016). Doğaya karşı bir varoluş çabasını, Endüstri Dönemi’nin ışığı tüm varlığı ile içeri alan devasa yapılarında, tren istasyonlarında, sergi yapılarında, pasajlarında bulmak mümkündür. Bu dönem ile birlikte ışık, geçmiş dönemlerdeki anıtsal dini mekanların mistik etkisinden sıyrılarak gündelik yaşamın sıradanlığına, hayatın sürecine, farklı gelişmelerin habercisi olarak nüfuz eder. Modernist dönem ise bir taraftan özgürleştirici diğer taraftan programlayıcı ve kontrolcü ilişkiler barındırır. Modernist öncü hareket kenti tekrar düşünürken artık sınırı oluşturanın duvarlardan çok, hareket ve hız olduğunun farkındadır. Modern hareketin pragmatik toplumsal inşasında ışık, bir gereklilik, yaşam koşulu olarak yapılanırken figüratiflik ve anıtsallıktan uzaklaşan bu deneyimde, ışığın araçsal ve işlevsel kullanımı ön plana çıkar. Bu koşullarda ışık, fiziksel olarak gerekli ve yararlıdır. Endüstrileşmenin sürekli üretimi sonrasında, anıtsalın karşısında, hafif, şeffaf ve hareket kabiliyeti olan geçicilik, günümüz kapitalizminin hızlı tüketiminin habercisidir (Sayın, 2016). Modernist estetiğin bir gerçeği olarak, geçirim eleştiride ve sanatta en özgürleştirici ve yüksek değer olarak belirtilirken; biçim-içerik ilişkisinden biçim–anlam ilişkisine doğru kayılır (Sayın, 2016). Geçirgenlik/erişilebilirlik bağlantısı, görsel olana demokratik şeffaflık ve erişilebilirlik kavramlarının eklenmesi ile toplumsallık kazanır. Mimarlık ürününü gösterir, anlam ilişkilerini dönüştürür ve formun sınırına, ara yüzüne, arada olana odaklanır. Post Endüstriyel Dönem’in Enformasyon Çağı ile beraber bu yüzey etkisinin, formun katılığını çözdüğünden ve katmanlandırdığından bahsedilebilir (Sayın, 2016). Özellikle toplumsal çok anlamlılığın ve katmanlılığın etkili olduğu yüzeye derinlik kazandırılarak yüzey yok edilir, çözündürülür ve bir yanılsama düzlemine çevrilir. Malzemesizleşmeye yüz tutan yüzey, artık çok boyutlu olduğu kadar da yoktur. Le Corbusier ile geçirgenlik bir melez yorum ile yeniden ele alınır, yere özgü ile evrensel olanın mekansal zamansal ışık deneyimi olgusal olarak vurgulanır.

“Düz duvarlarımız, geniş toprağımız, insanların ve ışığın geçmesine yarayan kapı ve pencere denilen deliklerimiz var. Delikler mekanı aydınlatarak veya karartarak neşeli veya hüzünlü kılarlar. Işık eğer kendini yansıtan duvarlar arasındaysa daha yoğundur.” Le Corbusier (Corbusier, 2001)

Geçirgenlik, teknoloji ilerledikçe, zamansal ve mekansal deneyim, maddesizleşme ve düşünüme yönelik eğilim ve tüm duyuların tam algısı ile bütünleşir. Daha önce mimarlık tarihi boyunca baskın olan görme duyusu üzerinden geliştirilen hiyerarşik algısal yapı çözünür, mimarlığın deneyimleri çok duyulu hale gelir ve geçirgenlik de bir o kadar duyusallaşır.

Kerpicin Serüveni
Toprak ile insanın ilişkisinin izini sürmek oldukça güçtür. Toprak, insanın insan olma sürecindeki en önemli sığınma, yapma, ortaya koyma eyleminin kaynağıdır. Sanatın ilk örnekleri, barınmanın, ev kavramının temeli her zaman topraktır. Bu yönüyle belki de toprak, insanın ölümsüzlük mücadelesinde kimi zaman araç, kimi zaman ise doğrudan amaç olmuştur. Toprakla ilişki kuran insan kendisinin ne derece geçici olduğunu hep hissetmiş olsa gerektir. Fakat mimarlık tarihinde belki de hiçbir malzemenin ulaşamayacağı bir izi olan toprak ve kerpiç ise zaman içerisinde insana yenik düşmüş gibi görünür. Endüstrileşme ile unutulmaya yüz tutan kerpiç malzeme, postmodern dönemde tüketimin ve insanın açgözlülüğünün sonucu olarak kendini hatırlatarak tekrar kimlik kazanır. Doğa, toprak yapı malzemesini insanoğlunun önüne yeniden iter. Modernleşmenin ve kapitalleşmenin en zor çelişkisi ise yerel ve doğal çevreci paradoksu ile toprağa karşı insanoğlunun pastoral ve romantik bakışından kurtulmak, yeniden barışmak olgusuna alışmaktır. Modern sonrası büyük fabrikalarda üretilen, etiketlenerek satılan yapı malzemesi geçmişini aramakta, yakında olan, yerel olan ve yeniden olduğu yere dönen bir mevhuma dönmek ister. İnsanoğlunun makinaların arasındaki tek tip yaşamdan kurtulma çabasına benzer ve bu çabayı destekler bir kurguda yeniden hayat bulur. Peki bu yeniden doğuş onu Yeni Çağ’da nasıl etkileyecek ve değiştirecektir? Tüm geleneksel yapı malzemeleri zaman ile uyumlu bir yenilenme süreci geçirirken toprak malzeme ile insanın dilindeki gelişmeler ne ve hangi formatta şekillenecektir?

Duvarda Toprak Yapı Malzemesi, Geçirgenlik

İnsanoğlu ile ilişkili en köklü malzeme olan kerpicin sanatsal kullanımı nadirdir. Sanki bu modern dünyada unutulan, terk edilen, yeniden ziyaretçisini bekleyen bir köy evi gibi ıssızlaşır. Halbuki edebiyatta-dilde, algıda, yaşamda toprak, insanın yaşam ağı içinde kendine bambaşka arayüzler bulur ve izlerini devam ettirir. Toprak malzemenin modern sonrası bu yaşam savaşı bitmemelidir ve bitmeyecektir.

Yukarıda detaylıca bahsedilen kuramsal tartışmalar sonucunda, “geçirgenlik ve form” temalı heykel tasarımı için odaklanılacak temel sorular belirlendi.

• Endüstrileşme ile çağdaşlaşan, yeni formlar kazanan ve algısal olarak değişim geçiren diğer malzemelerin aksine kerpiç neden bu süreçte geri planda kalmıştı?
• Duvarı-sınırı oluşturan tüm malzemeler çözünmüş ve geçirgenliği tasarımla yorumlanabilir hale gelmişken kerpiç neden çözünememişti?
• Sınırı oluşturan sadece iki boyutlu algıda duvar olgusundan öteye taşınan günümüz tasarımında, matematiksel üç boyutlu yüzeyler neden kerpiç ile oluşturulamamıştı?
• Binlerce yıldır yapı malzemesini dokunarak var eden insan, neden dokunmaktan vazgeçmişti?

“Heykele katkı sağlayan her bireyin malzeme ile yakın temas halinde olması, malzemeye dokunması, farklı malzemelerle karışımlar oluşturarak oluşan özellikleri yakından gözlemlemesi, strüktürü ve onu oluşturan yüzeyleri oluştururken çıkan sorunları yakından görmesi, kerpiç malzemeyi anlamak ve malzemenin olanaklarını keşfetmek için en kuvvetli yöntemlerden biri oldu.” Dilara Nitelik (Yüksek Lisans Öğrencisi)

Son yüzyılda yaşanan gelişmeler, yukarıda da anlatıldığı gibi insanın yapı ile mekan ilişkisini köklü değişikliğe uğratır. Hem endüstrileşme hem de düşünsel ve bilişimsel gelişmeler sonucunda insanın yaşama biçimi ve bakış açısı değişir. Bu gelişmelerin insanı özgürleştirdiği ya da aksine köleleştirdiği tartışma konusudur. İnsan çözümü yeniden toprağa ve toprak ile ilişkili her şeye geri dönerek, bir bakıma kavuşarak bulmaya çalışır. Zamanla insan, kendisine ördüğü teknolojik, kapitalist kozadan kurtulmayı belki de istemeyecek, o kozadaki küçük yırtıklardan bakmayı, kendini görece tatmin etmeyi seçecektir. Son yıllarda Türkiye’de toprak ve köy özleminin sonucunda köylerin şehirleştiğine, kapital ağlarla örüldüğüne şahit olunur.

Toprağa ve doğaya olan bu özlem ve hasret, hala algısal bir şehirde olduğumuz için midir? Çözüm tüm zaman boyunca hayal edilen ütopyalarda gizlidir. Bir ütopya ne zaman gerçek olur, ne zaman yaşanır? Hepimizin öngörülerindeki ütopya gerçek olamadığı için mi ütopyadır? Ütopyalar ile kısmi yaşanan yaşam anları bizi kozadan kurtarır mı? Yoksa kozanın görünmeyen geçirgen ağları mı oluverir?

Tüm bu düşüncelerle kerpiç malzemeye baktığımda dokunulmamış ve masum olduğunu düşünürüm. Gelecekte diğer malzemeler gibi kerpiç de fark edilecek ve kozanın bir parçası mı olacak? Çağdaş kelimesi ile birlikte gizli olan, satın alınan, endüstrileşen, tasarlanan olacak mı? Olmalı mı?

“Kerpicin gerçirgenliğini, formunu yani sahip olduğu estetiğini kullanarak insanlardaki kerpiç duvar algısını nasıl yıkabileceğimizi nasıl insanlara bir bilinç kazandırabiliriz düşündük.” Fatma Şenlikci (Yüksek Lisans Öğrencisi)
İşte kerpiç heykeli düşünürken ilk arayışımız “çağdaş” ile nasıl etkileşeceğiydi. Aklımızda kerpicin masumiyeti, bize sunduğu derin geçmiş bağı varken, keşfedilmemesini, yapılmamasını, öyle kalmasını, özgürlüğünü sadece bilene sunmasını dileyerek kendimize bir tezat oluşturduk. Kerpiç duvardan ne beklenildiğini, geçirgen olup olamayacağını, algısal olarak neden hala çözünmediğini, ne derece çözünebileceğini, ne derece özünden uzaklaşabileceğini sorduk. Kerpicin binlerce yıllık algısına uymayanı, farklı olanı, çözüneni, geçirgen olanı yapmayı denemek, deneyimlemek istedik.

“Avantajları bilinen, ancak modern dönemde hak ettiği yeri bulamayan yapı malzemesi kerpiç, gerçek organik formu ile hayat içerisinde yerini bulabilir. Fazlalıklarından arındırılmış organik formlar, doğal malzemeler ile yapılan üretim yöntemleri temel esas olarak alınmalıdır.” C. İrfan Çalışkan (Doktora Öğrencisi)

İnsanoğlunun mekan ile olan serüvenine bakıldığında, doğayı taklit edemediği söylenebilir. İnsanlığın büyük bir çoğunluğu öncelikle geometrik ve matematiksel tanımlamalar yaparak mekanı şekillendirir. Bu yüzdendir ki günümüzde x-y-z düzlemindeki bütünleşik tasarımlar çağdaş olarak tanımlanır ve ilgi görür. Kerpiç malzemenin de bu sürece ayak uydurması gerektiğini düşünerek üç boyutlu düzlemde bütünleşik matematiksel tasarımlara nasıl cevap vereceğini düşündük. Kerpiç onu yoğuranların elinde şekil kazanır. Ne zamanki biz farklı düşünmeye, farklı bakmaya başlarsak o zaman kerpiç bize ayak uyduracaktır.

“Toprak malzeme ile çalışırken bedenen yorulsak da mental olarak hafiflediğimizi hissettik. Bu kadar farklı karakterde insanın bir arada olup bu kadar uyum içinde çalışmasına ilk defa şahit oldum. Buna “toprağın birleştirici gücü” diyorum. Çoğu teknoloji ile doğmuş ekip üyelerinin vazgeçemediği elektronik eşyalardan kolaylıkla vazgeçebildiğini gördüm.” Burcu Erdal (Yüksek Lisans Öğrencisi)

Akıllara gelen bir başka soruysa doğanın matematiğinin var olup olmadığı, varsa nasıl olduğudur. Bugün organik, doğal denilen her doğa tasarımı da kendi içinde bir kurguya, tasarım faktörlerine sahip değil midir? Tasarımda özgürleşmek, figürden kurtulmak, sıradandan uzaklaşmak için doğanın tasarımlarına daha yakından mı yoksa farklı açıdan mı bakmak gerekir? Kerpiç heykel deneyimi bu soruların cevaplarını aramaya atılan bir adımdır. Bu deneyimin bizi olağandan farklı noktalara götürdüğü, yapabildiğimiz ölçüde güçlendirdiği kesin.

“Kerpiç duvar algısını değiştirmek için çalışırken, organik denebilecek bir forma sahip heykeli var ola getirmeye çalışan sargın bir grup olarak aramızdaki bağların da organikleşmeye başladığını hissettim. Formun kendinde var olan deliklerden birbirimizi çalışırken izledik, malzeme desteği verdik ve sohbet ettik. Denebilir ki, bu deneyim kerpiç malzemeye ve ekip çalışmasına dair yeni farkındalıklar kazanmamıza neden oldu.” Selin Güner (Yüksek Lisans Öğrencisi)

Mekan hangi duyuları kullanır? Günümüzde bize ait olana ne kadar dokunuyoruz? Bizim olma fikri yeterli midir? Aradaki bağlar, farklı duyusal mefhum mudur? Bir bahçedeki çiçeğe bakmak ile kerpiç bir sıvayı tamir etmek arasındaki farklar nelerdir?

“Bu iş, duvar yapmanın ötesinde, öncesinde planlamadığımız belki de unuttuğumuz hissiyatın malzemeye dokunup bütünleşmemiz ile açığa çıktığı, algısal bir tarafa çektiğimiz ve güçlü bir son ürünle bitirdiğimiz keyifli bir ekip işi oldu.” İpek Özçamur (Yüksek Lisans Öğrencisi)

İnsan geçmişte binlerce yıldır kendisi dokunarak, yaşayarak, planlayarak yaptığı mekanı, endüstrileşme sonrasında satın aldığı ve dokunmadığı bir noktaya getirir. Yakında belki de, balkonundaki çiçekleri de var olmasını istediği için satın alacak, kendisinin yaratıcılığı, düzenleyiciliği, koruyuculuğu son bulacaktır. Bu duyusal arayıştan çok etkilenerek öncelikle küçük ölçekli bir çamur atölyesinde deneyimledik, sonrasında kerpicin kendi doğasını Anadolu’nun imece kültürü ile harmanlayarak var etmeyi, ortaya koymayı seçtik.

“Heykeli iki ağacın arasında gerçekleştirmek istedik çünkü toprak doğanın bir parçası olarak var olabilmeliydi. Bunun için de iç ve dış arasına bir duvar örmek yerine geçişlere izin vermeli, kaskatı durmak yerine kucaklayıcı olmalıydı. Günün her saatinde farklı ışık-gölge oyunları görünürken, ağaçların gölgeleri ile bu heykeli kucakladığına şahit olabilirsiniz.” Tuğba Cebeci (Yüksek Lisans Öğrencisi)

“Önce ihtiyaç duyulan yüzeyleri iplerle doğaçlama gelişen örümcek ağı gibi örerek kerpicin tutunacağı yüzeyler, organik şekiller, büyük oyuklar elde ettik. Sonraki aşamada toprak, su, alçı, kireç, saman ve kilden oluşan karışımı çizmelerimizle ezerek hazırladık. Elde ettiğimiz kerpici ellerimizle şekillendirerek, doğadaki organik oluşumları andıran geçirgen bir form elde ettik.” Bahar Şahin (Doktora Öğrencisi)

“Herkesin birçok endişesi oldu, acaba olacak mı? Saman, kireç, toprak, kil ve su kullanarak küreklerle karıştırarak, ayaklarımızla çiğneyerek harmanlayıp elde ettiğimiz kerpiç bizler için çok değerli olmuştu. Sempozyumda dünyanın birçok yerinden akademisyenin tasarımın manifestolarını okuyup benimseyerek incelemeleri bizim bu çalışmamızdaki en büyük kazanımımız olmuştur.” Halime Gizem Aksun (Lisans Öğrencisi)

“Ne kadar birbirlerinden farklı çalışmalar atölyede denense de en sonunda bitmiş olan çalışmanın aslında hazırlık safhasında yapılmış olan çalışmalarla eş değer bir biçimde ortaya çıktığını görmek herkesi çok şaşırttı. Öğrencilik hayatımda bir yapı malzemesinin bu denli esnek kullanılabileceğini asla görmemiştim. İşin gerçeği bir malzemeye bu kadar da yakınlaşmamıştım.” Batuhan Yılmaz (Lisans Öğrencisi)

“Yaptığımız maketlerin birçoğunda algısal olarak hepimiz organik formlara yöneldiğimizi fark ettik. Maketlerimiz ilerledikçe bu organik formun geçirgenliğiyle içinden geçebileceğimiz, geleneksel algıları yıkan bir yapı sanat eseri ortaya koymaya karar verebilmiştik. Sempozyum günü manifestomuzu okuyup duvarımıza bakan herkes bu bakış açısı çok farklı ve güzel diyordu.” Şeyma Nur Bekiç (Yüksek Lisans Öğrencisi)

“Formun sadece nesnenin şekli ve boyutu ile değil aynı zamanda tonu, dokusu ve rengi ile belirlendiğini, bunları kullanarak ancak formların derinlik, genişlik ve yüksekliğinin sağlandığını gördük ve bunu belki de en iyi yansıtan toprak malzemeyle deneyimledik.” Hediye Sariyildiz (Yüksek Lisans Öğrencisi)

Daha önce birçok heykel deneyimim oldu fakat toprak (kerpiç) bir heykel insanı oldukça düşündürüyor. Tüm bu düşünsel süreç sonunda, ortaya çıkan, bizzat deneyimlediğim yapı-sanat işinin sürecin sadece çok küçük bir parçası olduğuna inanıyorum. Kendi adıma figüratif olmayana, düşünsel olana yaklaşmaya çalıştım. Geriye dönüp baktığımda çok iyi bir ekip, çok fazla deneyim ve kerpiç dünyasının derinlerine bir yolculuk görüyorum. Kendi adıma kerpici bu çok boyutlu düşünsel arayüzde tanımaya çalışmakla ne kadar anlamlı bir yolculuğa çıktığımı anlıyorum.
Yapı malzemelerinin en kadim olanını bir mimar olarak yaşamak…

Notlar
1. Proje Yürütücüsü; Doç. Dr. Ümit Arpacıoğlu; Proje Ekibi; Dilara Nitelik, İpek Özçamur, Tuğba Cebeci, Selin Güner, Bahar Şahin, Fatma Şenlikci, Hediye Sarıyıldız, Burcu Erdal, Halime Gizem Aksun, Şeymanur Bekiç, Büşra Sarıkaya, C.İrfan Çalışkan, Batuhan Yılmaz , Agah Taştemir, Özge Baş.
2. Çalışmayı gördükten sonra çok değerli düşünceleriyle bizleri aydınlatan ve açılış konuşmasında ele alması ile çalışmaya değer katan sayın Cengiz Bektaş’ı rahmetle anar, tüm desteklerinden dolayı öncelikle Kerpic’19 Uluslararası Sempozyumu başkanı Prof. Dr. Bilge Işık ve düzenleme komitesine, BKM ekibine ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne teşekkürlerimizi sunarız.

Kaynaklar
• Abacı, O., 2013. Sanat ve Estetik Ders Notları [WWW Document]. URL http://oyaabaci.blogspot.com/2013/12/sanat-ve-estetik-ders-notlari-ii.html
• Aygen, Z., 2016. Karanlıktan Kaçanlar: Kentsel Ütopyalarda Işık Teması, in: Tasarımda Işık Sorunsalı. MSGSÜ Yayınları, İstanbul, pp. 13–21.
• Bektaş, C., 2019. Kerpic’19 Sempozyum Açılış Konuşması.
• Corbusier, L., 2001. “Bir Mimarlığa Doğru” Çeviri Serpil Merzi, 2.baskı. ed. YKY, İstanbul.
• Guin, U.K.L., 1990. Mülksüzler, 1. Basım. ed. Metis Yayıncılık, İstabul.
• Rowe, C., Slutzky, R., 1963. 8, S45-54.
• Rowe, C., Slutzky, R., 1971. . Perspecta 13–14, s287-301.
• Sayın, T., 2016. Kartezyen Dualistik Düşünceden Ontolojik Çözünmeye: Mimarlıkta “Geçirgenliğin” Dönüşümü, in: Mimarlıkta Işık Sorunsalı. MSGSÜ Yayınları, İstanbul, pp. 22–55.
• Selçuk, S.A., Sorguç, A.G., 2016. . mimarlık 388.
• Zajorc, A., 1993. Catching The Light : The Entwined History of Light and Mind. Oxford University Press.