Kapadokya Bölge Müzesi

Ali Derya Dostoğlu, Per Se Mimarlık;
İstanbul Teknik Üniversitesi, Doktora Araştırmacısı

Kapadokya Bölge Müzesi: Kadim Stereotominin Güncel Bir Tezahürü 

Güncel mimarlık literatüründe, basılı ve dijital mecralarda örneklerini giderek daha fazla gördüğümüz stereotomik yapım sistemi, mimari tektonik kuramı bağlamında zengin bir tartışma zemini sunmaktadır. Bu çalışmada da, söz konusu tartışma zemininde hareket etmek, bu zeminin sınırları, yakın döneme ait, güncel tasarım ve üretim yöntemlerinden yararlanan bir projenin okuması yapılmak suretiyle genişletilmek istenmektedir. 

Bu doğrultuda, ilk olarak stereotominin tanımı yapılacak, akabinde bir yapım sistemi olarak genel özellikleri listelenecektir. Daha sonra, karşıtı olarak nitelendirilebilecek tektoniğin, özellikle de Modern Mimari’nin etkisiyle baskın hale gelmesine, stereotominin ikincil planda kalmasına değinilecektir. Son olarak, bu özellikleri barındırdığı, bileşenleri üzerinden gösterilecek güncel bir örnek olarak Kapadokya Bölge Müzesi ele alınacaktır. Söz konusu proje üzerinden bir yapı okuması yapabilmek için yapıya ait doküman analiz edilecek, teknik çizim ve fotoğraflar irdelenecektir. Aynı şekilde proje müellifi ile yüz yüze bir görüşme gerçekleştirilerek, yapının tasarım ve inşa süreçlerine dair bilgi edinilecek, mimari ekibin birebir deneyim ve tanıklıklarının genel bir değerlendirme elde etmek için altlık olarak kullanılmasına çalışılacaktır. Bu sayede söz konusu projenin kendine özgü süreci, kökeni 19. yüzyıla dayansa da güncelliğini halen korumakta olan mimari tektonik kuramı içinde konumlandırılacak, yeni, özgün, genelleştirilebilir sonuçlar çıkarmaya imkan veren bir tartışma alanı açılmasına çalışılacaktır. 

Stereotomi: Tanım ve Özellikler

Stereotomi, eski Yunanca kökenli, katı cisim anlamındaki “stereos” ile kesme anlamındaki “tomia” kelimelerinin bir araya getirilmesinden türemiştir (Frampton, 1995, 5). “Katı cisimlerin kesilmesi” ifadesi etimolojik olarak doğrudan herhangi bir malzemeye gönderme yapmamaktadır. Ancak yaygın kullanımına bakıldığında, stereotomi kelimesinin sık sık taş kesme işlemine karşılık gelecek şekilde kullanıldığı görülecektir. Yine de önemli olan, malzemeden bağımsız olarak, ahşap, taş ya da toprak bazlı katı cisimlerin öncelikle kesilmesi, ardından da kompleks geometriler oluşturacak şekilde bir araya getirilmesidir. Teknik çizimde stereotominin tasarı geometriyi karşılayacak şekilde kullanılması, söz konusu yapım sisteminin sıklıkla üç boyutlu katı cisimlerin iki boyutlu düzleme yansıtılmasıyla ilgilenmesinden kaynaklanmaktadır. Katı cisimlerin paralel projeksiyon ve perspektif vasıtasıyla kağıt düzleminde temsil edilmesi, kesim ve bir araya gelişlerinin tasarlanması bakımından gereklidir (Wikipedia, 2021).

Kesilen katı cisimlerin kompleks geometriler oluşturacak şekilde bir araya getirilmesini, parçaların bütünü oluşturması olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak stereotomiyi yalnızca parçadan bütüne giden çizgisel bir ilişki olarak okumak kısıtlı bir bakış sunacaktır. Nitekim, bütünden parçaya giden bir stereotomi de söz konusu olabilir. Öyle ki, bütünlük arz eden bir cismin oyulması yoluyla inşa etmek de stereotomik bir yaklaşıma karşılık gelir. Sonuçta, iki durumda da katı cisimlerin kesilmesine dayanan bir yapım faaliyeti söz konusudur. Stereotominin kimi zaman parçadan bütüne, kimi zamansa bütünden parçaya giden bir işlem olduğunu örneklerle somutlaştırmak mümkündür. İlkinin karşılığı olarak, yontulmuş taşların üst üste yığılmasıyla elde edilmiş duvarların meydana getirdiği bir yapı, ikincisindeyse içi oyularak barınmaya elverişli bir kaviteye dönüşen bir mağara düşünülebilir.

Stereotominin tanımını biraz daha netleştirmek için stereotomik – tektonik kavram ikilisine birlikte bakılması yerinde olacaktır. Bunun için de, 19. yüzyılda yaşamış Alman mimar ve kuramcı Gottfried Semper’in mimarlığın dört unsuru olarak nitelendirdiği temel yapı bileşenlerine değinilmelidir. Semper’in dört unsuru çatı, çevre duvarı, temel ve ocak olarak sıralanmaktadır (Semper, 2015). Semper’e göre, geri kalan üç unsur, ocağı dış tehditlere karşı koruyacak şekilde sarmalar. Bu temel ilişkilenme biçimi değişmese de, hangi unsurun ağırlık kazanacağı kültürden kültüre değişkenlik göstermektedir. 

Dört unsuru, kendi içlerinde, iki yapım sistemine karşılık gelecek şekilde gruplandırmak da mümkündür: “Toprağın stereotomisi” ve “çerçevenin tektoniği” (Frampton, 1995, 5). Günümüzün önemli mimarlık kuramcılarından Kenneth Frampton, tektoniği “hafif, lineer bileşenlerin bir uzamsal matrisi kapsayacak şekilde bir araya getirildiği” (Frampton, 1995, 5) bir yapım sistemi; stereotomiği ise “ağır bileşenlerin arka arkaya yığılması yoluyla, kütle ve hacmin birlikte meydana geldiği” (Frampton, 1995, 5) bir yapım sistemi olarak tanımlamakta ve karşı karşıya getirmektedir.

Bu karşıtlık, temel yapı bileşenlerinden duvar özelinde iyice somutlaşır. Öyle ki, Almanca’da, iki duvar tipi için iki ayrı kelime kullanılmaktadır: Bölücü / tektonik duvar için “die wand” ve taşıyıcı / stereotomik duvar için “die mauer” (Frampton, 1995, 86). Frampton, “die wand” kelimesinin etimolojik olarak Almanca’da elbise anlamına gelen “gewand” ve nakış işlemek anlamına gelen “winden” ile aynı kökenden geldiğini belirtmektedir (Frampton, 1995, 86). Bu etimolojik ortaklığın, duvarın örme faaliyetiyle ilişkisini ortaya koyduğunu söylemek mümkündür (Frampton, 1995, 86). Zaten Semper’e göre de duvarın kökeninde örülmüş, bölücü, tektonik duvarlar yer alırken; taşıyıcı, stereotomik duvarın ortaya çıkması çok daha sonraya denk gelmektedir. Semper’deki bu öncelik sıralaması, yalnızca kronolojik olarak da açıklanamaz (Koolhaas, Boom, 2014, 3). “Gerekli” olmamak, bölücü duvarı öne çıkaran bir diğer unsurdur. Nitekim Semper’e göre güvenlik, sağlamlık gibi gereklilikler ortadan kalktığında, taşıyıcı duvara da ihtiyaç kalmaz. Oysa bölücü duvar, gereklilikten bağımsız şekilde mekan kuran bir bileşendir (Semper, 2006, 537).

Çoğunlukla karşıt yapım sistemleri olarak ortaya konulsalar da, stereotomik ve tektonik ilişkisinin çok boyutlu olduğu vurgulanmalıdır. Öyle ki, iki yapım sistemi kimi zaman iç içe geçmekte, kimi zamansa birbirlerinin yerini almaktadır. Bu durumun altı çizilmeden, güncel stereotomik uygulamaları örneklendirmek ve mimari tektonik kuramı içinde konumlandırmak da mümkün olamaz. Aktarım kavramı (transposition), literatürde bu geçişkenliği, yer değiştirmeyi ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır. Burada kastedilen, bir yapım sisteminin bir diğer yapım sistemine “aktarılmasıdır”. Atina Akropolisi’ndeki Parthenon, aktarım işlemine verilebilecek en temel örneklerdendir. İlk bakışta tapınağın yalın bir stereotomi örneği olduğu söylenebilir. Ancak yapısal bileşenler detaylı bir şekilde ele alındığında, yapıda tektonik davranış biçimine somut bir öykünme olduğu görülecektir. 

Başta stereotominin tanımı yapılırken ifade edildiği üzere, Parthenon’da da taşlar belli ölçülerde kesilmiş, akabinde sütunlarla duvarları oluşturacak şekilde üst üste dizilmiştir. Bir bakıma, kavramın sözlük anlamına birebir karşılık gelen bir uygulama söz konusudur. Oysa yapının gerek taşıyıcı sistemi, gerekse yüzeyindeki motifler aynı zamanda tektonik bir karaktere sahiptir. Tekil olarak ele alındıklarında, yapıyı çevreleyen kolonların stereotomik, Frampton’ın ifadesiyle, “ağır bileşenlerin arka arkaya yığılmasıyla” (Frampton, 1995, 5) elde edilmiş kütleler oldukları açıktır. Fakat yapıyı çevreleyen kolonat bir bütün olarak değerlendirildiğinde, söz konusu olanın merkezdeki içe kapalı kütleyi çepeçevre saran, kolon-kiriş sistemine dayalı, yine Frampton’ın tabiriyle “lineer bileşenlerin bir araya getirildiği” (Frampton, 1995, 5) bir dış iskelet olduğu görülecektir. Üstelik bu tektonik davranış, kolonatın üzerinden geçen taban kirişiyle çatı arasında kalan alında, yani frizde kullanılan motiflerle de desteklenmektedir. Öyle ki burada, dikmelerin üzerine binen kirişlerle kurulmuş tektonik mahiyetteki bir yapım sistemine gönderme yapılmaktadır (Ingold, 2015, 30). Ahşaptan bir çatkıyı anımsatan söz konusu motiflerin, gerek malzemelerin (ahşaptan taşa), gerekse yapım sistemlerinin (tektonikten stereotomiğe) aktarımına katkıda bulunduğu söylenebilir.

Tektonik ve stereotomik arasındaki aktarım işleminin, yalnızca taşıyıcı sistem ve dekoratif motiflerle açıklanamayacağı da vurgulanmalıdır. Bunda, kullanılan malzeme de belirleyicidir. Bu durum, tuğla örneğinde açıkça görülebilir. Söz konusu bir tuğla duvar olduğunda, boyutları önceden belirlenmiş pişmiş toprak kütlelerin üst üste dizilmesinin ötesinde, bir tür örgüden bahsetmek gerekmektedir. Tuğla “örmek” ifadesinin başlı başına ima ettiği gibi, tuğlalar farklı biçimlerde dizilebilmekte, farklı örgüler meydana getirebilmekte, tıpkı bir kumaşı oluşturan iplikler gibi tektonik bir davranış sergileyebilmektedir. Ufuk açıcı kitabı “The Life of Lines”da (2015), Tim Ingold da tuğladaki bu geçişkenliğe vurgu yapar. Ingold’a göre, tuğla bir yüzeyde toprak birimlerin kendilerine odaklanıldığında stereotomik bir sistem, birimlerin arasında dallanıp budaklanan harç izlerine odaklanıldığındaysa tektonik bir sistem okuması yapılabilmektedir (Ingold, 2015, 30). O halde, stereotomik sistemin okunabilirliğinin önemi de vurgulanmalıdır. Öyle ki, parçalar arasındaki ilişkinin mahiyeti bir yapının sterotomik olup olmadığını da belirler. 

Stereotominin tanımı yapıldığına ve stereotomik olmak için gereken genel özellikler kavramın karşıtı olan tektonikle birlikte ele alındığına göre, bu özellikleri somutlaştırmak yerinde olacaktır. Bu sayede güncel bir stereotomik örnek olarak Kapadokya Bölge Müzesi’nin neden seçildiği de netleşmiş olacaktır. Öncelikle stereotominin, parçadan bütüne ya da bütünden parçaya doğru işleyebileceği, dolayısıyla bir üst üste yığma, ya da içini oyma işlemi olabileceği vurgulanmalıdır. Akabinde steretomik mantıkta inşa edilmiş olmasına karşın tektonik özellik gösteren; yapım sisteminin, yer yer de malzemenin aktarıldığı durumların ayırdına varılması gerekliliği ortaya konulmalıdır. Son olarak stereotomik izlerin, başka bir ifadeyle kesilmiş katı cisimler arasındaki derzlerin okunabilirliğinin önemi, başta ifade edilmiş olan parça-bütün ilişkisinin kavranabilirliği açısından vurgulanmalıdır.

Stereotomi insanlık tarihi kadar eski bir yapım sistemidir. Stereotomik ile tektonik arasındaki ikiliğin kökeninin ise mağara ile çadıra kadar gittiği söylenebilir (1). Ancak bu ikili arasındaki dengenin, özellikle de endüstrileşme sonrası yeni malzeme ve tekniklerin ortaya çıkmasıyla tektonik lehine bozulduğu vurgulanmalıdır. Demir, çelik, betonarme gibi malzemeler “hafif, lineer bileşenlerin bir uzamsal matrisi kapsayacak şekilde bir araya getirildiği” (Frampton, 1995, 5) çerçeve sistemleri baskın hale getirmiş, stereotomik mimari örneklerin görünürlüğünü azaltmıştır. Eskiden stereotomik yapı bileşenlerinin bünyesinde barındırdığı, yukarıda da atıf yapıldığı üzere Gottfried Semper’in “gereklilik” (Semper, 2006, 537) olarak ifade ettiği, güvenlik, sağlamlık, taşıyıcılık gibi işlevler söz konusu bünyeyi giderek terk etmiştir. Özellikle de Modern Mimari, her işlevi ayrı bir katmana yaymış, stereotomik hacmi dağıtmıştır. Artık üst üste yığılmak üzere kesilen katı cisimlerle inşa edilmiş duvarlardan da, kavite oluşturacak şekilde oyulan mağaralardan da bahsetmek kolay değildir. 

Stereotomik yapının belki de en önemli bileşeni olan duvar için “öldü” ifadesi dahi kullanılırken (Forty, 2013, 8-17), özellikle de son yıllarda güncel tasarım ve üretim yöntemlerinden de faydalanan yeni bir stereotomik mimari, literatürde kendisine giderek daha çok yer bulmaktadır (Sarkis, 2017, 101). Geleneksel stereotominin özelliklerini barındıran, ancak bunları şimdinin ihtiyaç ve imkanlarıyla harmanlayan bu örnekleri, kökeni 19. yüzyıla, yine Gottfried Semper’e ve Karl Bötticher’e uzanan mimari tektonik kuramı içinde konumlandırmak (Schwartz, 2017, xxxvi), söz konusu kuramın şimdiyle temasını kurmak bakımından önem taşımaktadır. 

Bu çalışmada, başta da ifade edildiği gibi bir yapı okuması üzerinden böyle bir çabaya girişilmek istenmektedir. Elbette bu hedefe ulaşabilmek, günümüz stereotomisini mimari tektonik kuramı içinde konumlandırmak için, okuması yapılacak yapının seçimi önem taşımaktadır. O nedenle öncelikle, söz konusu yapının neden stereotomik olduğu, yukarıda yapılan tanım ve listelenen özellikler ışığında, temin edilen teknik çizim ve fotoğrafların analizi doğrultusunda irdelenecektir. Aynı şekilde, bu özelliklerin güncel tasarım ve üretim yöntemlerinden, yeni malzemelerden nasıl faydalandığı sorgulanmalıdır. Mimari proje müellifiyle yapılan yüz yüze görüşme ile, tasarım ekibinin bireysel deneyim ve tanıklıkları analize dahil edilecek ve genelleştirilebilir sonuçlar çıkartılarak, geleneksel stereotominin güncel mimariyle ilişki kurma biçimleri üzerine bir tartışma açılacaktır.

Kapadokya Bölge Müzesi: Bir Yapı Okuması

Bu makale kapsamında okuması yapılacak olan yapı, mimari projesi Yalın Mimarlık’a ait olan Kapadokya Bölge Müzesi’dir. Mimar Ömer Selçuk Baz yönetimindeki Yalın Mimarlık (2), kamu ihalesi ile üstlendikleri proje üzerinde çalışmaya 2015 senesinde başlamıştır. İnşaatın başlangıcı ise 2018 senesine tarihlenmektedir. Bugün inşaatı tamamlanmamış bir şekilde bekleyen yapının bu natamamlığının, farklı stereotomik işlemler için bir deneme sahası olma halini daha da apaçıklaştırdığı söylenebilir. 

Resim 1. Kapadokya Bölge Müzesi Drone Fotoğrafı (Emre Dörter)Image 1. Cappadocia Regional Museum Drone Photograph (Emre Dörter)

Resim 1. Kapadokya Bölge Müzesi Drone Fotoğrafı (Emre Dörter) Image 1. Cappadocia Regional Museum Drone Photograph (Emre Dörter)

Stereotominin, tanımı itibarıyla, kompleks geometriler elde etmek üzere katı cisimlerin kesilmesi işlemi olduğu, söz konusu işlemin parçadan bütüne veya bütünden parçaya doğru gidebileceği daha önce de ifade edilmiştir. Kapadokya Bölge Müzesi, bu sade tanımı karşılamanın ötesinde, işlemin her iki doğrultuda da uygulandığı bir yapı olması bakımından, okuma sathını genişleten bir örnek olarak karşımızda durmaktadır. Üstelik bu işlemleri iç içe de geçirerek, söz konusu yapı okumasını katmanlaştırıp derinleştirmektedir. Bütün bunların ötesinde yerel bir örnek olması ise, günümüz stereotomisini mimari tektonik kuramı içinde bir yapı okuması üzerinden konumlandırmayı hedefleyen bu çalışmanın, coğrafyamızdaki tartışma zeminini açması bakımından da katkı sunmaktadır.

Genel hatlarıyla, Kapadokya Bölge Müzesi’nin birbirinden kopuk iki kütleden oluştuğunu söylemek mümkündür. Bunlardan ilki, 1980’lere kadar taş ocağı olarak kullanılmış, işlevi nedeniyle de içi oyularak delik deşik edilmiş bir kayadır. Müzenin sergi alanları, daha sonra detaylandırılacak ek işlevlerle birlikte, kayanın karınca yuvalarını andıran labirentimsi kavitelelerine yerleşmektedir. Kayanın hemen güneydoğusunda ise, arkasını örtmemesi amacıyla kısmen gömülen, bulunduğu alanda yapılan kazıdan çıkan taşlarla inşa edilmesi planlanmış ziyaretçi merkezi kütlesi yer almaktadır. 

Resim 2. Kapadokya Bölge Müzesi Vaziyet Planı (Yalın Mimarlık Arşivi).Image 2. Cappadocia Regional Museum Site Plan (Yalın Architecture Archive).

Resim 2. Kapadokya Bölge Müzesi Vaziyet Planı (Yalın Mimarlık Arşivi). Image 2. Cappadocia Regional Museum Site Plan (Yalın Architecture Archive).

İlk bakışta, kayanın bütünden parçaya doğru giden, oyma biçiminde, ziyaretçi merkezinin ise parçadan bütüne doğru giden, üst üste yığma biçiminde stereotomik işlemlerle inşa edildiği düşünülebilir. Ancak yapım süreçleri daha detaylı irdelendiğinde, iki kütlenin de çok katmanlı stereotomik proseslerle biçimlendirildiği görülecektir.

Kaya Müze, içi taş çıkartmak maksadıyla oyulmuş bir hacmi değerlendirmekte, halihazırdaki kavitelere yerleşmektedir. Dolayısıyla, kayanın bir tür “objet trouvé” (3) olarak ele alındığı söylenebilir. Eldeki kavitelerin yetmediği durumlarda ise kayanın oyulmasına devam edilmiş; eser deposu, ofis ve restaurant gibi yeni işlevler için ek hacimler yaratılmıştır. Oyma işleminin bir diğer uygulama alanı ise vitrinlerin yerleşeceği haznelerdir. Bu hazneleri elde etmek için kaviteleri oluşturan çeperlerde yeni, daha küçük ölçekte oyuntular yaratılmış, eserlerin buralara yerleştirilmesi amaçlanmıştır. Bu yapının stereotomi bağlamında ilginç olan bir özelliği de, oyma işleminden çıkan taşların müze sirkülasyonunu yönlendirmek, ışık kontrolünü sağlamak, dışarıda sınırlandırılmış, tanımlı avlular yaratmak ve peyzajı biçimlendirmek için üst üste yığılarak yeniden kullanılmasıdır. Buna ek olarak, taş toz haline getirilmiş, dökme mozaik zemin kaplamasının harcına karılarak başka bir kullanım alanı da bulmuştur. Dolasıyla, Kaya Müze’de oyma ve üst üste yığma işlemlerinin birbirlerini takip ettiği, tekil bir işlemden ziyade, ardışık bir işlemler serisinden bahsedilebileceği vurgulanmalıdır.

Resim 3. Kaya Müze Kat Planı (Yalın Mimarlık Arşivi).Image 3. Kaya Museum Floor Plan (Yalın Architecture Archive).

Resim 3. Kaya Müze Kat Planı (Yalın Mimarlık Arşivi). Image 3. Kaya Museum Floor Plan (Yalın Architecture Archive).

Aynı stereotomik çok katmanlılık ziyaretçi merkezi yapısı için de geçerlidir. Daha önce de ifade edildiği üzere, söz konusu yeni yapının arkadaki kadim kaya kütlesini örtmeyecek şekilde kısmen gömülmesi, bu sayede çevredeki peyzajla hemhal olması hedeflenmiştir. Elbette bu hemhal olma fikri, kot ilişkisi dışında malzeme seçimi ve yapım sistemiyle de desteklenmiştir. Ziyaretçi merkezinin bulunduğu alan tıpkı kayanın içindekine benzer şekilde, ikinci bir taş ocağı oluşturmak üzere oyulmuş, yapı bizzat bu ocaktan çıkarılan tüf taş bloklarıyla, yerinde inşa edilmiştir. Önce oyma, ardından da üst üste yığarak inşa etme faaliyeti, Kaya Müze’de olduğu gibi ziyaretçi merkezinde de art arda gelmektedir. Esasında bölgede bu taş cinsiyle inşa edilen, yaklaşık 200 sene öncesine kadar tarihlenen yığma yapı örnekleri bulunmasına karşın, bu yapma alışkanlığı zaman içinde kaybolmuştur. Dolayısıyla ziyaretçi merkezinin, eski bir alışkanlığın yeni bir tezahürü olduğu, bu anlamda, kendi başına dahi çalışmanın başında anlatılan yeni stereotominin iyi bir yerel örneği olduğu söylenebilir. 

Ziyaretçi merkezinde dikkat çekilmesi gereken bir diğer konu da, yapım sistemlerinin aktarımı (transposition) bağlamında sergilediği kendine has davranıştır. Tasarım aşaması tamamlandıktan, inşaat süreci başladıktan sonra, yüklenici firmanın çekinceleri nedeniyle yığma taş yapım sistemine, devasa tüf bloklara atfedilmiş taşıyıcılık rolü, söz konusu “fil ayaklarının” içine gizlenmiş betonarme kolonlara aktarılmıştır. Öyle ki, yapı bu taş kütleler hiç olmasa dahi taşınabilmekte, güncel deprem yönetmeliğinin gerekliliklerini yerine getirebilmektedir. Dolayısıyla burada stereotomik, kütlesel bir davranışın, en azından taşıyıcılık bağlamında, tektonik, lineer elemanlardan kurulu bir sisteme aktarıldığı söylenebilir. Mimari ekibin, sözü edilen betonarme kolonları iç mekandan algılanabilir şekilde, üzerini örtmeden bırakması ise başka bir çalışmada, örneğin Gottfried Semper’in kaplama (Bekleidung) kavramı bağlamında ele alınabilecek, vurgulanması gereken bir başka noktadır.

Fil ayaklarının inşası, tasarım ve uygulama arasındaki gelgitleri yansıtan bir diğer durumu teşkil etmektedir. Tasarım aşamasında duvarları oluşturan taşlar dijital ortamda tek tek çizilmiş, tanımlanan taş tipleri, derzlerin düşeyde denk getirilmemesine dikkat edilerek, belirli örüntüler oluşturacak şekilde üst üste getirilmiştir. Mimari ekip, taş ocağıyla şantiye sahasının yakınlığını avantaja çevirmek istemiş, tepegöz taş işçiliğini (cyclopean masonry) anımsatan, devasa boyutlardaki taşları kullanmaktan çekinmeyen bir yığma yapım sistemini tercih etmiştir. Yapım aşamasının başlangıcında, taşların üst üste nasıl konulacaklarını anlamak için numuneler hazırlanmış, birkaç başarısız denemeden sonra taşlara kemer bağlanmasına ve birimlerin vinç yardımıyla üst üste konulmasına karar verilmiştir. Bu kemerler, taşların arasındaki kamalar yardımıyla elde edilen ince harç boşlukları sayesinde, sonradan çıkarılabilmiştir. Elbette, tasarlanan duvar örüntüleri yapım aşamasında değişikliğe uğramış, ancak belirlenen prensipler korunabilmiştir.

Resim 4. Numune Duvar (Yalın Mimarlık Arşivi).Image 4. Sample Wall (Yalın Architecture Archive).

Resim 4. Numune Duvar (Yalın Mimarlık Arşivi). Image 4. Sample Wall (Yalın Architecture Archive).

Tüf taşından bloklarla betonarme taşıyıcı sistemin üzerine oturan, kolonlarda olduğu gibi içeriden çıplak bırakılan betonarme döşeme ise, yapım sistemlerinin iç içe geçmişliğini bütünüyle açığa çıkarmaktadır. Nitekim üst üste yığılan bloklardan oluşan masif kütlelerin üzerine betonarme bir döşeme oturtmak, iki yapım sistemi arasındaki ilişkilenmenin inşai anlamda doğru bir şekilde çözümlenmesini zorunlu kılmıştır. Döşeme ile duvar arasından kalıbı çekmek imkansız olduğundan, ahşap kalıp taş duvarın üzerinde devam ettirilmemiş; beton, kalıp zemini ile taşın üst yüzeyini kaplayan bir membran tabakasının üzerine doğrudan dökülmüştür. Bu sayede betonarme döşeme, masif kütlelere temas ettiği noktalarda, taşın üst yüzeyindeki girinti ve çıkıntılara göre biçimlenmiştir. 

Ziyaretçi merkezi yapısında betonarme ile taşın ilişkilendiği bir diğer nokta da, yığma duvarların zeminle temas ettiği seviyededir. Öyle ki, tüf taşını kar etkisinden korumak için, duvarlar betonarme sömeller üzerine örülmüştür. Aynı zamanda betonarme karkas sistemin bazasını teşkil eden bu sömeller, eskiden aynı maksatla kullanılan bazalt, andezit gibi, tüf taşına göre iklimsel koşullara daha dayanıklı doğal taşların yerini almıştır.

Sonuç

Elbette, yukarıda örnekleri verilen güncel tasarım ve üretim yöntemlerinin, stereotominin kendine has zorluklarının aşılmasında, bu sayede söz konusu yapım sisteminin yeniden görünür hale gelmesinde önemli bir etkisi olduğu yadsınamaz. Yeniden kazanılmış bu görünürlüğünse, stereotominin, başka bir ifadeyle oyarak veya yığarak inşa etmenin mimari tektonik kuramı içerisinde güncel ve verimli bir tartışma zemini teşkil etmesinde önemli bir etken olduğu açıktır. 

Kapadokya Bölge Müzesi gibi nitelikli, deneysel bir mimarlık örneğinin bu zeminde konuşulmasının, özellikle de stereotomik yapım alışkanlığı çok eskiye dayanan coğrafyamızda benzer proje ve uygulamaları teşvik etmesi, cesaretlendirmesi bakımından değeri ortadadır. Bu proje ve uygulamalar, mimari tektonik kuramının sunduğu bağlamın çok ötesinde, yapı fiziğinden malzemeye, mimari tasarımdan yapı bilgisine, strüktürden sürdürülebilirliğe kadar birçok yelpazede yeni tartışmalar açmaya da gebedir.

Notlar

  1. Konuyla ilgili olarak mimarlık kuramının en temel metinlerinden, Abbé Laugier’nin kaleme almış olduğu, 1753 senesinde ilk baskısını yapmış olan Essai sur l’architecture’deki mağara ve çadır anlatısına yahut Alberto Campo Baeza’nın “From the Cave to the Hut: On stereotomics and tectonics in architecture” makalesine bakılabilir.
  2. 2011 yılında İstanbul, Anadolu Hisarı’nda Ömer Selçuk Baz ve Okan Bal tarafından kurulmuş mimari ve kentsel tasarım ofisi. Web adresi üzerinden bilgi alınabilir: https://www.yalin-mimarlik.com/
  3. Doğal veya atıl kalmış, hazır bir malzeme ile üretilen sanat eserleri için kullanılan Fransızca tabir.

Kaynaklar

  1. Campo Baeza, Alberto. “From the Cave to the Hut: On stereotomics and tectonics in architecture.” Son güncelleme 6 Ocak, 2022. 
  2. https://www.campobaeza.com/wp-content/uploads/2016/11/1996_02_THE-BUILT-IDEA_FROM-THE-CAVE-TO-THE-HUT.pdf
  3. Evans, Robin. “Drawn Stone.” The Projective Case. Haz. Robin Evans. Cambridge, Massachusetts: The MIT Press, 2000.
  4. Forty, Adrian. “A Life After Death.” GAM Architecture Magazine sayı:9 (2013): 8-17.
  5. Frampton, Kenneth. “Bötticher, Semper and the Tectonic: Core Form and Art Form.” What is Architecture? Haz. Andrew Ballantyne. New York: Routledge, 2005.
  6. Frampton, Kenneth. Studies in Tectonic Culture: The Poetics of Construction in Nineteenth and Twentieth Century Architecture. Cambridge, Massachusetts: The MIT Press, 1995.
  7. Ingold, Tim. The Life of Lines. New York: Routledge, 2015.
  8. – Koolhaas Rem, ve Boom, Irma. Elements of Architecture: Wall, Volume 15. Venedik: Marsilio, 2014.
  9. Laugier, Marc – Antoine. Essai sur l’architecture. Son güncelleme 6 Ocak, 2022.
  10. https://archive.org/details/essaisurlarchite00laug/page/n4/mode/1up?view=theater
  11. Porphyrios, Demetri. “From Techne to Tectonics.” What is Architecture. Haz. Andrew Ballantyne. New York: Routledge, 2005.  
  12. Riewe, Roger. “Walls: Spatial Sequences.” GAM Architecture Magazine sayı:9 (2013): 2-5.
  13. Sarkis, Hashim. “For a Tectonic of Megaliths.” Haz. Lots of Architecture, José Mayoral, Felipe Vera. NESS.docs: On Architecture, Life and Urban Culture sayı:1 (2017): 101. 
  14. Schwartz, Chad. Introducing Architectural Tectonics: Exploring the Intersection of Design and Construction. New York: Routledge, 2017.
  15. Semper, Gottfried. Mimarlığın Dört Öğesi Ve İki Konferans. Çev., Alp Tümertekin, Nihat Ülner. İstanbul: Janus, 2015.
  16. Semper, Gottfried. “from The Four Elements of Architecture (1851).” Architectural Theory Volume I: An Anthology from Vitruvius to 1870. Haz. Harry Francis Mallgrave. Malden, MA: Blackwell Publishing, 2006.
  17. Wikipedia. “Stereotomy (descriptive geometry).” Son güncelleme 15 Ocak, 2021. 
  18. https://en.wikipedia.org/wiki/Stereotomy_(descriptive_geometry)