İzmir Yeni Kent Merkezi’ndeki Yüksek Yapıların Çevresel Algı Bağlamında Değerlendirilmesi

Arş. Gör. İlker Yalıner
Prof. Dr. İlknur Türkseven Doğrusoy

Yüksek yapıların tarihten günümüze erkin ve statünün bir göstergesi olarak yorumlandığı bilinen bir gerçekliktir. Teknolojinin dışavurumunun en güçlü yaşandığı ve daha yüksek olmanın daha güçlü ve yetkin olmakla eşleştirildiği yüksek yapılar dünya literatüründe kilometre sınırını zorlayan örnekleriyle karşımıza çıkmaktadır. Yüksek yapıların karşı konulamayan gücünü kentsel gelişim politikaları, kent merkezlerindeki nüfus yoğunluğu, arazi değerlerinin giderek yükselmesi ve yüksek yapıların bir statü ve temsil simgesi olarak algılanması ile ilişkilendirmek olanaklıdır. İnsan-çevre ilişkileri açısından bakıldığında yüksek yapıların çevresel imge oluşturan olumlu özelliklerinin yanı sıra kendi içinde bazı açmazlar da barındırdığı dikkati çekmektedir. Lynch’e (1960) göre bir kentin doğal, kültürel ve fiziksel yapısı kent imgesini belirleyen önemli unsurlardandır. Bu anlamda ölçekleri ile kentsel dokuda ve siluette öne çıkan ve farklı bakış noktalarından algılanabilen yüksek yapılar çevresel algıyı ve kentsel imgeyi etkileyen önemli yapılar olmaktadır. Bir başka bakış açısından ise yüksek yapılar insan-çevre ilişkilerini olumsuz yönde etkileyebilmekte, hem içinde yaşayanlar hem de kentsel çevreyi deneyimleyenler açısından zaman zaman yoğunluk (perceived density) ve stres algısı yaratabilmektedir (Gillis; 1977).

Son dönemde ülkemizde yüksek yapıların inşa edildiği yerler incelendiğinde özellikle İstanbul kentinin, sonrasında İzmir ve Ankara gibi büyük kentlerin ön plana çıktığı görülmektedir. 2014 yılına kadar inşa edilmiş ya da edilmekte olan en yüksek yirmi yapıdan 17’sinin İstanbul’da ötekilerinin ise Mersin, Ankara ve İzmir’de yer aldığı bilinmektedir (Emporis; 2014). 2003 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin hazırladığı İzmir yeni kent merkezi nazım imar planının kabul edilmesi ile birlikte İzmir’de Bayraklı çevresi yüksek yapılaşmaya açılmış, başlayan yüksek yapı uygulamaları ile birlikte kentin imgesi ve çevresel algısı da dönüşüm sürecine girmiştir. Bu çalışmanın amacı, yüksek yapıların literatürde çok fazla değinilmeyen ancak insan-çevre ilişkilerini önemli ölçüde etkileyen algısal boyutuna dikkat çekmek ve İzmir kentinde güncel nazım imar planı uygulamaları ile birlikte yeni kent merkezi olarak gelişen Bayraklı bölgesindeki yüksek yapı uygulamalarını çevresel algı bağlamında değerlendirmektir.

Yüksek Yapı Nedir?
Çalışmanın inceleme konusunu oluşturan “yüksek yapı”ların literatürde farklı biçimlerde tanımlandığı dikkati çekmektedir. Yüksekliği yapı tabanına göre oldukça fazla olan, çevredeki öteki yapılardan yüksekliği ile ayrılan ve çizgisel bir nesne olarak algılanan, işlevsel olarak “…dikili taştan deniz fenerine, saat kulesinden televizyon yayın kulesine kadar simgesel, anıtsal, koruma amaçlı ya da özel işlevli olan yapılar…” yüksek yapı olarak tanımlanmaktadır (Begeç; s.10, 2008). Bir başka tanımda yüksek yapıların kentsel çevrede ve siluette yüksekliği ile öne geçme ve nirengi noktası oluşturma özelliğinin göreceli olduğuna değinilmekte ve ait olduğu dönem içerisinde yüksek olan bir yapının zaman içinde bu özelliğini yitirebileceğine dikkat çekilmektedir (Erbil vd.; 1989, aktaran Serbest, S.; 2009). Günümüz teknolojisiyle dünya genelinde yüksek yapılar yüz metrelerle ya da bin metrelerle ifade edilen yüksekliklerde inşa edilebilmektedir. Bu nedenle günümüzde 300 metre yüksekliği aşan yapılar “süper yüksek”, 600 metre yüksekliği aşan yapılar ise “mega yüksek” yapılar olarak tanımlanmaktadır (CTBUH; 2015). Yüksekliğin daha çok ölçüm birimleri üzerinden ifade edildiği yeni yüksek yapı tanımları kavram kargaşasına neden olmakta ve yüksekliğin ölçütü konusunda özellikle çevresel algı açısından soru işaretleri oluşturmaktadır.

İmar kurallarını belirleyen yönetmelik ve kanunlar incelendiğinde yüksek yapı tanımının nicel ölçüm verileri üzerinden gerçekleştirildiği dikkati çekmektedir.  Depremselliği yüksek olan Japonya’da 45 metrelik yüksekliği geçen yapılar yüksek yapı sınıfına alınırken, ABD’de 12 kat yüksekliği, Almanya’da ise 22 metre gabari ölçüsü yüksek yapı ölçütü olarak tanımlanmaktadır (Uçar; 2014). Ülkemizdeki imar yönetmeliklerine bakıldığında ise yüksek yapı tanımının kentlere göre değiştiği dikkati çekmektedir. 2007 yılında yürürlüğe giren İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar Yönetmeliği, yüksek yapılar için gabariye bağlı bir tanımlama getirmekte, 60,5 metre sınırını aşan yapıları yüksek yapı olarak kabul etmektedir. Ankara Büyükşehir Belediyesi İmar Yönetmeliği’nde ise yüksek yapı, bina yüksekliği ve yapı yüksekliği olmak üzere iki farklı ölçüt üzerinden tanımlanmakta, bina yüksekliği 21,5 metreyi, yapı yüksekliği 30,5 metreyi aşan yapılar yüksek yapı sınıfında kabul edilmektedir. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 2012 yılına ait imar yönetmeliğinde ise yüksek yapı, genel olarak fiziksel çevre, kent dokusu ve her türlü kentsel alt yapı yönünden yakın ve uzak çevresini etkileyen, bina yüksekliği 30,8 metreyi ve/ya da bodrum kat dahil olmak üzere toplam kat adedi 13’ü aşan yapılar olarak tanımlanmaktadır (İBŞB; 2015).

Fark edileceği gibi yönetmeliklerdeki en büyük açmaz, “yüksek yapı” olma özelliğinin binanın gabarisi üzerinden tariflenmesi ve insan-çevre ilişkilerini dikkate alan ölçülebilir ve değerlendirilebilir bir tanımlama sunulmamış olmasıdır. Bu anlamda İzmir İmar Yönetmeliği’nde öteki iki büyük ilimizden farklı olarak gabari ölçütünün yanı sıra muğlak da olsa bağlama göre yükseklik verisinin dikkate alınmış olduğu vurgulanmalıdır. Yüksek yapı sorunsalının kaçınılmaz olarak önümüzde durduğu çağdaş mimarlık uygulamaları için yönetmeliklerde kentsel algı parametrelerini dikkate alan tanımların ve sınıflandırmaların yer alması son derece önemli olmaktadır.

Yüksek Yapılar ve Kentsel Yaşam Konseyi (CTBUH), yüksek yapıların tanımlanmasında üç temel ölçüt belirlemiştir. Bunlar bağlam, yapı oranı ve yapı teknolojisidir (CTBUH; 2014). Özellikle bağlama göre yükseklik ve yapının en ve boy oranlarını dikkate alan değerlendirme ölçütleri yüksek yapıları hem nicel hem de insan ve çevre ilişkileri kapsamında değerlendirmeye olanak tanımaktadır. Bağlama göre “yükseklik” ölçütü kendinden daha alçak gabaride yapıların olduğu bir kent bağlamı içinde “yüksek yapı” olarak değerlendirilen bir yapının kendinden daha yüksek yapıların yoğun olarak bulunduğu bir kentsel çevrede konumlandığında aynı etkiyi yaratmadığına ve “yüksek yapı” olarak değerlendirilmeyebileceğine işaret etmektedir (Şekil 1). “Yapı oranı” ölçütü ise boyu enine göre oldukça fazla olan yapıların yükseklik algısı oluşturduğuna, en ve boy oranı birbirine yaklaştıkça, yapının yüksekliğinden daha çok kütlesel etkisinin algılandığını ileri sürmektedir (Şekil 2).

Yüksek Yapılar ve Çevresel Algı
Çevresel algılama farklı duyuların çevre verilerini işlemesi ve anlamlandırması üzerine temellenen bir süreç olarak tanımlanabilir. İnsan kentsel çevresini algılarken duyularını kullanmaktadır. Çevresel algılamada görme yüzde 70 oranında en etkin rol oynayan duyu olup, bunu sırasıyla, işitme (yüzde 12,5), dokunma (yüzde 12,5) ve koku alma (yüzde 5) duyuları izlemektedir. Yakın çevrenin algılanmasında hemen her duyu devreye girerken, uzak çevrenin algılanmasında özellikle görme duyusu önemli olmaktadır. Kentin farklı noktalarından rahatlıkla görülebilen yüksek yapılar, en baskın olan görme duyusuyla birlikte algılanmakta ve bellekte yer edinmektedir (Erkan; 1996).

Çevresel algılamada insan ve çevre arasındaki ölçek çok önemli bir değerlendirme aracı olmaktadır. Sıkışık kent dokusu içerisinde, yüksek yapıların farklı uzaklıklardan algılanması söz konusudur. Mekanın biçimlenmesi sırasında devreye giren darlık, genişlik, büyüklük, küçüklük, alçaklık, yükseklik gibi fiziksel bileşenler beden ölçeğinden uzaklaştığı ölçüde insan ve mekan ilişkileri de o denli sorunlu hale gelebilmektedir (Erkan; 1996). Ölçekleri ve yükseklikleri nedeniyle görsel algıda ön plana çıkan yüksek yapılar, birer nirengi noktası rolü üstlenerek yer-yön bulmayı kolaylaştırıp çevresel imgelemi kuvvetlendirirken, öte yanda bulundukları bağlamın yakın çevresinde, insan üzerinde yoğunluk (density), kalabalıklık (crowding) ve buna bağlı çevresel stres (environmental stress) gibi olumsuz psikolojik etkiler yaratabilmektedirler. Bu anlamda yüksek yapıların farklı ölçeklerde değerlendirilmeleri önemlidir.

Speiregen (1965), insan ölçeğini dikkate alarak yakınlık ölçeği, kentsel ölçek ve anıtsal ölçek olmak üzere üç farklı ölçek tanımı yapar. Yakınlık ölçeği 27 metredir. İnsanların yüzlerinin tanınabileceği bu uzaklık eski konut alanlarına ait bir ölçektir. Kişisel alanların, kent alanı ile kesiştiği bir ölçek olarak ele alınmaktadır. 150 metre ile tanımlanan kentsel ölçek ise büyük kentsel mekanlara ait bir ölçektir ve yapıların ayrıntıları kentsel ölçekte hala okunabilmektedir. Özellikle yakın çevre ile yapı arasındaki ilişkiyi irdelemek için kullanılmaktadır. Anıtsal ölçek ise 1.300 metre ile tariflenmektedir. Bu ölçekte insan bedeninin ölçüsü devre dışı kalmakta, yapı kent bütünü ile birlikte değerlendirilmektedir.

Yüksek bir yapının yakın ölçekte 27 metre uzaklıktan bütün ayrıntıları ile birlikte algılanması olanaklı olsa da, normal bir bakış açısı ile tek seferde kavranması söz konusu değildir. Yüksek yapının insan bedeni ile en dramatik karşılaşmasının yakın ölçekte gerçekleştiği söylenebilir. Yakınlık ölçeği içerisinde yer alan bir yüksek yapı, insanlar üzerinde yoğunluk etkisi ve baskı oluşturabilir; ışık ve rüzgar gibi çevresel etkileri değiştirerek olumsuz psikolojik etkiler yaratabilir. Aytıs (1997) yüksek yapıların kentsel çevrede yarattığı olumsuz etkileri, görsel algılamaya engel oluşturması, özellikle iki tarafı yüksek binalarla çevrili, koridoru andıran mekanların klastrofobiye neden olması, kişiler üzerinde yıkılıyor etkisi vererek strese yol açması ve önü açık ve boşluğa yönelen yerlerde yükseklikten çekinme korkusunu (akrofobi) pekiştirmesi olarak özetlemiştir.

Kentsel ölçekte yüksek yapının tamamının tek seferde algılanması mümkün olabilmektedir. Bu durum, yapının yakın çevresi ile kurduğu ilişkinin algılanmasını sağlamakta, bu durumda yüksek yapılar birer nirengi noktası olarak algılanabilmektedir. Anıtsal ölçeğin devreye girdiği uzak mesafede artık insan boyutunun kavranması ve insan ölçeğine göre yüksek yapı algısının varlığından söz etmek olası değildir; kentsel alanın bütünsel olarak algılanması ve çevresel imgelem ön plandadır. Bu anlamda, yüksek yapıların kent siluetinde fark edilebilirlik ve kent imgesi oluşumunda önemli etki yarattığı ölçeğin anıtsal ölçek olduğu söylenebilir.

Bir yüksek yapının yakından ya da uzaktan deneyimlenmesine bağlı olarak kişilerin kentsel algısının değişmesi söz konudur. Çevresel algının hangi ölçekten gerçekleştiği (yakın, kentsel ya da anıtsal), yüksek yapıların en ve boy oranları, bağlama göre yükseklikleri gibi mimari ve kentsel verilerin yanı sıra algılayanın bireysel ve kültürel farklılıkların da çevresel algılama sürecinde devreye girdiği vurgulanmalıdır.

İzmir Yeni Kent Merkezindeki Yüksek Yapıların Çevresel Algı Bağlamında Değerlendirilmesi
Önemli bir kentsel değişim süreci yaşayan İzmir kenti geçmişte bağları, Levanten evleri, bahçeli ve sokak yaşamıyla bütünleşik az katlı müstakil konutları ile anılırken, günümüzde sıkışık kent dokusu olan metropol bir kent olarak belleklerde yer edinmeye başlamıştır. Ülkemizdeki bütün büyük kentlerde gözlediğimiz gibi İzmir kentindeki yoğunluk artışının ve yüksek yapılaşmanın temel nedenlerini de 1960’lı yıllardan sonra başlayan göçle birlikte yaşanan nüfus artışı, buna bağlı ortaya çıkan barınma sorunu ve gecekondulaşma, kent merkezinin sıkışması ve arazi değerlerinin yükselmesi gibi etkenler oluşturmaktadır.

İzmir kentinde 1952 imar planının uygulanmaya başlaması ile birlikte kentin siluetinde kırılma noktası oluşturan dramatik bir dönüşüm yaşanmış, az katlı yapılaşmanın yerini sekiz katlara varan çok katlı yapılaşma almaya başlamıştır. Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK; 1965) ve devamında gelen çeşitli yönetmelik değişiklikleri ile konut artık tek kişinin yaptırdığı ve sahiplendiği bir yapı olmaktan çıkıp bütün daire sahiplerinin mülkiyetlerinin olduğu ortak yaşam alanlarına dönüşmeye başlamış, arazi değerleri yükselişe geçmiş ve kent kârlılık temelli olarak düşeyde yapılaşmaya başlamıştır (Terim; 2006). 1960’larla birlikte başlayan kırılma 1980’lerde hız kazanmış ve zaman içinde kent merkezinde sekiz katlı konut dokusunun üzerine çıkan otel, iş merkezi ve konut işlevli yüksek yapılar, kent çeperlerinde ise çok katlı toplu konutlar ve kapalı siteler yapılmaya başlanmıştır (Resim 1).

2003 yılında uluslararası kentsel tasarım fikir yarışmasından edinilen fikirler değerlendirilerek 1/5000 ölçekli nazım imar planı hazırlanmış, bu süreçte Bayraklı ve Salhane bölgesi ağırlıkta iş, kamu ve alışveriş yapılarından oluşan merkezi iş alanı olarak tanımlanmıştır. 2006 yılında yapılan plan değişiklikleri ile birlikte İzmir’de yeni kent merkezi içinde tanımlanan Bayraklı, yüksekliğin serbest bırakılması ve emsal değerlerinin önemli ölçüde artırılmasıyla yoğun ve yüksek yapılaşma sorunuyla karşı karşıya kalmıştır (Erdik ve Kaplan; 2009). Yapılan yüksek yapı uygulamalarının kentsel ve mimari sorunlarının yanı sıra çevresel algıya olan etkileri bağlamında da değerlendirilmesi önemlidir. Araştırmanın bu bölümünde İzmir yeni kent merkezinde var olan yönetmeliklere göre yüksek yapı sınıfında değerlendirilen, inşa edilmiş yapılardan Sunucu Plaza, Folkart Towers, Tepekule İş Merkezi ve Megapol Tower çevresel algı bağlamında bağlamsal yükseklik, en ve boy oranları ve farklı ölçeklerden algıları dikkate alınarak değerlendirilmektedir (Resim 2, 3).

Sunucu Plaza
2005 yılında tamamlanan Sunucu Plaza, İzmir’in iki kuleli ilk yüksek yapısıdır. Kulelerden ilki 90 ikincisi ise 76,5 metredir. Bazasında otopark ve alışveriş gibi işlevlere yer verilen yapının yükselen kulelerinde büro işlevi yer almaktadır. Yakın çevresi az katlı yapılardan oluşan yapı bağlamsal yükseklik ölçütü açısından yüksek yapı sınıfında değerlendirilebilir. En ve boy oranı dikkate alındığında yapının enine göre yüksekliğinin çok vurgulu olmadığı ve tasarım özelliğinden kaynaklanan bu niteliği ile çizgisel düşeylikle tariflenen yüksek yapı özelliği taşımadığı dikkati çekmektedir. Yakınında sıkışık kent dokusunun olmaması, geniş araç ve yaya yollarıyla çevrelenmesi ve en ve boy oranı açısından yapının yükseklik etkisinin yakın ölçekte rahatsız edici olmadığı ve var olan haliyle insan üzerinde yoğunluk, kalabalıklık ve çevresel stres gibi olumsuz etkiler yaratmadığı söylenebilir. Kentsel ölçekte irdelendiğinde ise, yapının kütlesel algılanabilirlik ve kentte bir nirengi noktası oluşturma anlamında fazlaca öne çıkmadığı, anıtsal ölçekte imgesellik ve siluette fark edilme açısından çok baskın bir etkiye sahip olmadığı gözlenmektedir (Resim 4, Tablo 1).

Folkart Towers
2014 yılında tamamlanan Folkart Bayraklı Towers, İzmir’in en yüksek yapısı konumundadır. Türkiye’nin en yüksek ikinci, Avrupa’nın ise beşinci yüksek ikiz kuleli yapısı olan Folkart Towers, her biri 45 kattan oluşan yaklaşık 200 metre yüksekliğinde ikiz kulelere sahiptir. Bayraklı’da yeni kent merkezinde konumlanan yapının yakın çevresinde çoğunlukla Tekel tütün depoları ve en fazla sekiz kata kadar yükselen konut ve iş yapıları bulunmaktadır. Bazasında otopark, alışveriş ve rekreasyon işlevlerini barındıran yapının kulelerinde konut ve büro işlevleri yer almaktadır. Folkart Towers, incelenen yapılar arasında en-boy oranı açısından çizgisel özellik taşıyan ve bağlama göre oldukça yüksek ve düşeylik algısı güçlü olan bir yapıdır. Yapının denize yakın konumu ve yakın çevresinde yüksek yapıların yer almaması kentsel ve anıtsal ölçekte algısını kolaylaştırmaktadır.

Var olan durumda bağlamsal yüksekliğin oldukça düşük olması, çevresinde geniş yolların bulunması, zemin kullanımının açık alanlarla desteklenmesi ve yatayda bir baza üzerinde yükselmesi nedeniyle yapının yakın ölçekte insan açısından ezici bir etki oluşturduğu söylenemez. Kentsel ölçekte ise yapının birçok yolun kesişim noktasında bulunması, yükseklik etkisinin fazla olması ve dikkat çekici mimari formu nedeniyle kütlesel algılanabilirliği ve kentsel röper noktası oluşturma özelliği dikkati çeker. Anıtsal ölçekte ise Folkart Towers’ın kent siluetini etkileyen ve imgesellik etkisi yaratan bir özellik taşıdığı ve kentin hemen hemen her noktasından algılanan bir özellikte olduğu gözlenmektedir (Resim 5, Tablo 1).

Tepekule İş Merkezi
Yüksekliği 68 metre olan ve yapımı 2003 tarihinde tamamlanan Tepekule İş Merkezi, İzmir imar planı verilerine göre yüksek yapı sınıfında değerlendirilmektedir. Yapının nicel yükseklik ölçütüne göre yüksek yapı sınıfında değerlendirilmesine karşın en ve boy oranı ve çevresinde yeni inşa edilmeye başlayan kendi yüksekliğine yakın yapıların varlığı, başka bir deyişle bağlamsal yükseklik ölçütleri dikkate alındığında yüksek yapı olma niteliğinden uzaklaştığı görülür. Yakın ölçekte insan üzerinde ezici bir etki ve yoğunluk, kalabalıklık ve çevresel stres unsuru oluşturmayan Tepekule İş Merkezi körfeze yakın konumu nedeniyle kentsel ölçekte bütün açılardan olmasa da sahil bandında algılanma, bir nirengi noktası oluşturma ve kıyı siluetini etkileme özelliğini sürdürmektedir. Yapının görece düşük yüksekliği nedeniyle insan ölçeğinden uzak bir ölçek olan ve kent bütününde değerlendirilmesi gereken anıtsal ölçekte yakın çevresinde inşa edilmekte olan kütlesel etkisi belirgin yapılarla birlikte kent siluetinde etkin bir çevresel imge oluşturmadığı söylenebilir (Resim 6, Tablo 1).

Megapol Tower
Yapımı 2008 tarihinde tamamlanan Megapol Tower iş merkezi olarak kullanılmaktadır. 112 metre yüksekliğindeki yapı imar yönetmeliğinin yanı sıra en ve boy oranı ve bağlamsal yükseklik ölçütüne göre de yüksek yapı olma özelliği göstermektedir. Yapının görece geniş ve yakın çevresi yapılaşmamış bir alanda yer alması, insan bedeniyle algılanan yakın ölçekte ezici ve olumsuz bir etkiye yol açmamaktadır. Yapılaşma alanının ön ve arkası geniş bir araç yolu ile sınırlandığından yapının yakın çevresinde gelecekte de sıkışık bir yapılaşma olması beklenmemektedir. Megapol Tower, Bayraklı sahiline yakın konumda yer alması ve siyah renkli dikkat çeken bir dış cephe kaplamasına sahip olması nedeniyle kentsel ölçekte rahatlıkla algılanmakta ve kentsel nirengi noktası oluşturmaktadır. Anıtsal ölçekte bakıldığında yapının sahip olduğu özelliklerin, bağlamsal yüksekliğinin ve mimari formunun kent siluetinin algısını etkilediği ancak imgesellik etkisinin görece zayıf kaldığı görülmektedir (Resim 7, Tablo 1).

Genel Değerlendirme ve Sonuç
Kentsel dokuda ve siluette öne çıkan yüksek yapılar çevresel algıyı önemli ölçüde etkilemektedir. Yüksek yapıları çevresel algı açısından çözümlemeye yüksek yapının ne olduğu sorusu üzerinden iz sürerek başlayan bu çalışmanın sonuçlarından ilki, Türkiye’deki imar yönetmeliklerinde gabari üzerinden yapılan yüksek yapı tanımlamalarının yetersiz kaldığının saptanması olmuştur. Yüksek yapıların algısında yalnızca gabarileri değil, içinde bulundukları bağlamın yüksekliği ve yakın çevresindeki boşluklar da etkilidir. Bu bağlamda yüksek yapıların en ve boy oranları ile yakın çevresindeki yapıların yüksekliklerinin planlama süreçlerinde dikkate alınması önemlidir.

Yüksek yapılara ilişkin çevresel algılama sürecinde devreye giren önemli bileşenler en ve boy oranları, içinde bulunduğu bağlamın yüksekliği ve yakın, kentsel ve anıtsal olmak üzere farklı ölçeklerden görünümleridir. En ve boy oranları dikkate alındığında incelenen yapılar arasında yakın ölçekte yükseklik etkisi en fazla olan yapıların sırasıyla Folkart Towers, Megapol Tower, Sunucu Plaza ve Tepekule olduğu söylenebilir. Sunucu Plaza ve Tepekule İş Merkezi’nin en ve boy oranlarının incelenen öteki yapılara göre fazla olması yüksek yapı etkisi oluşturmalarını engellemektedir. Özellikle bir bazaya sahip olmayan ve en boy oranı görece büyük olan Tepekule İş Merkezi’nin yükseklikten çok kütlesel etkisi ön plandadır. Çevresinde kendisine yakın yükseklikte yeni yapıların inşa edilmekte olması nedeniyle yapı bağlama göre de yüksek algılanmamaktadır. İncelenen yapılar arasında kentsel ve anıtsal ölçeklerde, konumu, mimari formu ve yüksekliği nedeniyle nirengi noktası oluşturma, kent siluetini etkileme ve çevresel imge oluşturma açısından en etkili yüksek yapının Folkart Towers olduğu görülmektedir. Ancak tekil bakıldıklarında kentsel ve anıtsal ölçekteki algıları daha geri planda kalsa da, incelenen yapıların inşa edilmekte olan öteki yüksek yapılarla birlikte Bayraklı’da yüksek yapılarla eşleştirilen yeni bir kent imgesi oluşturduğu söylenebilir.

Kentsel ve anıtsal ölçeklerde çevresel algıyı daha çok nirengi noktası oluşturma, kent siluetini belirleme ve çevresel imgesellik açısından etkileyen yüksek yapıların insan bedeniyle algılanan yakın ölçekte yaratabileceği olumsuz psikolojik etkiler önemli olmaktadır. İncelenen yüksek yapıların içinde yer aldığı Bayraklı yeni kent merkezinin var olan durumda henüz görece düşük bağlamsal yüksekliğe sahip olması, yakın ölçek algısında oluşan yoğunluk (density), kalabalıklık (crowding) ve çevresel stres (environmental stress) gibi olumsuz psikolojik etkilerin hissedilmesinin önüne geçmektedir. Ancak yakın bir gelecekte gerekli kentsel boşlukların bırakılmadığı durumda, Bayraklı’daki yüksek yapıların hava dolaşımı, güneş vb. ekolojik değerlerin yanı sıra çevresel algı açısından da insan-çevre ilişkilerini örseleyen olumsuz etkiler yaratması kuvvetle olası görünmektedir. Bunun için yüksek yapıların planlama ve tasarım kararlarında kentsel mekanın niteliğinin ve çevresel algılama süreçlerinin dikkate alınması, gerekli kentsel boşlukların çift taraflı masif ve yüksek koridor etkisi yaratmayacak şekilde oluşturulmasına dikkat edilmesi son derece önemlidir.

Not
Makale ilk yazarın Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Mimarlık Lisansüstü programında yer alan Arc. 5141 kodlu “Mimari Çevre ve İnsan” adlı ders kapsamında gerçekleştirdiği araştırma ve çalışmalardan geliştirilmiştir. Kaynak gösterilmeyen görsellerin tamamı ilk yazarın arşivine aittir. Yapıların tabloda yer alan en, boy ve yükseklik verileri lazer metre ile saptanmıştır.

Kaynaklar

  • Aytıs, S.; “Yüksek Yapım Kriterleri ve Bu Kriterlerin İstanbul’dan Dört Örnek Üzerinde Analizi”, Doktora Tezi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 1997.
  • Begeç, H.; “Yükseklik, Yüksek Olma ve Yüksek Yapıların Gelişimi”, Ege Mimarlık, 4 (67), 10-15, 2008.
  • CTBUH; “Council On Tall Buildings and Urban Habitat”, 2014. http://www.ctbuh.org/HighRiseInfo/TallestDatabase/Criteria/tabid/446/language/en-GB/Default.aspx. Erişim tarihi: 23.11.2014
  • CTBUH; “Council On Tall Buildings and Urban Habitat”, 2015. http://www.ctbuh.org/TallBuildings/HeightStatistics/BuildinginNumbers/TheTallest20in2020/tabid/2926/language/en-US/Default.asx. Erişim tarihi: 26.05.2015
  • Erbil, D.; Özaydın, G.; Ulusay, B.; “Yüksek Binaların Kent Silüetinde Algılanma Sorunları”, Yüksek Binalar 1. Ulusal Sempozyumu, İstanbul Teknik Üniversitesi. İstanbul, 1989.
  • Emporis; “Türkiye’nin En Yüksek 20 Yapısı”, 2014. http://www.emporis.com/statistics/tallest-buildings/country/100173/turkey, Erişim tarihi: 4.05.2015
  • Erdik, A.; Kaplan, A.; “İzmir Liman Bölgesinde Proje Yarışmasından Nazım İmar Planına Dönüşüm Sorunu”, Ege Coğrafya Dergisi, C.18, ss.49-58, 2009.
  • Erkan, N. Ç.; “Çevre Psikolojisi Bağlamında Çevresel İmaj ve Beşiktaş Örneği”, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul, 1996.
  • Gillis, A. R.; “High Rise Housing in Psychological Strain”, Journal of Health and Pschological Behavior, C.18, ss.418-431, 1977.
  • İBŞB; “İzmir Büyükşehir İmar Yönetmeliği”, 2015. http://izmir.bel.tr/YuklenenDosyalar/Dokumanlar/23.12.2013%2015_23_ 45201304291521_58.pdf. Erişim tarihi: 26.05.2015
  • KMK; “Kat Mülkiyeti Kanunu”, 1965. http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.634.pdf. Erişim tarihi: 26.05.2015
  • Lynch, K.; “The Image of the City”, MIT Press, USA, 1960.
  • Serbes, S. M.; “Yüksek Yapıların Gelişimi ve Tasarımları Üzerine Bir İnceleme”, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul, 2009.
  • Terim, B.; “İzmir’de Yüksek Konutlara Dünden Bugüne Bir Bakış”, Ege Mimarlık, 2-57. 23 Eylül 2011. http://www.izmimod.org.tr/egemim/57/36-41.pdf
  • Uçar, Ö.; “Çocukların Yaşanılan Yer ve Buna Bağlı Olarak Mekân Algısının İncelenmesi” (Yüksek konut yapıları örneği), Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir, 2014.