İstanbul Modern: Türkiye’ye Armağan Bir Başyapıt
Suha Özkan Hon. F AIA
Oldum olası tartışır dururuz. “Bu işi bir Türk Mimar yapamaz mıydı?” Mimarlığın uluslararası kesici kenarını yarım yüzyıl birinci elden deneyimlemiş biri olarak: “Mimarın milliyeti olabilir ama mimarlığın olmaz. Onun kimliği olur” diyegeldim. Kısacası mimarlığın bağlamcısı, yüksek teknolojilisi, gelenekselcisi, moderni,hatta iyisi ya da kötüsü bile olabilir ama “Türk”ü olmamalı. Çünkü meslekler ve meslek içindeki tutumlar evrenseldir. Mimarlık varlığını edindiği ortamlardan kaynaklanır ve kültür ile biçimlenir. Önemli olan coğrafya yani doğal çevre Anadolu’dur, Türkiye’dir. Ama “Türk” değildir. Bu konuyu akademik olarak dile getiren ve Türk mimarisi yerine Anadolu mimarisi kavramını yerleştiren Doğan Kuban’ı saygıyla anmamız gerek.
Yakın tarihte Chandigarh, yeni başkent için mimar arayan Kemal Atatürk hayranı Javaherlal Nehru kısaca “En iyi modern mimar kimdir? Bana onu getirin” demiş ve devasa yeni kentin hem mastır planını hem de mimarlığını güvenle Le Corbusier’e (1887-1965) teslim etmişti. Benzeri bir durum da (Doğu Pakistan) şimdi Bangladeş’te gerçekleşti. Ülkenin en prestijli yapısı olan Parlamento (Sher-i Bangla Nagar) yapısı Louis Kahn’a (1901-1974) teslim edildi. Bu iki yetenek tam anlamı ile birer okul gibi iz bıraktılar. Uluslararası şöhretli mimarlar Charles Correa (1930-2015), Balkrishna Doshi (1927-2023), bu gözlem ve birikimle oluşturdukları özgüvenle mesleklerini yürüttüler ve dünya mimarlık ortamının doruğuna eriştiler.
Galata rıhtımı sürekli gündemde olan, önemli bir alan olageldi. Önceleri o alanda Kültür Bakanı Erkan Mumcu önderliğinde Tabanlıoğlu Mimarlık grubu bir masterplan hazırlamıştı. O plana göre İstanbul Modern’in bulunduğu Antrepo yıkılıyor ve Kirkor Balyan’ın (1764-1831) tasarladığı Nusretiye Camisi Saat Kulesi’nin (1826) Boğaz’a açılması amaçlanıyordu. Sonra Antrepo yıkılmadı. Hatta Tabanlıoğlu tarafından İstanbul Modern olarak düzenlendi ve kentin en sevilen kültür odaklarından biri oldu.
Galatport projesi yeniden gündeme geldiğinde İstanbul Modern’in o ortamın “kültürel amiral gemisi” olması kararlaştırıldı. Bu bilinç ve cesaretle İstanbul Modern ve onun Kurucu Direktörü Oya Eczacıbaşı (d.1959,) Eski Galata Rıhtımı yeni adıyla Galatport’ta yer alacak İstanbul Modern’i en yetkin çağdaş mimara teslim ettiler: Renzo Piano Yapı İşliği + Arup İstanbul.
Renzo Piano, Paris’in Haller bölgesinin bir sanat ortamı olmasını amaçlayan uluslararası yarışmayı Richard Rogers ile birlikte kazandı. İkili o zamanın “tekno-romantik” ve ütopik mimarlık akımı olan Archigram’ın (kuruluşu 1960) etkisi ile Cedric Price’ın (1934-2003) sürekli değişen ve yeniden yapılanan tasarım tutumlarını, gerçekçi boyutlarında gerçekleştirdiler. İlerleyen yıllarda Rogers yüksek teknolojili yapı tutkusunu çoğu kez kendisini yineleyerek sürdürürken, Piano teknolojiyi hiç göz ardı etmezken her proje için gerekeni büyük bir titizlikle uyguladı ve müze yapılarının en çok tercih edilen mimarı olarak zirvedeki yerini korudu.
Beyeler Vakfı Müzesi, Riehen, Zentrum Paul Klee, Bern, Academy Museum of Motion Pictures, Los Angeles Louis Kahn’dan sonra Kimbell Sanat Müzesi, Fort Worth, Merrill Art Collection Houston ve Whitney Museum of American Art, New York yapılarının her biri özgün buluşlarla, akılcı yapılanmanın ürünleri olarak etkilemişti. Onun yapılarını sürekli olarak hayranlıkla izledim. Yapı ve ayrıntı çözümler ve hem doğal hem de yapay aydınlatma çözümleri beni hep etkileye geldi. Sıcakkanlı candan kişiliği ve sürekli yapıcı çözüm arayan bu arada yaratıcılığından ödün vermeyen tutumu ile en doğal tercih oldu.
Frank Gehry (1929) ve Gugenheim Bibao sonrası özellikle Amerikan mimarlık ortamının başlattığı. “Müze koleksiyonu mu, müze yapıları mı daha önemli olmalıdır?” tartışması sevgili dostum Glenn Lowry (d. 1955) direktörlüğünde New York Modern Sanatlar Müzesi’nin yenilenip genişletilmesi projesinde alevlendi. 2004’de başlayan çalışmalar Yoshio Taniguchi’nin (d. 1937) “Yapı ve mekan nötr olmalı, önemli olan sergilenen yapıtlardır” söylemi ile yeniden tartışma ortamına girdi. İşte bu noktada İstanbul Boğazı kıyısında yer alacak mimarinin seçimi öne çıktı. Kendini beğenmiş, kibirli, bağıran bir yapı mı, yoksa çevresi ile bütünleşik, sakin, belki de bir tül perde gibi bir yapı mı olacaktı? Sonunda birçok yetenekli müze mimarı arasından yine aynı zirvede yer alan, kendini değil yapıyı önemseyen bir mimar olarak Renzo Piano (d.1937) seçildi. Herhangi bir yarışma ya da teklif süreci olmadan mimarlığına ve kişiliğine güvendikleri bir sorumlu olan Boğaziçi’nin bu eşsiz kıyısı ona teslim edildi.
Yapının özelliklerini sıralayıp değerlendirmek bu kısa yazının konusu olamaz. Ama kıyı promenadı ile Nusretiye Saat Kulesi ve Tophane Çeşmesi’nin Piano’nun yarattığı yapı çerçevelerinden izlenmesi bir görsel şölen. Bir bakıma onca yıl öncesinde o ortamı kutsamış Kirkor Balyan’ın Saat Kulesi (1826) ile Çeşme Gümrük Emini, Ahmed Ağa’nın Tophane Çeşmesi’ne (1732) selam vermektedir.
Eski Antrepo’nun çok yaratıcı bir biçimde yeniden yaratıldığı bu ortam Emre Arolat’ın (d.1963) İstanbul Resim Heykel Müzesi yapısı ile gerçek bir sanat odağı olmuştur.
2015 yılından bu yana yorulmaz enerjisi ile bu yapıyı bize armağan eden Oya Eczacıbaşı’na ve Levent Çalık’a, tüm emeği geçenlerle birlikte teşekkür borcumuz var. Projenin en büyük destekçisi Bülent Eczacıbaşı sevgi ve saygıyla anılmalı. Böyle tarihsel bir girişim içinde bir tutam tuzum olduğu için mutluyum. Nejat Ferit Eczacıbaşı ve Şakir Eczacıbaşı’nı da minnetle yad edelim.