Harabenin İlhamı
Prof. Dr. İhsan Bilgin
“Ama cennetten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle kuvvetle kavramıştır ki, bir daha kapayamaz onları. Fırtınayla birlikte çaresiz, sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir. Yıkıntılar yığını ise, gözlerinin önünde göğe doğru yükselip gider. İlerleme dediğimiz şey işte bu fırtınadır.” – Walter Benjamin
Daha yapacak işleri varken zamansız yitirdiğimiz Nur Altınyıldız Artun’un, Bilge Bal’ın editörlüğünde yayınlanan kitabı iki ana bölümden oluşuyor: İlki 20. yüzyıl İstanbul’unun yıkım ve korunma çabası tarihi diye de okunabilecek- siyasetin yapılı çevreyle ilişkisini Cumhuriyet İstanbul’u üzerinden yorumlarken ikincisi “harabe“ kavrayışının tarihine odaklanarak, sosyal bellekte tuttuğu yerle kalıcı bir değer statüsü kazanmış, eskimiş yapılı çevrelerin ancak özgüvenli bir akademik/mesleki tecrübeyle dikkate değer söz söylenebilecek mayınlı bir alana cüretli bir giriş yapıyor.
Anıt - Varlık
“Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu”nu Doğan Kuban, Cevat Erder gibi koruma - restorasyon duayenlerinin o resmi adlandırmanın vurgusunu anıttan varlığa, olağanüstüden sıradana çevirmek için harcadıkları emeği ve döktükleri dili hiçe sayarcasına biz mimarlar bile hala “anıtlar” diye kısaltabiliyoruz.
Nur Altınyıldız Artun’un kitabının bu türden sürçmelere müdahale gibi bir hedefi yok. Her şey kısmen de olsa yerli yerine oturduktan ve koruma etik bir değer haline gelip koruma - yenileme pratiğinin prosedürleri az çok yerleştikten sonrasında başlıyor sözü. Artık düşünmeden benimsediğimiz bu değer ölçütü üzerine düşünmeye çağırıyor bizi. Henüz değer haline gelmediği zamanlardan günümüzdeki statüsüne kavuşana kadar ne gibi zihinsel dönemeçlerden geçtiğini anlatıyor. Ben kitabın perspektifine girmemiş bir açı üzerinde, harabe olgusunun mimara işini yaparken verebildiği ilham üzerinde duracağım.
Harabe Kasveti
İngiliz mimar John Soane gibi zamanının harabe-mania eğilimi etkisiyle Bank of England’ın mimari projesini yüzyıllar sonrasının harabeye dönüşmüş haliyle tasvir edecek frapan bir tutumu kenara koyup, bu ilhamın da etkisiyle kalıcı bir mimari tutum oluşturacak Aldo Rossi’ye odaklanırsak De Chirico resimlerinin Rossi’nin başlıca ilham kaynaklarından olduğu bilinir. De Chirico sahnelerini gerçeğin ötesine (üstüne?) taşıyanın harap halleriyle tasvir edilmiş binalar olduğu da malum. O zaman, o harabelerin izleri Rossi’nin inşa edilmiş çevrelerine de düşecek sahnelerindeki etkilerine bakalım.* Onları gerçeğin dışına çıkaran, ıssızlıklarıyla ima edilmiş terk edilmişlikleridir. Bunda, bu ıssızlıkta yeri olmayıp turist olmadıkları besbelli insanların binalar kadar sert gölgeleriyle orada hazır bulunmalarından doğan gerilimin payı belirleyicidir.
O halde, ayakta konuşan adamların, çember çeviren kızın, hatta ufuk çizgisinde seyreden trenin o yüzyıllar öncesine gitmediği dökülüp saçılmadan kalmışlıklarından belirli arkad kalıntıları arasındaki ıssızlıkta ne işleri vardır? Zaten insanların varlığı da hayat belirtisinden ziyade noksan hayatın gölgelerini andırmaktadır. Bu eksiltmede köhneliklerinin yanı sıra sahnenin büyük kısmını kaplayıp insanlık haline yer bırakmayan gölgelerinin payı esastır. Yer değiştiren gölgenin zamanın işareti olduğu malum. Perspektif kurallarını da ihlal ederek bu kadar büyük yer kaplamakla, zaten köhnemişlikleriyle tasvir edilmiş sahneler geçmişle gelecek arasındaki asılı kalmış bir zamansızlığa bırakılmaktadır.
Taşra Sıkıntısı
Rossi’nin diğer ilham kaynaklarından olduğunu bildiğimiz Edward Hopper resimlerindeki dinginliğin kaynağı da Amerika’da bulunamayacak Roma harabeleri değil, Amerikan taşrasının değişmezlik imalı tahammülsüz dingin atmosferini oluşturan artifaktlardır. Onların inşa edilmişleri, yine insani yaşantıya yer bırakmayacak şekilde sahneyi boşaltıp kendileriyle doldurmuştur.
De Chirico harabeleri bugünün içini geçmiş / hatıra imgesi /analojisi harabeleri kullanarak boşaltıyorsa, Hopper’in taşralı inşai elemanları ise doğrudan geleceğin imkansızlığı üzerinedir. Taşranın köşe bucağına dağılmış o sahnelerde hayatın değişebilirliğine dair bir belirtiye rastlamak güçtür. Kapı eşiğindeki kadının gövdesinden taşan enerjinin dahi taşra hayatının değişmezliği içinde eriyip gideceği adeta baştan bellidir. Tren yolculuğunun değişken manzaraları bile bu dinginliği kıpırdatamamıştır. Hopper’in sahneleri öte yandan da bu hayatların küçümsenmesinin değil, estetik ifade aracılığıyla anlaşılmasının araçları olarak işlev görmüştür.
Hatıra Deposu
Rossi’nin harabe angajmanı Chirico’dan devşirme dramatik sahnelerin kurucu dekor malzemesi olmasıyla sınırlı değildir. Modena mezarlığının kurgusunu kent analojisiyle kurarken iddiasız elemanlarıyla aleladeliğin ifadesi olan bloklarının tekrarını, konik bir kulenin yanı sıra içleri tamamen boşalmış pencere boşluklarından ibaret hacimli bir anıtla tamamlar. Şüphe yok, binanın harabileşmeye başladığının en belirgin işareti de zaten camları kırılıp doğramaları sökülmüş pencere boşluklarıdır. Tıpkı hayalet tasvirlerinin ortak özelliğinin içi boşalmış gözler olması gibi.
Demek ki, şehir analojisini tamamlayan o iri kübik kütle, daha en başından bir anıtın harabe hali olarak inşa edilmiştir. Rossi, mezarlık programının yaşama uzaklığıyla ilgili polemikleri, mezarlığın ölülere değil, onlarla ilgili hatıraları diri tutan canlılara ait olduğunu en başından vurgulayarak savuşturmuştur.
Rossi’nin mimarisi berisinde harabe-mania özentisi bir miras bırakmadı. Onun 20. yüzyıl mimari kanonuna malolmuş işlerinden öğrenilecek şeylerden biri de harabeleşmiş halinin de yapılı çevre mirasına ait olduğudur ki, Altınyıldız Artun’un kitabından da alınacak ders son kertede aynı yere çıkmaktadır.
Rossi, binaların programı kadar o programları taşıyacak sahneleri de tasarlayan bir mimardı. O harabelerden türeme dramatik ortamların antik zamanların emsalsizliği izlenimi uyandıran sahnelerinde, Shakespeare’in mitolojik karakterlerinden Brecht’in üç kuruşluk kahramanlarına, her türden yaşantının dramı yaşanabilirdi. Konut bloğu gibi bir aleladeliğin orta yerindeki sonsuza dek tekrarlanan yassı kolon dizisi arasında çömelmiş liseli kız kadar iş adamı postürlü yetişkinin de yeri olabilir; alelade rutinlerini sahnelenmeye değer deneyimler olarak sahnedeymişcesine yaşayabilirlerdi.
(*) http://serbestiyet.com/yazarlar/ihsan-bilgin/harap-devletin-harabesi-846448