Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık

Sergide, geçen 30 yılın izlerini mimarlık üzerinden okutabilmek istedik…

Mimarlık üretimindeki serüvenlerini Meriç Öner’in küratörlüğünde, dönem hafızasıyla birlikte ele alınan bir sergi ve etkinlik serisiyle incelemeye açan Kerem Erginoğlu ve Hasan Çalışlar ile “Zaman Cetveli” üzerinde ileri-geri giderek geçmiş ve gelecek 30 yılı konuştuk. 

Yasemin Şener, Mimar

YASEMİN ŞENER 31. yıldönümünüzü içtenlikle kutluyorum. Geride bıraktığınız bu 30 yıllık mimarlık serüvenini, 3-31 Mayıs 2024 tarihlerinde MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi Tek Kubbe Salonu’nda ziyarete açık kalacak olan “Zaman Cetveli” sergisiyle incelemeye açıyorsunuz. Bu sergi fikri nasıl doğdu ve ne zamandır gündeminizde? Hikayesini dinleyebilir miyiz? 

KEREM ERGİNOĞLU Cemal Emden, uzun süredir bizim binalarımızın, yaptığımız işlerin fotoğrafını çekiyor, çok da yakın dostumuz. Geçenlerde, tasarımını yaptığımız “Dream Games” oyun şirketinin iç mekan fotoğraflarını çekti. Orası için özel bir masa tasarımı yapmıştık, onun detaylarını da çekmiş. Bunun sonrasında “Tüm işlerinizi detayına kadar belgeliyoruz, neden bir sergi yapmıyorsunuz?” diye bir fikir verdi. Geçen sene 30. yılımızdı, ekibimizle birlikte yemekli bir organizasyon yaparak kutladık ama tam anlamıyla yeterli gelmedi. İşte o zaman sergiyi ciddi olarak düşünmeye başladık. Öncelikle bir küratör arayışına girdik ve Burcu Kütükçüoğlu’nu aradık. Burcu, Boston’dan hocalık kabulü aldığını ve Amerika’ya gideceğini söyledi. Uzun yıllar SALT’ın Araştırma ve Programlar direktörlüğünü yürüten Meriç Öner’i tavsiye etti, kendisi mimarlık kökenli bir küratör. Sonra Meriç’le buluştuk, süreçleri anlattık. Meriç, bu işlerin vakit aldığını ve zamana ihtiyacımız olduğunu belirtti. Öncelikle sergi mekanı düşünmeye başladık. Her ikimiz de Mimar Sinan mezunu olduğumuzdan ara sıra okul için projeler yapıyoruz, rektör hanım da bizi seviyor. Biz de seviyoruz okula katkımızın olmasını. MSGSÜ o sırada Tophane Kasrı’nın restorasyonunu tamamlamıştı. Bu mekanı bizim sergiyle açmayı teklif ettiler. 

HASAN ÇALIŞLAR Aynı zamanda mekanın olasılıklarını ve performansını da görmek istiyorlardı. Tophane Kasrı, konum olarak tam İstanbul Modern’in karşısında, bizim üniversitenin ve Resim Heykel Müzesi’nin de komşusu. Orası sadece bir sergi mekanı mı olur, yoksa üçlü bir sergi aksını tamamlayacak üçüncü bir arter mi olur, diye düşünüyorlardı. Mekanı ziyaret ettik. Restorasyonu yeni tamamlanmıştı ama bina o kadar süslü püslü, o kadar çok işlemeli, tavanları duvarları o kadar ampir ki… Orada bir sergi yaparsak bina sergiyi her şekilde ezer diye düşündük. Tabii, her şeyin bir çözümü var ama biz yine de bu alanın daha çok üniversite çalışma gruplarına ve doktora sınıflarına yönelik workshop gibi etkinlikler için kullanılmasının üniversite için daha iyi olacağını söyledik. Sergi mekanı olarak biz çok benimseyemedik. Böylece Tophane-i Amire’ye doğru kaydık.  

YŞ Sergide tam olarak ne tür ürünler görülebiliyor? Bu 30 yıllık serüven nasıl aktarılıyor?

Açıkçası bu serginin kendi mimarlık üretimimizin bir şovu olmasından ziyade geriye dönük bir hafıza taraması olmasını tercih ettik. Meriç ile beraber, projelerin bağlamları ve zaman dönemlerini yansıtan bir anımsama ve anımsatma sergisi olmasına karar verdik. İlk önce teklif verdiklerimiz dahil bugüne kadar ele aldığımız yaklaşık 500 projenin üzerinden tek tek geçtik. Bu işleri kime, nasıl ve ne şartlarda yaptığımızı, her birinin ne şekilde sonuçlandığını ya da nasıl yarım kaldığını hatırlayarak bütün bu listenin üzerinden Meriç ile birlikte geçtik. Elimizdeki tüm çizimleri, maketleri ve görsel dökümanları ortaya döktük. Bu projeler veya yapılarla ilgili üretilmiş bazı numuneleri, modelleri, birtakım malzeme parçalarını arşivlerden, depolardan tekrar çıkarmaya gayret ettik ve tüm bunlardan bir seçki oluşturduk. 30 yıl içinde hem sunum teknikleri hem imalat teknikleri değişti. Elbette ki bizim mimariye yaklaşımımızda ve düşünce biçimimizde de değişiklikler oldu. İlk anda kulağa öyle gelmese de aslında çok uzun bir zaman dilimi 30 yıl. Düşünsenize 30 yıl önce internet yoktu, tabletler yoktu, bilgisayar yoktu. Dolayısıyla sergide, rapido ile başlayan bir mimarlık üretiminin bugün BIM ile yoluna devam etme sürecini de aktarmaya gayret ettik. Bu nasıl bir his yaratacak, o önemli. A’dan Z’ye, rüzgar buradan esiyordu, eğim şu kadardı, program buydu gibi proje anlatma sergisi olmasını istemedik. Bu bir dönem anımsama sergisi olarak düşünüldü.

YŞ Projeler araştırma, tasarım ve uygulama süreçlerinden derlenen nesnelerle birlikte aktarılıyor. Nedir o nesneler örnek verebilir misiniz?

Çizimler de var, eskiz defterleri de var, bizim müşteriye gönderdiğimiz rulo eskizler de var. Birtakım seramikler, o zaman kullandığımız bir sandalye, tuğla gibi tüm bu yapı bileşenlerinin, onları yaptığımız, ürettiğimiz, düşünürken kullandığımız araç gereçlerin de katkısıyla böyle karışık bir kompozisyon… 

YŞ Böyle bir sergiye zemin hazırlayacak muazzam bir arşiviniz vardı herhalde, değil mi? 

KE Fena değil tabii. Fotoğraf anlamında iyi arşiv tutuyoruz aslında, dijital arşivlerimiz de iyidir, oldukça derli toplu. Ciddi anlamda defterler de var. Bu sergi için 60 taneye yakın projeye dokunduk, Meriç dokundu daha doğrusu. Biz de %95’ini onaylamışızdır. 

Her 10 projeden 8’ini onaylamışızdır da belki 2 tanesinde biraz şımarıklık yapmışızdır. Bazı binalar bizim için önemli, mutlaka onlar da olsun istemişizdir.  

YŞ Mimarlar genellikle kendi sergilerini kendileri kurgulayıp tasarlayabiliyorlar. Sizin bundan kaçınma sebebiniz yoğunluk ve meşguliyet miydi, yoksa dışarıdan bir gözün sizi nasıl gördüğü ile mi ilgilendiniz? 

KE Her konunun bir uzmanı var. Mimarlar grafik yapmayı da sever mesela ama grafik sanatçısı bambaşka bir şekilde yaklaşır konuya. Biz farklı disiplinlerden farklı görüş ve yaklaşımların katkısına inanıyoruz. Dediğim gibi bu konuda tecrübeli üçüncü bir gözün bize dışarıdan bakması ve tamamen süzgeçten geçirerek yaklaşması bizim için daha önemliydi. Erginoğlu & Çalışlar’ın 30. yılı ama bu 30 yıl aslında Meriç’in gözündan aktarılıyor. Tarihle olan paralelliği biraz daha fazla önemsedik ve o yüzden adına “Zaman Cetveli” dedik. 

YŞ İşlerin paralelinde Zaman Cetveli’ne eklenen olaylar dizisi ise Türkiye ve dünyada 30 yılın bazı eşiklerini anımsatarak sergiyi ortak bir geçmişe yaymayı hedefliyorsunuz. Bu eşikler ve dönüm noktaları hakkında bazı ipuçları verebilir misiniz?

Bu 30 yıl içinde bazı konularda şanslı, bazı konularda da şanssız dönemler geçirdik. Mimarlık üretiminde arsa, mimar, işveren dışında birtakım belirleyici konular var: Gündelik politikalar, havada uçuşan anayasalar, Tansu Çiller’in krizleri, Korkmaz Yiğit ile Mesut Yılmaz’ın hükümeti düşürmesi, Irak harbi falan derken o kadar çok şey oluyor ki… Farkında olmadan bunların hepsinin getirdiği sonuçlar bütçeleri, yatırımları, iş yapış biçimlerini bir şekilde dolaylı olarak etkiliyor. Dolayısıyla sizin hangi dönemde, hangi anlayışla ve hangi psikolojiyle bu işleri yaptığınız çok önemli birer parametre haline geliyor. 

Sergide izleyicinin bağ kurabilmesi için o yıl neler yaşandığına dair mimarlığa ait olmayan bazı özet bilgiler olacak. Michael Jackson’ın ölümü gibi kültürel hayatımızın bir döneminin bitip başka bir döneminin başladığına dair küçük işaretler… Bir eskiz defterine bakarken veya o yıllarda yapılmış ilkel bir üç boyutlu çizime bakarken, “A, bu o zaman böyle mi yapılıyormuş” derken, diğer taraftan da “Canım işte Michael Jackson hala hayattaymış, baksana” dedirtebilmeyi amaçlıyoruz. 

YŞ Bu 30 yıllık serüven boyunca mesleki üretiminizdeki dönüşümleri sergide nasıl aktardınız?

KE İzleyiciler 1993’ten 2023-24’e kadar olan o süreci gördüğü zaman teknolojinin değişimini de daha net algılayacak. Başlangıçta çok ufak tefek işler yaptığımızı, gittikçe projelerin daha oturaklı hale geldiğini ve öte yandan da bütün bu mimarlık üretiminin de bambaşka bir hale geldiğini daha net gözlemleyecekler. 

Piyasanın mimarlardan beklentileri de dahil olmak üzere her şey bu 30 yıl içinde ciddi bir değişiklik gösterdi. Tam da bu sebeple bu sergiyi birtakım konuşmalar ve gezilerle de desteklemeyi amaçladık. Dört tane panelle bu sergiyi neşelendireceğiz ve insanları bu sergiyi ziyaret etmeye teşvik edeceğiz. O panellerde de buna benzer konuları konuşacağız; başka aktörlerin gözünden bu 30 yılda neler değiştiğini öğreneceğiz. İşverenler mesela hiçbir zaman Türkiye’deki mimarlık tartışmalarında seslerini duymadığımız bir grup. 30 yıldır bizimle çalışan bazı işverenlerimiz, 30 yılda mimarlardan beklentilerindeki değişiklikleri, mimar servislerindeki değişiklikleri, aldıkları sonuçları, neden aynı mimarla devam etmek istediklerini ya da istemediklerini tartışacaklar. 

YŞ Bu etkinliklerle ilgili daha detaylı bilgi verebilir misiniz?

KE “Çok Yakın Tarih Sohbeti: 90’lardan Bugüne Mimarı Tasarım” panelinde Pınar Gökbayrak’ın moderatörlüğünde sevgili Aykut Köksal ile konuşacağız. “Hiç Konuşmayanlarla Mimarlık Sohbeti: Müşteri Daima Haksızdır” panelinde ISS Yönetim Kurulu Başkanı Cem Uygun, Mavi Jeans CBO’su Elif Akarlılar, Medine Turgul DDB CEO’su Jeffi Medina ve Mesa Yönetim Kurulu Başkanı Nevzat Aydın, Elif Bereketli’nin moderatörlüğünde bir araya gelecek. “En Derin Temsil Sohbeti: Mimarlığın Sergisi” paneli, Özgür Esra Kahveci’nin moderatörlüğünde Cemal Emden, Dilşad Aladağ, Meriç Öner ve Pelin Derviş’in katılımıyla; “Rapido’dan Revit’e: Mimarlıkta Otuz Yıl” başlıklı oturum ise Şebnem Yücel’in moderatörlüğünde Doğan Tekeli, Hakan Demirel, Han Tümertekin, Sibel Dalokay Bozer ve Tülin Hadi’nin katılımıyla gerçekleşecek. 

Ayrıca yakın çevremizden mimarların, akademisyenlerin ve diğer profesyonellerin düzenleyeceği atölye çalışmaları ve rehberlik edeceği özel sergi turları gerçekleştirilecek.  Arman Akdoğan, Funda Uz, Füsun Kariptaş, 2010’da yayınladığımız “Seçilmiş İşler” kitabımızda bize çok destek veren Bülent Tanju gelip sergiyi gezdirecekler.  

YŞ Bu etkinlikler herkesin katılımına açık olacak değil mi?

KE Elbette. Hatta hocalar gelsin öğrencilerine burada ders versin istiyoruz. Statik bir sergi olmasını istemiyoruz. Bir ay boyunca sergiyi harlayalım istedik. Tabii birçok kişi açılışa gelmek istiyor, açılışta her noktaya ne kadar ilgi gösterebiliriz tam emin değilim. O yüzden daha fazla ilgilenecek özel gruplarla birlikte gezip anlatabilirsek daha verimli olacaktır. 

Her ölçekte çalışan bir tasarım merkezi olarak sergiye yalnız binalarımızı değil, tasarımını yaptığımız mobilyaları da koyalım istedik. Bu şekilde yer verdiğimiz bir masa, sergi boyunca orada duracak ve etkinlikleri o masada yapacağız. Buradan da bütün mimarlık okullarına açık çağrı yapalım, hocalarımız herhangi bir proje derslerini, sergi alanındaki masamızda rahatlıkla yapabilirler. Mimar Sinan Üniversitesi elbette çok yakın ama buraya başka okullardan da pek çok öğretmenin öğrencilerini getirmelerini isteriz. Hem derslerini yapmaları hem de sergiyi incelemeleri için iyi bir ortam olacağını düşünüyoruz. 

Uğur Koleji, İstanbul, 1994©Cemal Emden

Uğur Koleji, İstanbul, 1994 ©Cemal Emden

YŞ 1993’ten 2023’e kadar geçirdiğiniz bu serüvene bugün geriye dönüp baktığınızda mimarlık meslek yaşamınızın en belirgin dönüm noktaları ve kritik dönemeçleri hangileriydi? 

KE Bizim mimarlık pratiğimiz tekrarlar ve döngüler üzerine kurulu değil. Mimarlığın en büyük güçlüğü zaten orada. Başka meslek gruplarından arkadaşlarımız yaptıkları işi tekrarlayarak üretebiliyorlar, işleri gereği biraz daha statik olmaları gerekebiliyor ama biz mimarlar sürekli hareket halinde olmak zorundayız. Ofiste masada oturduğumuz süre bile çok kısıtlı örneğin. İçeride ekip arkadaşlarımızla birlikte projeleri daha iyi hale getirmek peşinde koşuyoruz. Dolayısıyla dönüm noktaları diye baktığımda aldığımız bazı ödüller ya da bazı tasarımlarımızın biraz daha vurguyla anlatılması gibi durumlar aklıma geliyor. Örneğin 2010 bizim için parlak bir yıldı, Türkiye’ye ilk WAF ödülünü biz getirmeyi başarmıştık. O yıl yine Ulusal Mimarlık Sergisi’nde de birtakım ödüller almıştık. O sene biraz daha yoğun gitmişti ama sonraki yıllarda da hep iyi yapılar ortaya koyma şansına sahip olduk. Yapıyı yönetmek tabii ki çok zorlu bir süreç. Tasarımını geçiyorum, oradaki koşullardan yapıyı yapan insanlara, işverenlerden kullanıcılara kadar o sürecin çok iyi ve dengeli yürütülmesi gerekiyor. Bazen o dengeyi iyi yakalıyorsunuz, bazen de tam böyle istediğiniz gibi olmayabiliyor. Sonuçta bu sürekli iteklenmesi gereken bir süreç. 

Genel olarak bu 30 yılın büyük kırılmalarla ilerlemediğini, daha istikrarlı gittiği söyleyebilirim. Eğer bu bir grafik olsaydı, aşağıdan yukarıya doğru belirli bir açıda doğrusal olarak ilerleyen bir grafik olurdu muhtemelen.  

YŞ Bu 30 yıllık serüven boyunca mesleki, toplumsal ve ekonomik pek çok dönüşüme şahitlik ettiniz. Peki, bu süreçte Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık’ta değişen ve değişmeyen unsurlar hangileriydi? 

Mimarlık 2000 yıldır aşağı yukarı benzer şekillerde üretilen bir meslek, o kadar komplike ve değişken bir iş değil aslında. Taş üstüne taş koyup bina üretiyorsunuz, insanların ihtiyaçlarına uygun olmaları, güvenli olmaları, sağlıklı yaşam koşulları sunmaları gibi bir takım temel şartları var ve bunlar temelde yüzlerce yıldır aynı. Değişen aslında daha çok tasarlama metodolojileri diyebiliriz. Sonuç ürün gitgide teknolojiyle biraz daha komplike bir hale geliyor belki. Örneğin havalandırma sistemleri, bina otomasyon sistemleri gibi daha karmaşık sistemler devreye giriyor artık. Mimarlıkta moda olan yeni kavramlar yaptığımız işe bazen yerli bazen de yersiz olarak ilave komplikasyonlar getiriyor. Sürdürülebilirlik diyoruz mesela, onda sonra LEED Sertifikası diyoruz. Bu değişimlerin getirdiği yeni yönetmelikler, mimari maceranın içinde her gün kendinizi güncel tutmanızı zorlayan birtakım etmenler. Her şartname değişikliği size yeni bir başlangıç yapmayı, ‘reset’leyip güncelleme yapmayı zorunlu kılıyor. En önemlisi mimarlığı tasarlamaya başlarken nasıl düşündüğümüz… Bu düşünme biçimlerinde de dönem dönem değişiklikler oluyor. Çok daha diyagramatik bir bakış açısından gitgide daha farklı, daha bütüncül bir bina düşünme sistemine doğru evrilmişiz mesela zamanla. Sonra geriye dönüp ara ara kendimizi sorgulamışız, bazı binalarda ufak denemeler yapıp onlarda başarılı olmuşsak biraz daha komplike binalarda bunları tekrar etmeye çalışmışız. Bu sergi hazırlık süresince biz de kendi dönüşümlerimize uzaktan bakarak analiz etme şansına sahip olduk. 

KE Biz mimarlık yapmaya başladığımızda bilgisayar yoktu. Sergide de yer verdiğimiz Uğur Koleji projesini rapidoyla çizmişiz örneğin, hepsi çıktı arşivden.

YŞ Sergiyi daha sonra farklı bir kente veya mekana taşımayı düşünüyor musunuz?  

Serginin taşınabilirliği var ama bir yere taşıyalım mı diye konuşmadık henüz. Kullandığımız hiçbir materyal çöpe gitmeyecek, farklı bir amaçla da olsa farklı yerlerde tekrar kullanılabilecek şekilde hazırlandı. Ancak sergiyi sırf taşımış olmak için başka bir yere götürmeyi anlamlı bulmuyorum. Bunu hakikaten takip edecek, bakıp inceleyecek kişilerin gözleri önüne koymayı tercih ederiz. 

YŞ Mimarlık üretiminin sergiyle aktarımının önemi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu tür sergiler mimarlığın toplumsallaşması konusunda ne tür katkılar sağlıyor sizce?

KE Mimarlığın sergiyle aktarımının çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Ancak bu sergi vesilesiyle mimarlık ofislerinin neden sık sık sergi yapmadıklarını anlamış olduk. Gerçekten de çok zorlu bir süreçmiş! 

Zaman Cetveli sergisi bütün projelerin, maketlerin, fotoğrafların net okunduğu, sistematik şekilde sıralandığı bir sergi değil. Bu serginin yapmaya çalıştığı aslında, Meriç’in kelimelerini doğru aktarabilirsem daha çok “bir his yaratmak”. Yani o sergiyi gezenlerin, sergiden çıktıktan sonra salt mimarlıkla ilgili bir izlenim elde etmelerinden ziyade, genel olarak geçen 30 yıl izlenimini mimarlık üzerinden okuyabilmelerini sağlamak. Dolayısıyla mimar olmayanların da rahatlıkla gezebileceği bir sergi olduğunu düşünüyorum. 

YŞ Sergiye bir kitap eşlik edecek mi? 

KE Sergiye yetişmese de sergi için toparladığımız materyalleri bir araya getireceğimiz bir kitap yapma düşüncemiz var. Kitabın sergiye eşlik edecek konuşmalarla ve etkinliklerle de beslenmesi gerektiğini düşündüğümüz için oradan kayıtlar alıp ekleyeceğiz. Serginin hikaye kısmını da veya bununla ilgili birtakım yorumları da içine katarak bir kitap haline getirebiliriz diye düşünüyorum. 

Bense artık mimarlık kitaplarının, yayınlarının kapağının yeni kuşaklar tarafından açılmadığını düşünen ve gözlemleyen birisi olarak, bu tür üretimlerin sosyal medya üzerinden aktarılması gerektiğini düşünüyorum.  Yeni nesil çok meraklı, zehir gibiler ama onların öğrenme ve araştırma metotları farklı. Dergilerden, kitaplardan öğrenmiyorlar, her şeyi ekranlardan yapmaya alışmışlar. Ben çok zorluyorum, götürüp “Bak bu derginin şu sayısındaki bu tiyatronun tavanı” diyerek dergiyi yanlarına koyuyorum. Sonra bakıyorum o projenin adını hop Google’a yazıyor, oradan bakıveriyor nedir bu proje diye. Yanındaki yayına elini sürmüyor, sanki zehirli gibi, anlatabiliyor muyum? O yüzden de ben boşu boşuna ağaç katliamı yapmak istemem. 

Aslında ben konvansiyonel sergilerin de son derece statik ve demode şeyler olduğunu düşünüyorum, bunu da her fırsatta dile getiriyorum. Zaten böyle olduğunu düşündüğümüz için bu panelleri, rehberli turları, öğrenci ders programlarını serginin içine katarak onu statik olmaktan çıkarıp bir aylık sürekli bir aktivite haline getirmeyi amaçlıyoruz. Böyle bir panelde siz Tülin Hadi’yi, Han Tümertekin’i, Doğan Tekeli’yi dinleme fırsatı bulacaksınız. Geçen 30 yılı onların gözünden dinleyeceksiniz ve bu bir defaya mahsus bir etkinlik olacak, bir daha karşınıza çıkmayabilir. Bunu Youtube üzerinden daha sonra yayınlayabiliriz tabii ama onun kayıt edilmesi için de böyle fiziksel bir etkinliğe ihtiyaç var, zor olsa da var. 

Aynı şekilde mimarlığın konuşmayan faktörleri ve en önemli etmenleri olan işverenler bu sergi vesilesiyle bir araya gelip sözlerini söyleyecekler. Biz mimarlar yıllardır bu işverenlerden yakınıyoruz, bunlara demediğimizi bırakmıyoruz, arkalarından konuşuyoruz. İster otuz mimar bir araya gelelim istersek üç mimar rakı sofrasına oturalım sürekli işverenleri çekiştiriyor; haklarımızı nasıl yediklerinden, işlerimizi nasıl baltaladıklarından, fikirlerimizi nasıl çöpe attıklarından başka bir şey konuşmuyoruz.

Mimarlık dünyası acaba bir gün şapkasını önüne koyup da “Bu adamlar ne istiyorlarmış acaba, bir çay içip şunların ne demek istediğini anlamaya çalışalım” demez mi? Biz işte bunu da sağlamaya çalışıyoruz, mimarinin temsili ile ilgileniyoruz. Yani tamam sergi de yapılıyor, kitap da yapılıyor ama mimarlığın aktarılması durumu da farklı biçimlerde oluyor. Bunu farklı biçimlerde yapan, uygulayan, düşünen insanlar acaba nasıl bir fikir birliği ya da ayrılığı içindeler, onları da buraya toplamaya çalışıyoruz. 

Sergiyi, daha genç neslin, belki 1993 sonrası doğanların da geleceğini, onlara da aktarım yapacağımızı düşünerek planladık. Bizim için olağan, durağan ve bilindik olan şeyler gençler için aslında daha farklı anlamlar taşıyor. Örneğin ben 1969’da doğduğumda insanoğlu aya ayak basmıştı. Herkesin kendi tanıklığı var kendi devrine ait, biz de kendi tanıklığımızı ortaya koyuyoruz. Ortaya koyarken de bizim kuşak için alelade olan bir konunun yeni nesil için merak unsuru olabileceğini, mimarlık dışındaki konularda da bazı merakları uyandırabileceğimizi, 28 Şubat ile ya da ne bileyim 12 Eylül ile de ilgilenmelerini sağlayabileceğimizi hayal ettik.

New Power Station, Bakü, 2011 ©Cemal Emden

New Power Station, Bakü, 2011 ©Cemal Emden

YŞ Son olarak geleceğe yönelik öngörüleriniz neler? 30 yılı geride bırakmış bir ofis olarak bundan sonraki dönemde neler planlıyorsunuz? 

KE Bugüne kadar agresif bir pazarlama yöntemi ile ilerlemedik. İşverenlerimiz gelip bizi bulurlar, iş gelir, biz de yoğunluk durumumuza göre işi alırız, çözeriz ve belirli bir noktaya getiririz. Artık biraz daha seçici olabilecek yaşta ve organizasyondayız, biraz daha seçmeye çalışıyoruz. Ancak bulunduğumuz coğrafyanın şartları bize fazla imkanlar sunmuyor malesef. Burası 35-40 kişinin bulunduğu bir şirket. Buranın yaşaması gerekiyor ve bazen o yaşamsal kaygılardan dolayı da bazı işleri alıp yapmak gerekiyor. Ben bunu seçerim, bunu severim gibi olmuyor, dengelemek gerekiyor. Yine de dediğimiz gibi yaşımızdan veya belirli bir olgunluğa gelmiş olmamızdan kaynaklı daha çok seçme hakkımız olacağını düşünüyorum önümüzdeki yıllarda. 

Teknolojinin nereye gideceğini tahmin etmek imkansız olsa da AI gibi yeni araçların hayatımıza girmesinden korkmuyoruz. Bilgisayarla çizim yapmak denilince de korkulmuştu, sonra internetten korkuldu, yeniliklerin her zaman insanı çekindiren tarafı vardır ama önemli olan bu yenilikler ile yeni bir mimarlık üretme metodolojisi ve kültürü oluşturmaktır. Önümüzdeki 30 yılda mimarlığın neye, nasıl adapte olarak değişebileceğine dair belirli formülasyonlar öngörerek, bunlara göre manevralar yapmamız gerektiğini ve bunların da aktarılabilir şeyler olması gerektiğini düşünüyorum. Yaptığımız işin aktarılabilmesi için gerekli hazırlıkları önümüzdeki 30 yılda yapmamız gerektiğini düşünüyorum. En başlarda Kerem ve Hasan bir araya gelip bir masada çizerek birtakım işler yaptık, ardından şimdi dev bir ekiple bunları düşünüyoruz. Pek çok insanın emeğiyle ortaya çıkan projeler yapıyoruz ve bu kolektif üretimin daha da kolektifleşerek kendi kendini kontrol eden bir sistemle gelişmesini amaçlamamız gerektiğini düşünüyorum.

Açılış Fotoğrafı: ©Ozan Güzelce