Dijital Fabrikasyon Aracı Olarak Pavyon Tasarımı

Dr. Öğr. Üyesi Güzden Varinlioğlu*
Araş. Gör. Gözde Damla Turhan**
Dr. Öğr. Üyesi Sema Alaçam***

Mimarlığın küçük ölçekli uygulamaları olan pavyonlar, kamusal strüktür olarak mimarlık tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bina tipolojilerine uymayan farklı mimari programlara sahip olan bu kamusal yapılar, genellikle geçici olmaları nedeniyle bir mimari meydan okuma arenası olarak düşünülebilir. Dönemler içinde gelişen teknolojinin uygulandığı bu yapılar, fiziksel boyutunun ötesinde bir üne, kimi zaman da kendinden sonraki dönemlere öngörü sunacak manifesto gücüne sahiptir. 1929 Barselona Dünya Sergisi için Mies van der Rohe’nin tasarımı olan Alman Pavyonu, uluslararası (international) üslubun en önemli örneklerinden sayılır. Taşıyıcı ve bölücü yapı öğeleri birbirinden ayrı ve bağımsız bir plan şeması izler. Artı kesitli, krom kaplı, çelik taşıyıcılarla taşınan pavyonun çatısı, tek bir bütün oluşturan ve birinden ötekine akan açık plan mekânlar dizisini izler. İnce duvarlar artık sadece bölücü duvar işlevi taşımaktadır. Böylece taşıyıcılar duvarlardan ayrılarak, istenen formun ve geometrinin özgürce inşa edilebilmesi sağlanmıştır.

20. yüzyılın başlarında geometrinin karakterini önemli ölçüde değiştiren tartışmaların ve gelişmelerin ivme kazandığı görülmektedir. Bir yanda Öklit uzayından farklı olarak zamansal boyut da içeren Minkowskian uzayı tasavvuru, diğer yanda Riemann geometrisi ile uzay-zamanın bükülebilirliğini kanıtlama çabası, Manifold’un tanımı ile diferansiyel geometri gelişiminin yanı sıra geometriye ilişkin bakış açısının zenginleşmesine neden oldu. 1921’e gelindiğinde, Berlin’de Prusya Bilimler Akademisi’nde Einstein, geometri ile deneyimin, mantıksal-formel dil ile gerçek yaşam deneyiminin ilişkisini sorgulayacak ve pratik geometri diye adlandırdığı konvansiyonel geometrinin yanına, evreni anlamak için bütünleyici bir düşünme aracı olarak fiziği ekleyecekti (Einstein, 1921). Adından menkul, yeryüzünü ölçmek anlamına gelen ve başlangıçta gerçek dünya deneyimi ile bir bağı olan “geometri”, zaman içinde gerçeklikten uzaklaşarak mantıksal ve formel bir düşünce sistemine dönüşmüşken, 20. yüzyıl başlarında geometrinin deneyim ile ilişkisi daha yüksek sesle sorgulanır hale gelmişti. Geometriyi mantıksal ve formel aksiyomlara indirgeme eğilimine karşı, Amerikalı bir mimar, tasarımcı ve mucit olan Richard Buckminster “Bucky” Fuller (1895 -1983) de ortogonal ve kartezyen geometriyi eylem, operasyon ve hareket ile ilişkili olarak yeniden ele almayı önermiştir. Bir düşünme biçimi olarak “katlama-katlanma”, bir eylem ve operasyon biçimi olarak “katlama”, hareket ile “katlama” gibi geometriyi farklı kavramsallaştırmalar ile sorgulamıştır. Fuller, statik ve katı aksiyomlara indirgenmiş geometri anlayışının ötesinde, “hareketi” düşünceyi tetikleyen bir araç olarak merkeze koymuştur. Bu kavramsallaştırmada hareket, kendi kendini provoke eden ve kendini başlatan olarak kabul edilmiştir. Bu makale kapsamında Fuller’in geometri eleştirisi temel alınarak; hareket, hareketlilik, yer-değiştirme, katlama, katlanma gibi geometri anlayışını zenginleştiren kavramsallaştırmalardan da yararlanılmıştır.

Dinamik strüktürler alanındaki sayısız deneysel çalışmasının yanı sıra, atomdan virüslere kadar pek çok yapının matematiğinin anlaşılmasına ilham verecek olan kuramsal araştırmalara imza atan Buckminster Fuller’ın, yenilikçi form arayışları bağlamında en önemli eserlerinden birisi, 1967 Dünya Expo Fuar’ı için Monreal’de kurulan Biyosfer Montreal jeodezik kubbesidir. ABD Pavyonu olarak da isimlendirilen bu kubbe her türlü mimari yapıda kullanılabilecek, sürdürebilir, kolay inşa edilen ve fonksiyonel bir sistem olarak görmektedir. Geometrik olarak yirmi yüzlü eşkenar üçgen biçimli, çelik birimlerin bir araya gelmesiyle oluşturulmuştur. Bu çelik elemanlar, kubbenin içerisine giren ısı miktarını kontrol etmeye yarayan panellerle kaplanmıştır. 76 metre çapı olan ve 7 katlı sergi binasını içinde barındıran bu yapının, farklı ölçekli olmasına rağmen, diğer Fuller yapıları ile beraber pavyon tipolojisindeki önemi büyüktür. Massey’in (2006) belirttiği gibi, maddi kültür, resim, film, uzay çalışmaları gibi Amerikan kültürünü temsil eden bir sergi ünitesi vardır.

Geçmişten günümüze pavyonların kullanım amacı, geçici bir yapı olarak inşa edilmiş ve eklenen işlevlere imkân verecek şekilde çeşitlenmiş olmasına rağmen, tipolojik olarak bir değişime uğramamıştır. Ancak mimari formları, teknolojinin mimari tasarım araçlarına tümleştirilmesi ile farklılaşmıştır. Yakın dönemdeki pavyonların pek çoğunun, dijital tasarım araçlarıyla ortogonal olmayan geometrilerin algoritmalar aracılığıyla modellendiği hafif yapılara dönüştüğü ifade edilebilir. Bunun nedeni, dijital teknolojilerin gizli kalmış yaratıcılığı ortaya çıkartmada önemli birer araç olmaları ve çeşitli betikler (script) aracılığıyla tasarımcıların form arayışlarını kendi yaratıcılıklarının ötesine taşıyabilmeleridir. Bir başka ifadeyle, biçimin tekil bir geometri yerine algoritmalar, ilişkiler ve kurallar üzerinden temsili, tasarım sürecinde öngörülmeyen, keşifsel ve çoğul çıktılar ortaya koyma potansiyelini tetiklemektedir. Dolayısıyla, biçim araştırmaları alanında dijital tasarım ve üretim araçları ve bu araçların beraberinde yol açtığı yeni düşünme biçimleri, yeni bir deney alanı ortaya çıkarmıştır.

Dijital (Sayısal) Üretim

Fabrikasyonun kelime anlamı Türk Dil Kurumu’nda “Fabrikada yapılarak tüketime hazır duruma getirilen madde” olarak tanımlanmıştır. Üretmek, imâl etmek anlamlarına da gelen fabrikasyonun, dijital (sayısal) teknolojiler ile bir arada kullanımının ilk uygulaması olarak, 1952 yılında Massachusetts Institute of Technology (MIT)’de freze tezgâhının sayısal olarak kontrol edilmesi kabul edilmektedir (Gershenfeld, 2005). Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) 2001’de “Enter of Bits and Atoms” (CBA)’un kurulmasıyla beraber, sayısal üretim araçlarının mimarlık disiplinine tümleştirilmesi hız kazanmıştır. Daha sonra CBA’da edinilen birikim ile birlikte ilk dijital fabrikasyon laboratuvarı (FAB-LAB), Boston’da 2003 yılında “South End Technology Center” (SETC) adıyla açılmıştır (Gershenfeld, 2012). FAB-LAB adı altında kayıtlı fabrikasyon laboratuvarlarının sayısı, 2011’de 90’a, 2014’de 240’a, 2017 Aralık ayında 1205’e ulaşmıştır (Fab Labs). Dijital tasarım ve benzetim (simülasyon) araçlarındaki gelişmelerin erişebilir bütçelere ulaşması ile beraber “Kendin Yap” (Do It Yourself-DIY) mantığıyla “makerlab” kültürü ortaya çıkmıştır. Böylece tasarımcı, tasarımlarını ev ortamında üretebilmeye başlamıştır.

Dijital üretim yöntemleri ilk dönemlerde çeşitli ölçeklerdeki maketlerin yapımında kullanılırken, sonrasında yapı elemanlarının ve tasarım bileşenlerinin inşasında kullanıldıkları görülmektedir. Bernd Streich’in Kaiserslautern Üniversitesi, Bilgisayar Destekli Mimari Tasarım (CAAD) ve Planlama Yöntemleri Bölümü’nde 1990’lı yıllarda maketlerin üretilmesinde bilgisayar destekli yöntemler üzerine çok sayıda araştırmasının yanı sıra “Computergestützter Architekturmodellbau” (Bilgisayar Destekli Mimari Model Yapımı) başlıklı, dijital fabrikasyonun mimari tasarım sürecinde bütünsel olarak ele alınmasını savunduğu bir makalesi bulunmaktadır (Seely, 2004). 2000’li yıllarda açık kaynak kodlarının kullanımı dijital fabrikasyon yöntemlerinin ve araçlarının yaygın olarak kullanılmasında önemli bir faktör olmuştur (Blikstein, 2013). Sonuç olarak, 2000 yılından bu yana, mimari ve mühendislik eğitiminde dijital fabrikasyon araçları ve yöntemleri yerini almaya başlamıştır. Ayrıca, hızlı ön örneklendirme (prototipleme) ve 3d yazıcılar gibi sayısal ön örneklendirme araçları ile dijital üretim sürecinin hem kişisel hem de üretim için özelleştirildiği söylenebilir.

Dijital fabrikasyon ve hesaplamalı tasarım ilişkisi, ürün bilgisinin hızlı bir biçimde sayısallaştırılmasını sağlamakta ve tasarımı doğrudan mimarlığın fabrikasyon koluna bağlamaktadır; bu sayede mimar, inşa süreçlerinde en küçük detaya kadar kontrol sahibi olmakta ve bu durum, yapı bileşenlerinin bilgi düzeyini arttırmaktadır (Gramazio vd., 2010). Ölçekli maket, ilk örnek (prototip) ya da yapı bileşeninin ötesinde, önceden sayısal biçimde tanımlanan bir mimari tasarımın tamamının CNC ile üretilebilir olduğu 2000’li yıllarda bir konut örneği üzerinden tartışmaya açılmış ve malzeme, tasarım kuralları ile dijital fabrikasyonun ilişkisi bağlamında irdelenmiştir (Sass vd., 2006). Booth, mimarlıkta malzemenin yeni zeminleri neler olacaktır sorusunu tartışırken, dijital fabrikasyon araç ve yöntemlerini, malzeme odaklı yaklaşımlar ve performans odaklı yöntemler olarak iki eksende ele almaktadır (Booth, 2009). Gramazio ve Kohler ise birbirinden tamamen bağımsız gibi görünen iki ayrı dünya olan “dijital ve malzemenin”, “veri ve malzemenin”, “programlama ve yapımın” bir aradalığının mimarlıkta yeni dönüşüm ve ifadelere yol açacağını belirtmektedirler (Gramazio  vd., 2008).

Fabrikasyonda bilgisayarların kullanımı, tasarlama ve fabrikasyonu bir araya getirip iş akışını değiştirmekle kalmayıp, aynı zamanda mimarlığın tasarım bilgisinin kapsamını da genişletmektedir (Gramazio vd., 2010). Farklı üreticiler için ayrı modeller kullanmak yerine, tasarım ve inşa süreçlerini tek bir bilgi paketinde toplamak, sadeliği yakalamada ve inşa süreçlerinin kontrolünde önemli bir avantaj sağlamaktadır. Scheurer (2008), tasarımdan-yapıma kadar dijital fabrikasyon yönteminin kullanımına örnek olarak Zaha Hadid’in Avusturya Innsbrukî “Hungerburg Funicular” projesini vererek, bu örnek üzerinden mimari tasarımın birebir ölçekte üretilmesinin belirli bir geometrinin ölçek ile büyütülmesinden farklılıklarını açıklar. Scheurer (2008) birebir ölçekte fabrikasyonda, standart olmayan yapı elemanı geometrisinin fabrikasyonundan önce yapılacak en iyileme (optimizasyon) ile maliyetin düşürülebileceğinden, yapının birbirine komşu elemanlarının geometrisinin rafineleştirilmesi gerektiğinden, birleştirme detayları bir kez çözüldükten sonra CNC için standart olmayan biçim ve geometrinin fabrikasyonunun sadece sayısal bilginin değiştirilmesinden ibaret oluşundan söz eder. Dijital fabrikasyonun, robotik fabrikasyon teknolojisi ile birlikte kullanımı ve diğer gelişmelerin, mimarlıkta yeni ifade ve ilişki biçimlerinin ortaya çıkmasındaki tetikleyici rolünün altı çizilmektedir (Gramazio vd., 2010). Booth (2009), dijital fabrikasyon araç ve yöntemlerini, mimari tasarım ve yapım süreçlerinde yenilikçi olarak kullanmış mimarlık ofislerine örnek olarak Gehry Partners, Greg Lynn ve Herzog de Meuron’u sıralamaktadır. Bunların yanı sıra, dijital fabrikasyon tekniğinin mimarlıkta yapı elemanı ölçeğinde kullanımına Michael Hansmeyer’ın 2011 yılında yaptığı kolon denemeleri, yapı ölçeğinde kullanımına Solar Decathlon 2010 projesi örnek olarak verilebilir.

Enformasyon teknolojilerinin mimarlığa entegrasyonu ile beraber, işlev/biçim ilişkileri de tanımlanır olmaktan uzaklaşmakta, etkileşimli arayüzler, gömülü çevreler, tepki veren mekânlar kurgulama, kartezyen olmayan olasılıkların sınanması gibi potansiyeller tasarımcıları da farklı düşünme biçimleri arayışında olmaya davet etmektedir (Erdem, 2007). Biçim, strüktür ve malzeme arasında bütünleşik ve sentetik yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır (Oxman, 2012). Başka bir ifadeyle, yaklaşık yüz yıl öncesinin Minkowskian uzay-zaman anlayışının ötesinde, dijital tasarım ve üretim araçlarının potansiyellerinin keşfedilmesi yeni bakış açılarını gerektirmektedir (Lonsway, 2002). Bilginin depolanması, yeniden kullanımı ve işlenmesindeki akışkanlık ise, yalnızca tasarım sürecini değil aynı zamanda tasarım nesnesi ile kullanıcının kurduğu iletişim ve etkileşim biçimlerini de dönüştürmektedir. Tekil bir biçim ve tekil geometri düşüncesi yerini, çevresini ve kullanıcılardan gelen iletileri duyumsayan, kendi kendini en iyileyebilen, kendi biçimini aramaya devam eden etkileşimli malzemeye bırakmaktadır. Nanoteknolojideki gelişmeler ise, organik ve inorganik madde özellikleri ve davranışları gösterebilecek, kendi kendini onarabilen, dönüşebilen ve başkalaşabilen yeni malzemelerin yaygınlaşmasının çok uzakta olmayacağını işaret etmektedir.

FAB FEST ‘17
FAB FEST ’17 (Fabrication Festival 2017), Londra Westminster Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ve Yapılı Çevre ve FABE üretim tarafından düzenlenen bir dijital üretim festivali ve yarışmasıdır. 2017’de ikincisi düzenlenen bu yarışmaya belirlenen tema üzerine bir tasarım önerisi ile İngiltere ve dünya çapında mimarlık öğrencileri bir danışman hoca eşliğinde bir ekip olarak başvurabiliyor. Bu yılın teması, “daha açık, sosyal ve çekici şehirler elde etmek için teknolojinin bize deneyim ve etkileşim açısından yeni olanaklar olarak sunduğu şehirlerin hızlı ve akışkan büyümesinin meydan okumasını vurgulayan açılır şehir” oldu. Katılımcılardan festival kapsamında bu temaya uygun birer pavyon üretmeleri istendi. Kullanılabilecek malzemeler fabrikasyon laboratuvarındaki mevcut malzemelerle 3×2,5 metre alanla sınırlandırıldı. Katılımcıların her yılın Mart ayında kabul edildiği festival için ekipler önce kendi üniversitelerinde tasarım çalışmaları yürüttüler. Projenin son ayağı ise Londra’da, Westminster Üniversitesi’nin fabrikasyon biriminde gerçekleştirildi. Ekiplerden tasarladıkları pavyonları birebir ölçekte inşa etmeleri istendi. Birbirinden farklı pavyonların inşasının ardından ödül törenleriyle birlikte halka açık bir sergi düzenlendi.
Gelişen dünya standartlarına, yeni kavramlara ayak uyduran mimarlık disiplini için bu etkinliklerin önemi büyük. Öğrencilerin, dijital fabrikasyon, hesaplamalı, parametrik tasarım, robotik gibi kavramlarla tanışmasını amaçlayan Westminster Üniversitesi tasarım uygulamalarının hayata geçtiği bir festival alanı sağlıyor. İzmir Ekonomi Üniversitesi’ni temsilen EcoFAB adı ile katılan, bir danışman hoca, 8 ikinci sınıf mimarlık öğrencisi, bir yüksek lisans ve bir doktora öğrencisinden oluşan ekip, tasarımıyla çağımızın en büyük hastalığı olan “standartlaşma, aynılaşma” anlayışına bir eleştiri sunmayı hedefledi.

Proje #foldUP
Günümüzde insanların hem bireyselliklerini, hem de girmek zorunda hissettikleri kalıpları keşfettikleri sosyal medya pavyonun formunu oluşturuyor. Festivalin gerçekleştiği Londra’nın haritasını kullanan ekip, coğrafi koordinat bilgisi olan #London bağlantısıyla atılmış tweetlerin yoğunluk haritasından yola çıkarak pavyonun formunu tasarlamıştır. Zaman içerisinde tweet atıldıkça değişen formun rastgele bir anını dondurarak üç boyutlu bir yoğunluk haritası elde ettiler (Şekil 1). İnsanların ve Twitter kullanımının yoğunluğuna göre farklılık gösteren bu üç boyutlu veri görselleştirme çalışması, festivalin temasına da uygun şekilde bir “pop-up” anıdır. Formun Thames Nehri’ni içermesi ve nehir üzerinde insan yoğunluğunun az olması nedeniyle oluşan doğal boşluklar, formun ana dolaşım (sirkülasyon) hattını belirler. Bu hat boyunca ve çevresinde ışık, iz düşüm ve ses oyunlarıyla, ziyaretçiyle daha etkileşimli bir iletişim kurulmasını sağladı.
Pavyonun tasarım ve üretim detaylarının çözülmesi için, sayısal fabrikasyon araçları ve yapı malzemesinin kısıtları araştırıldı (Şekil 2). Yapı malzemesi olarak kullanılan oluklu mukavvanın yaklaşık 2,5 metre yüksekliğe çıkan bu formu oluşturması ve ayakta tutması gerekmekteydi. Akışkan verilerin temsili için, yaklaşık 300 farklı üçgen yüzeyin farklı açılar ile katlanması yöntemi kullanıldı (Şekil 3). Bu üçgenlerin oranlarının, boyutlarının ve diğer parçalarla bir araya gelmesinin her seferinde rastgele olması, hesaplamalı tasarım ve üretim yöntemlerinin kullanılmasını zorunlu kılıyordu.

Ancak, dijital araçlar, malzemenin dayanıklılık testi, imalat kolaylığı ve süresi konusunda bir bilgi veremiyordu. Bu nedenle üçgen yüzeylerin bir araya gelişlerinde ek parçaların kullanılması yerine, tek bir parçanın tüm bağlantı elemanları ile beraber üretilmesinin uygun olduğuna karar verildi. Böylece, katlama yöntemi ile parçaların bağlantı elemanları elde edilirken, bu katlama sayesinde bir yüzeyin diğer bir yüzeyle hangi açıda birleşeceği de sabitlenmiş oldu. Bu katlama detayı önerisi sayesinde, pavyonun inşasında yaşanabilecek form kaymaları, ek parçaların kaybı minimuma indirilmiştir (Şekil 4,5,6,7).

Pavyon, mimari tasarımının yanı sıra, etkileşimli görüntüleri ile de dikkat çekicidir. Verilerin mimari görselleştirilmesi ve deneyimlenmesi olarak tanımlanabilecek bu formun rastgele ama sabit duruşu, video izdüşümü, ışık ve ses ile tekrar hareketli hale getirilmiştir (Şekil 8,9). Akan Twitter verisinin bir ses yerleştirmesi ile Twitter haritalaması (mapping) kullanan bu izdüşüm, pavyonun ancak içine girince deneyimlenebilmesi sağlanmıştır. Ayakta yürüyerek, eğilerek ve zaman zaman diz üstünde ve oturarak deneyimlenecek bu mini pavyon mekanın içerisinde, insan ergonomisinin yerine, farklı deneyim olanakları ön plana çıkarılmıştır. Böylece, sosyal medyadaki değişimlerin insanın mekânsal deneyimine etkisi sergilenmiştir.

Sonuç
Çalışma dijital tasarım araçlarının sunduğu olanaklara payvon mimarisinde meydana gelen değişimleri #foldUP pavyon projesi üzerinden inceler. Pavyon, mimari eserin uygulama aşamasında sayısal ortamda geliştirilmiş algoritmaların üretim sürecine katkısının başarılı bir örneğidir. Yapı malzemesinin kısıtlarına rağmen, karmaşık geometrilerin tasarlanması ve uygulanması dijital araçlarla olanaklı hale gelmiştir. Dünyanın birçok mimarlık okulunda yaygınlaşan dijital üretim festivalleri ve yarışmaları ile mimarlık öğrencilerinin tasarımlarının üretimini kısa süre içerisinde deneyimleyebilmesi olanaklı kılınmıştır. 2018 yılında üçüncüsü düzenlenecek bu festivalin sayfasına http://fabfest.london/sayfasından ulaşılabilir.

Teşekkürler
EcoFAB ismi altında çalışan öğrencilerimiz Berfin Özel, Çağla Özge Balaban, Elfin Ulupınar, Erman Eskiköy, Furkan Sinan Ügütmen, Gözde Damla Turhan, Mehmet Sadık Aksu, Mert Sartık, Murat Kumbaracı, Seyit Koyuncu ve bu projenin gerçekleşmesini sağlayan Izmir Ekonomi Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi’ne teşekkürlerimi sunarım.

Kaynaklar
Blikstein, Paulo, 2013, Digital Fabrication and “Making” in Education: The Democratization of Invention. J. Walter-Herrmann & C. Büching (Eds.), FabLabs: Of Machines, Makers and Inventors. Bielefeld: Transcript Publishers. ss.1-21.
Booth, Peter, 2009, “Digital Materiality: Emergent Computational Fabrication”, 43rd Annual Conference of the Architectural Science Association, ANZAScA 2009,
University of Tasmania.
Einstein, Albert, 1921, “Geometry and Experience”, URL: http://pascal.iseg.utl.pt/~ncrato/Math/Einstein. htm (Erişim tarihi: 1 Mart 2018)
Erdem, Arzu, 2007, URL: http://v3.arkitera.com/g57- sanal-mimarlik-ve-hiperyuzeyler.html?year=&aID=564 (Erişim tarihi: 1 Mart 2018).
Fab Labs, URL: https://www.fablabs.io/(Erişim tarihi: 1 Mart 2018)
Gershenfeld, Neil, 2005, Fab: The Coming Revolution on Your Desktop -From Personal Computers to Personal Fabrication, Basic Books.
Gershenfeld, Neil, 2012, “How to Make Almost Anything: The Digital Fabrication Revolution?”, Foreign Affairs, 91:6, ss.43-57.
Gramazio, Fabio, Kohler, Matthias, Oesterle, Silvan, 2010, “Encoding Material”, Architectural Design, 80:4, ss.108-115.
Gramazio, Fabio, Kohler, Matthias, 2008, Digital Materiality in Architecture, Baden: Lars Müller Publishers, ss.7-11.
Lonsway, Brian, 2002, “The Mistaken Dimensionality of CAD”, Journal of Architectural Education, 56:2, ss.23-25.
Massey, Jonathan, 2006, “Buckminster Fuller’s Cybernetic Pastoral: The United States Pavilion at Expo 67”, The Journal of Architecture, 11:4, ss.463- 483.
Oxman, Rivka, 2012, “Informed Tectonics in Material- based Design”, Design Studies, 33:5, ss.427-455.
Sass, Lawrence, Botha, Marcel, 2006, “The Instant House: A Model of Design Production with Digital Fabrication”, International Journal of Architectural Computing, 4:4, ss. 110-123.
Scheurer, Fabian, 2008, “Architectural CAD/CAM- Pushing the Boundaries of CNC-Fabrication in Building”, Manufacturing Material Effects-Rethinking Design and Making in Architecture, ss.211-222.
Seely, Jennifer, 2004, Digital Fabrication in the Architectural Design Process, Doctoral Dissertation, Massachusetts Institute of Technology.

*Güzden Varinlioğlu, Dr. Öğr. Üyesi
İzmir Ekonomi Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

**Gözde Damla Turhan, Araştırma Görevlisi
İzmir Ekonomi Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

***Sema Alaçam, Dr. Öğr. Üyesi
İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimari Tasarımda Bilişim Programı