Diğerleri için bir Mimarlık Eleştirisi: Mimarlığa Dışarıdan Bakmak

Celal Abdi Güzer, Prof. Dr.
ODTÜ Mimarlık Bölümü

2020 yılının sonlarında TRT 2 de Nevzat Sayın’ın hazırlayıp sunduğu mimarlık programı MİM’in ilk konuğu olmuştum (1). Bu programda Nevzat Sayın tekil yapılar üzerine eskisi kadar çok yazmadığımı anımsatarak doğrudan yapıları konu alan eleştiri metinlerinin önemini vurgulamış, benim yeniden yapı ölçeğinde yazmam için çağrı yapmıştı. Ben de özetle mimarlık eleştirisinin ayrıcalıklı süreçlerde üretilmiş yapılara odaklanmasının bugünün ortamında öne çıkarak baskınlık kazanan pek çok sorunu görmezlikten gelmekle mümkün olduğunu, o yapıların sorunları ağırlaşan kentler ve onların yapısal dokuları içinde kaybolduğunu, bir anlamda büyük resme odaklanmaya çalıştığımı söylemiştim. Şüphesiz bundan nitelikli yapıları, ayrıcalıklı ve özel mimarlık ürünlerini önemsemediğim ya da bunlar üzerine konuşmayı değersiz bulduğum gibi bir anlam çıkmamalı. Ancak mimarlığın kendi arka bahçesine kapanması, önceliklerini, tartışmalarını ve hepsinden önemlisi eleştirel kültürünü seçilmiş özel yapılara yöneltmesi biryandan bugün başa çıkılmaz hale gelen kentleşme, çevre, barınma sorunlarını öte yandan tüketim ve yatırım verimliliklerinin peşine takılmış bir yeniden üretim sürecini görmemezlikten gelmesi ya da şimdilik halı altına süpürmesi ile mümkün olabiliyor. Mimarlık eleştirisi mimarlığın kendisi gibi zaman zaman süreklilik gösteren ama kimi zaman da çatışmaya varan farklılıklar barındıran iki farklı zemin üzerinde var oluyor. Birinci zemin mimarın karar verici ve yönlendirici olduğu savından hareketle tasarımı bağımsız bir etkinlik gibi görürken ikinci zemin mimarlığın kendi dışında gelişen ve dönüşen bir dünyanın meşrulaştırıcı gücü olmasının ötesine geçemeyeceği savında hareket ediyor. Bu anlamda birinci zemin ayrıcalıklı mimarların ayrıcalıklı süreçlerde gerçekleştirdikleri çoğu küçük ölçekli ya da sermaye desteği alan yapılara ya da sosyal sorumluluk projelerine odaklanırken ikinci zemin gündelik mimarlık etkinliğine, yeniden üretim süreçlerine, yatırım ve tüketim önceliklerini temsil eden yapı etkinliğine odaklanıyor.

Resim 1. Murat Germen’in kent ve mimarlık yorumu.

Resim 1. Murat Germen’in kent ve mimarlık yorumu.

Bu zeminde üretilenler bir anlamda öncül olarak nitelenebilecek birinci kümedeki ürünlerin çoğaltılarak ikinci elden üretimlerine karşılık gelen indirgemeci bir süreci temsil ediyor. İlkinde mimarlık araştırmaya dayalı, düşünsel ve sanatsal bir tasarım etkinliği ikincisinde ise doğrudan bir tüketim biçimi olmasının yanında tüketimin en geniş ve etkili şemsiyesi olarak algılanıyor. Sayısal olarak büyük bir çoğunluğu kapsayan, içinde yaşadığımız çevrenin baskın yüzünü temsil eden bu ikinci küme bir anlamda özgün olanın vandalizme uğramış dönüşümünü ya da gündelik önceliklerle, üretim ve maliyet ve pazar kaygıları ile şekillenmiş eklektik bir mimarlık dilini yansıtıyor. Kent ve fiziksel çevre algımız, mimarlıkla kurduğumuz sıcak ilişki de özellikle yeni kentlerde, toplu konut alanlarında, merkezi iş ve ticaret alanlarında bu ikinci grupta yer alan örnekler üzerinden oluşuyor. Bu yapı grubu mimarlığın gündelik yaşamla ve sorun alanları ile kurduğu ilişkiyi, yönlendirilme biçimlerini ve kendi dışında oluşmuş belirleyici önceliklerini temsil ediyor. Bu grubu, mimarlığın yeniden üretim süreçleri içinde var olma biçimi görmemezlikten gelen bir eleştiri anlayışı da indirgemeci olmanın ötesine geçemiyor. Tafuri’nin söylediği gibi kendine, kendi sonuç ürününe odaklanan, içine kapanan, başka disiplinlerin birikimlerini yok sayan, dışardan bakamayan bir eleştiri güvenilir ve işlevsel olmaktan uzaklaşıyor (2). Bu tartışmanın barındırdığı iki farklı eleştirel zemin mimarlık eleştirisinin ne olduğu ne olmadığı, hangi önceliklerle ve kimin için var olduğu üzerine yeniden düşünmek için bir başlangıç noktası oluşturuyor.

Resim 2. Kent içinde kentler / Mimarlığın iki yüzü.

Resim 2. Kent içinde kentler / Mimarlığın iki yüzü.

Resim 3. Hangi mimarlık?

Resim 3. Hangi mimarlık?

Yıllar içinde basılmış farklı mimarlık tarihi kitapları mimarlığı seçilmiş, birçoğu tekrar eden sınırlı sayıdaki örnek üzerinden anlamaya ve anlatmaya çalışır. Elbette zaman geçtikçe bu kitaplara yeni örnekler eklenir, bazı örnekler unutulur. Ama binlerce yıllık yapı deneyimi, üretilmiş milyonlarca yapı bu birkaç yüz örnek üzerinden tartışılır. Bu örneklerin büyük çoğunluğu bir yandan sanayi öte yandan ekonomi ve bunların sonucu olarak da akademi alanında gelişmiş coğrafyaların yapılarıdır. Sir Banister Fletcher’ın mimarlık ağacının dalları bir batı öyküsünü resmeder, diğerlerine incecik tek bir dal olarak yer verir (3). Benzer biçimde modern mimarlık alanında en az Mies van der Rohe kadar öncü olan Seyfi Arkan sadece bu coğrafyada yazılmış kitaplarda yer bulabilir. Türkiye’den sadece Sinan’ı, ender olarak Sedad Hakkı’yı ve tesadüflere dayalı olarak birkaç başka mimarı görürüz. Mies gibi Le Corbusier, Frank Lloyd Wright, Louis Kahn, Alvar Aalto dönem değiştiğinde de Rem Koolhaas, Zaha Hadid, Bernard Tschumi, uzak coğrafyadan da Tadao Ando gibi isimler tekrar eder. İçinde Şelale Evi, Ronchamp, Salt Enstitüsü, Unite d’Habitation gibi binaların olmadığı bir tarih kitabı bulmak kolay değildir. Bu kitaplar aslında sadece mimarlık tarihini anlatmaz aynı zamanda öne çıkması olası bir mimarlığın kalıp ve kurallarını verir, yapı ve mimar mitleri oluştururlar. Belki de gene bu nedenle Tafuri mimarlık eleştirisinin ana işlevlerinden biri “mit çözücülüktür” demiştir (4). Öte yandan yapıların ve kentlerin tarihi aynı zamanda toplumsal dönüşümlerin, teknolojik gelişmelerin, ekonomik kriz ve refah dönemlerinin, savaşların, afetlerin, politik ve ideolojik tercihlerin, üretim ve tüketim biçimlerinin tarihidir. Kentsel doku, bu doku içinde yer alan yapılar, bu dönüşümlerin kırılma noktalarının fiziksel biçimleridir. Elbette ayrıcalıklı tekil örnekler de bu kırılma noktalarının etkilerini taşır. Örneğin modern mimarlık her şeyden çok sanayileşme ve savaş sonrası hızlı kentleşmenin bir yandan olanak diğer yandan dayatmalarının sonucudur. Modern mimarlığın özgün örnekleri her şeyden çok bu yeni dünya düzeninin üretim dilini mimarlığın ilkeleri ile buluşturmaya yönelik bir araştırmanın sonucudur. Ancak öncül örneklerin dayandığı yenilikçi, arka plan onların çoğaltılma süreçlerinde erozyona uğramaya, üretim ve tüketim biçimlerinin meşrulaştırılma süreçlerine dönüşmeye açık kalmıştır.

Şekil 1. Seyfi Arkan sinema projesi (1936) ve Bryan Avery Imax Londra (1999).

Şekil 1. Seyfi Arkan sinema projesi (1936) ve Bryan Avery Imax Londra (1999).

Mimarlık eleştirisi her şeyden önce anlamaya odaklanır (5). Gündelik kullanımı içinde eleştiri sözcüğü bir değer yargısı üretme sürecine indirgense de eleştirinin öncelikli işlevi sözcüğün Latince köklerindeki anlamla süreklilik gösterecek biçimde anlamaya, ayırt etmeye yöneliktir. Eleştiri herhangi olgu ya da ürünü belli bir bağlam içinde, belli önceliklerle, belli bir noktadan bakarak anlamaya, söz konusu bir ürün ise diğerleri ile karşılaştırarak tipolojik benzerliklerini, özgün farklılıklarını tespit etmeye çalışır. Bu anlamda sadece ürüne değil, onun üretim sürecine ve üretim sürecinde belirleyici olan bağlamsal verilere yoğunlaşır. Söz konusu mimarlık eleştirisi olduğunda bağlamsal veriler bizi mimarlığın sınırları dışına taşır. Tarih, kuram gibi dirsek teması içinde olunan disiplinlerin yanında coğrafya, kültür, ekonomi, siyaset, teknoloji gibi alanlar ve fiziksel bağlamla ilişkilenir. Öte yandan bu bağlamsal verilerin sayısal çokluğu, aralarındaki çelişki ve çatışmalar ve eleştirmenin bireysel öncelikleri gözetildiğinde, eleştiri zorunlu olarak indirgemeci bir çerçeve içinde var olur; bazı girdilere öncelik verir; bazılarını yok varsayar; görmemezlikten gelir.

Resim 4. Dubai, İstanbul, New York, Londra.

Resim 4. Dubai, İstanbul, New York, Londra.

Böyle yaklaşıldığında mimarlık eleştirisi çok geniş bir şemsiye altında var olur. Alan Temko, Peter Davey gibi doğrudan tekil örneklere, yapılara odaklanan eleştirmenlerin yanı sıra David Harvey’in sermayenin dönüşümünü kentler üzerinden örneklemesi ya da Jean Baudrillard’ın fiziksel çevreyi sosyolojik bir gösterge olarak ele alması gibi yaklaşımlar mimarlık eleştirisini başka disiplinlerin alanlarına taşır. Benzer biçimde Charles Jencks ya da Kenneth Frampton’ın mimarlık tarihini yorumlama farkları ya da Tafuri’nin ideolojik yaklaşımı farklı çerçeve ve referans öncelikleri getirir. Öte yandan ölçek bu geniş şemsiyenin bir başka belirleyici önceliğidir. Mimarlık eleştirisi bir yandan sadece Carlo Scarpa’nın Venedik Olivetti Mağazası’nın içindeki mozaiklere ya da merdiven detayına odaklanabileceği gibi, Center Pompidou gibi tekil bir yapıya, gecekondulara, kentleşme sorunlarına ya da sürdürülebilirlik gibi genel kavramlara da odaklanabilir.

Resim 5. Heryer için mimarlık.

Resim 5. Heryer için mimarlık.

Mimarlık ortamının özellikle uygulama alanı içinde olanların mimarlık eleştirisine yönelik öncelikli beklentisinin doğrudan yapıya odaklanması, bu noktada geri besleme alma isteği anlaşılabilir olmakla birlikte mimarlık üretim süreçlerinde yaşanan dönüşümler ve öne çıkan sorun öncelikleri mimarlık eleştirisinin odak noktasının kaymasını ve çeşitlenmesini getirmiştir. Öncelikle modernizmin yerleşik hale getirdiği pelerinli, kurtarıcı ve kahraman olarak görülen mimarlar dönemi etkisini yitirmiş, çok sesli, çok aktörlü bir döneme girilmiştir. Özellikle gelişen medyanın gücü ile yıldız mimar olgusu etkisini korusa da bu mimarlar radikal dönüşümlerden çok bir anlamda kişisel meşrulaştırma ya da temsiliyet süreçleri olarak nitelenebilecek örneklere bağlı olarak öne çıkmaktadır ve temsil ettiği ürünlerin çoğu dil ve biçimsel özellikleri ile tipolojik bir örnekleme alanı, yeniden üretim süreçleri için model ve kaynak oluşturmakta, ancak topyekün dönüştürücü bir etkiyi barındırmamaktadır. Kendisi ile yaptığımız söyleşide David Chipperfield benzer bir konuya değinmiş Center Pompidou’yu biraz da abartılı bir vurgu ile mimarlık tarihindeki son radikal yaklaşım olarak nitelemiştir (6). Bugünün tüketim kültürü içinde mimar popüler hale gelen dil özelliklerini tekrar ederek yeniden üretmeye zorlanmakta, daha önceki bazı yazılarımda değindiğim “tipolojik bir özgünlük” kavramı oluşmaktadır (7). Benzer biçimde bugün giderek çeşitlenen, bir çoğulculuk ortamı gibi sunulan denemelerin çoğu daha çok biçimsel farklılıklar üzerinden değer kazanmakta, yaşam biçimlerine yönelik ideolojik farklılıklar ve tipolojik alternatifler barındırmamaktadır.

Resim 7. Çoğaltmanın dayanılmaz hafifliği.

Resim 7. Çoğaltmanın dayanılmaz hafifliği.

Resim 6. Kentin baskın yüzü.

Resim 6. Kentin baskın yüzü.

Öte yandan kentleşme ve mimarlığın bir yandan sorun ve öncelikleri öte yandan üretim ve tüketim biçimleri radikal dönüşümlere uğramış, çoğu küçük ölçekli sayılabilecek bazı ayrıcalıklı yapılar ya da çoğu kamu destekli özel program ve araştırmaya dayalı az sayıda örnek dışında yapıların çoğu pazar ve tüketim önceliklerine göre yönlendirilmeye ve tasarlanmaya başlamıştır. AVM, ofis, otel, konut gibi toplu üretime konu olan pek çok yapı oluşmuş tüketim ve verimlilik şablonları esas alınarak tasarlanmakta, bu yapılardaki mimari farklılık ve kimlik temsili biçimsel bazı oynamalar, malzeme seçimi ve cephe dili ile sınırlı kalmaktadır. Bu yaklaşım içinde yazının başlığında vurgulanan “diğerleri” sıfatı aslında kentsel dokunun baskın yüzünü oluşturan ama mimarlık disiplini içinde tartışmaya değer bulunarak ön plana çıkartılmayan bu çoğunluğu vurgulamak için kullanılmıştır. Mimarlık eleştiri geleneği tutucu yapısı içinde kendi dünyasındaki ayrıcalıklı örneklere odaklanırken gündelik yaşamda mimarlıkla karşılaşma noktamızı oluşturan bu büyük çoğunluğu görmemezlikten gelmektedir. Benzer biçimde “dışarıdan bakmak” kavramını da mimarlığın kendi öncelikleri dışından ama çoğunluğun, mimarlığın kent içinde temsil edilme biçiminin içinden bakmak kavramına karşılık gelmektedir.

Resim 8. Mimarlığın gündelik yüzü.

Resim 8. Mimarlığın gündelik yüzü.

Mimarlık eleştirisi de bu dönüşümler getirdiği önceliklere duyarsız kalamaz. Deprem riski, çevre ve enerji sorunları, sürdürülebilirlik öncelikleri, radikal bir kentsel dönüşüm ve buna bağlı olarak kentsel kimlik ve hafızanın erozyona uğraması, soylulaştırma, pandemi gibi sorunlarının yaşamın bütün alanlarında belirleyici olduğu bir ortamda mimarlık eleştirisinin ekseni tekil ve ayrıcalıklı yapılarla sınırlı kalamıyor. Medya ve tüketim önceliklerinin indirgemeci yönlendirmelerine açık kalan dil ve tipoloji tercihlerinin belirlediği, her şeyden çok imaj değeri ile anlam kazanan örnekler mimarlık tartışmasını yapay, kendinden beslenen bir zemine taşıyor. Gerçek anlamda alternatif oluşturacak, araştırmacı bir zemini temsil eden, düşünsel bir arka plan ve dönüştürücü bir güce sahip örneklerin azaldığı bir ortamda elbette bu örnekleri tekil olarak öne çıkartmak önem taşıyor. Ama aynı zamanda bu örneklerin abartılı olarak öne çıkartılması mitleştirme ve meşrulaştırma süreçleri ile mimarlık eleştirisi arasındaki sınırı belirsizleştiriyor.

Kaynaklar

  1. Sayın, N., Güzer, C.A., MİM, 1. Bölüm, TRT 2T, https://www.youtube.com/watch?v=YpdIqppSWw4
  2. Tafuri, M., 1980, 1976. “Theories and History of Architecture”, Çev: G. Verrecchia, Granada Publishing, London, s.103.
  3. Fletcher, B. 2018, “A History of Architecture on the Comparative Method, for the Student, Craftsman, and Amateur”, Franklin Classics, New York.
  4. Aynı eserinde Tafuri mimarlık eleştirisini, bir çok başka özelliğinin yanında “process of demystification”olarak tanımlar.
  5. Güzer, C. A., 2009, ” Kültürel Çatışma ve Süreklilik Alanı Olarak Mimarlık Eleştirisi”, Mimarlık Dergisi, s. 348.
  6. Chipperfield, D., Mimarlar Konuşuyor Serisi, https://www.youtube.com/watch?v=6YQl7UAnu-I
  7. Güzer, C. A.,2023, “Kurulmuş Gerçeklik Çağında Mimarlık”, Yapı Dergisi, s. 483.