Deprem Değil Ülkedeki Çarpık Yapılaşma Sistemi Öldürüyor

Hasan Özbay, Mimar
TH&Idil Architecture Co.

6 Şubat sabahı Kahramanmaraş merkezli, 11 ili ciddi şekilde etkileyen deprem, salt ülkemizi sarsmadı, yapım sistemimizin tümüyle sorunlu olduğunu  tekrar gösterdi. Tekrar diyorum, çünkü sorunlar başından beri vardı, biliniyordu, sadece görmezden geliniyordu. 1999 yılında yaşanan Marmara merkezli depremden de yeterli dersleri çıkarmadığımız da ortaya çıktı.

Yapım sistemizdeki sorunları/ defoları kısaca özetlemek çözüm için de gerekli.

Planlama
100. yılına ulaşan Cumhuriyet döneminin en başarısız olduğu alanın “planlama” olduğuna inanıyorum. Buradan ülkedeki plancıların, üniversitelerin yetersiz olduğu anlamı çıkmasın. Planlama temelde bir “disiplin” sorunudur.  Çeşitli süreçler sonucunda elde edilen plana sadık kalınması esastır. Toplumumuzun benimsemediği temel gerçek budur. Planlama sürecindeki bazı eksiklikler, yeterince şeffaf olunmaması, uygulamadaki aksaklıklar, planların niteliği gibi sorunlar mutlaka var. Ama sonuçta toplumsal uzlaşmanın sonucu ortaya çıkan (çıkmalı) plana harfiyen uyulmalı.

Güneydoğu Bölgesi’ndeki geniş bir alanda etkili olan deprem, bize bu yerleşimlerin aktif fay hatları üzerinde veya yakınında olduğunu hatırlattı. Bu fay hatları yeni ortaya çıkmış değil. Uzun zamandır biliniyor. Deprem sonrasında bu fay hatları üzerine dahi inşaat yapıldığını gördük. Ve bu yapılar kaçak değil, imar planına göre yapılmıştı. Bu planların nasıl yapıldığı, nasıl onaylandığı sorunun başlangıcını oluşturuyor.

 Rant kentleşme sürecinde  kaçınılmaz bir olgu. Ama bunun noktasal kararlara, izinlere kadar uzanan, siyasi baskılara açık bir süreci doğurması kabul edilemez ve sonuçları da ortada.

Eğitim

Artan üniversiteler sonucu mimarlık ve mühendislik alanlarında her yıl çok sayıda mimar ve mühendis mezun oluyorlar. Eğitimin standartları çok düştü ve mezunlar yeterli bilgiye sahip olmadan hayata atılıyorlar. Eğitim alanında görev alanlar sorunu “piyasada öğrenirler” diyerek öteliyor.

,Mimarlık eğitimi ve onun en önemli parçası olan tasarım stüdyolarında artık sadece “konsept” konuşuluyor. Yapma bilgisi neredeyse verilmiyor. Üniversiteden yeni mezun olan bir mimarın artık basit bir kulubeyi bile yapacak bilgisi yok. Vazgeçtim çatı, pencere, kapı gibi detayları çözmesine, strüktürü bile yeterince bilmeyen mimarlarımız var ortada.

 Mühendislik alanlarında da durum daha farklı değil. İnşaat mühendisliği programa veri girmeye indirgenmiş durumda. Programın verdiği sonuçları irdeleyecek, onu düzeltebilecek mühendislik deneyimi okulda verilemiyor.

Üniversitelerin tek görevi meslek öğretmek değildir; düşünen, sorgulayan, topluma yararlı insanlar yetiştirmektir. Ancak yeterli bilgiyle donatılmayan bir kişinin topluma yarar sağlaması olası değildir.

 Yetki Kullanımı
Okulu bitiren her mimar ve mühendisin hiçbir deneyim kazanmadan sektöre girmesi ve sınırsız şekilde yetki kullanması sadace bize ve bizim gibi az gelişmiş ülkelere özgü bir durum. Başta AB ülkeleri olmak üzere gelişmiş ülkelerde okul bittikten sonra belirli süre deneyim kazanılması, sınava girilmesi ve bu sınav sonucunda yetki sahibi olunması, yıllarca ortaya attığımız ama asla hayata geçmeyen bir konu. Bunu istemeyenlerin arasında sadece siyasi iktidar, YÖK vb. değil, bazı Mimarlar Odası üye ve yöneticilerinin de olduğunu ekleyeyim. (Diğer odalardaki gelişmeleri bilmediğim için o konuda bir fikrim yok.) Oda Genel Kurulları’nda iş deneyimi ve sınav (ki oda tarafından yapılması önerilmişti) gündeme geldiğinde, “Genç mimarlar büro patronları tarafından sömürülmek isteniyor.” diye karşı çıkanlar seçim kazanıp oda’yı yönettiler, yönetiyorlar.

Mimarlık Meslek Yasası 30 yılı aşkın bir süredir mimarlık ortamının gündeminde. Bu konuda oluşturulan yasa taslakları tüm siyasi iktidarlara iletildi, ve asla gündeme gelmedi. Mesleğin yapma koşullarını, yetki ve sorumlulukları belirleyen bu yasanın gerekliliği ne yazık ki deprem ile ortaya çıktı. Depremde yıkılan binalarda proje hataları da var ve bunların sorumluları sadece müteahhitler değil, bizleriz.

 Değişen Yapı ve Yapma Alışkanlıkları
Ülkemiz deprem bölgesi ve her depremden sonra yönetmelikler, özellikle de betonarme yapı yapma kuralları, değiştirildi. Elbette değişiklikler olacak, ancak betonarme sistemin adeta teşvik edilmesi, ve bu sistemin gittikçe ağırlaşması başka bir tehlike. Yığma yapı neredeyse unutuldu. Çelik ise yeterince yaygınlaşmadı. Geleneksel yapım yöntemleri ve ahşap gibi malzemeler tekrar gündeme gelmeli.

Kentlerde artan nüfus nedeniyle yoğunluğun yüksek olması kaçınılmaz. Ancak en ücra yerleşimi bile saran, yüksek katlı yapılaşma anlayışı artık terk edilmeli. Alçak katlı, yoğun yapılaşma modelleri gündeme gelmeli. ABD de kent merkezleri dışında yüksek yapı göremezsiniz. Konutların çoğu 1-2 katlı ve ahşap yapılardır. Ülkemizde köylere kadar yayılan, çoğu yerel ustaların becerisiyle ortaya çıkan, betonarme yapı anlayışı yerine yerel malzeme ile üretilmiş yapım yöntemlerinin gündeme gelmesi artık kaçınılmaz.

Yapı Denetimi
1999 depremi sonrasında oluşturulan Yapı Denetim Sistemi ciddi sorunlar barındırıyor. Emekli olmuş veya yeni mezun teknik elemanlarla yürütülen sistem çalışmıyor. Çalışmamasının temel nedeni ise yapının sorumlusunun neredeyse olmaması. Örneğin Almanya’da mimar tasarladığı yapıdan tümüyle sorumludur. Sorumlu olduğu için de görev alanı ve yetkileri çok geniştir.

 Yapı Denetim Sistemi ortaya çıktıktan sonra proje ekibi (mimar, mühendis ve diğer uzmanlar) yapım sürecinden tümüyle uzaklaştırıldılar. Artık inşaat ruhsatını bile yapı denetim firmaları alıyor. Projeyi yapan mimar Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın UYDS adlı sitesine girip proje bilgilerini sisteme yüklüyor ve sistem otomatik olarak bir yapı denetim firması atıyor. Sonraki süreci de yapı denetim firması yürütüyor. Bundan sonra proje ekibinin bilgisi dahi olmadan inşaat gerçekleşiyor.

 Yapı denetim mutlaka olmalı, ancak bu başta mimar olmak üzere, proje ekibinin yapım sürecinden uzaklaştırılmasına neden olmamalı. Kamu kurumlarının da,  2000 öncesi kullanılan, Mesleki Kontrollük hizmetini tekrar ve acilen gündemlerine alması gerekmekte.

 Kamu kurumlarının kendi yapılarını kendi denetlemeleri de başka bir sorun. Çoğu kurum deneyimsiz personel çalıştırıyor, veya iş yükü yeterli denetime olanak vermiyor. Bazı kurumların denetimi bağımsız müşavirlik firmalarına vermeleri daha iyi sonuç veriyor. Ancak bazı kurumların proje ile müşavirlik hizmetini birleştirmesi de başka bir sorun.

 Yapımcılar
Ülkede en kolay elde edilen meslek müteahhitlik. Hiçbir ön koşul olmadan müteahhit olmak ve yapım işleri almak çok kolay. Kaliteli işler yapan, düzeyli yapımcı firmalar da tabii ki var. Ancak özellikle taşrada durum çok vahim. Müteahhitlik yapanların çoğu teknik eleman değil. Yapım işini salt ticari bir faaliyet olarak gören, yanında deneyimli personel çalıştır(a)mayan, deneyimsiz kişi veya firmalar. Artık yapım işlerinin ciddi bir kayıt sistemi içine alınması şart.

 Ustalar çoğu kez eğitim görmeden iş öğreniyorlar, yada öğrendiklerini sanıyorlar. İnşaatı oluşturan iş kalemlerini yapan usta veya alt ekiplerin eğitilmesi ve sertifika istenmesi zorunlu olmalı. Yoksa kendince projeyi yorumlayan, yanlış yapan, hatta değiştiren ustalık modeli ile çok sorun yaşanacağı açık.

 Proje Bedelleri
AB ülkelerinde, sadece mimari hizmet inşaat maliyetinin %8 oranında iken, ülkemizde toplam proje bedeli %1 leri bile bulmamakta. Taşrada ise durum daha da vahim. Artık proje ücretleri bırakın ücretli çalışanları, büro sahiplerinin bile asgari yaşam şartlarını sağlamaktan uzaklaştı.

 Kamu İhaleleri de farklı değil. İdarelerin yaklaşık maliyeti çok düşük saptamasıyla başlayan yanlışlar zinciri, sonuçta ücret tarifesinin %10 una varan bedellerle iş verilmesine neden oluyor. Bu ortamda bürolar hem kalifiye eleman çalıştıramıyor, hem de işlere yeterince özen gösteremiyorlar.

 Yapı Denetim firmalarına işin indirime tabi olmadan verilmesine karşın, proje hizmeti gibi emek ve deneyim gerektiren bir çalışmanın ihale konusu olması çelişkili bir durum. Proje hizmetlerindeki ihale yönteminin değişmesi şart.

 Yönetim Boşluğu
1980’lerden önce Bayındırlık Bakanlığı vardı. 80 sonrası bu bakanlık İmar ve İskan Bakanlığı ile birleştirildi ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı oldu. Bu dönemlerde Bakanlık yapı mevzuatı konusunda tek yetkili idi ve tüm kamu yapıları bu bakanlığın usullerine göre yürütülürdü. 2000 sonrası ise bakanlık organizasyonu değiştirildi ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kuruldu. Bayındırlık ortadan kalktı, inşaat işleri sadece Yapı İşleri Genel Müdürlüğü üzerinden yürütülür oldu. Son yıllarda ise bakanlık Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı adını aldı ve yapım konusu iyice gündemden düştü. TOKİ bir anlamda bakanlığın yerini aldı. Ayrıca her kurum kendi başına davranmaya başladı.

Telif hakları, proje ücretleri, mesleki haklar vb. konular hiç umursanmadığı gibi gereksiz de görülmekte. Yapı düzeni müteahhitlerin baskın olduğu bir sistem olmaktan acilen kurtarılmalı. Bunun için de asıl işi yapılaşma düzenini belirleyecek, aktif bir bakanlık (veya başka bir kurum, enstitü) tekrar oluşturulmalıdır. Buradan, 2000 öncesindeki Bayındırlık Bakanlığı çok iyiydi anlamı çıkmasın. Ama o dönemin bile gerisinde olduğumuzu hatırlatırım.

Sonsöz
Deprem sonrasında “sismik izolatör” bulunan binaların iyi performans göstermesi, adeta izolatör lobisi oluşturdu. Sosyal medyada ve basında bu konudaki yazı ve yorumlar, başka bir temel yöntemi olmazmış gibi bir ortam yaratıyor. Benzer şekilde “tünel kalıp” ile yapılan yapılar için de olumlu bir hava oluştu ve diğer betonarme yapıların yanlış olduğu algısı ortaya çıktı. Altında işyeri olan binalardaki kolon kesme gibi hatalar da “bina altında işyeri olmasın” düşüncesini ortaya çıkardı. Projelendirme ve yapım süreci bilim ilkeleriyle yürür. Kurallarına uymak kaydı ile, gereğinde yüksek yapı da yapılır, çelik de kullanılır, farklı işlevler üst üste de gelir. Bunun kararı yasaklarla değil, evrensel normlar çerçevesinde, tasarım sürecinde verilir.

 Depremler sonucunda ülkemizde çok ciddi can kayıpları yaşanmakta. Bu kayıplar hepimizi derinden üzüyor. Ülkemiz deprem bölgesinde olduğu için gelecekte de depremler olacak.Depremin yarattığı kayıplar doğrudan mimarlık alanını ilgilendiriyor. Artık mimarların ve mühendislerin dışlandığı, bilimsel gerçeklerin gözardı edildiği, afetlerin ciddi kayıplara neden olduğu bir ortamı tekrar yaşamak istemiyorsak, başta yöneticiler olmak üzere tüm sorumluları evrensel bir yapım düzeni kurmaya davet ediyorum.