Coşkuyla Maskaralık Arasında Çılgınlık
Prof. Dr. İhsan BİLGİN
“Hegel, tarihte olaylar iki kez tekerrür eder derken şunu unutmuş, ilkinde trajedi olan sonra maskaralık olarak tekrarlanır”.
18 Brummaire; Karl Marx
Rem Koolhaas “Delirious New York” kitabı girişinde “Manifestoların başlıca eksiği kanıttan yoksunluklarıdır. Manhattan’ın problemi ise aksine, manifestosuz bir kanıt yığını olmasıdır” diyor. En başından belli ki “çılgın”(delirious)’ı pejoratif anlamda kullanmıyor Koolhaas, tersine sözcüğün olağandışılık (extraordinarity) vurgusuyla New York’a sahip çıkmanın değer ölçütü olarak benimsiyor. Kendisini de Avrupa akılcılığı karşıtı Amerikan pragmatizmi içinde konumluyor.
New York’u olağan dışı yapan; planının birörnekliğe zorlayan niteliğiyle tarihinin her parçayı özgüllüğe zorlayan çeşitliliği… 19. yy başı planıyla start alan kentleşme, kentin üretimine katılan aktörlerin kozmopolit çeşitliliği ve çekici bir kentin her parçasında vuku bulan vakaların farklılıklarıyla bir enerji yoğunlaşması taşkınlığının ifadesi olan “çılgın” diye nitelenen frapan karakterini kazanmış oluyor. Böylece hep aynı bulvar ve caddelerle çevrili yapı adaları bambaşka şekillerle dolup ardarda dizilmiş zincirlerin halkası olmuştur. Minör örnek Suzanne Vega’nın şarkısının ilhamı “Tom’s Diner”. İlk bakışta o birörnek gridin herhangi bir köşe lokantası. Ama 80’lere damga vurmuş şarkı aracılığıyla yüklendiği anlam o denli özgül ki, o köşeyi yarımadanın
çekici odaklarından yapıvermiş (1). Koolhaas ayrıntı zenginliğiyle anlatmayıp parçalarına değinse de bu ölçüde bir frapanlıkla nihayetlenen öykünün 19. yy’da patlayan sanayi kapitalizminin alışılmadık artığıyla üretilmiş bir taşkınlık olduğunu biliyoruz. Tıpkı Venedik’in de Ortaçağ’da patlayan ticaret kapitalizmi fazlasından türeyen bir taşkınlığın ifadesi olması gibi (2).
Peki ya Kanal-İstanbul? O da mı benzer bir çılgın ekonomik sıçramanın işareti? Hiçbir işareti olmadığı gibi dile gelir bir hedefi ve gerekçesi de olmadığından aklın askıya alınmasından öte bir şey ifade etmiyor. Tehlikeli tanker trafiği de makul gerekçe değil, çünkü Boğaz’dakileri yeni kanal sakinlerini aynı tehlikeye rehine vererek korumak anlamına geliyor.
Bir süre önce Paolo Belloni&Stefano Rolla liderliğinde Milano Politeknik’ten akademik bir grup İstanbul’a gelip, Venedik Bienali’nin Murat Tabanlıoğlu küratörlüğündeki Türkiye pavyonuna katkı amacıyla ”postcards from future” (gelecekten kartpostallar 2014-64) başlığıyla saçma içerikli çılgın projeler üretmişti. Bunlardan birini Kanal-İstanbul paralelliğinin aşikârlığı nedeniyle buraya koyuyorum. Kanalı en andıranı, sokaklara su doldurmak da Venedik’e benzetme bakımından beyhude. Duvarla çevrili adalara külliye/mahalle inşası da “milli ve yerli”nin orijinal de zannedilebilecek bir saçmalığı olabilirdi.
“Zaten onlar da New York’a benzemeye çalışmıyor!” şerhine yanıtım da Marx’ın 19. yy tiranı 3. Napolyon’u tanımlamak için kullandığı sıfatlar olacak. O da yalnızca atası ilk Napolyon’a benzemeye çalışırken benzeri trajik bir karakter de olamayıp maskaralıkla yetinmişti.
Bir de Temel hikâyesi: “Güzel mi, aptal mı olmak istersin?”i düşünmeden, “Aptal!” diye yanıtlayıp ısrarlar karşısında gerekçe de söylemiş: ”Güzellik geçicidir..!” Evet coşku da geçici, saçma kalıcıdır.
Notlar
1.Vega’nın şarkısı 80-90’ların tetikleyicileri M.Teatcher ve R.Reagen’ın kaknem ifadelerinin damgasını yemiş uyuşuk kapitalizm atmosferini kalabalıkta tek başına bir genç kızın yalnızlığının iç sesindeki uyuşukluğun enerjisiyle aralamakla kalmayıp, o köşeyi de ölçekteki bu özgül küresel hatıranın hafızasına dönüştürüyordu.
2.http://serbestiyet.com/yazarlar/ihsan-bilgin/mustesna-kentler-venedik-ve-new-york-160075
“Bu yazı YAPI Dergisi’nin 435 Mart 2018 sayısında İhsan Bilgin’in “Rağmen” başlıklı köşesinde yayımlanmıştır.”