Cevat Erder’i Anıyoruz
Suha Özkan, Hon. F AIA
Tam üç yıl önce bu ay yitirdiğimiz Cevat Erder’i (1931 – 2022) zamanında burada anmamış olmaktan hem utandım hem de üzüldüm. O benim hocam, akademik dünyada meslektaşım ve en güzeli yazlık kışlık üç ortamda kapı komşumdu. O nedenle bu anma yazısının kişisel olması doğal. Affedin. Çünkü onun akademik ve yönetim başarıları bir çok ortamda anıldı.
1960’lı yılların ortasında, genç, meraklı olduğu belirgin, güleç yüzlü Cevat Erder, ODTÜ Mimarlık Fakültesi ortamında yeni bir simaydı. Onu Ekrem Akurgal’ın öğrencisi olarak bildik ve üçüncü sınıf mimarlık tarihi derslerinden önce tasarım stüdyolarında gördük. Her eğitim ve değerlendirme etkinliğinde vardı. Bıkmaksızın hemen her düzeydeki tasarım eğitimini izliyordu. Mimarlık tarihi dersimize girdiğinde ne denli hazırlıklı bir “tarih hocası” olduğunu izledik. Kendisi arkeologdu ama mimarlık fakültesi ortamından bulunup, bellediği çerçeve içinde öğrenmekte olduğumuz tasarım kavramlarını, derslerinde tarihsel bağlamda derinleştiriyordu. Ömrüm boyunca özellikle Eski Mısır arkeolojisini hep onun öğretisini anarak izledim.
ODTÜ’de öğrenciliğim süresince destek olarak yarışmalara girenlere maket yapardım. Profesyonel maket ustaları çok pahalı olduğu için benim yarışmalar için yaptığım maketler daha ucuz olsa da benim için iyi bir kaynaktı. Mimarlık tarihi dersinde final sınavı yerine benden Priene Antik Tiyatrosu’nun maketini yapmamı istemişti. Doğal bir öğrenci önyargısı ile konuyu bir “emek kullanımı” olarak görmüştüm. Ölçekli bir plan bulmuştum. Öteki kaynaklardan özellikle fotoğraflardan yapıyı zihnimde tamamlamış ve maketini yapmıştım. Hem MÖ 4. yüzyıldan kalan bu yapıyı sadece öğrenmemiş, aşık olmuştum. Maketi bitirince ofisine götürdüm. Bana Priene örneği üzerinden Grek tiyatro yapısını anlatmamı istemiş. Anlattıklarımı kendi bildikleri ile pekiştirmiş ve notumu verdikten sonra, “Bu maketi bir süre sergileyelim. Sonra al senin olsun.” deyince önyargımdan utanmıştım. Tüm temrin bir mimarlık tarihi pedagojisiydi. Beni yeteneğim olduğu bir konudan, üç boyutlu algılama ile öğrenmeye yönlendirmişti.

Tam o yıllarda kısaca “restorasyon” olarak andığımız, Tarihi Yapıların Bakım ve Onarımı Bölümü’nü kurdu. Meslek yapılanması açısından mimarlık ortamında kurulması çok olumluydu. Erder tam anlamı ile çok disiplinli bir lisansüstü yapılanma öngörmüştü. İlk yıllarından Okan Üstünkök (Mimar), Alpay Özdural (Mimar, Rölöve Uzmanı), Şinasi Kılıç (Teknik Çizim Uzmanı), Ayşıl Tükel Yavuz (Mimarlık Tarihçisi), Emine Caner (Kimyager), Ali Çetin İdil (Teknisyen), Ömür Bakırer (Sanat Tarihçisi) ile üniversite içinde bilimsel temelli yapılanmanın önemli bir başlangıcıydı. Kısa zamanda Erder’in ODTÜ’ye çektiği mali kaynaklar, uluslararası destekler çok ciddi rakamlara ulaşmıştı.
ODTÜ’de baskıcı rektör zamanında tüm eğitimin boykot edilip durduğu ve yerleşkenin tümüyle terk edildiği dönemde fakülteye her gün gelip sahiplenen 5-10 öğretim üyesi arasındaydı. Kent içinde örgütlediğimiz, yaptığımız direniş stratejileri oluşturma toplantılarının da etkin katılımcıları arasındaydı.
1970’li yılların ortasındaki ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanlığı, önceden çalkantılı bir yönetimden zararlanmış fakülte için tam barış ve yükseliş dönemi olmuştu. 1981-88 yılları arasında üst üste iki kez merkezi Roma’da bulunan Uluslararası Kültürel Varlıkları Koruma Araştırma Merkezi’nin (ICCROM) genel müdürlüğüne seçildiğinde ikimiz de Avrupa’da yöneticilerdik. Bu görevler bizi bambaşka bir biçimde yakınlaştırdı. Onun ICCROM’da yönettiği İsrail egemenliğindeki Kudüs’te, El Aksa Camii’nin restorasyonu ile 1986 yılında Aga Khan Mimarlık Ödülü’nü aldı.

Bugün hoşgörüsüz Filistin’den geriye baktığımızda o yönetim, siyaset ve inanç karmaşasında örnek bir onarım örneği üretmenin ne denli zor olduğunu anlatmak da kolay değil. O başarıyı Marakeş’te kutladık. Bu kez iki akademisyen olarak değil, iki yönetici olarak birlikteydik. Yahudi, Müslüman, Hristiyan uzman ve ustaların Erder yönetiminde birlikte oluşturdukları onarım gurur vericiydi. İster istemez aklıma, benzer çabayı 1920’li yıllarda gösteren, bir başka Türk Mimar Kemalettin gelmişti.

Sonra yeni bin yılda Çeşme, Paşalimanı’ında komşu olduk. Doğa sevgisi onun en belirgin özelliğiydi. Aga Khan Mimarlık Ödülü’nü alan ODTÜ Parkı’nda öğrencilerle yaptığı çalışmayı biliyordum. Onun katkısıyla derlenen 600 sayfayı aşkın ODTÜ Çiçekleri el kitabı, Erder’in önerisi ile Aga Khan Mimarlık Ödülü katkısıyla yayınlanmıştı. Paşalimanı’ndaki komşuluğumuzun iki hoş yönü vardı. Biri bitişikteki Hocam Cevat Erder öteki hemen bir ev daha ötede tatil yapan, tanıdığım en yetkin beyinlerden İlhan Tekeli ile söyleşiler nefisti. Sürekli bir konuyu araştırdığı için bir bakıma sesli düşünür, bilgi kaynağı olurdu. Erder minik masaüstü guaş tutturucusu üzerinde ince fırçalarla kır çiçeklerini resmeden bir resim geleneğinin tutkunuydu. Onu da çalışırken izlemek, özellikle keskin eleştirel ve nüktedan kişiliği ile bambaşka bir keyifti.

ICCROM yöneticiliğinden yurda dönerken İstanbul’da bir küçük yer edinmek isteyip bana danıştığında, kendisinin ilk dönem Koruma Onarım Bölümü öğrencisi ve sonra öğretim üyesi olan Alpay Özdural’ın onarıp yenilediği, Galata Kuledibi’ndeki Tatarbeyi Sokak’ta yer alan, 1860 tarihli Aron Angel’in apartmanının teras katını önerdim. Satın aldı. Bu kez altlı üstlü komşu olduk. 2000’li yılların ilk yılları öylesine hoş birlikte geçti. O mahalledeki Anemon Oteli’nde Angel’in damadı Engin Yaman ile birlikte akşam yemeğimiz sondan bir önceki birlikteliğimiz oldu. Ölümlü dünyaya veda etmeden birkaç ay önce Bodrum Mimarlık Kitaplığı’nı ziyaret etti. Onunla bir söyleşi için sözleştik. Gerçekleşemedi. Takdirleri bize “hoş seda” olarak güç veriyor.

“Tarihi Çevre Kaygısı” ve “Tarihi Çevre Bilinci” kitapları önemli katkıları arasındadır. Ayrıca tarihi çevre bilicini aşılayıp geliştirmeyi amaçlayan çocuk kitapları belki de türünün an öncül ve özgün ürünleri olarak ilgi odakları olmuşlardır. Aldığı ulusal ve uluslararası ödüller ise en üst düzeyde ve çoktur. Türkiye’den başka bilim insanı var mı? Bilmiyorum. Erder’in Princeton Üniversitesi İleri Araştırmalar Merkezi’ne Üye (Fellow) seçilmesi ve hep Albert Einstein ile anılan bu payeyi hak etmiş olması çok önemlidir.
Derin bir iz bıraktı…

©Antonin Kanant, Revati Shah