Bir Yerde Değil, Bir Yerden Mimarlık: Francis Kéré
Suha Özkan, Hon. F AIA
Mimarlıkta tasarımcı mimar olarak çok başarılı olamamış, mimarlıkta toplumsal sorumluluğu ve yerel teknolojiyi yücelterek, mimarlık düşüncesinde tartışmasız çok etkin bir önder olmuş Hassan Fathy (1900-1989) başta kendi misyonu olmak üzere toplumsal kaygıları olan bir nesli etkilemişti. Fathy’nin belki de dünyanın en etkin okulları ile yarışacak, her gün Kahire kale dibinde Dar al-Labbana’ki evinde ağırladığı “çay söyleşileri” herkese açıktı ve ortam birkaç nesli etkiledi. Fathy, “Doğru olan
bir yere bina yapmak değil, bir yerden bina yapmaktır. Bu geliştirilecek bilgi ve teknoloji ile olur. Mimarın görevi bu olmalıdır. Kaynak kutuplardaki iglolardan, Sahra’daki kulübelere kadar süregelmiş yapı geleneğidir” der ve bu bağlamda projeler de üretirdi.
Yakından birkaç kez katıldığım o söyleşilerden esinlenen gönüllü uluslararası “Mimarlıkla Yardım” grupları çıktı. John Norton (1949) ve arkadaşları Allan Cain ve Farook Afshar’ın oluşturduğu çok uluslu Gelişim Atölyesi (Development Workshop), benzer bir tutumla topraktan, kumdan yapı oluşturmayı bilimsel olarak araştırıp uygulayan, Grenoble’deki
CRAterre’in kurucu ve uygulayıcıları Hugo Houben (1944-2021), Patrice Doat (1947), Afrika Mimarlık ve Kent Gelişimi ADAUA ve sonra FISA vakıflarını İsviçre ve İspanya’da kuran Jak Vauthrin (1947) etkin oldular. Hepsi vicdanını meslek rantından önce düşünen, kendini adamış mimari eylem grupları, hep Hassan Fathy’nin çay sohbetlerine katıldılar ve onun
heyecanını ve öğretisini sürdürmeyi amaçladılar. Zaman içinde bu eylem gruplarına yenileri de katıldı. Bu bağlamda olağanüstü nitelikli yapılar gerçekleştirirken yerel teknoloji, ekonomi ve toplumsal öncelikleri enerji olarak kullanan Anna Heringer’i (d.1977) de Bangladeş’te gerçekleştirdikleri için takdir ve sevgiyle anmak gerek.
Genellikle Afrika ve Güney Doğu Asya’da, özellikle konut ve okul yapıları için vicdanlarının sesini dinleyip hizmet veren Batılı mimarlar dışında, doğrudan doğduğu ve varlığını borçlu olduğu ortama hizmet veren mimarları da saygıyla anmak gerek. Bunların arasında Diebedo Francis Kéré hak ederek aldığı Pritzker Ödülü’nde ilk Afrikalı mimar olarak son aylarda gündemde. Benim için, onu Burkina Fasolu genç ve idealist bir mimar olarak tanıyalı neredeyse
20 yıl olmuş.
Kéré doğuştan şanslı bir Burkinalı. Doğduğu Gando köyünün “şef”inin oğlu olarak, köyün ilk okuyan çocuğu olmuştu. Almanya’da, başlangıçta marangoz olarak da olsa eğitim görme olanağı olmuş; gece kursları ile liseyi bitirince, 1995’te Berlin Uygulamalı Sanatlar Okulu’na girip 2004 yılında mezun olmuştu. Kısacası Aga Khan Ödülü alan Gando İlkokulu onun öğrencilik yıllarının sonlarına gelen bir başarı olarak anılmaya değer. Kéré’nin mimarlık öncelikleri konusunda bilinçlenmesine, alçak gönüllüğü nedeni ile uluslararası akademik ortamda pek bilinmeyen, kendisini gelişen ülkelerin mimarlığına adamış olan Berlin Teknik Üniversitesi profesörü ve Habitat Birimi Yöneticisi Peter Herrle’nin etkin katkılarını biliyoruz.
Kéré gelişim ve olumlu değişimin ancak eğitimle olabileceğine kendi öz yaşam deneyimi ile inanmış bir kişi. O nedenle ilk girişimi Gando Köyü’ndeki ilkokul yapısı. Üç derslikli bu okul yapısı, zeminden Afrika’da sık görülen ani sel baskınlarına aldığı önlemle, çatıda ise en ucuz ama çok verimli ondüle sacın yaratıcı kullanımı arasında sade bir yığma tuğla yapı olarak tasarlanmıştı. Niteliği ile mimarlık okullarında örnek bir ders olacak nitelikte bir yapı olduğunu belirtmekte yarar var. Okulla birlikte düşündüğü öğrencilerle yerinde tarımsal üretim, eğitimle çevresel bilinci de getirmeyi amaçlayan girişim olarak takdir edilen bir “toplum-eğitim-mimarlık” örneği oldu.
2004 yılında Delhi’de Gando Okulu ile kazandığı Aga Khan Mimarlık Ödülü töreninde, Britanya yayın kuruluşu BBC özel söyleşi yapmak için bir mimar sorduğunda hiç çekinmeden Kéré’yi önermiştim. O söyleşi gerçekten ses getirdi ve çok etkili oldu. Yıllar sonra Kéré’nin duyarlı ve yolundan sapmayan tutumu ona, dünyadaki hemen her seçkin mimarın düşü olan Londra Hyde Park Serpentine Gallery’de özel bir pavyon tasarlama şansını 2017’de getirdi. Ahşap özel bir çatkı düzeni ile kurduğu geniş dairesel örtüyü kendisi, öykü anlatan bir toplumsal birliktelik ve ışık ortamı olarak yorumlamıştı. Bir yıl öncesinde, Montana’da Tippet Rise Vakfı için, nehir kenarı bir düzlükte, içinden gün ışığı huzmeleri geçen “ışık yağmuru” dinlenme ve düşleme mekanını geçekleştirmişti. Bu yapı, Kéré mimarlığı için öncül, duyarlı ve dramatik bir örnekti.
Kéré’nin acımasız Afrika güneşini süzüp yumuşatması 2018’de gerçekleştirdiği Gando Kütüphanesi’nde şiirsel bir oluşum olarak karşımıza çıktı. Pekiştirilmiş kerpiç duvarlar üzerine betonarme döşeme, çelik kafes kiriş çatkı üzerine cam örtü ile bir ışık şölenine dönüşür. Köylülerin getirdikleri çömlekler kesilerek elde edilen kesik-koniler ahşap kalıp üzerine dizelenir. Aralarındaki boşluğa demir teçhizat döşenir ve tüm boşluk beton ile doldurulur. Boşluk yaratan çömleklerle, hafifletilmiş düz-döşeme olan üst döşeme, içinden ışık geçen çatı örtüsü ile bulutsu bir varlığa kavuşur. Arada hava boşluğu oluşturmak üzere üst düzeyi örten cam, yağmuru önlerken, iç mekana okumaya elverişli süzülmüş ışık sağlayan koruyucudur. Gando Kütüphanesi yaratıcı olarak kullanılan basit teknolojinin mekan ve ışık birlikteliğinin bir melodisi gibidir. Tıpkı Louis Kahn’ın dediği gibi: “Mekan, ışık ve strüktürün birlikteliğidir” ya da “Karanlık olması gereken bir mekan bile en azından azıcık ışık almalı ki ne denli karanlık olduğu bilinsin.”