Ayvalık’ta Saydam Mekanlar
Vedat Tokyay, Mimar
Önemli Açıklama
YAPI Dergisi Haziran 2022, 477. sayıda yayınlanan “Ayvalık Kırlangıç Fabrikası’nın dönüşümünde sizce bir yanlışlık yok mu?” isimli yazımı okuyan ve fabrikanın ilk sahibi olan Dr. Fazıl Doğan’ın torunu Hümeyra Gücük Hanım’ın bana gönderdiği mektubu burada yayınlıyorum. Mektup, mimari yapıların tarihi açısından, çok önemli bir sosyal sorumluluk ruhuyla yazılmış ve daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış tarihi bilgiler içeriyor.
- Sözünü ettiğimiz fabrikanın orijinal ismi Kırlangıç değil. 1933-1976 arasındaki 41 yıl boyunca, yani fabrikanın en verimli yıllarında, Dr. Fazıl Doğan ve oğulları burasını “Pirina Fabrikası” ismiyle çalıştırdılar. Daha sonra satın alan Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı döneminde fabrikaya “Kırlangıç” adının verildiği biliniyor.
- Ayvalık’ın ilk büyük Türk sanayicisi ve vatan kahramanı Dr. Fazıl Doğan’ın torunu Hümeyra Hanım ile akrabası Mimar Çelik Alatur, bu endüstriyel dönüşümün yanlışlığını daha ilk döneminde görüp Belediye Başkanı’nı ziyaret etmiş ve tüm yapıların korunmasını, ayrıca buranın bir AVM olmamasını talep etmişler. Başkanın yanıtı ise tarihi yapıların çoğunu yıkmak olmuş.
- UNESCO’ya adaylık sürecinde olan Ayvalık Belediyesi’nin yapması gereken, bu sahte ismin kaldırması ve Pirina Fabrikası’nın ana binasının uygun bir yerine bu gerçek endüstriyel tarihin herkesin görebileceği bir plaket ile yazılmasıdır.
Mektup:
Sayın Vedat Zeki Tokyay,
Aşağıda linkini paylaştığım YAPI Dergisi’ndeki makalenizi okudum ve size, büyük babam Doktor Fazıl Doğan ve onun 1951 yılında vefatından sonra mülkiyeti babam İlter Doğan ve amcam Gültekin Doğan’a geçen Pirina Fabrikası’nın tarihine ek bilgiler verme gereğini duyduğum için yazıyorum.
Doktor Fazıl Doğan’ın “Yunanistan Yağ İşletmeleri” adlı Yunan Şirketinden 1933 yılında, önce ortak olduğu üç yıl sonra da resmi olarak satın aldığı ve Pirina Fabrikası olarak işlettiği fabrika, Ayvalık’ta Cumhuriyet tarihinin önemli bir mihenk taşını oluşturmuştur.
Maalesef biz ailece şimdiye kadar Ayvalık Belediyesi’ni ne kadar bilgilendirsek de belediyenin elindeki basmakalıp bilgiler sosyal medyaya yansıtılınca kişiler ve kurumlar da bu yanlış bilgiler doğrultusunda yorum yapıyorlar.
Demek istediğim, bu fabrikanın 19. yüzyıldan beri Kırlangıç Fabrikası adı altında işletildiği gibi bilgiler yanlış bilgilerdir.
Pirina Fabrikası 1933’lerden 1976 senesine kadar bizim ailemize ait Pirina Fabrikası’ydı ve adı asla “Kırlangıç” değildi.
Pirina Fabrikası amcam ve babam tarafından 1976 yılında tasfiye edildikten sonra orayı Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı alır ve 2001 yılına kadar Türk Petrolün sahibi Aydın Bolak tarafından işletilir.
1995 yılında fabrika tasfiye edilmeye başlanıp İzmit Körfezi’ne taşınır. 2000 yılına gelindiğinde ise ekonomik krizden etkilenen fabrikaya 2001 yılında İş Bankası el koyup icradan satılığa çıkarır. Ayvalık Belediyesi fabrikanın arazisini ve içindeki binaları alır. Şirket ise Anadolu Grubu tarafından alınır. 2009 yılında Anadolu Grubunun aldığı Komili şirketi Ayvalık dışına taşınınca, Ayvalık Belediyesi fabrika binalarını resmî olarak kullanmaya başlar.
Önceki Ayvalık Belediye Başkanı döneminde bu projeyi gördüğümüzde, mimar olan akrabam Çelik Alatur ile (92 yaşında) Belediye Başkan’ını bu tarihi değerleri yıkıcı projeyi iptal etmesi için ziyaret ettik ve hatta adının “Kırlangıç AVM” olduğunu duyunca çok tepki gösterdik. En azından tarihe bir saygı olarak eski yapıları bozmadan Doktor Fazıl Doğan’ın ilk kurduğu fabrika olması dolayısıyla meydana binaya adının verilmesini talep ettik. Bu vatana Kurtuluş Savaşı’nda hizmet etmiş İstiklal Madalyası verilmiş, daha sonra doktor olarak, sanayici olarak hizmet etmiş Fazıl Bey’in ismi yerine, “Kırlangıç” olarak hatırda kalması vefasızlık örneğidir.
Fakat uzun yıllardan beri insanların araştırma yapmadan aynı basmakalıp bilgileri gerçekmiş gibi yazmaları da ailemizin bu yarasını deşmekten öte bir şey değildir.
Saygılarımla,
Hümeyra Gücük
Ayvalık kentinin 19. Yüzyıl mimarisi, Türkiye’nin diğer geleneksel mimari örneklerine pek benzemeyen bir dizi farklılığı içinde barındırıyor. Bunların içinde iki ana farklılık çok belirleyici: Birinci farklılık, “ikinci kapı” kavramıyla konut birimlerinin çoğunun hibrit özellikte (hem yaşama hem üretme) olmaları; yani bir kapıdan evlerine girip yaşamaları, diğer 2. kapıdan girilen mekanda ise, zeytinyağı, sabun, deri türü satışa dönük üretimleri yapmalarıdır. 2. kapının açıldığı üretim mekanının 1. kapının açıldığı giriş holüyle de bağlantılı olduğunu unutmayalım. (Resim 1)
İkinci farklılık ise, özellikle ticari bir arter olan 13 Nisan caddesindeki, altı tamamen dükkan olan iki katlı evlerin saydamlığı ile Gümrük Meydanı ve Despina Evi arasındaki denize paralel sokaklardaki tek katlı tarihi “dükkan”ların saydamlığıdır. 19. yüzyılda, denize paralel sokaklarda yağhaneler, atölyeler, depolar ve tek katlı dükkanlar vardı. Kurdukları taşıyıcı yapı ise, ön cephede (köşe binalarda ise ön ve yan cephelerde) saydamlığı elde edebilmek için, yuvarlak kolonlu, kemer veya ortogonal kirişli taş karkas tekniği, yan cephelerde ise taşıyıcı yığma taş duvar tekniğiydi. İki farklı yapı tekniği bir arada kullanılıyordu. Yığma taş duvar ile, ortalama %25 civarında bir pencere boşluğu elde edilebiliyorken, Taşıyıcı taş karkas sistemi ile bu oran %75’lere çıkabiliyordu. Bu taş karkas tekniği 13 Nisan ve Barbaros Caddesi’ndeki dükkanlarda da uygulanmıştı. Açıkçası ticari yaşam, vitrin özelliğinden dolayı, yapıların bir veya iki cephesinin saydam olmasını talep ederken, geleneksel yapı tekniğinde gotik mimarlıkla uygulanmaya başlayan taş karkas sistemine geçilmesi gerekmişti. Yığma taş duvarlı sistemlerde köşe taşı ve sövenin ötesine geçemeyen taş duvar tekniği, bu taşıyıcı taş karkas sistemi ile, Yunan tapınaklarının dantel gibi işlenmiş dekoratif cephelerine benzer dükkan cepheleri üretip büyük bir mimari değişiklik yaratmıştır. Tipik örneklere bakıldığında, yuvarlak veya kare sarımsak taşı kolonlar, kaidenin üzerine oturduktan sonra, üzerlerinde iyonik veya prizmatik sütün başlıkları, başlıkların üzerinde bazen kilit taşlı ikiz kemerli pencereler, bazen de düz bir taş kirişin üzerinde pencereler olurdu. Şimdi, Ayvalık’ın dış cephelerinde saydamlaştığı yapıları inceleyelim: Resim 2’de gördüğümüz yapının zemin katında, Yunan Ulusalcılığını sembolleştiren 4 adet iyonik başlıklı yuvarlak kolonun arasındaki boşluk zemine kadar uzanıyor ve bir dükkan, atölye mekanının vitrinini temsil ediyordu. Öyle ki, içerdeki havalandırmayı sağlamak üzere tepe pencerelerine bile sahipti. Üstteki konut bölümü de alttaki boşlukları takip eden büyük pencerelere ve bir balkona sahipti. (Resim 2)
Resim 3 ve 4 ise, zamanında dükkan olan tek katlı köşe binalardı ve taşıyıcı kolonları dışında en ufak bir doluluğa sahip değillerdi. Pencere boşlukları ise, konik bir sütun başlığında birleşen kemerlerden oluşuyordu. Resim 3, şimdi bir sosyal sorumluluk projesi olarak çalışan Çöp Madam Atölyesi’ni, Resim 4 ise, Muhabbet Sokağı’nda bir barı temsil ediyor. (Resim 3-4)
Resim 5 ise, 13 Nisan Caddesi’nin incisi bir yapı. Zamanında zemin katın bir dükkan, atölye olduğunu, konut girişinin Resim 2’deki gibi ayrı bir kapıdan yapıldığını görüyoruz. Zemin kattaki tipik çerçeveye baktığımızda, bir kaidenin üzerinde yükselen kare taş kolonun üstünde bir konik başlığı olduğunu, onun da üstüne kilit taşlı bir taş kemerin oturduğunu görürüz. Tam sokak köşesindeki kare kolonun sağında 3 solunda ise 2 adet yaklaşık 1:3 oranlarında kapı ve pencereler bulunmaktadır. Üst kat ile alt kat arasında yatay bir bölme gibi duran balkonun kendisi de dışadönüklüğün ve saydamlığın yapısal bir unsuru olarak duruyor. Şimdi, bu büyük zemin boşluğu iç mekanda bir yaşam alanını, galeri katında ise bir kitaplığı barındırırken üst katta yatak odaları yer alıyor. (Resim 5)
Resim 6’da ise, Ayvalık Palabahçe mahallesinde yer alan, Osmanlı’dan kalma bir kahve yer alıyor. Şeytan’ın Kahvesi ismindeki kahvenin simetrik cephesinde, ortada kemerli bir portal, sağında ve solunda ise yuvarlak taş sütunların, iyonik sütun başlıklarının ve taştan kemerli kirişlerin olduğu ikişer pencere, pencerelerin de tam kesişim yerlerinde söveli yuvarlak pencereler var. Kapının iki yanındaki kare kolonların üstündeki korint sütun başlığı ise pencerelerin üstündeki kat silmesiyle birleşiyor. Kat silmeleri ve çatı silmesi arasında kalan boşlukta ise ritmik olarak tekrar eden iyonik başlık motifleri yer almaktadır. Bu yapı, sanki zamanında bir kahve olarak değil de bir hükümet konağı olarak tasarlanmıştı. (Resim 6)
Peki, 19. yüzyılda dükkan olan bu mekanlar çağdaş yaşamda hangi işlevlere dönüşmüştür? Bazıları bar, kafeterya veya mahalle kahvelerine bazıları ise resim, müzik veya takı atölyeleri veya konut mekanlarına… Ancak genel eğilim sadece dış cephenin değil tüm mekanın saydamlaşmasıydı. Corbusier’in açık ve özgür planı, yaklaşık 100 yıl sonra, Ayvalık’ın çağdaş mimarisine girmişti.
Buna güzel bir örneği Barbaros caddesindeki Maceron Çikolata-Kahve isimli mekanda bulabiliriz. İki büyük penceresi ve ortadaki büyük kapısıyla neredeyse tümüyle saydam olan cephesinin arkasında tek bir mekan var. Altta pastane vitrinleri, sunum tezgahı ve oturma yerleri olan, üstteki galeri mekanına ise tek omurgalı ahşap bir merdivenle ulaşıldığı, galeride pişirme ve oturma etkinliklerinin olduğu tam saydam tek bir mekan var. Ara kat, olabildiğince ince ve az görünür kılınmak üzere, ince çelik kirişlerle taşınmış, çatı karkası ise tüm özgünlüğüyle görünür durumda…(Resim 7)
Son örneğimiz ise Ressam Bedri Karayağmurlar’ın atölyesine ilişkin. 1940 depreminde üst kat yıkılınca sahipleri yapıyı tek katlı olarak kullanmışlar. Büyük olasılıkla, bu saydam cephe orijinal döneminde dükkan işlevliydi. Ressamın tercihi ise, yüksek tavanlı, her yanından ışık alan bu mekanın tümünü resim üretmek amacıyla kullanmak olmuş. (Resim 8)
Ancak, yukarıdaki örneklerden çok daha sofistike ve zengin bir tasarımın ve mekansal saydamlığın bir örneği olan Barbara Evi’ni tanıdığımızda, Ayvalık’ta saydamlığın başka yönlerini de anlayabiliriz. Bu yapının dışına dair özelliği, yukarıda anlattığımız ön ve yan cepheleri olabildiğine saydam yapılardan farklı olarak, bitişik tip bir bina oluşu ve ön cephesinin de pek saydam olmayışıydı.
Bazı evler gibi Barbara Evi’nin de ilginç öyküsü var. Bu ilginç öykü, sanatsever ve koleksiyoner Şerif Kaynar’ın, 2007 yılında, Ayvalık Sakarya mahallesi, Mareşal Çakmak Caddesi’ndeki, yarısı yıkılmış eski bir Rum Tabakhanesi’ni almasıyla başlar. Projenin amacı, yerli ve yabancı tüm sanatçıları, belli bir süre bu evde konuk ederek, yaşam ve sanata bakış açılarına, araştırma ve sanatsal üretimlerine etki edebilecek mekansal bir ortamı sağlamaktı. Sanatçılar, üretim yapacakları bir atölye, üretimlerini sergileyecekleri bir bahçe, araştırma yapacakları bir çalışma nişi ve uyuyacakları bir yatma alanına, giriş katında bir mutfak ve sergileme alanına, evden çıkınca da geleneksel mimarlığın büyük hazinesini gözlemleyecekleri sokaklara sahip olacaklardı. Tek koşul, geldikleri dönemde, biri kendilerinde kalacak diğerini de Barbara Evi’nin koleksiyonuna bırakacakları, en az iki sanatsal ürün vermeleriydi.
Bu eve ilişkin tasarım kaygılarının temelinde yapının geçmişi ve geleceği yer alıyor. Mevcut yapının zemini üzerinde yapılan geçmiş araştırmasında, zemin altındaki kaya kütleye oyulmuş bir dizi kanal ve taşma hazneleri ile bir sarnıcın yer aldığı, dolayısıyla bu zemin mekanının tipik bir tabakhane işliği olduğu, üst katında ise iki katlı bir konutun yer aldığı sonucuna varılıyor. Bunu izleyen ilk tasarım kararı da, Ayvalık evlerinde ender görülen bu deri işlik mekanını daha iyi vurgulamak, geçmişin bugüne nüfus etmesini sağlamak amacıyla, zeminin, bir cam döşeme ile saydamlaştırılması oluyor. Ayrıca bu evin, geçmişinde dar bir cepheye sahip olduğu için, ikinci kapıyı yapmak yerine tek bir giriş kapısının hem atölyeye hem de ev mekanına girişi ifade ettiği farklı bir üretim, ev planını uyguladığını belirtmiş olalım.
Yapının geçmişine ilişkin en özgün vurgu, zemin katın saydamlığı oluyor ve geçmiş orada başlayıp sona eriyor. Kapıdan içeriye girildiğinde, altında kanalların ve taştan yapılmış su haznelerinin görüldüğü cam bir zemin, yukarıdaki döşemeye asılmış resimler ve uçan bir merdiven karşılıyor sizleri. Optiği biraz daha yukarı kaldırdığınızda 12 metre yüksekliği olan bir boşlukla, yani yapının geleceğiyle karşılaşıyorsunuz. Çünkü, artık yapının, geçmişte olduğu gibi merdivenden yukarı çıkılan odalara değil, kapısız, duvarsız, birbirinin içine geçmiş bir dizi açık mekanı kucaklayan büyük bir boşluğa gereksinimi var. Bu boşluk en çok da sanatçının arzu ettiği, duvarları ve tavanında hiçbir girinti çıkıntı olmayan minimal bir boşluk. Bu boşluk, her bir mekanın diğerini algıladığı veya diğerince algılandığı bir perspektif yaratıyor. Merdivenden çıkılan mekan, bir geçiş alanı niteliğinde olup, ileri gidildiğinde bahçeye, diğer yöne gidildiğinde ise çalışma masası alanına, oradan da uçan bir merdivenle yatma mekanına ulaşılıyor. Bahçeye çıkıldığında sağda bir malzeme deposu, solda bir sanat atölyesi, ortada ise güzel bir avlu bulunuyor. Aslında, yapının bu şekilde farklı kotlara oturduğu, birbirinin içine geçmiş iki farklı zemin ve iki farklı işlev de ortaya çıkıyor. Güzel bir ayrıntı da, sanatçıların eserlerini cam döşemeli zemin katta sergilemeleri ile geçmişi ifade eden mekanın, geleceğin ürünleriyle buluşmasını ve geçmiş ile geleceğin bir araya geldiğini görmüş olmamızdır.
Peki, bu yapı nasıl inşa edildi? Bu, ince ve konsol döşeme plaklar hangi teknikle yapıldı? Öncelikle, cam döşemeye hiçbir düşey taşıyıcının değmemesi için, yapının tüm yükünün, sağda ve solda yer alan kaya zemine taşıtılması gerekliliği sonucuna varılıyor. Ayrıca, böylesi bir boşluğun bir taş duvarla taşıtılmasının zorluğu, mimarı daha hafif ve esnek bir teknolojiye, yani çelik karkas sistemine, yöneltiyor. Çelik karkas tekniği, hem üst kattaki konsol döşemelerin, çatının hem de uçan merdiven basamaklarının yapılabilmesini kolaylaştırıyor. Dış duvar işine gelindiğinde ise yine çok özgün bir yapı tekniği uygulanmış ve duvarlar, köpük ile çimentonun karışımıyla hazırlanmış hafif betonun çelik karkasın içine dökülmesiyle üretilmiş. Bu duvar sayesinde, çelik karkasın stabilitesi sağlandığı gibi çok yüksek bir ısı yalıtımı da elde edilmiş.
İç mekanda, ne sarkan bir obje, sarkıt bir aydınlatma armatürü ne de dışarıya çıkan bir çıkıntı veya girinti yok. Aydınlatma bile duvarın içine gömülmüş ince uzun plexiglass armatürlerle sağlanmış. Brüt betonu andıran çimentolu bir sıva ile tüm duvarlar, döşemeler ve çatının tavan düzlemi bütünleşmiş durumda. İç mekandaki 3 temel malzeme ise, çimento sıvalı yüzeyler, ahşap merdiven basamağı ve cam döşeme… Yapısal malzemeler ile saydamlık tasarımı birebir örtüşmüşler.
Barbara Evi’nin mimarisinde gözlemlediğimiz şey, tasarım sayesinde, hem belleğin tanınmasını hedefleyen geçmişin hem de sanat üretimini hedefleyen geleceğin saydam mekanlar yaparak bütünleşmesidir. (Resimler 9-10-11-12)