Anmak, Anılmak

Şengül Öymen Gür, Prof. Dr.
Beykent Üniversitesi

Çok yıllar önce Londra’da sokakta yürürken, zaman geçti unuttum sokağın adını, kocaman 80-100 cm büyüklükte metal üstüne tasarlanmış bir epigraf gördüm. Yani, kitabe (yazıt) gördüm. Yazıtlar taş ve metal gibi dayanıklı malzemeler üzerine oyulmuş metinlerdir. Genellikle kalıcı olması amaçlanan halka açık mesajlardır; grafitiler bile bu kategoriye dahildir. El yazmaları ise deri, papirüs, bast veya kağıt gibi daha az dayanıklı malzemeler üzerine yazılmış metinler olup öncelikle idari, hukuki, ekonomik, özel, dini veya edebi nitelik taşırlar. Epigrafların toplumsal bellek açısından önemi Walter Benjamin tarafından vurgulanmıştır (1).
Epigrafta “Burada yangından kaçamayan aşçılar hayatlarını kaybetmiştir. Aziz anılarına…” diyordu. Tarih, büyük Londra yangınından çok sonraydı; 1834 olabilir. Dar merdivenli bir sokağa girip Times Nehri kıyısına çıkacaktım. Kalakaldım. Küresel kuzey tam ne hissediyor bilemem ama sivil ölümlerine şehit gözüyle bakıyor olsa gerek… King’s Cross Metrosu’nda 2015 yılında ölen 31 kişinin anısına metroya adına veren St. Pancras Yeni Kilisesi’nde de bir epigrafi bulunmaktadır (Resim 1); ve saatin olay anına tanıklık ettiği bir anı epigrafisi de King’s Cross, St. Pancras Metro İstasyonu’nda ona eşlik etmektedir (Resim 2).

Resim 1. St. Pancras Yeni Kilisesi, 5 Şubat, 2015.

Resim 1. St. Pancras Yeni Kilisesi, 5 Şubat, 2015.

Resim 2. King's Cross, St. Pancras Metro İstasyonu’ndaki epigrafi.

Resim 2. King’s Cross, St. Pancras Metro İstasyonu’ndaki epigrafi.

Doğal olarak aşçılar için üzülmüştüm, metroda ölenler için de… Ama en çok ülkem için! Ne maden ocaklarında, ne imarsız afet bölgelerinde ölenlerin, ne de çocuklarının gözü önünde babaları tarafından öldürülen annelerin bir taşa olsun kazınmış epigrafisi var bizim ülkemizde. Biz hiç kimseyi anmadığımız için yeni nesillerin tarihle ilgili bilgileri ve değer eğitimleri eksik kaldı. Tabii ki Atatürk heykellerimiz, Sinan heykellerimiz var ama koca bir tarihi, belli bir değer ve değerler sistemini yeni nesillere anımsatmayı gündelik medyaya bırakıyoruz. Hiçbir değerimiz, kahramanımız yok sanki…

Bakın benim üniversitemin yurtlarının muhteşem bir avlusu vardı. Sonradan sözde daha da güzelleştirmişler! Ben beğenmedim. 20. yüzyıl dünyanın her yerinde yık/yap yüzyılı olmuş anladığım kadarıyla (Resimler 3, 4). Ama buranın ne yazık ki bir sorunu vardı. Çim ve çiçekleri sulamada kullanılan su emilimi sağlanamayınca suyun fazlası aşağıdaki garaj katına akıyordu. Bir önlem alınması gerekmiş olabilir…

Resim 3. Graduate Towers (Sansom Place East), 1972.

Resim 3. Graduate Towers (Sansom Place East), 1972.

Resim 4. Graduate Towers (Sansom Place East), 1984.

Resim 4. Graduate Towers (Sansom Place East), 1984.

Ancak, resimlere dikkatli bakınca iki resim arasında değişmeyen bir şey, bir öğe var. Wallnut Street’e inen, resimlerde çok net algılanmayan merdivenin hemen solundaki iri, kübik çiçek tarhı… Onun üzerinde içe bakan yüzeyinde bakır üzerine işlenmiş bir epitap vardır. Şöyle yazar: Sansom Place East (İnşa yılı 196 ; Proje Mimarları: Richard ve Dion Neutra ve yardımcıları Bellante, Clauss, Miller&Nolan; Müşteri: Pennsylvania Üniversitesi.) Küresel kuzey mimarlarına büyük saygı duyar, anar ve herkese tekrar tekrar anımsatır.

Pavilion Le Corbusier, İsviçreli mimar Le Corbusier’nin çalışmalarına adanmış, Zürih, Seefeld’de bulunan bir İsviçre sanat müzesidir. 1960 yılında Heidi Weber, Le Corbusier tarafından tasarlanan bir müze kurma düşü gördü. Düşlenen binanın amacı, sanat eserlerini mimarın bizzat kendisi tarafından yaratılan ideal bir ortamda sergilemekti. Bina tamamlandığında Centre Le Corbusier veya Heidi Weber Müzesi olarak adlandırıldı. Nisan 2014’te bina ve müze şehre geçti (2).
1960’larda tasarlanmış bu bina Le Corbusier’nin çelik ve camla çerçevelenmiş beton ve taş kullanma başarısında radikal bir değişikliğe, bir aşamaya işaret eden en son binasıdır. Le Corbusier, merkezi çekirdeğe takılan çok renkli emaye plakalarla birleştirilmiş prefabrik çelik elemanlardan yoğun bir şekilde yararlanmış ve kompleksin üzerinde, evi yağmurdan ve güneşten korumak için “serbest yüzen” bir çatı tasarlamıştır. Projede en belirgin mimari unsur olan çatı, her iki tarafı 12×12 metre yüzeye sahip iki kare parçadan oluşur. Toplam zemin yüzeyi 12×26.3 metre ölçülerinde kaynaklı metal levhalardan oluşur ve 40 ton ağırlığa sahiptir. Çatı prefabrik olarak üretilmiştir ve daha sonra mümkün olan en büyük birimler halinde, zemine monte edildiği şantiyeye taşınmıştır. Son olarak çatının kaynaklanmış iki parçası bir vinçle 9 metre kaldırılmış ve sütunlara sabitlenmiştir.

 Resim 5. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih, 1960 (3).

Resim 5. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih, 1960 (3).

Çerçevenin bu şekilde tamamlanmasıyla, inşaat süreci o zamanlar zaten uygun ve yerinde olan bağımsız çatı korumasından yararlanmıştır. Yüzeyler sahada monte edilen 2.26×2.26 metre küplerden oluşur. Duvarlar, pencereler, tavanlar ve zeminler daha sonra çelik çerçeveye vidalanmıştır. Duvarlar 1.13×2.26 metre ölçülerinde emaye panellerden oluşmaktadır. Bu emaye panellerin yerleştirilmesi belirli bir ritmik sisteme göre planlanmıştır. Son olarak, tüm bina kompleksi beton bir zemine yerleştirilmiştir. Bina iki katlı olup içinde beş tek katlı ve bir çift katlı oda mevcuttur. Bina inşa edilirken 20.000’den fazla cıvata kullanılmıştır.

Centre Le Corbusier, tam bir sanat eseri olarak kabul edilebilir; Le Corbusier’nin mimarisinin, heykellerinin, resimlerinin, mobilya tasarımlarının ve De Stijl dergisindeki yazılarının armonik birliğini yansıtır. Hani modernin duvarları hep beyazdı Bay Wigley (4)? Bir kış günü gittim baktım, değildi…

Resim 6. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih.

Resim 6. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih.

Resim 7. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih.

Resim 7. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih.

Resim 8. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih.

Resim 8. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih.

Resim 9. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih.

Resim 9. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih.

Resim 10. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih, 1960.

Resim 10. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih, 1960.

Resim 11. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih, 1960.

Resim 11. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih, 1960.

Resim 12. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih, 1960.

Resim 12. Centre Le Courbusier, Seefeld, Zürih, 1960.

Şimdi gelelim bu kısa metnin son sorusuna… Bizim elimizde Mimar Sinan’ın ölümünden yaklaşık 400 yıl sonra, 2021 yılında Kayseri Mimarlar Odasının açtığı Mimar Sinan Müzesi Yarışması’ndan başka bir şey yok! Başlanıp bitirildi mi diye baktım, haber yok! Zaten Ara Güler’in konuyla ilgili yazısını da pek beğenmedim. Çok soyut ve yol gösterici değil. Ayrıca benim konum da o değil. 

Özellikle cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak her on yıllık dönemde onlarca başarılı mimar yetiştirdik, yapı yaptık. Hangisinin adı binasına bir epigrafla işlendi? O olmasa da bir plaketçik var mı kapıda? Ya da zillerin üzerinde? Buna yıllardır çok üzülürüm. Levent, Fecri Ebcioğlu Sokak’ta 70’li yılların en çok yarışma kazanmış ve binaları gerçekleştirilmiş mimarları yaşar. Sokağın köşesinde Emre Arolat’ın bürosu vardır. Nerede ne binalar yaptıklarını onlar bilir, ben bilirim… Adları nerede? Olmaz böyle şey!

Notlar

  •  https://bond-lab.github.io/epigraphs/epi/Walter%20Benjamin.html.
  • https://commons.wikimedia.org/w/index.php?curid=15777901. 
  • https://commons.wikimedia.org/w/index.php?curid=15777901. 
  • Mark Wigley (2001). White Walls, Designer Dresses: The Fashioning of Modern Architecture. MIT Press.