Afet Sonrası Varlık Krizi: İnsan-sızlaşma, Yer-sizleşme, Plan-sızlaşma
Emrah Söylemez, Dr.
Türkiye’nin kentleşme süreci boyunca yaşanan ve özellikle yıkıcı etkileri olan afetlerin sonrasında planlamanın toplumun ve kurumların afetlerin etkilerine yönelik oluşturdukları stratejilere olan katkısı tartışılagelmiştir. Siyasa yapım süreci, öncelikli olarak toplumsal ilgi ve uygulama perspektifinden ele alındığı için, konunun sosyo-mekansal boyutu hız odaklı politikaların gölgesinde kalmakta, bu da kentlerin ve bölgelerin gelecekte karşılaşabileceği risklere karşı bütüncül bir yaklaşım geliştirilmesini engellemektedir. Bu risklerin en önemlisi ise büyük yıkım yaşanan kentlerin boşalması ve kentlilerin geçici veya kalıcı olarak yerlerini terk ederek farklı yerlere gitmek zorunda kalmalarıdır. Bu durum, bir yandan etkilenen bölgelerdeki insan sayısının yaşam kayıpları ve büyük ölçekli gönülsüz göçlerle azalması ile “insansızlaşma”yı (Federico, Giulia, & Marco, 2020) doğururken, sonuçları açısından ise yıkıcı bir deprem sonrası meydana gelen ve bir yere olan bağın azalması şeklinde tanımlanan “yersizleşme” kavramı ile açıklanmaktadır. Devamında ise “plansızlaşma” olarak tanımlanabilecek doğrudan noktasal inşaat faaliyetleri ile yürütülen bir sürece girişi tetiklemektedir.
Bu çalışma afet sonrası süreçte uygulanan politika, strateji ve söylem analizlerine dayanarak insansızlaşmanın ürettiği yersizleşme kavramına yönelik ülke, bölge ve şehir planlama ölçeklerinden yapı ölçeğine kadar geniş bir skalada yeniden okumanın gerekliliğini savunmaktadır. Öncelikle, afet sonrası dönemde yerinden olan insanların ihtiyaçlarını karşılamak ve yerleşim bölgelerini yeniden inşa etmek için kullanılan yaklaşımlar incelenmiş, daha sonra, yersizleşme konusu mevcut yaklaşımların tıkandığı alan olan planlama kurumu bağlamında ülke, bölge ve şehir planlama ölçeklerinde ele alınmıştır. Bu ölçeklerde, insansızlaşmanın etkileri ve bu etkilerle başa çıkmak için alınması gereken önlemler incelenerek, ülke düzeyinde, afetlere ve yersizleşmeye yönelik politika çerçevesi geliştirilmiş, toplumların afetlere daha dirençli hale getirilmesine yönelik bölgesel ölçekten yapı ölçeğine inen bütünleşik bir kavramsal çerçeve sunulmuştur.
Aletsel dönemde Türkiye’de büyüklüğü 7 ve üzerinde 20 adet büyük deprem kent ve bölge düzeyinde yıkım ve can kayıplarına yol açmıştır. Yaşanan bu depremlerin can kaybı ve ağır hasar bakımından en büyüğü ise 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremleri olarak gerçekleşmiştir. Afet yönetimi döngüsünde müdahale sonrası dönemler depremin büyüklüğü, yıkıcı etkisi ve can kayıplarına bağlı olarak uzamakta veya kısalmaktadır. Bu kapsamda toplumsal gündemde çeşitli zaman aralıklarında bazı tartışmaların öne çıktığı görülmektedir. Depremin etkisi çerçevesinde afet sonrası bütüncül bir çerçeveye yönelik bazı anahtar kelimeler (Planlama, Kentsel Tasarım, Kentsel Dönüşüm, Risk, Yapı) 6 Şubat Depremi öncesi ve sonrasında toplumsal gündemde yer alma oranlarına göre Google Trends üzerinden analiz edildiğinde toplumdaki tartışmaların hangi düzeyde olduğu daha net anlaşılmaktadır. Şekil 1’de Kahramanmaraş depremi ile ortaya çıkan toplumsal ilgi daha önceki depremler ile kıyaslanmıştır. Depremden hemen sonra “Risk” ve “Yapı” anahtar kelimelerinin arama oranında artış olduğu, sonrasındaki bir aylık süre içerisinde “Kentsel Dönüşüm” kavramının güncel arama düzeyinin üzerine çıktığı tespit edilmektedir. “Planlama” ve “Kentsel Tasarım” kavramlarının ise güncel arama oranlarının deprem öncesi genel ortalamalarında kaldıkları ortaya çıkmaktadır. Bu durum depremin ürettiği kentsel ve bölgesel düzeydeki şoklara karşılık verme konusunda planlama kurumuna yönelik yenilikçi bir yaklaşıma olan ihtiyacı dolaylı olarak ortaya koymaktadır.

Şekil 1. 2004-2023 Yılları arasında “Deprem” anahtar kelimesinin Türkiye Genelinde aranması ile 6 Şubat Depremi öncesi ve sonrasında “Planlama”, “Kentsel Tasarım”, “Kentsel Dönüşüm”, “Risk” ve “Yapı” kelimelerinin arama oranlarının kıyaslanması. Figure 1. Comparison of the search rates of the keyword “Earthquake” in Turkey between 2004 and 2023 and the search rates of the words “Planning”, “Urban Design”, “Urban Transformation”, “Risk” and “Structure” before and after the February 6 Earthquake.
Bu kapsamda çalışmada öncelikle afet sonrası kaybolan yerellikle yakından ilişkili olan yersizleşme kavramı bölgesel verilere dayalı olarak tartışılmış, ardından afet sonrası artan merkezileşme ve hız temelli politikaların sonucunda ortaya çıkan plansızlaşma ve etkileri büyüyerek artan yersizleşme kavramı üzerinden ele alınmıştır. Söz konusu soruna çözüm olarak yeniden yerlileşme kavramsallaştırması çerçevesinde işlevsel düzeyde tanımlanacak yeni bir fonksiyonel bölgede uygulanması önerilen planlama kademelenmesi ve yapısına ilişkin öneriler geliştirilmiştir.
Yersizleşme, Kaybolan Yerellik
Yersizleşme kavramının afet yönetimi ile ilişkisi mekansal nitelikli çalışmalar ve sosyal coğrafya bilim alanları ile içiçe şekillenmiştir. Yersizleşme kavramını Marksist çerçevede ele alan Harvey (1970), kapitalizmin kentleri yeniden şekillendirme sürecinde adaletsizlik ve sosyal eşitsizlikler temelinde özellikle yoksulların ve marjinalleştirilmiş grupların kentin dışına itilmelerinin kentlerin sosyal ve fiziksel yapılarının bozulmasına yol açtığını ortaya koymaktadır. Sonrasında kentler özelinde yapılan çalışmalarda (Smith, 1996; Sassen, 1991) yersizleşme kavramı küresel bağlamda, adalet, neoliberal politikalar ve yoksulluk ile ilişkilendirilmiştir. Yersizleşmeyi modern sosyal hayatta sürekli ilişkilerin ortadan kaybolması ve köklü bağların zayıflamasıyla ortaya çıkan bir his olarak tanımlayan Baumann (1992)’ın kavramsallaştırmasına ek olarak Massey (1994) yerin, sosyal ve mekansal ilişkilerle bağlantılı olduğunu ve yersizleşmenin bu ilişkilerin bozulmasıyla ortaya çıktığını vurgulamıştır. Görüleceği üzere yersizleşmenin bir boyutu mekandan fiziksel kopuş, diğer boyutu ise duygusal bir kopuşa karşılık gelmektedir. Afet literatüründe ise, yıkıcı afetler sonucunda evsiz kalma ve bölgedeki sosyal, ekonomik ve fiziksel kaynakların tahribatıyla (Cernea, 1997) toplumsal birlikteliği sağlayan güvenlik, kimlik ve toplumsal aidiyet gibi kavramlarda açacağı tahribatla uzun vadeli psikososyal sorunların ön plana çıktığı vurgulanmaktadır (Norris, Stevens, Pfefferbaum, Wyche ve Pfefferbaum, 2008). Diğer yandan yersizleşmeyi en aza indirmek, yerleşim yerlerini güçlendirmek ve yerinde rehabilitasyonu teşvik etmek (Wisner, Blaikie, Cannon & Davis, 2004) için afet yönetimi politika ve stratejilerine özellikle önem verilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Yıkıcı bir deprem sonrası kendiliğinden ortaya çıkan veya siyasalarla bilinçli ve zorunlu bir şekilde üretilen yersizleşme, küreselleşmeye dayalı olarak ortaya çıkan kardeş formunu da kapsayan daha vahşi bir yersizleşme türü olarak literatüre aktarılabilir.
Dolayısıyla literatür konunun kentsel düzeyden üstte ve yerellikler ile birlikte ülke ve bölge planlama açısından gerekli olan bir bağın eksikliğini de göstermektedir. Bu kapsamda yersizleşme kavramının, afet sonrası bütünsel planlama ve yapı düzeyinde ele alınması gereken kapsamlı ve karmaşık bir konu olduğu ortaya çıkmaktadır. Yersizleşmenin etkilerini azaltmak ve önlemek için ekonomik işlevlerin afet sonrasında bölgede nasıl değiştiğini analiz etmekle kalmayıp aynı zamanda bölgesel ölçekte ekonomik büyümeyi desteklemek için gereken koşulların da dikkate alınması gerekmektedir. Bu nedenle, yersizleşmeye yönelik ele alışın ülke düzeyinden başlayarak bölge ve kent ölçeğine odaklanan bir planlama yaklaşımı ile hem bölgeyi ekonomik olarak ele alan bölge planları hem de mekansal planların birlikte ele alınması önerilmektedir.
Yıkıcı bir afetin yersizleşme bağlamında kentler üzerinde çoklu etkileri meydana gelir. Bu etkiler yersizleşme literatüründe bölgesel düzeyde gerçekleşen bir sosyo-mekansal süreci süreççilik (processualism), çokluk (multiplicity), belirsizlik ve emek üzerinden tariflemektedir (Ratih, Indra, Dafri, & Surwandono, 2021). Bu süreçte insanlar sadece fiziksel bir mekandan değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve duygusal bağlamdan da bir kopuş yaşarlar. Bu durum, topluluklar arasında ayrışma, kaynakların dağılımında eşitsizlik, kimlik ve aidiyet kaybı gibi çeşitli sonuçları beraberinde getirebilir. Yıkıcı bir afet sonrasında, yerinden olan insanlar, gittikleri yerlerde yeniden yerleşim, barınma, topluma entegre olma gibi süreçlere de dahil olurlar. Kahramanmaraş depreminin etkilediği bölgedeki yaklaşık 2,6 milyon binanın yüzde 90’ını mesken, yüzde 6’sını işyerleri ve yüzde 3’ünü kamu binaları oluşturmaktadır. Depremden etkilenen 11 ildeki konut sayısı 2022 yılı itibarıyla 5,6 milyon düzeyinde olup Türkiye genelindeki toplam konut stoku içindeki payı yüzde 14,05 düzeyindedir. Bu çerçevede yaşanan yıkımın etkilerine karşı afet yönetimi bağlamında konu Nuts II düzeyinin ötesinde ülkesel mekansal politikalarla birlikte değerlendirilmelidir.
Yersizleşme sürecinde barınma ihtiyacını karşılayacak olan konut inşası, yersizleşme sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıkan yerinden olma durumuyla doğrudan ilişkilidir. Deprem sonrası yıkıcı etkilerle karşılaşan bölgede, mevcut konutlarının zarar görmesi veya yıkılması sonucunda yerinden olan insanların yeni bir yerde barınma ihtiyaçlarını karşılamak önemli bir adımdır. Konut inşası, yersizleşme sürecinin bir parçası olarak değerlendirildiğinde, konut sağlama, konut projelerinin planlanması ve uygulanması, barınma politikalarının oluşturulması gibi konularla ilişkilenmektedir. Yersizleşme sonrası konut inşası, insanların yerinden edildikleri topluluktan yeni bir yerde yaşamaya başlayabilmeleri ve yerleşmelerinin yeniden sağlanması için gereklidir. Bu bağlamda, yersizleşme sürecinde konut inşası, yıkıcı afetler sonrası yerinden edilen insanların barınma ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan çabalara odaklanır. Konut inşası, mülkiyet, barınma ve yeniden yerleşim gibi başlıklar altında ele alınır ve yersizleşmenin sosyo-mekansal boyutunda önemli bir süreç olarak tanımlanır. Zamanla değişen bu süreçler yersizleşmenin etkilerinin sürekli olarak yeniden şekillendiğini göstermektedir. Bununla birlikte söz konusu etkiler yeni yaşam alanları, yeni sosyal ilişkiler ve gelecek konusunda büyük belirsizlikler yaratmaktadır.
Tüm bu boyutların yanında yersizleşmenin insanlar üzerindeki emek ve çalışma koşullarına olan etkisi, yerinden edilen insanların yeni bir yerde yeniden başlamak zorunda bırakılması ve yeni iş ve gelir kaynaklarına erişimde zorluklar olarak ortaya çıkmaktadır. 2021 yılı verilerine göre 11 ili kapsayan afet bölgesinde 3,8 milyon kişi istihdamda olup bölge istihdamının ülke istihdamı içerisinde payı yüzde 13,3’tür. Çalışanların 2,3 milyonu kayıtlı, 1,5 milyonu ise kayıt dışı çalışmaktadır. Afet bölgesi genelinde istihdamın kayıt dışılık oranı yüzde 39 seviyesindedir. Söz konusu istihdam ülke ve bölge ölçeğinde yer değiştirdiğinde yeniden eski yerine dönmesi konut alanlarındaki yer değiştirmeye göre daha zor olacaktır. Bu dönüşün sadece piyasa koşullarına bırakılması riski yersizleşmeyi daha da derinleştirecektir.
Yeniden inşa sürecinde sosyo-mekansal boyutta karşılaşılan toplumsal ayrışma, ikamet belirsizliği ve kentsel dokudaki kimlik kaybı gibi sorunlar, toplumsal bölünmelerin artmasına ve sosyal uyum sorunlarının ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Eski yapıların yıkılması ve yeni yapıların inşa edilmesiyle birlikte, kentin karakterini ve tarihi dokusunu kaybetme tehlikesi ortaya çıkabilir. Bu durum, sosyal ve kültürel bağları zayıflatabilir ve toplumun kimlik duygusunu etkileyebilir. Bu noktada afetle ortaya çıkmış somut bir barınma sorununun zamanla ve planlı bir şekilde çözülmesi için sistematik olarak göz ardı edilen planlama ve uygulama ölçeği arasında mantıksal bağa ihtiyaç olduğu görülmektedir.
Afet Sonrası Merkezileşme ve Plansızlaşma
Bir kentteki değişimleri süreçler yoluyla açıklamanın yöntemi çeşitli kademelere ve kademeler arası ilişkilere sahip olan bir planlama sistemi ile mümkündür. Yaşanan deprem sonrası planlamanın kendisi ile birlikte, mekana yön veren öncelik-sonralık süreçleri de zarar görmüştür. Bu durum kent planlama süreçlerini yüksek derecede merkezi kontrol ve karar verme mekanizmalarının öne çıktığı bir yaklaşımla birlikte “master plan” veya yapı ölçeğine indirgemiştir. Öncelikli olarak büyük ölçekli konut projeleri ve yapıların inşa edilmesi ve yeniden yapılandırılması ile hızlı bir şekilde barınma ihtiyacını karşılamak amaçlanmaktadır. Ancak, sadece atomik ihtiyaçlara odaklanmak ve süreç içerisinde kentsel alanın daha geniş sosyal, ekonomik, çevresel ve kültürel boyutlarının deneyimlenerek keşfedilmesini beklemek kentsel yaşamın karmaşıklığının göz ardı edildiğini işaret etmektedir. Bu durumda, yeniden ihya ve inşa süreci olarak tanımlanan sürecin konut inşası ve imar planları ile sınırlı kalması ve daha geniş kentsel doku, sosyal ilişkiler, kamusal alanlar ve toplumun ihtiyaçlarına ilişkin konuların göz ardı edilmesi riskini ortaya çıkarmaktadır.
Afet sonrası planlama kurumundan bağımsız konut alanlarının yer seçimi ve yapım kararlarının alınması ile Mart 2023 itibariyle kalıcı yapıların inşasına yönelik faaliyetler başlamıştır. Geçici konutlar yerine, aynı veya daha hızlı bir sürede kalıcı konut inşaa faaliyetlerine başlanması beraberinde yersizleşmeye de yol açacak sosyo-mekansal koşulları beraberinde getirmektedir.

Şekil 2. Afet sonrası iyileştirme ve yeniden yapım süreci zaman çizelgesi. Figure 2. Post-disaster recovery and reconstruction timeline.
Deprem sonrası sosyal organizasyonu oluşturan kolonların büyük ölçüde zarar görmesi deprem sonrası oluşturulacak yeni mekansal ve sosyal organizasyonun yapısının nasıl bir yaklaşımla inşa edilmesi gerektiği sorusunu gündeme getirmektedir. Burada teorik ve pratik olarak seçilebilecek iki farklı tercihten en hızlı olanının tercih edildiği ve salt inşai faaliyetler yoluyla noktasal ve “deneysel” bir yaklaşım ortaya konulduğu görülmektedir (Şekil 3). Bu yaklaşımın, acil konut ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olabileceği düşünülse de uzun vadede sürdürülebilir bir iyileştirme sağlamakta yetersiz kalması, afet riskleri, planlama, altyapı iyileştirmeleri ve toplumun sosyal ve kültürel ihtiyaçlarına uygun planlama gibi faktörleri göz ardı etmesi olasıdır.

Şekil 3. Yıkıcı afet sonrası yersizleşme süreci ve merkezi müdahaleler. Figure 3. The Process of Dislocation after a devastating disaster and central interventions.
Yıkıcı bir deprem sonrası ortaya çıkan felaket durumunda, acil barınma ve altyapı ihtiyaçlarının hemen karşılanması gerekebilir. Bu nedenle, hızlı bir şekilde konut ve yapıların inşa edilmesi, en önemli öncelik olarak görülebilir. Diğer yandan deprem sonrası yeniden inşa sürecinin sürekli olarak yeniden merkezileşerek hayata geçirilmesine yönelik tercihler yöreye özgülüğü gözden kaçırırken özellikle dezavantajlı gruplar ve yoksul bölgelerde merkezi politikaların yereli göz ardı eden etkilerini daha fazla hissedebilir hale getirmektedir. Bu durum ise yerel kapasitelerin kaybedilmesi başta olmak üzere eşitsizlik, ayrımcılık ve standartlaşma sorunlarını yeniden üreterek yersizleşmenin daha da derinleşmesine yol açacaktır.
Merkezi düzeyde politika ve stratejilerin bölgesel ölçekte uygulanması bölge planlarıyla gerçekleştiğinden dolayı merkezi araçlarla belirlenen hedeflere ulaşmak için bölge planlama süreci kritik bir araç olarak kullanılmaktadır. Ancak buradaki temel sorun mevcut bölgeleme yapısı ve güçlü merkezi etkilerin yersizleşme karşıtı bir süreci tanımlayamamasıdır. Diğer bir ifadeyle bölgeler düzeyinde alınan kararların birbirleri ile veri ve modeller üzerinden ilişki kuramaması hem bu planları hem de merkezin siyasa düzeyindeki yönlendiriciliğini zayıflatmaktadır.

Şekil 4. Nuts Düzey 1 bölgelerine göre depremin etki alanı ve ikametini değiştiren öğrenci oranı. Figure 4. Impact area of the earthquake and the proportion of students who changed residence according to NUTS Level 1 regions.
Şekil 4’te depremin etki yoğunluğunun mekansal dağılımı üzerinde deprem bölgesi illerinden ikametini alan öğrencilerin oranları ve gittikleri iller gösterilmektedir. 3 adet Nuts 1 Düzeyinde bölge depremin en yıkıcı etkilerine maruz kalmıştır. Depremzedelerin yaşadıkları kentleri terk ederek çevre iller veya hiyerarşide en üst kademede olan illere gitme sürecinin yönetimi öne çıkmaktadır. Buna göre Hatay’dan 71959, Kahramanmaraş’tan 52908, Malatya’dan 39987, Adıyaman’dan 22889, Gaziantep’ten 14719, Osmaniye’den 4167, Adana’dan 4041, Diyarbakır’dan 3152, Şanlıurfa’dan 3080, Kilis’ten 344 kişi olmak üzere toplam 217246 öğrenci başka illere naklini aldırmıştır. Nakil alınan Ankara (29738), Antalya (20149), Mersin (20067), İstanbul (16186), Konya (11985), İzmir (8695), Kayseri (7312) ve Bursa (6537) illerine bu çerçevede yoğun bir nüfus taşınımı yaşanmıştır. Burada Hatay’da kaydı olan ilk ve orta öğretim öğrencilerinin yaklaşık yarısının naklini başka illere aldırması insansızlaşmanın boyutunun anlaşılması için iyi bir örnektir.
Bu durum yersizleşmeyi sayısal olarak gözler önüne sererken, merkezi planlama kurumlarının yerelde yürüttükleri yapılaşma faaliyetlerini aşırı nedenselci bir yönde yürütmeleri durumunda karşılaşılacak sorunun büyüklüğüne yönelik ipuçları da sunmaktadır. Diğer bir ifadeyle yapılaşmanın üst kademe mekansal planlar ile olan ilişki biçiminin olumsallıktan uzaklaşarak aşırı nedenselci bir yöne kayması farklı ölçeklerde çeşitli sorunlara yol açmaktadır. Bunlar üst kademe planları işlevsizleştirirken alt kademede yerel bağlamın göz ardı edilmesi, mekansal çeşitliliğin azalması, uyumsuzluk ve etkisizliğe yol açacak ve bu durum yersizleşmeyi artıracaktır.
Bölgesel Düzeyin Çıkmazı
Yıkıcı bir afet sonrasında yapılan hızlı ve acil müdahaleler genellikle kısa vadeli çözümlere yönelmektedir. Bu durumda planlama kurumu hem mekansal planlar hem de bölge planları düzeylerinde çeşitli çıkmazlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bunlar kaynak üretememe, yeterince hızlı karar alamama ve kurumsal iş birliklerinin yetersizliği gibi idari ve uygulama sorunlarıdır.
Bununla birlikte bölgenin, düzey olarak ulusal bakış açısı ile ele alınmasından dolayı az anlaşılan bir ölçek olmasının (Tekeli, 2008) beraberinde getirdiği sorun, bölge planlamanın mekansal olarak yönlendirilmesi sorunsalı ile birleşerek yapısal bir nitelik kazanmaktadır. Bölge planlamayı pratik gerçekliğe yaklaştırmanın yöntemi bir yandan mekanı tarifleyen, yönlendiren ve büyük veriye dayalı dinamik yapısıyla, esnek ve stratejik bir yapı ortaya koyma iddiası taşırken diğer yandan mekansal değişimi etkilemek ve yönetmek için bir süreç önermeyi, yönetişim çerçeveleri geliştirmeyi, yenilikçi vizyonlar ve süreçler önererek bölgesel düzeyde mekansal bir bakış açısı gerekliliğidir. OECD (2010) tarafından bu duruma “mekana duyarlı” tanımlaması ile yeni bir yaklaşım getirilmiş olsa da uygulanan politikaların ürettiği sonuçlara baktığımızda hala yeterince mekansal nitelikli sonuçları olduğu söylenemez.
Yeniden Yerlileşme
Yeniden yerlileşmeyi sağlamanın temel yolu farklı kademelerde bütünlüklü bir planlama sistemine dayanmaktadır. Bölge ve kent düzeyinde sosyo-mekansal gelişmenin yönetilmesine yön verecek anlık veri ve dinamik modellere dayalı üretilen bir stratejiler bütününün oluşturulmasıdır. Merkezi planlama kurumlarının yönlendiriciliği ile sektörel ve sosyo mekansal gelişme modellerinin bölgesel ekonomik gelişme modelleri ile birlikte ele alındığı, fonksiyonelliği ön planda tutan bir yapı önerilmektedir. Bu yapıda (Şekil 5.) hem mekansal planlar hem de bölgesel düzeyde planların işbirliği ve oluşturacakları çok katmanlı yönetişim öne çıkacaktır. Söz konusu stratejilerin hayata geçişi ise kent düzeyinde yapılacak kapsayıcı ve katılımcı bir modele oturtulan planlar ile olabilecektir. Ancak burada kapsayıcı ve katılımcılık planlamanın iki ucunu işaret eden bir diyalekt oluşturmaktadır. Yapısal olarak planın kapsayıcılık iddiasına karşın yeniden mücadele biçimi olarak katılımcılık bir değer olarak ortaya çıkmaktadır. Deprem sonrasında toplumların girdikleri mücadele süreci yeniden bir yerle ilişkilenme, toplumun zorluklarla başa çıkma, dayanıklılık gösterme ve dönüşüm gerçekleştirme sürecidir. Bu süreçte, toplumun güçlerini birleştirme, kaynakları etkin bir şekilde kullanma ve krizlerle başa çıkma becerilerini geliştirmeleri ve bunu planlama kurumu üzerinden yapmalarının önü açılmalıdır. Diğer bir planlama düzeyi olan uygulama planları toplumsal dönüşüm ve yeniden kimlik inşasının üst kademe planların yönlendiriciliğinde somutlaştığı düzeydir. Toplumun kimliklerini yeniden inşa etme çabası, kültürel, tarihi ve toplumsal değerlerin korunması, anlamın ve belleğin yeniden yaratılması ve toplumun kendini yeni bir yerde tanımlaması bu düzeyden başlayacak kararlar ile olabilecektir.

Şekil 5. Yeniden bir yerle ilişkilenme süreci ve planlama boyutu. Figure 5. The process of re-establishing a connection with a place and the planning dimension.
Sonuç ve Öneriler
Krizler dünyasında afet sonrası ortaya çıkan krizlerin en büyüğü çoklu ve karmaşık boyutlara sahip olan “varlık” ve dolayısıyla “yokluk” krizidir. Çalışmada, bu kriz türünün öznesi insan, eylemi yersizleşme ve mekanı afet bölgesinin temsil ettiği ülke mekanı ve dolayısıyla onun planlaması ele alınarak tartışılmıştır. Bu çerçevede yersizleşmeye karşı çoklu süreç ve aktörleri içine dahil eden, emek ve istihdamı ülke ve bölge düzeyinde bir bütün olarak ele alan, belirsizliklere karşı kurumsal sürekliliği sağlanmış bir planlama sistemi öneren, ülke düzeyinden başlayarak yapı düzeyine inen kapsamlı ve bütünsel bir mekansal yaklaşımın gerekliliği savunulmuştur.
Yıkıcı bir deprem sonrasında planlama kurumunun hem yapısal hem de idari düzenlemeleri gerçekleştirerek planlamanın sürekliliğini aksatmayacak kurumsallığı sunan bir dönüşüme ihtiyacı vardır. Bu dönüşüm bölgesel ekonomilerin kırılganlıklarının en aza indirgenmesi ve kentlerin sosyo-mekansal olarak uyum sağlayabilen, dayanıklı bir yapıya kavuşmasını afetler veya benzer süreçlerde kesintilere uğramaması ile mümkün olacaktır. Bu dönüşümü sağlayacak dönüştürücü güç, bilgi toplumu düzeyinde ortaya çıkan araçların hem toplumsal düzeyde hem de planlama kurumu düzeyinde kullanılmasını gerektirecektir.
Bu bağlamda yeniden yerle ilişki kurma sürecinin toplum ve iktidar boyutlarında ele alınması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Toplumun kendi yaşam biçimlerini dönüştürme çabası etrafında güçlerini birleştirmesi, kaynakları etkin bir şekilde kullanma ve krizlerle başa çıkma becerilerini geliştirmesi ve bunu planlama kurumu üzerinden yapması merkezi düzeyden başlayan mekansal planlar ve bölge planlarının kuracağı ilişki ile olabilecektir. Toplumsal dönüşümü sağlayacak olan bu süreçlerin mekansal sınırları ise anlık bilgiye dayalı analizlere dayalı elde edilen sosyo-mekansal gelişme modelleri ve ekonomik gelişme modellerinin birlikte kullanılabileceği afet sonrası işlevsel bölgeler olmalıdır.
Gelinen noktada bölgesel etkisi olan ve kentleri büyük oranda yok eden bir deprem sonrası üretilen daha vahşi bir yersizleşme türü ile karşı karşıya kalınmıştır. Bu durum sadece iletişimsel planlamanın (Patsy, 1993) araçlarının parçalı ve yerel olarak kullanılması ile çözülemeyecek kadar karmaşık bir süreçtir. Bu süreçte planlamanın reddiyesi yerine açık planlama (Tekeli 2023) süreçleri üzerine kurulu yeniden mücadele biçimi olarak katılımcılığı bir değer olarak üreten yenilikçi yapılar ile mümkün olacaktır.
Sonuç olarak, afet sonrası varlık-yokluk krizinin anlaşılması ve azaltılması için toplum ve iktidar tarafında sosyo-mekansal boyutuyla birlikte bütünsel bir yaklaşım benimsenmelidir. Kapsamlı stratejiler ve politikalar geliştirilerek yerel halkın katılımı sağlanmalı ve insansızlaşmanın neden olduğu yersizleşme sorunlarına çözümler planlamanın farklı düzeylerinde üretilmelidir. Bu sayede, afet sonrasında toplumların dirençli hale gelmesi ve afet sonrası süreçlerde daha hızlı toparlanması mümkün olabilecektir.
Kaynaklar
- Bauman, Z. (1992). Intimations of Postmodernity. Routledge.
- Cernea, M. M. (1997). The Risks and Reconstruction Model for Resettling Displaced Populations.
- https://doi.org/10.1016/J.JRURSTUD.2020.08.047
- Federico, F., Giulia, U., & Marco, M. (2020). Can extreme events be an opportunity? Depopulation and resilience of rural communities in Central Italy after the 1997 earthquake. https://doi.org/10.1016/J.JRURSTUD.2020.08.047
- World Development, 25(10), 1569-1587. https://doi.org/10.1016/S0305-750X(97)00064-X
- Harvey, D. (1970). The Urbanization of Capital: Studies in the History and Theory of Capitalist Urbanization. Johns Hopkins University Press.
- Massey, D. (1994). Space, Place, and Gender. University of Minnesota Press.
- Neil Smith: Smith, N. (1996). The New Urban Frontier: Gentrification and the Revanchist City. Routledge.
- Norris, F. H., Stevens, S. P., Pfefferbaum, B., Wyche, K. F., & Pfefferbaum, R. L. (2008).
- Community Resilience as a Metaphor, Theory, Set of Capacities, and Strategy for Disaster Readiness. American Journal of Community Psychology, 41(1-2), 127-150. https://doi.org/10.1007/s10464-007-9156-6
- OECD, 2010. Regional Development Policies in OECD Countries. OECD Publishing, Paris.
- Patsy, H. (1993). Planning Through Debate: The Communicative Turn in Planning Theory. https://doi.org/10.1215/9780822381815-011
- Sassen, S. (1991). The Global City: New York, London, Tokyo. Princeton University Press.
- Tekeli, İ. (2008). Türkiye’de Bölgesel Eşitsizlik ve Bölge Planlama Yazıları, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
- Tekeli, İ. (2023). “Kapalı plandan açık plana”, KA Akademi, 3(8), 1-15.
- Wisner, B., Blaikie, P., Cannon, T., ve Davis, I. (2004). At Risk: Natural Hazards, People’s Vulnerability and Disasters (2nd ed.). Routledge.