Güneş Mimarlığa Değdiğinde: Mekansal Bir Atmosfer Katmanı Olarak Işık

Kutsal ibadet mekanlarından eğitim yapılarına, varoluşsal algılarımızdan biyolojik saatimizin belirlenmesine kadar tür olarak üzerimizde önemli etkileri olan ve hayatımızı şekillendiren ışığın mekan tasarımlarında bir katman olarak ele alındığı ve deneyimi kurgularken göz önünde bulundurulduğu projeleri bir araya getirdik.

Derleyen: Ebru Şevli, Mimar

“Güneş, bir binanın kenarına vuruncaya dek ne kadar muhteşem olduğunu bilmezdi.”
Louis Kahn

Mimarlık, insanların içerisinde bulunduğu dünyayı algılaması için bir düzlem, deneyim kazanmaları ve bu deneyimleri anlamlandırmaları için bir ufuk oluşturarak, aslında doğanın uzantısı gibi davranan insan yapımı bir boyut sunar (1). Tıpkı bir ormanın içerisinde yürümenin duyuların çok sesliliği ile bizi iyileştirmesi gibi; iyi tasarlanmış mekanlar, duyularımıza ve algılarımıza temas eden yapılar da bizim için etkileyici deneyimler barındırır. Rönesans öncesine kadar duyularımız arasından daha çok dokunma ile ilişki kuran mimarlık; resim sanatının gelişimi, özellikle de perspektifin kullanıma başlanması ile yerini, gözün ve görmenin hakim olduğu bir anlayışa doğru bırakır. Gözün görmesini mümkün kılan ışık, mekanların görülebilir ve gizli kalan kısımlarını tanımlar; gözün hareketini kontrol eder ve mekana olan mesafemizi belirlememizi sağlar. Aydınlık olan yerler kadar, gölgenin düştüğü yerleri de belirler. Tıpkı homojen mekanların var olma deneyimini zayıflatması, “yer” algısını silip süpürmesi gibi, homojen olarak aydınlatılmış mekanlar da hayal gücünü etkisizleştirir (2).

Rembrant ve Caravaggio gibi etkili eserler üreten sanatçıların tablolarında, anlatıların en güçlü unsurları ışık ve gölge olarak öne çıkar. Tasvir edilen olayların ve durumların geçtiği mekanlarda gizli bırakılan ve gün yüzüne çıkarılan alanlar bizi tabloların içerisine sürükler, gözün hareketini kontrol ederek zamana ve varoluşa dair algımızı güçlendirirler.

Görsel niteliğin ötesinde, mekanların ışık ile olan ilişkisinin psikolojik, sosyolojik ve hatta politik boyutları da mevcuttur. Çağlar boyunca net ve homojen olarak aydınlatılan mekanlarda, ışık otoritenin temsili olarak da kullanılır, gözlenebilir alanlar sunar, mahremiyet algımızı şekillendirir. Bütün bunların yanı sıra günlük yaşam mekanlarında, yaşama ve çalışma alanlarımızda kullanılan ışık kaynaklarının görünürlüğü, ışığın sıcaklığı ve şiddeti orada geçirdiğimiz vaktin seyrini tamamen etkileyen unsurlardır. Hem psikolojik hem fizyolojik olarak üzerimizdeki etkileri, uyku düzenimizi, duygu durumumuzu ve odaklanma gücümüzü belirler.

Kutsal ibadet mekanlarından modern eğitim yapılarına, varoluşsal algılarımızdan biyolojik saatimizin belirlenmesine kadar tür olarak üzerimizde önemli etkileri olan ve hayatımızı şekillendiren ışığın mekan tasarımlarında bir katman olarak ele alındığı ve deneyimi kurgularken göz önünde bulundurulduğu projeleri bir araya getirdik.

Kaynaklar

  1. Pallasmaa, Juhani. The Eyes of The Skin. 1996.
  2. a.g.e.

1. Therme Vals, İsviçre

Mimari Tasarım: Peter Zumthor

Zumthor’un mimari yaklaşımı, duyuları harekete geçiren mekanlar yaratmaya odaklı olarak tanımlanıyor ve Therme Vals bunun en net görüldüğü örneklerden bir tanesini oluşturuyor. Hamamlar yavaşça deneyimlenecek şekilde tasarlanmış ve ziyaretçileri ışık, gölge, ses ve dokunun karşılıklı etkileşimine kendilerini kaptırmaya teşvik ediyor.

Doğal ışık, taş tavandaki dar aralıklardan hamamların içine süzülerek su ve duvarlar üzerinde yumuşak, değişken desenler oluşturuyor. Bu kısacık aydınlanma anları, ziyaretçilere dış dünyayla bağlantılarını incelikle hatırlatarak zamanın geçtiği hissini yaratıyor.

2. Işık Kilisesi, Japonya

Mimari Tasarım: Tadao Ando Architect & Associates
Fotoğraflar: ArchiTravel

Japonya’nın Osaka kentinin 25 km dışındaki küçük Ibaraki kasabasında, Tadao Ando’nun imza niteliğindeki mimari eserlerinden biri olan Işık Kilisesi yer alıyor. Işık Kilisesi, Ando’nun doğa ve mimari arasındaki felsefi çerçevesini, ışığın tanımlayabildiği ve yeni mekansal algılar yaratma yoluyla öne çıkarıyor.

Ando için Işık Kilisesi bir ikilik mimarisi sunuyor. Varoluşun ikili doğası: Katı/boş, aydınlık/karanlık, sade/sakin. Bir arada var olan farklılıklar, kiliseyi her türlü süslemeden yoksun bırakarak saf bir alan yaratıyor. Işık ve doluluğun kesişimi, sakinlerin kendi içlerindeki ruhani ve seküler olana dair farkındalıklarını artırıyor. Modern, minimalist bir yapı olan Işık Kilisesi, detaylarda bulunan mimari bir saflık yayıyor.

3. Roma Çağdaş Sanat Müzesi, İtalya

Mimari Tasarım: Studio Odile Decq
Fotoğraflar: Odile Decq – L. Filetici

Roma Çağdaş Sanat Müzesi’nin parlak çatısı Odile Decq tarafından 19. yüzyıl sonu çevresini günümüz sanatının gizemine bağlayan bir gezinti yolu olarak tasarlanmış. Tasarım, eski Peroni bira fabrikası olan mevcut binayı, ziyaretçilere şehri yeni bir bakış açısından görme şansı veren bir çatı terası ile taçlandırıyor.

Müzenin baskın rengi Decq’in favorisi rengi olan siyah. Restoranda karanlık yüzeyler, ok benzeri asma lambalardan (“Javelot”) ve masa lambalarından (“Ma Lampe”) yansıyan ışık huzmeleriyle aydınlatılan gölgeli bir ortam yaratıyor. Müze öncelikle olası bir deneyim mekanı, görüş açılarını çoğaltan ve geleneksel bakış açılarımıza alternatifler olarak imgeler sunan cömert bir labirent haline geliyor.

4. Rombo IV, Meksika

Mimari Tasarım: Miguel Angel Aragonés
Fotoğraflar: Joe Fletcher

Rombos, kentsel dokuyu oluşturan biçimsel kaza ile bir araya getirilmiş dört bedenden oluşuyor. Mexico City’nin Bosques de las Lomas adlı merkezi ve ağaçlarla çevrili bir bölgesinde, üç ev ve bir stüdyodan oluşan özel bir alan yaratıyor. Doğayla sürekli bir etkileşim içinde olan ağaç, her zaman var olan bir konuk ve hep etrafımızı saran bir unsur olarak tasvir ediliyor, aynı zamanda geniş bir sürekliliğe sahip olan su unsuru da projenin tasarımında önemli rol oynuyor.

Çeşmeler ve aynalar, yansımanın yeşil çevreyi keskinleştirdiği doğal bir kaynak olarak görülüyor. Mahremiyeti koruyan, sadece gökyüzü, hava veya güneş tarafından görülebilen bina, evin yalnızlıkla yaşanabileceği bir dış cephe olarak tasarlanmış.

5. İskoç Parlamento Binası, İskoçya

Mimari Tasarım: Enric Miralles
Fotoğraflar: Scottish Parliamentary Corporate Body

İskoç manzarasından ilham alan Miralles, yakındaki bir kıyı şeridinden ters dönmüş teknelerin formlarının yanı sıra İskoçya’nın mimardan ulusal kahramana dönüşen Charles Rennie Mackintosh’un çiçek resimlerinden motifler ödünç alıyor. Bunlar, binanın kütlesinin ve Bahçe Lobisi’ndeki ikonik kano şeklindeki tavan penceresi açıklıklarının formunun da temelini oluşturuyor. Buna ek olarak Miralles, tavan baskılarında ve diğer detaylarda Saltire ya da İskoç haçına dair imalar kullanıyor.

Parlamento tek bir yapıdan ziyade birbirine bağlı alanlardan oluşan bir kampüs tanımlıyor. Kompleksin kalbi olan tartışma odası, bir ofis binası, bir basın kulesi, idari alanlar ve bir restoran ve yemek alanını içeren diğer programatik alanlardan fiziksel olarak ayrlmış. Bu ayrı binaları birbirine bağlayan etkileyici, gökyüzü aydınlatmalı bir zemin kat, alanın etrafında sürekli dolaşım sağlıyor.

6. HOUSE III, Amerika Birleşik Devletleri

Mimari Tasarım: Eisenman Architects
Fotoğraflar: Eisenman Architects

Ev III, mimaride biçim-anlam ilişkisinin doğasını araştıran bir dizi araştırmacı ev projesinin üçüncüsü. “Evine” giren ev sahibi, mülkiyeti yeniden ele geçirmeye çalışan ve sonuç olarak mimari yapının başlangıçtaki birliğini ve bütünlüğünü olumlu anlamda da olsa yok eden bir davetsiz misafir. Yapının iç “boşluğu”, mal sahibinin faaliyeti için bilinçli bir uyarıcı olarak hem arka plan hem de folyo görevi görüyor. Bu dışlanma hissini tetikleyen, mimar tarafından sunulan biçimsel yapının bütünlüğü değil, çevrenin geleneksel anlamdan yoksun oluşu ve bu da diyalektik olarak ev sahibini eve yeni bir tür katılıma teşvik ediyor.

Kaplamaların seçilmesi, duvarların eklenmesi, mobilyaların yerleştirilmesi ve aydınlatmanın kurulması artık önyargılı bir iyi zevk fikrine uymak ya da mal sahibinin veya mimarın bir “set parçası” şemasını tamamlamak amacıyla ilgili değil. Verili bir yapıya tepki olarak hareket eden mal sahibi artık neredeyse bu sürece karşı çalışıyor. Sistemle uzlaşmaya çalışarak, tasarım bir dekorasyon değil, insan yapımı herhangi bir mekanı anlamak için kendi gizli kapasitesine yönelik bir sorgulama sürecine giriyor.

7. Firminy Kilisesi, Fransa

Mimari Tasarım: Le Corbusier
Fotoğraflar: Richard Weil

Çarpıcı formu ve etkileyici iç mekan deneyimleriyle tanınan, Le Corbusier’nin Firminy Kilisesi, mimarın uzun yıllar boyunca tasarladığı temel düşünce ve uygulamalarının bir başka boyutunu sunuyor. Bu kilise, Le Corbusier’nin son büyük eseri olması ve 1965’teki ölümünün ardından yarım bırakılması nedeniyle de özel bir önem taşıyor. Ölümünden kırk bir yıl sonra, 2006 yılında tamamlanarak özünü yaşatmaya devam ediyor.

Le Corbusier, kentin küçük cemaatinin farkında olarak, bölgedeki üretimin büyük kısmını gerçekleştiren madencileri ve çelik işçilerine bir armağan olarak tasarladığı yapıda, beton kullanımını tercih ediyor. Bu malzemenin aynı zamanda ışığa gerçek bir anlam kazandırma hedefiyle hacim ve alanlar üzerinde kontrol sağlamasını umuyor.

8. Brion Mezarlığı, İtalya

Mimari Tasarım: Carlo Scarpa
Fotoğraflar: Trevor Patt

İtalya’nın Treviso kenti yakınlarındaki San Vito d’Altivole’de bulunan Brion Mezarlığı (1968-1978) modernist mimarinin başyapıtlarından biri. Proje, Scarpa’nın çalışmalarında işleyen anlatı yaklaşımını ve bunun genel olarak mimarideki mitik kaygıları ifade etme potansiyelini incelikle ortaya koyuyor.

“Brion Mezarlığı’nı anlatmak istiyorum… İzin verirseniz, bu çalışmanın oldukça iyi olduğunu ve zamanla daha da iyi olacağını düşündüğümü söylemek istiyorum. Şiirsel bir mimari yaratmak için değil ama biçimsel bir şiir duygusu yayabilecek belirli bir tür mimari yapmak için içine biraz şiirsel hayal gücü katmaya çalıştım. Ölülerin yeri bir bahçedir. Ölüme sosyal ve sivil bir şekilde yaklaşmanın bazı yollarını göstermek istedim; ve ayrıca ölümde, hayatın geçiciliğinde – bu ayakkabı kutuları dışında – ne anlam olduğunu göstermek istedim.”

-Carlo Scarpa

9. Yahudi Müzesi, Almanya

Mimari Tasarım: Studio Libeskind
Fotoğraflar: Denis Esakov

1987 yılında Berlin hükümeti, 1933 yılında açılan Berlin’deki orijinal Yahudi Müzesi’nin genişletilmesi için bir yarışma düzenledi. Program, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Berlin’e Yahudi varlığını geri getirmeyi amaçlıyordu. 1988 yılında, Daniel Libeskind, uluslararası üne sahip diğer mimarlar arasından birinci seçildi; Libeskind’in tasarımı, Holokost öncesi, sırası ve sonrasındaki Yahudi yaşam tarzını temsil etmek için kavramsal olarak ifade edici bir araç olarak radikal, biçimsel bir tasarım uygulayan tek projeydi.

İç mekan, boş alanların ve çıkmaz sokakların sadece bir parça ışığın mekana girdiği anları güçlendiren betonarme malzemeden oluşuyor. Bu, Libeskind’in ziyaretçilerin İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi halkının hissettiklerini deneyimlemelerine yönelik sembolik bir jest; öyle ki, asla kaçamayacağınızı hissettiğiniz en karanlık anlarda bile, küçük bir ışık izi umudu geri getirebiliyor.

10. Tehtaanmäki İlkokulu, Finlandiya

Mimari Tasarım: Alvar Aalto 
Fotoğraflar: Alvar Aalto Foundation

Tehtaanmäki İlkokulu 1938-39 yıllarında tasarlanmış ve 1940 yılında kullanıma açılmış. Okul, Aalto’nun hem mevcut binalarda değişikliklerini barındırıyor hem de yeni binalar tasarladığı Inkeroinen’deki Tehtaanmäki sanayi bölgesiyle ilişki kuruyor. Aalto’nun ofisinin rolü, yerleşim alanlarının ve Tehtaanmäki okulunun planlanmasında daha belirgin.

L şeklindeki bina, batıya doğru inen bir yamaçta yer alıyor. Binanın kanatlarının ışık açısından en uygun yönelimini kullanan geniş avlu ve büyük, tirizli pencereler, aydınlık ve ferah bir iç mekan yaratıyor. Aalto’nun çocuğun ölçeğini dikkate alması ve kırmızı tuğla ve lake ahşap kullanımı, malzeme çeşitliliği ve sıcak tonların merkezi önem taşıdığı modernizminin tipik bir örneğini sunuyor.