Begüm Aydınoğlu Yurdakul

“Mimarlar olarak teknolojinin bize kazandırdığı zamanı başka yetiler geliştirmek için kullanmalıyız…”

Mimarlık, mühendislik, sanat, tasarım ve sanal gerçeklik arasında disiplinler arası bir düzlemde üretim yapan; Londra ve İstanbul merkezli BEGA Architects çatısı altında hayata geçirdiği uluslararası projelerle konvansiyonel mimarlığın sınırlarını genişleten Y. Mimar Begüm Aydınoğlu Yurdakul ile güncel projelerinin yanı sıra algoritmik tasarım, sanal gerçeklik, Metaverse ve yapay zeka teknolojileriyle evrilen mimarlık üretiminde mimarın değişen rollerini konuştuk. 

Yasemin Şener, Mimar

YASEMİN ŞENER Mimarlık mesleğine yöneliminiz nasıl gerçekleşti? Bu eğitimi seçmenizde ailenizde veya çevrenizde sizi etkileyen birileri oldu mu? 

BEGÜM AYDINOĞLU YURDAKUL Annem genetik mühendisi, Boğaziçi Üniversitesi mezunu. Kurumsal bir ilaç şirketinde üst düzey yöneticilik yaptı yıllarca. Babam da Türkiye’nin önde gelen mobilya üreticilerinden biriydi. Küçüklüğümden beri hep bu iki dünyanın kesişim noktalarındaydım. Biraz bilim, biraz yaratıcılık, biraz da işlerin son kullanıcıyla buluştuğu noktalara aşinaydım. Ailemizde mimar yok. Hiçbir yönlendirme olmadan, tamamen kendi isteğimle, ortaokuldan beri mimar olacağım niyetiyle ilerledim. Onun dışında profesyonel buz pateni sporcusuydum ve aynı zamanda orkestrada yan flüt çalıyordum. Bu tarz kreatif ve düzenli olmayı gerektiren disiplinlerle içli dışlıydım her zaman. Sporla ve müzikle aynı anda ilgileniyor olmak, bence ne istediğime karar vermem açısından beni geliştiren durumlardan biriydi.

YŞ Mimarlıkta inovasyon, sanal gerçeklik ve robotik gibi konularına olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?

BAY Lise yıllarındayken mimarlıkla ilgili çeşitli kurumlarda stajlar yaptım. Henüz mimarlık eğitimi almaya başlamadan mimarlık üretimini konvansiyonel anlamda yapmak istemediğimi fark ettim. Mimarlıkla ilgili beni heyecanlandıran şey, bu mesleğin kalıpları yıkan, insanları düşünmeye ve tartışmaya iten, birçok farklı disiplini bir arada bulunduran yönleriydi. Mimarlık eğitimi için Bilgi Üniversitesi’ni seçmemdeki neden de buldu. Puanım farklı üniversitelere de yetiyordu ama yaptığım araştırmalar sonucunda kendimi sadece mimarlık alanında değil, mimarlığın çevresinde yeni gelişen teknolojiler konusunda da geliştirebileceğim bir ortama sahip olduğu için Bilgi Üniversitesi’ni tercih ettim ve % 100 burslu olarak girdim. Gerçekten de mimarlık fakültesinin şu anki dekanı Şebnem Yalınay hocamızın, rahmetli İhsan Bilgin hocamızın kurduğu o dünyada kendimize farklı alanlar açabildiğimiz bir düzenimiz vardı. Ama ben lisans eğitimimin ilk senesinden itibaren sürekli yurt dışında AA’in yaz okullarına, Hong Kong’da Smartgeometry atölyelerine katıldım. 4 yıl boyunca Roma’da, New York’ta, Hong Kong’da, İspanya’da mimarlık öğrencisi olarak çok farklı ortamlarda bulundum ve buralarda kendimi geliştirme fırsatım oldu. Bu sayede ana dilim gibi İspanyolca konuşabiliyorum. Dünyanın dört bir yanında çok daha gençken tanıştığım mimar arkadaşlarım var. Bunlar çok kıymetli şeyler. 

Nihayetinde gördüm ki mimarlık ve teknolojinin kesişiminde bir devrim oluyor. Yeni nesil mimarlık biraz daha Leonardo da Vinci’nin zamanındaki gibi. O dönemde mimar kimliğinin altında nasıl ki aynı zamanda bir savaş stratejisti, bir mühendis, bir sanatçı varsa aslında günümüzde de böyle olmak zorunda. “Toolkeeper” dediğimiz, birçok farklı aracı ve kimliği bir arada barındıran mimar kimliği beni içine çekti. Yüksek lisans eğitimimi bu nedenle yurt dışında gerçekleştirmek istedim. Çünkü mezun olduğum zamanki bilgi birikimim, aslında ulaşmak istediğim “game changer” olma seviyesine pek de yakın değildi. Daha sonra Londra’da Architectural Association School of Architecture’dan burs aldım ve orada mimarlıkta robotik fabrikasyon, büyük ölçekli 3D printing gibi konularla beraber birçok farklı konuyu bir arada değerlendirdiğimiz bir eğitim sürecinden geçtim. AA’ye başladıktan bir yıl sonra Zaha Hadid vefat etti. Onun varlığının hissedildiği, Patrick Schumacher’in de eğitimci kadrosunda bulunduğu bir ekolden geçtim.

YŞ AA’de aldığınız eğitim mesleki kariyerinizi biçimlendirmeniz yönünde size neler kazandırdı? 

BAY Bir kere bakış açısı olarak beni çok değiştirdiğini söyleyebilirim. Aslında oraya başladığımda nasıl bir mimar olmak istediğim konusu kafamda çok netti. AA’de çok sesli bir ortam vardı. Dünyanın farklı yerlerinden gelmiş, belirli bir akademik ve vizyoner yatkınlığa sahip olan insanlarla bir arada okuduğunuz zaman ve tabii ki böylesi köklü bir eğitim kurumunun DNA’sını içinize aldığınız zaman katkı sağlaması kaçınılmaz oluyor. Fikirlerimizi bazen çelişkili bile olsa test edebildiğimiz, bunlar hakkında tartışabildiğimiz bir ortamdı. Eğitimin paralelinde doğru insanlarla bir arada olmak ve o tartışmaları rahatça, birbirini yargılamadan yapabilmek çok kıymetliydi. 

AA’e gitmeden önce algoritmik tasarım konusunda Harvard’dan online dersler alıyordum. Kendimi bu konuda geliştirmeye başlamıştım çünkü kodlama konusunda çok iyi olmam gerektiğini biliyordum. Algoritma yazmak, farklı dilleri bilmek bir bakış açısı kazandırdı. “Algorithmic thinking” dediğimiz, bir düşünce yapısı. Yani çok iyi bir kodlama altyapınız olduktan sonra zaten kod yazmasanız da düşünce şekliniz ve tasarım yapma biçiminiz buna göre evriliyor. İngiltere’deki eğitimim süresince öyle bir dönüşüm yaşadım. Yani zihinsel olarak makinelerle insanların iş birliği içinde korkmadan, kucaklaşarak çalışabileceklerini gördüm. AA Design Research Laboratory’de Zaha Hadid Architects Computational Design (ZHCODE) başkanı Shajay Bhooshan ile çalıştım. Çok yoğun bir dönemimizde Shajay bana, “Buradan aynı kişi olarak çıkmayacaksın, çabalamaya ve zorlamaya devam et” demişti, onu hiçbir zaman unutmam. Gerçekten öyle oldu. Şu anki bulunduğumuz organizasyonel yapıda, şirketimizde, tüm ekip olarak aynı düşünce şeklini, zincirleme reaksiyon olarak, bir üretme biçimi olarak entegre etmeye devam ediyoruz.

YŞ Türkiye’ye döndükten sonra sanat, tasarım, mimarlık, mühendislik ve sanal gerçeklik gibi farklı disiplinler arasında bir üretim sahası kurguladınız. Bu farklı disiplinleri nasıl bir ortak zeminde buluşturdunuz?

BAY Mezun olduktan sonra Türkiye’ye döndüm ve çok kıymetli mimarların yanında çalışma şansı buldum. Emre Arolat’la, Melike Altınışık’la beraber çalıştım. Bunların akabinde pandemi öncesinde eğitimler vermeye başladım. Algoritmik tasarım konusunda üniversite seviyesine verilen bilgilerin çok daha fazlasına hakimdim. Kıymetli kişilerle beraber çalışıyordum. Yurt dışında, Londra’da, Portekiz’de, New York’ta çok iyi bir ekosistemimiz vardı. Ama Türkiye’deki öğrenciler bu teknik bilgilere ulaşamıyorlardı, henüz eğitim bu konulara adapte olmuş bir durumda değildi. Bu amaçla birtakım grup eğitimleri vermeye başladık. PadaLabs’in kuruluş amacı ilk başta buydu. Platform of Advanced Digital Architecture adıyla, farklı dünyalardan profesyonellerin eğitim verebileceği bir platform olarak kuruldu. Amacımız insanların ulaşmak istediği ama ulaşamadığı bu niş eğitimlere sahip olmaları ve bir adım sonrasında da birlikte üretebilmeleriydi. Hala PadaLabs çatısı altında kurumlar, profesyoneller ve öğrenciler için butik teknik eğitimler gerçekleştirmeye devam ediyoruz. Mimarlık konusundaki evrimimizin başında ilk attığımız adımın PadaLabs olması bizim kolaboratif ruhumuzun da bir manifestosu gibi. Çünkü biz mimarlarla birlikte düşünmeyi, bizim dışımızdaki ofislerle aynı masada oturmayı çok seviyoruz. 

YŞ Mimarlık çalışmalarınızı yürüttüğünüz BEGA Architects süreci nasıl başladı? 

BAY PadaLabs artık bir platform olmanın ötesine geçtikten sonra mimari üretimlerimiz için bir markalaşma sürecine girdik. Acaba mimarlık ofisi dediğimiz kavram birazcık insanları geri mi çekiyor, diye düşünmeye başladık. Çalışma saati kavramının olmadığı bir dünya yaratmak istedik. Çünkü ekibimizde aynı anda Buenos Aires’ten, İstanbul’dan, Singapur’dan, New York’tan da birileri olabilmeliydi. Bizim işimiz zaten daha kreatif bir dünya, o yüzden de çalışmalar daha görev odaklı olarak yürütülebiliyor. Dolayısıyla biz pandemi öncesinde mimarlık ofisimizi bu yapıda çalışan bir ofis olarak kurguladık. Birlikte çalıştığımız kişilerin üzerlerine aldıkları sorumlulukları kendi öz disiplinleriyle yerine getirdiği, kişisel motivasyonu yüksek ekip arkadaşları ile ilerleyen bir ofisiz. 

YŞ BEGA Architects çatısı altında ürettiğiniz Çin’deki Wuwei Forest Eco-Living projesiyle RIBA Trophy ödülünü kazandınız. Bu projenin detaylarını aktarabilir misiniz?

BAY Kaizen Holding tarafından davet edildiğimiz bir yarışma projesiydi. Ardından bu projemiz Royal Institute of British Architects tarafından RIBA Thropy’ye layık görüldü ve İngiltere ayağı olan bir ekip olarak bu da bizi çok mutlu etti. Algoritmik tasarım düşüncesini mimaride uygulamayı hedeflediğimiz bir projeydi. Projenin kapsamında ağaç evlerden otele kadar çeşitlenen, farklı metrekarelere ve ihtiyaç programlarına sahip yedi farklı tipoloji vardı. Proje, Çin’in Guangdong eyaletine bağlı Pingan Köyü’nde yer alan bir antik ağaç ormanında yer alıyor ve insanla ekoloji arasında yeni bir birliktelik alanı yaratmayı hedefliyordu. Burada doğayla bütünleşirken, çok özgün bir dil kullanmak istedik. Doğadaki doluluk boşluk ilişkilerini, büyüyüp küçülme örüntülerini detaylıca inceleyerek bu projeye özel bir algoritmik tasarım sistemi geliştirdik. Bu sistemi yapısal bir kabuk olarak değerlendirdik ve en küçük ölçekten en büyük ölçeğe kadar adapte edebildiğimiz bir kataloğa dönüştürdük. Bu bizim için aynı zamanda çok güzel bir araştırmaydı. Çünkü bu araştırmanın peşinden benzer yaklaşımları, daha makro ölçekli projelerde uygulayabileceğimiz fırsatlar elde ettik. 

Wuwei Forest EcoLiving.

Wuwei Forest EcoLiving.

Şu anda gizlilik anlaşmalarından dolayı detaylarını paylaşamadığımız benzer yaklaşımda iki farklı projemiz daha var; bir tanesi Portekiz’de, bir tanesi de Afrika’da. Bu projelerde aslında bir tasarım ailesi yaratmanın üzerinde çalışıyoruz. O projeye özgü olarak yeni bir dünya tasarımı yapmak, yeni bir dil tasarımı yapmak söz konusu olan. Ve tabii ki rasyonalize edilebilecek şekilde yapıyoruz, bunun da altını çizmek isterim. Özellikle yapay zekanın çok geliştiği ve çok yüksek performanslı görsel dünyalar yaratılabildiği bir dünyada tasarımın uygulanabilir olması ayrı bir önem taşıyor. 

YŞ Teknolojiden ve algoritmik tasarımdan sadece tasarım sürecinde değil yapım ve üretim metodu olarak da yararlanmayı öngören bu felsefeyle yapım süreçlerini nasıl yönetiyorsunuz?

BAY Projelerimizde tasarladığımız şeylerin üretilebilir geometriler olmasına çok dikkat ediyoruz. O geometrik rasyonalizasyon, arka planda üretim şekillerinin tasarlanmasını, mühendislik ekipleriyle doğru koordinasyonu gerektiriyor. Altyapımız gereği bir mimar-mühendis gibi çalışıyor, mühendislik ekipleriyle bir araya geldiğimizde sorunların bir bölümünü halihazırda çözümleriyle beraber önlerine koyabiliyoruz. Yaklaşım olarak her zaman mühendislik disipliniyle iç içe geçmiş bir bakış açımız var ve inşaat pratikleri için rasyonalize edilebilecek tasarımlar geliştirmek bizim için önemli bir parametre.  

YŞ Yapay zekanın albenili görseller üretebildiği dünyada mimarlar için uygulamaya ve yapım teknolojilerine yönelik bilgi birikimine sahip olmak yakın gelecekte daha da önemli bir hale gelecek mi?

BAY Dijital dünyanın unsurlarını çok iyi kullanabilmek ancak zihnimizi iyi kullanabilmemizle mümkün. Yani bu aslında, zihnimizi maksimum noktada kullanabildiğimiz zaman gerekli verimi alabileceğimiz bir iş akışı. Bu nedenle, öncelikle teknolojisiz de düşünebiliyor olmamız gerekiyor. Yapay zeka devriminden önce çeşitli kurumlarda mimarlıkta robotik fabrikasyon, algoritmik tasarım gibi konularda seminerler verdiğimde izleyicilerden her zaman şöyle sorular gelirdi: Gelecekte mimarlar hiçbir iş yapmayacaklar mı? Tam tersi, robotik konusu ve algoritma devreye girince bize mimarlar olarak çok daha büyük bir iş düşüyor aslında. Bizim kritik düşünme yeteneğimiz, olayları farklı boyutlarıyla değerlendirip sentezleyebilme yeteneğimiz o noktada çok daha önemli olacak. 

Ve şunu bence her zaman sorgulamamız gerekiyor mimarlar olarak: Teknolojinin bize verdiği avantajları kullanırken tabii ki bir zaman kazancı yaşıyoruz. Peki kazandığımız bu zamanı biz neye harcıyoruz? Ben ekibime de her zaman bunu soruyorum. Örnek veriyorum, şu anda yapay zeka ile çok daha hızlı bir görselleştirme sürecimiz varsa orada kazandığımız zamanı biz nasıl değerlendiriyoruz? Bu zamanı kendimizi, mimari pratiğimizi daha iyi bir noktaya getirebilmek için kullanabilir miyiz? Mimarlar olarak teknolojinin bize kazandırdığı zamanı başka yetiler geliştirmek için kullanmalıyız. 20 yıl önce mimarların yapamaya zaman bulamadığı şeyleri yapabilmek için kullanabilmeliyiz. Bu düşünce yapısı da mimarın çok kimlikli olması gerektiği noktasına bizi götürüyor. Bu noktada örneğin mimar kimliğinizin yanında sanatçı kimliğiniz de ortaya çıkabiliyor. Konvansiyonel mimarlığın dışında birçok farklı ünvana sahip olmak ve bu faaliyetlerin hepsini gerçekleştiriyor olmak aslında odaksızlıktan dolayı değil, arta kalan o zamanı inandığım ve beni heyecanlandıran işlere ayırmamdan kaynaklanıyor. 

YŞ Teknoloji yaşam tarzlarımızı ve yapma biçimlerimizi çok hızlı değiştirebildiği halde, mimarlığın üretilmesinde büyük radikal değişimlere sebep olamıyor. Hala konvansiyonel denebilecek yöntemlerle üretiyoruz. Yakın gelecekte bu alanda da bir devrim gerçekleşmesini bekliyor musunuz?

BAY Bu gerçekten kritik bir soru bence. Hatay depremi olduktan sonra çok değerli bir iş insanıyla beraber Kopenhag’a gittik. Dünyanın en büyük 3D printing inşaat şirketlerinden biri olan COBOD ile görüştük. Çok büyük ölçekte 3D beton printerları var ve bunlarla hızlı bir şekilde deprem bölgesinde ne yapabiliriz diye düşündük. Oradaki konuşmalarımızda anladık ki inşaat sektöründeki bu en yenilikçi üretim yöntemleri henüz tasarımın yanında değil, hızın yanında. Yani henüz epey ilkel bir noktada. Bunun en önemli sebeplerinden biri bu teknolojilerin hala çok pahalı olmaları. Bu tür yapı üretimlerinin çok büyük ölçeklerde denenmesi, çeşitli testlerden geçmesi gerekiyor. Belki 10-20 yıl test edip gözlemlemeniz gerekiyor. Çünkü her ülkenin sert inşaat regülasyonları var ve stratejik olarak bu da sistemin gelişmesinin önündeki engellerden biri. Yapı endüstrisinin yakın geleceğinde teknolojinin daha somut etkilerini göreceğimize inanıyorum. Enteresan bir şekilde mimarlığın yan sektörlerinde şimdiden ilerleme kaydedildi. Örneğin, şu anda Dubai’de gökdelenlerin camlarının drone’larla temizlendiğini görüyoruz. O noktaya doğru gidiyoruz. Ancak mimarlar olarak bizim hangi tarz bir eğitim ekolünden gelirsek gelelim, teknolojiyle her zaman ilgili olmamız gerektiğini düşünüyorum. Bazen önerilerde bulunabiliriz, bazen beraber çalıştığımız ekipleri, işverenlerimizi yönlendirebiliriz. Mimarlar olarak kalıpların dışına çıkararak bir mühendis, sanatçı, malzeme mühendisi, bazen de bir buluşçu gibi davranmamız ve bu çoklu evrenleri dönüştürebiliyor olmamız gerekiyor. Bu yeni bitişik teknolojileri yatırımcılarla, işverenlerle, kurum ve kuruluşlarla en azından fikir ölçeğinde daha rahat konuşabilelim ki buna uygun gelecek zeminler oluşabilsin.

YŞ Bilgi Üniversitesi’nde algoritmik tasarımla ilgili stüdyo dersleri veriyorsunuz. Genç mimar adaylarının bu konuya olan ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

BAY Bilgi Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarımda hocam olan Şebnem Yalınay ile birlikte dört sene boyunca temel tasarım stüdyosunda ders verme gururunu yaşadım. 18-19 yaşlarındaki öğrencilerle bir araya gelmek ve onların en baştan biraz daha farklı düşünebilmelerine yardımcı olabilmek benim için çok büyük bir keyif. Geçtiğimiz yıl ise Banu Tomruk ile beraber yine Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisans stüdyosu yürüttük. Tabii yüksek lisans ölçeğinde gerek kavramsal gerek teknik olarak konularımız çok daha farklıydı. Konumuz da “Phygital Experiences for E-Mobilized Cities”di. Aslında “e-mobilite” dediğimiz elektrikli araç devrimiyle beraber gelen bir dönüşüm içerisindeyiz. Bunu fiziksel ve dijitalin kesişimindeki deneyimlerle nasıl birleşebiliriz, gibi kompleks ama çok keyifli bir konumuz vardı. Bunun çıktısında final jürimizde kimi öğrenciler mimar olarak otonom araçlar tasarladılar ve araçları birer mimari ortam olarak ele aldılar. 

Bu arada akademik birliktelik olarak bizim için oldukça yeni bir gelişme var, onu da paylaşmak isterim. Geçtiğimiz yıl Princeton Üniversitesi, BEGA Architects olarak bizi ortak şirketi olarak anons etti. Bu sene de devam ediyor bu iş birliği. Princeton Üniversitesi öğrencileri bize direkt başvuru yaparak İstanbul veya Londra ofislerimizde çalışma ya da staj yapma imkanı bulabiliyorlar. Bu bizi çok mutlu ediyor. 

T.E.D.Y. Elektrikli Şarj İstasyonları.

T.E.D.Y. Elektrikli Şarj İstasyonları.

YŞ Aynı zamanda dünyanın ilk tasarım odaklı metaverse şirketi ILLUSORR’un da kurucu ortağısınız…

BAY Yakın zamanda yaşadığımız metaverse devriminden çok önce, İngiltere’de çok sevdiğim dostlarımla beraber bir sohbet esnasında bizim gibi dijital ortamda yetenekli, teknik bilgisi ve becerisi yüksek mimarların sanal ortamda daha çok rol alması gerektiğini konuşmuştuk. Müthiş bir oyun tasarımcısı dominasyonu var. Aslında dijitalde yaratılan bu dünyaların tasarımı, mimarlar olarak aldığımız eğitimle pek çok ortak noktaya sahip. Dijital dünyada da bunu aslında biz konuşabiliyor olmalıyız, dedik ve Oxford Üniversitesi’nde ve başka okullarda birçok farklı doktora araştırmasına dahil olduk. Tüm bu araştırmalar dünyanın ilk tasarım odaklı metaverse teknoloji şirketine evrildi ve şirketimiz ILLUSORR adıyla Kanada’da kuruldu. Şu anda Kanada ve Dubai’deki ofislerimizde faaliyet gösteriyoruz. 

Ardından metaverse devrimi gerçekleşti, Facebook artık bir sosyal medya şirketi değil, bir metaverse şirketi olduğunu duyurdu. Hatta metaverse’te arsalar satılmaya başlandı ki bizim o konularla hiçbir ilgimiz yok. Biz sanal dünyadaki tasarımların eğer doğru bir projeyse mimarlar tarafından tasarlanması gerektiği düşüncesini sahiplendik ve sektörde bununla öne çıktık. Ve bugüne kadar Ermitaj Müzesi, ABB Robotics, TRT, BMW gibi köklü firmaların metaverse dönüşümlerinde projeler gerçekleştirdik.

TRT Metaverse.

TRT Metaverse.

YŞ Sanatı, mimarlığı, teknolojiyi ve sanal gerçeklik alanlarını bir araya getiren multi disipliner nitelikteki metaverse eserlerinizle mekanları geleneksel mimari tanımlamalar ve araçların ötesinde anlaşılır kıldığınızı ve aslında yepyeni bir mekansal deneyim ürettiğinizi söyleyebilir miyiz? 

BAY ILLUSORR’u kurarken bir manifesto hazırladık. ILLUSORR fiziksel dünyayı replike eden bir şirket değil, bizim motivasyon noktamız bu değil, dedik. Fiziksel dünyadaki bir kolonun, kirişin, bir ahşap kaplamanın, camın, doğramanın dijital dünyada bir karşılığı yok. Onu oraya taşımak istemiyoruz. Yani biz tamamen sanal dünya için yeni bir dil ve anlayış geliştirmek üzere yola çıktık. Geçen zaman içinde ILLUSORR yeni dijital dünya tasarım dilini oluşturan şirketlerin en önemlilerinden biri haline geldi. Bunu biz öncü ve yenilikçi işverenlerle beraber, onların da ön ayak olduğu projeleri deneyimleyerek ve tabii ki akademik bilgi birikimimizin de katkısıyla başardık.

Evet, sanal dünyanın parametreleri farklı ama sonuçta insan olarak kontrol ettiğimiz bir dijital avatarımız var, kimliğimiz var ve aslında onun bizim zihinsel oryantasyonumuz için bir zeminde olması, bir ışık kontrolü içinde olması, yer çekimi duygusunda olması gerekiyor. Hem akademik hem de sektör araştırmalarımızda elde ettiğimiz sonuçlar nedeniyle fiziksel dünyaya dair bu tür ufak girdileri taşımamız gerektiğini anladık. Avatar dediğimiz kavram da aslında bizim birebir kopyamız olmak zorunda değil. Bu bazen bir sanatsal ya da mimari manifestoya da dönüşebiliyor. Böyle çalıştığımız projeler de oldu.


YŞ Halihazırda devam eden işleriniz hangileri?

BAY Şu anda Etiler’de bir konut projesi yapıyoruz. Burada da konut ölçeğinde küratörlerle çalışıyoruz ve kendi bakış açımızı getiriyoruz o noktada. Aynı firma için yine İstanbul’da bir yönetim binası ve fabrika yapısı da tasarlıyoruz. İstanbul’daki Asır Bank projemizin inşaatı bitti, açılışını bekliyoruz. Yine Bağdat’ta başka bir bankaya ait genel merkez binası projemiz devam ediyor. İzlanda’da yeni bir otel projesi yaptık, inşaat sürecini bekliyoruz. 

Hyperloop Desert Campus adlı bir projemiz var, bir ulaşım projesi. O projeyle de bir ödül aldık. Ulaşım çok ilgimizi çeken bir konu. Ulaşım sistemleri değiştikçe bu sistemlerinin getirdiği altyapısal ihtiyaçlar çok değişik bir noktaya doğru evriliyor. Örneğin, şu anda AAM diye de anılan “Advanced Air Mobility” sahasında üretim yapan Avustralyalı bir firma için farklı bir ulaşım projesi yapıyoruz.

Hyperloop Desert Campus.

Hyperloop Desert Campus.

Uber’in hava versiyonu gibi düşünebilirsiniz. Bu araçların portlarını tasarlıyoruz. Yine algoritmik tasarım diline sahip bir proje geliştirdik. Çok kolay taşınabilir olmaları, rasyonalize edilmiş geometrilere sahip olmaları gerekiyor. Tasarımlarının orijinalliğin ötesinde şehirle de bütünleşebiliyor olmaları ve hızlı üretilmeleri gerekiyor. Bizi son zamanlarda heyecanlandıran projeler genel olarak bunlar diyebilirim.