YAPI Dergisi 50. Yılını Kutluyor
Doğan Hasol
Dr. Y. Müh. (Mimar)
YAPI Dergisi’nin ilk sayısı Temmuz 1973’te çıktı. Bunun koşullarını yaratan bazı nedenler vardı. Birincisi; 1973 yılı Yapı-Endüstri Merkezi’nin atılım yılı olmasıydı. Ben askerlikten sonra 1972’de yeniden Yapı-Endüstri Merkezi’ne dönmüştüm. Önce yeniliklerin hazırlıkları yapıldı. 1973 yılında Demirtaş Ceyhun’un yönetiminde Yapı-Endüstri Merkezi Kitabevi’ni kurduk. Ardından, YAPI Dergisi geldi. Yapı Kataloğu 29 Ekim 1973’te çıktı. Yine aynı dönemde ilk kitaplar basılmaya başlandı. Merkezde düzenli konferanslar başladı. Bütün bunlara baktığınız zaman 1973’e atılım yılı demek yanlış olmaz. Hatta, Demirtaş Ceyhun’un girişimiyle Yazarlar Sendikası’nın kurulması bile Yapı-Endüstri Merkezi’nde gerçekleşti sayılabilir.
O günlerde ülkede neredeyse mimarlık dergisi kalmamıştı. Oda’nın Mimarlık Dergisi İstanbul’dan Ankara’ya alınmıştı. İstanbul’da her ay düzenli bir şekilde çıkarken Ankara’ya gidince sarsıntı geçirdi. 1970’li yıllar zaten ülkede sıkıntılı yıllardı. Siyasi konjonktüre bakalım: “1971’de 12 Mart Muhtırası verilmiş ve daha da sıkıntılı bir dönem başlamış. O dönemde de Oda’lar yine bir bakıma baskı altında… Öte yandan kırk yıllık Arkitekt çıkmaz olmuş. Kısacası mimarlık dergileri alanında ciddi bir boşluk doğmuş. Dolayısıyla o ortamda yeni bir dergi çıkarmak adeta zorunluluk haline gelmişti.”
Bir başka olgu… Yayıncılığın sevimli kurdu girmişti içimize; Bülent Özer’in ve benim. 10 sayılık “Mimarlık ve Sanat” serüveninde yayıncılığın inceliklerini öğrenmiştik. Arkasından Oda’nın “Mimarlık” dergisinde görev almıştık. Mimarlık Dergisi’nde önce yayın uzmanı sonra da yayın müdürü olduğum Temmuz 1963’ten, askere gittiğim Eylül 1969’a kadar 63 ay süreyle her ay bir dergi çıkarmıştık. Kısaca, edindiğimiz bilgi ve deneyimle, yayın işinin sürdürülmesi gerektiği inancındaydık.
Derginin yayınının sürdürülmesinde Bülent Özer’in ve YEM Kitabevi döneminde Demirtaş Ceyhun’un katkıları, yüreklendirici destekleri oldu. Yapı-Endüstri Merkezi’nin de gücünü eklemek gerekir elbette. Onların hepsi bir araya gelince YAPI Dergisi yayın yaşamına başladı. Bülent Özer’le aklımızdaki örnek, “Mimarlık ve Sanat” dergisi idi. Adeta onun devamı gibi düşündük YAPI Dergisi’ni başlangıçta. Kare format bizim ilk göz ağrımız “Mimarlık ve Sanat”ın formatıydı. Bir de o dönemde Ottagono diye bir İtalyan dergisi vardı, kare formatta çıkan; o da hoşumuza gidiyordu. 2003’e dek, 22×22 cm boyutunda çıktı YAPI Dergisi. İlkin iki ayda bir çıkarmaya başlamıştık, o iki aylık tempo Temmuz 1988’den itibaren aylığa dönüştü. Bu şekilde dergi tam profesyonelleşmiş oldu. Daha sonra, yapıların boyutu da giderek büyüdükçe kare formata sığamaz olduk ve derginin boyutunu 2003 yılı başından itibaren bugünkü şekline getirdik.
Bugün Türkiye’de, mimarlık alanında kimi sektörel, kimi akademik oldukça çok yayın var. Ancak sürekliliğini koruyanlar az. Kimi yayın yalnızca sektörün gözünden mimarlığı ele alıyor, kimi yalnızca akademik ortamı hedefliyor. Öte yandan YAPI Dergisi’nin ilk sayılarını incelediğinizde yayın kurulunda Haldun Taner’i de görebiliyorsunuz. Kentleşme meselesi tartışılıyor, öte yandan koruma, kültürel miras konuları gündemde tutulmaya çalışılıyor. Bir değer oluşturma ve o değerin korunması söz konusu. Ama öte yandan Türkiye’deki yapı sektörünü olabildiğince mimarlık ve tasarımdan kopmadan ele almaya çalışıyor ama sanatla bağını da koparmıyor. Bir yanda kalıcı sergiye ve bir yanda sanat sergisine ev sahipliği yapan Yapı-Endüstri Merkezi’nin yapısıyla oldukça örtüşen bir içeriği var.
“Yayın yapmak”, Yapı-Endüstri Merkezi’nin hedeflerinden biri olarak kuruluş ana sözleşmesinde yer alıyordu. Dolayısıyla yayın alanına bilinçli girilmişti. Derginin, “YAPI” adı Yapı-Endüstri Merkezi’nden geliyor.
Cumhuriyet’in 50. yılına denk geliyordu derginin çıkışı. O yıl, 50 yıllık süreç yapısal olarak her yönüyle irdeleniyor, gözden geçiriliyor. İlk sayıyı çıkarırken şunu diyoruz: “YAPI Dergisi, en geniş anlamıyla ülkenin tüm yapısal sorunlarını incelemek amacındadır. Bu bakımdan ağırlık merkezi inşaat, teknik ve endüstri olmak üzere çeşitli sorunlar, iktisadi konulardan sanat konularına kadar açılan bir yelpazede, bir bütünlük içinde ve elden geldiğince eksiksiz olarak ele alınacaktır”. Sanıyorum ki yıllar içinde biz bunu yapabildik. Bir de 300. sayıda yazdığım ön yazıda derginin rotası konusunda şunları söylemişim: “YAPI Dergisi, bu bağlamda şu öncelikleri gözetmiştir: Şehircilik (kentsel planlama + kentsel tasarım), mimarlık, iç mimarlık, peyzaj mimarlığı, restorasyon, teknoloji ve tasarım konularının bir bütünlük içinde derginin konularını oluşturması, mimarlığın sanat ve toplumun yararı için yüceltilmesi, mimarlığın ilkesel değerlerinin korunması, mimarlık varlığımızın artırılması, yapı teknolojisinin ve mühendislik dallarının toplumun yararı için geliştirilmesi, yağmaya, çevre değerlerinin talanına (yeşilin, ağacın, havanın, suyun…), başta kent toprağı olmak üzere genelde toprağın yağmalanmasına ya da spekülasyon aracı olarak kullanılmasına karşı olunması, tarihsel ve doğal değerlerimizin yalnız kendi ülkemiz ve insanımız için değil, bütün insanlık adına korunması gerektiği bilincinin yaygınlaştırılması; aynı bilincin ülkemiz dışındaki coğrafyalar için de geçerli olduğunun savunulması, kaçınılmaz küreselleşme karşısında, ülkemizde ve dünyanın çeşitli yörelerinde ayakta kalmış tarihsel çevrelerin ve yerel renklerin yozlaştırılmadan korunması yolunda çaba gösterilmesi, mimarlıkta tarihsel yapıların taklit edilmemesi gerektiğinin, taklidin mimarlığın düşmanı olduğunun, bu anlamda yapılacak denemelerin başarısız kalacağı gerçeğinin sürekli olarak anlatılması; bu tür girişimlerin önlenmesi doğrultusunda çaba gösterilmesi. Geleceğin tarihsel yapılarının taklitle değil; bugünün anlayış, olanak ve ölçütleriyle yaratılmaya çalışılması, korumanın bilimsel bir dal olduğu bilinciyle davranılması; restorasyon adı altında yapılan bilim dışı uygulamaların tarihsel yapıtı yok edeceği bilincinin yaygınlaştırılması.
Bunlar derginin, içeriğe ilişkin ilkeleri olmuştur. Yazılı olmasa da bu ilkeleri korumaya, yayınlarımızı bu doğrultuda gerçekleştirmeye çalıştığımızı belirtmeliyim. Bu ilkelerin ne kadar geçerli, ne kadar isabetli olduğu zaman içinde yaşananlarla da sanıyorum ki görüldü. Her maddesi bugün bile geçerli.
İnsancıl değerleri, toplum çıkarlarını, özgür düşünceyi, doğal, kültürel, tarihsel çevreyi, ödünsüz savunup koruyan bir dergi oldu YAPI Dergisi. Her zaman bilimden, sanattan, haktan, hukuktan yana oldu. Doğru olduğuna inandığı düşünceleri hiç yılmadan dile getirerek aktarmaya, tartışma forumu yaratmaya, özgür düşüncenin önünü açmaya çalışan bir dergi oldu. YAPI Dergisi, genelde yansız olmaya çalıştı ama, yukarıdaki değerlerden yana tavır almaktan da hiç çekinmedi. Bu ilkeleri koruyarak çevre, mimarlık, sanat konularında onbinlerce sayfalık haber, kaynak ve belgelik üretti. İlk kitaplarımızın çoğu YAPI’dan seçmeler şeklinde çıktı. Ayrıca, ülkedeki mimarlık yayıncılığına, teknik yayıncılığa, sanat yayıncılığına büyük katkısı oldu. Sağlanan olanaklar mimar yazarların ortamını genişletti. “Nasıl olsa Yapı-Endüstri Merkezi var, onlar yayımlarlar” dedirtti. YAPI Dergisi, ülkenin sıkıntılı dönemlerinde de aksatmadan sürdürdü yayınını. Bu, övünülecek bir süreç oldu.
YAPI Dergisi Yapı-Endüstri Merkezi ortamı içinde çıktığı için endüstriyle yakın ilişki halinde, endüstriyle adeta iç içe oldu. Mimarlıkla endüstrinin kol kola girmesinde de katkısı olmuştur. Üstelik 20. yy’ın büyük bölümü endüstri çağı idi. Türkiye tarım ülkesi olmaktan çıkıp bir endüstri ülkesi olma yolunda ilerlerken pek çok alanda olduğu gibi, dergi çıkarmakta da büyük güçlükler vardı. O dönemde bilişimin olanakları daha ortada yoktu.
Biz YAPI Dergisi yayınına ilkin tipo baskı ile başladık. Tipo baskıda, satırlar halinde kurşun dizgi yapılıyor, sonra satırlar sütunlar halinde bağlanıyor; bize kuşe kağıtta prova veriyorlar; onları kesip biçip sayfa düzeneği kuruyoruz. Fotoğraflar kimyasal yolla çinko klişelere aktarılıyor… Sonra, sütunlar ve klişelerle kalıplar oluşturuluyor ve baskıya geçiliyor. Böylesine eziyetli bir iş… Daha sonra ofset baskı tekniği geldi, ama o da bugünkü ofset tekniği kadar gelişmiş değildi. Kısacası çok ciddi güçlükler vardı ama güçlükler aşılıyor.
1973 yılına ilişkin olarak 250. sayıda o günlerin dünya ve Türkiye ortamına değinmişim. Şöyle: O tarihte, şu an sahip olduğumuz nimetlerden çoğu yoktu. En büyük eksiklikler iletişim alanındaydı. Örneğin teleks, teleteks, faks, uluslararası otomatik telefon, cep telefonu yoktu. Bilgisayarlar çok ilkel haldeydi, satın alınamazdı, kiralanırdı. O da bilgisayar değil, halk arasında “elektronik beyin”, teknik alanda “work station”dı. Elektronik posta da, internet de ortada yoktu. Bill Gates’in adı daha duyulmamıştı. Bir dostumuz icadını duyduğu faks makinesi sistemini o günlerde şöyle anlatıyordu: “Burada belgeyi makineye koyuyorsunuz, kilometrelerce ötede telefonla fotokopisi çıkıyor…”. Ve biz bu yeni buluşu hayretle dinliyorduk o tarihte.
Teknik gelişmelerin yerleşmelere bile yansımaları oluyor: 1980 öncesinde gazeteler, yaşamın, olayların aktığı şehrin merkezinde, Cağaloğlu’ndaydı. 1980’li yıllarda gazeteler İkitelli’ye taşındı. Niye taşındı? Birincisi, kendilerini daha ucuz geniş bir alanda geliştirme şansları vardı. İkincisi, daha da önemlisi, sayfa klişeleri hazırlanıp uçağa yetiştiriliyordu… Yeşilköy’e yakın olmaları istendi. Oysa faksimile sistemi çıktıktan sonra bunlara hiç gerek kalmadı. Hazırlanmış sayfayı o elektronik sistemle başka noktalara aktarmak mümkün oldu. Örneğin, Ankara’da baskı tesisleri yapıldı. Bu bile yerleşmeyi etkileyen teknolojik bir gelişme örneğidir. Sonra ne oldu? Gazeteler yeniden şehir merkezlerine geldi. Sayfalar bilgisayar ortamında gidiyor Anadolu’da, hatta Avrupa’da basılacağı yerlere.
İlk sayılara baktığınızda derginin daha az sayfalı olduğunu görürsünüz. Ekonomik bakımdan da biraz öyle olması gerekiyordu Yazı bulmak çok kolay değildi, reklamda da aynı sorunlar vardı. Yazı yazma alışkanlığı yaratma konusunda “Mimarlık” Dergisi’nin belli bir katkısı olmuştu. Üniversite sayısı çok azdı ama her şeye karşın akademisyenlere de yazı yazma ve yayımlatma alışkanlığı gelmişti. YAPI Dergisi olarak biz başlangıçta yine de çok fazla yazı sıkıntısı çekmedik. İlk dergi çıkarma serüvenimizde, “dolmuş” diye bir söylemimiz vardı. Rastgele ulaşan yazılarla “dolmuş”u dolduruyorduk. Dergi, dolduğu zaman çıkıyordu…
YAPI Dergisi için, ilkin bir Danışma Kurulu kurmuştuk ama o kurul çok etkin olmadı. Kuruldan, beklediğimiz verimi alamadık. Oradaki isimler uzmanlıklarına göre hangi konulara eğileceğimizin göstergesiydi bir bakıma. Ama onların içinden desteğini hiç esirgemeyen, yalnızca Bülent Özer oldu.
Demirtaş Ceyhun’un da kitabevi sürecinde, edebiyat söyleşileri ve konferansları düzenlenmesi katkılarıyla desteği oldu. Emek verenler arasında Ömür Candaş, Deniz Toka, Semih Erkin, Saadet Altınay, Ayla Gürsel, Güner Çılgın (Çelikkurgan), Sedat Acar, Yalçın Karaca, Ayşe Erktin (Hasol), İbrahim Niyazioğlu var. Daha sonra Derya Nüket Özer ve Yasemin Engin Keskinöz ve adını anamadığımız birçok kişinin de ciddi katkıları oldu.